Bu Blogda Ara

Arşiv

gelecek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gelecek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Askıda “Future”

 

Askıda Future
Sefer Selvi Karikatürü
 

Zaman zaman şöyle haberler duyarız: “kendilerini polis, hakim, savcı, istihbarat görevlisi veya yetki kullanabilecek seviyede başka bir devlet görevlisi olarak tanıtan kişiler, vatandaşı tuzağa düşürüp milyonlarca lira parasını aldı..”

Bu işlere muhatap olmayanlar, genelde kandırılan kişileri ayıplar, böyle basit numaralara nasıl inanmışlar diye düşünür. Bu şekilde dolandırılmış olanlar arasında kimler yok ki: televizyona çıkıp insanlara akıl veren ünlü akademisyenler, gazeteciler, hukukçular, doktorlar, ev hanımları, emekliler, işçiler, çiftçiler... Kısaca, okumuş ve akıllı diyebileceklerimiz de dahil olmak üzere her kesimden insan var. Demek ki, bu mesele “akılsızlık etmişler işte” denip geçilecek kadar basit değil.

Öncelikle, dolandırıclar, aklı devre dışı bırakacak damarlar bulurlar. Kimi insan korkunca rasyonel davranmayı bırakır, kimi de çok büyük kazanç vaadi ile tabir caizse “avlanır”. TC kimlik no, kimlik seri no, telefon numarası, adres, sigorta bilgileri, maaş durumu ve daha bir çok bilgimizin elden ele dolaştığı söyleniyor. 500 lira gibi ücretlerle sınırsız sorgulama yapılabilecek platformlar olduğundan bahsedenler var.

Sosyal medya ve internet gibi açık kaynakları da kullanarak, elde ettikleri bilgileri sonuna kadar kullanan dolandırıcılar, sosyal mühendislik tabir edilen yöntemlerle kişinin kendisinden de birtakım verileri alıyorlar ve kıvama getirdikleri kişiye istediklerini yaptırabiliyorlar. Kendinden emin olan insan, atılan iftiranın, hakkaniyetli mahkemelerde çürütüleceğini bilir, dolandırıcılara pabuç bırakmaz. Adalet sisteminin düzgün işlemediğini bilen insanlar, haklı olsalar bile dertlerini kimseye anlatamayacaklarını düşündüklerinden, neyse parası, verip belâdan kurtulmak telâşında olurlar.

Tek adamın ağzından çıkan her sözün kanun kabul edildiği, hâkim-savcı kadrolarının parti sözcüsü gibi hareket ettiği bir yerde hukuk ortadan kalkar, korku iklimi hakim olur. At izi, it izine karışır, mafyalar ortada cirit atar, kim kimin malına kimin adına “çöker” belli olmaz. Mafya siyasetçileri maaşa bağlar, gazeteciler rüşvet için kaçakçılara aracılık eder. Kimsenin mevkii garantili değildir, parti için mitingler düzenlerken kahraman ilan edilenler, bir bakmışsınız terörist diye aranmaya başlar.

Hakkında müşahhas deliller olmasa bile, yıllarca tutuklu yargılananlara müebbet hapis cezası verilebiliyorsa, dokuz yıl önceki davadan beraat edenler, tekrar muhakeme edilip ceza alabiliyorsa, diplomasi kabiliyetini kullanmak yerine, ülkedeki yabancılar ajanlık suçlamasıyla rehin alınıp ülkeleri ile pazarlık yapılıyorsa, yetmiş iki milletin gözü önünde, topraklarımızda canice işlenen cinayetin faillerine dosyası devredilebiliyorsa, bakanı, yabancı yatırımcıları çekmek için, isterlerse yerleşik bürokratik teamülleri anında değiştirebileceklerinin sözünü veriyorsa, yerli ya da yabancı hiç kimse kendini güvende hissetmez.

Tulumbada su bittiği için, para sahiplerini sıkıştırmak adına türlü tedbirler alınıyor. İhracat gelirlerindeki dövizlerin anında TL’ye çevrilmesi isteniyor, bankaların verdiği kredilerle döviz alınması neredeyse yasaklanacak. Kira ödemeleri de artık döviz cinsinden yapılamayacak. Elektronik ticaret yapan yabancı şirketlere, sektördekilerin tabiriyle “haraç” gibi vergi uygulamaları getirilecekmiş. Yabancı sermaye niye ve nasıl gelsin ülkeye?

İtibar, sermaye ve mevki açısından kimse yarınından emin olamıyorsa, gelecek askıya alınmış demektir. Yabancı sermayeden bahsetmişken ingilizce ile karışık bir tabir bulalım: Askıda “future”

Çağrımız masadaki altıya, çıkarmayın hiçbir “future”yi askıya...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/askida-future_563140


DARK'ın Yerli ve Milli Alternatifleri: GARK, ŞARK...


DARK'ın yerli ve milli alternatifleri
Umut Sarıkaya karikatürü
Sosyal medyanın tamamen kaldırılması ve sonra kontrol altına alınması mevzuları tartışılırken parti yöneticileri arasında Dark dizisi atışması geçti. Biz de merak ettik, nedir bu Dark diye...
Efendim, bizi her alanda kıskanan Almanların çektiği bir diziymiş. “Cüney Darkın” filmlerini kıskandıkları isminden belli olan bu dizide bir tane nükleer santral var, buradaki radyoaktif elementlerden karanlık madde elde ediliyor. “Geçit” dedikleri solucan deliklerini kullanarak zaman yolculukları yapan tarikatvari bir topluluk var. Zaman yolcularına “reisender” diyorlar. 33 yılda bir tekrarlanan döngüler sırasında geçmiş-gelecek zamanlar ve olaylar iç içe geçmiş oluyor, işler karışıyor. Zaman, kuantum mekaniği, din ve felsefe üzerine pek çok gönderme bulunuyor, Adam-Eva (Adem-Havva), Noah (Nuh) gibi karakterler var. Kısaca kafa karıştıran ve anlaması kolay olmayan bir yapım olmuş. Filmin sonu kuantum “ince”liklerine vâkıf kişilere “Adam kazandı” dedirtmiyor, onu söyleyeyim...

Almanlar kusura bakmasın, ama bizim memleketimizde bu senaryoya benzer ve ondan çok daha karmaşık filmler çekilebilir. Tamam, makine-kimya gibi alanlarda onlarla boy ölçüşemeyiz, ama öyle senaryo projelerimiz var ki Almanların korkulu rüyası havuz medyamıza “kudur Alman!” manşetleri attırır. İçinde 14 kişi olması gerekirken 42 kişinin indiği minibüs Hessen eyaletinde değil Esenyurt’ta görülmüştür meselâ...

Dark’ın yerli ve millî alternatiflerine bakacak olursak:

BARK: Ev-bark yapımında kullanılan beton, kullanım garantili ve hazine teminatlı ihalelerle karanlık maddeye dönüşür. Bu karanlık maddeyle yapılan ve bir karadeliğe dönüşen Yap-İşlet-Devret projeleri bütçeyi yutmaya başlar. Finansman problemini çözmek için memleketin geçmişte yapılan bütün yatırımların satılması yetmez, gelecekteki gelirlere de ipotek konulur. Beton denilen bu karanlık madde, restore edilen tarihî eserlere de zaman yolculuğu yaptırır. Binlerce yıllık tarihi olan kaleye beton basılınca feleği şaşar, tarihi bütün özelliklerini kaybeder ve Sünger Bob’a benzeyerek bir 21. yy karikatürü olur.

GARK: Batmak, boğulmak, gömülmek gibi anlamlara gelir. Henüz Almanya’daki gibi tamamlanmış ve karanlık madde oluşturacak kadar çalışmış bir nükleer santralimiz yoksa da, hidro elektrik santrallerimiz ve onların çalışması için gerekli barajlarımız var. Tam üç yıl önce temeli atılmış Çankırı’daki Devrez Kızlaryolu barajı kayboluşunu anlatabiliriz. Yer yarılır, koskoca baraj toprağa gömülür ve kimbilir hangi uzay zamana göç eder. Bu esnada, 12 bin yıllık tarihi olan Hasankeyf antik şehri bir başka barajın suları altında gömülür. Sen binlerce yıl, o kadar zalim, gaddar insanların tahribatlarından kendini koru, 2020 yılında seni betona ve suya gömsünler. Hani, evde dededen kalma antika bir eser, yoldan geçen eskiciye verilir de, onun değerini bilmeyen eskici ağırlığını tartıp karşılığında mandal verir ya, öyle bir şey çıkar ortaya.

HARK: Arapça, yakmak anlamına gelir. Otel veya ticarî başka bir yapı için arsa arayıp bulamayanlar, gözüne kestirdikleri bir ormanda, tesisleri için ihtiyaç duydukları alandaki ağaçları yakar. Uzay-mekânda açılan bu deliğin kapanması mümkün olmadığından bölge imara açılır. Bu senaryoda geçmişe dönmek asla mümkün değildir.

ÇARK: Her gün değişen ahval-i âlem karşısında, menfaatinin bekasını temin adına, anında sözünü ve duruşunu değiştirebilen, dün savunduğu fikirlere bugün çok rahat sırt çevirebilen, hakaretler yağdırdığı kişilerle bir çırpıda müttefik olabilecek kadar dost-düşman listelerini her an güncelleyen birini düşünün. Durmadan çark etmektedir ve kendisini müşkül durumlara sokan arşivlerin hatırlatılmasından rahatsız olur. George Orwell’in 1984 kitabındaki gibi geçmişi kontrol altına almak ister. Sadece kendi istediği geçmişi oluşturacak memurları harıl harıl çalışır, “unutulma hakkı” adı altında, geçmişinde görünmesini istemediği kayıtların erişimini kaldırır.

ŞARK: Zamanında, paralel evrenlere giden duble yolları inşa ederek zaman yolculuğu yapanlar, o yıllarda ve yollarda beraber yürüdükleri ekiple anlaşmazlık yaşamaya başlayınca, yolculukları için alternatif arayışına girerler. Cismen küçük, ama kendileri üzerindeki etkisi büyük olan “Aydınlık” maddeyi keşfetmeleriyle birlikte “Doğu” tarafına yönelirler. Aydınlık madde küçük olduğu için içlerine “derin çek”erek alırlar ve kurt-solucan deliğine girip yolculuk yaparlar.

FARK: 25 yıldır her seçimi kazanan bir grup, ilk defa 13 bin oy farkla kaybettikleri bir seçim sonucuyla şoka uğrar. Veri akışı anında kesilir, ama nafile... Schrödinger’in kutusuna benzeyen sandıklarda hiçbir şey olmamışsa bile kesin bir şey olmuştur. Seçimi yeniletmek suretiyle geçmişe yolculuk yapma denemesi ters teper. Döngüyü kırabildiğini gören seçmen, farkı 800 bin oya çıkarır...

PARK: Büyük şehirlerde yaşayan ve köyünü özleyen millet, bahçelerde yuvarlanarak geçmişe gitmeye çalışır, olaylar gelişir...


İlgili diğer yazılar:

Miskin Jonas Var Yârına, Koma Bugünü Yarına...

İETT, DARK dizisine ilham kaynağı oldu



Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/dark-in-yerli-ve-milli-alternatifleri-gark-sark_523977

Futurizm



Futurizm

FuTurizm:

Gelecekte, zaman yolculukları başladığında açmayı düşündüğüm turizm şirketi. İnsanları fütursuzca geleceğe ulaştırmak olacak işimiz, sadece geleceğe götüreceğiz. Evet, zaman yolculuklarımızda geçmişe hiç gitmeyeceğiz. Ne kadar futuristik bir yaklaşım değil mi? Sloganımız bile hazır: "Futurizm: Geleceğe güvenle..." 

Yolculuklarda kesinlikle iftar ve sahur saatlerine dikkat edilecektir(arzu eden yolcular çok küçük bir fiyat farkı ile SoFuTurizm paketi satın alarak sofuluk ayrıcalıklarından yararlanabileceklerdir).

Seyahatlerimizde mistik "çakallıklara" izin verilmeyecektir. Mesela; sürekli bir sonraki Kadir Gecesi'ne gidip ihya ettikten sonra daha sonraki yılın Kadir Gecesi'ne gitmek ve her gününü bir Kadir sevabıyla doldurma isteği, "centilmenlik dışı istekler" kategorisinde değerlendirilecek ve bu kişilerin seyahat programı iptal edilecektir. 

Yolculuklarımızda "zaman" isimli süper kahraman muavinlerimiz yolculara yardımcı olacaktır. Za:Zaman Admini ifadesinin kısaltılmışı, man da bildiğiniz gibi, adam manasında (Zaman-Süperman gibi düşünün yani...) Zaman'lar da Clark Kent tipli insanlardan seçilecek. Zaman kelimesinin tersi namaz olduğu için bizimkiler Namaz Kılark Kent olacak tabii... Kıyafetlerinin üstündeki "Za" sembolü ile kolaylıkla onları tanıyabileceksiniz. Seyahatlerde boş zamanımız olmayacak, sürekli bir şeyler için koşturacaklar etrafta. 
"Hangi çağdayız?"
"Kaç gibi varırız, telefonla soruyorlar da, karşılamaya gelecekler..."
"Titanyum devrini geçer geçmez sağda inecektim, unutma evladım"
"Merkez Futurgar'a kadar durmayacak, öyle mi?"
"Orada zamaniçi servisleriniz var mı?" 
gibi sorularınız için her daim hazır bulunacaklardır. Şimdiden, güvenli yolculuklar...

Harfiyat Kanyonu ana sayfası

Datasız Tool Olmaz...


Datasız Tool Olmaz

Mülkiyet meselesi, tarih boyunca farklı boyutlarda insanların karşısına çıktı. Toprağı işlemeye başlayıp yerleşik tarıma geçtiğinde insanlar için arazinin sahibi olmak bir güç göstergesiydi. “Toprağı bol olsun” deyimi bu zamanlardan mı kaldı bilmiyorum ama daha çok toprağı olan kesinlikle daha iyi şartlarda yaşıyordu. Şimdilerde mevtaları bırakın, yaşayanlar için bile toprak sahibi olmak eskiye nazaran çok daha önemsiz. 

Makinelerin gelişmesi ve sanayi devrimi ile birlikte toprak üzerinde kurulmuş olan tesisler önemli hale geldi. Bir veya birkaç dönüm üzerine kurulmuş olan bir fabrika, yüzlerce dönüm tarım arazisinden daha çok kazandırıyordu. Toprak işlerinde çalışan kölelerin yerini, parası ile çalışan ve sermaye sahiplerinin çoğunlukla sömürdüğü “ecir” işçiler aldı. 

Otomasyon sistemleri ve bilgi teknolojileri geliştikçe, üretimden de çok para kazandıran bir şey keşfedildi. Üretim yapanlar aritmetik olarak kazanırken “Know-how/bilgi” sahibi insanların kazançları geometrik olarak artmaya başladı, çünkü lisans veya patent sahibi parsayı götürürken üretimi yapanlarsa hamallıklarıyla kalıyor. Dünyanın en büyük içeriklerine ev sahipliği yapan Facebook içerik üretmiyor, Uber’in  arabası, Booking.com’un oteli, Yemeksepeti’nin de restoranları yok.  Bu firmalar sahip oldukları fikirleri ve yazılımlarıyla hitap ettikleri sektörlerdeki nice dev firmadan çok daha fazlasını kazanıyor. 

Kısaca, bitkisel bir hayat gibi toprakta başlayan süreç, toprakta yetişenleri işlemekle devam ederek adeta hayvaniyet özelliği kesb etti. Ardından boyut değiştirerek sanki sanal bir akıl kazandı. Ki bunu da insaniyet özelliği olarak düşünebiliriz. Yuval Noah Harari’nin de kitaplarında bahsettiği Dataizm ile artık yeni bir dönem başlıyor.
Dataizm, bütün kâinatın bir veri akışından oluştuğunu ve her bir varlığın kıymetinin bu akışa ve verilerin işlenmesine sağladığı katkı nispetinde olduğunu savunur. Büyük verilere sahip olan ve onu işletenlerin büyük bir güce sahip olacağı ve insanların da genellikle güce/menfaate taptıklarının düşünülmesinden dolayı din gibi lanse ediliyor ama olsa olsa, “datasız tool olmaz, datamla save beni” ya da “Server’lar mesut olmaz, derlerdi inanmazdım” diyen, bilemedin, teselliyi “Bir Teselli Veriver”de arayan bir arabesk akım (böyle şarkılar üretecek yapay zekâya Gencebayt veya Gencigabayt isminin verilmesini teklif edeceğim... Sıradaki parça Hakkı Bulut Bilişim’den tüm sevenlere geliyor: “Kul datasız olmaz”) veya datalarının izinde gittiğini söyleyen (“biz datadan böyle gördük” şarkısı eşliğinde düşünün) bir ideoloji mesabesinde olabilir.

Günümüzde akıllı cihazlar, internet gibi imkânlarla veri üretimi hiç olmadığı kadar arttı ve bu veriye ulaşım da bir o kadar kolay hale geldi. En büyük veri üreticisi ve işleyicisi insanlar. Aklından geçenleri facebook twitter üzerinden paylaşıyor, fotoğraflarını çarşaf çarşaf yayınlıyor. Arama motorları ve web analitik araçları her türlü alışkanlıkları not ederek yönelimleri tespit ediyor ve pazarlama taktikleri belirleniyor. Gelişmiş sensörleri olan, internetle dünyaya bağlanabilen, yapay zeka katılmış uygulama yazılımları ve işletim sistemleri ile çalışan nesneler artıp hayatımızda yer aldıkça nasıl bir veri okyanusunun içerisinde yüzdüğümüzü daha iyi anlayacağız. Şimdi bile yerelinden bölgeseline, ulusalından küreseline haberler, hava durumları, piyasalar ve borsanın anlık durumları, döviz kurları, muhtelif çap ve ebatta ekranlarda oynayıp duran reklamlar, diziler, filmler, şarkılar, dışarıda yanıp sönerek bize göz kırpan reklam panoları ve cümbüşlü renkleriyle tabelalar, yani durmadan akan sayılar, resimler ve sesler... Her biri, kalıcı bir yer kazanmak için hafızalarımıza şeytani stratejileri ile saldırırken, “ahir zamanda hafızların göğsünden Kur’an’ın nasıl nez’ediliyor olduğunu” anlamak daha kolay olsa gerek... Radyo, televizyon, telsiz sinyallerinin, Wi-Fi ve GSM dalgalarının elektro manyetik denizini de unutmayalım...

Tıptan hukuka, mühendislikten öğretmenliğe nerdeyse bütün meslekler, geniş bir ağa bağlı robotlar ve yapay zekâlar tarafından icra edilecek diyorlar, insanı insana insanla veya insansız ama insanca anlatan sanatlar dâhil! Ruha inanmayan ve bütün duyguları birer biyokimyasal etkileşim süreçleri olarak algılayan bu inanış nasıl sanat üretecek merak ediyorum. 

Nano teknolojinin de yardımıyla, muhtemelen insan vücudu içerisinde her daim devriye atan ve tansiyon, nabız, şeker-yağ oranı, hormonlar, kanserli hücreler ya da sayısı/oranının sürekli kontrol altında tutulması gereken her şeyi ölçüp sağlık merkezindeki yapay zekaya anlık olarak raporlayan mikro robotlar geliştirilecektir. Sağlık merkezi, vücüdun ihtiyacı olan maddelerin gerektiği anda alınmasını sağlayacak şekilde mutfak robotlarına (bugünküler değil tabii, sağlıklı besinleri ve ilaçları gerekli olduğu kadar hazırlayıp insanlara yedirenler) aktaracak. Böylece mide, bağırsak, karaciğer ve böbrekler gibi iç kaynaklar artık tıka basa doldurulup harala gürele çalıştırılmayacağı için beyin ve hafıza asli vazifelerini hatırlayıp kayıt tutma işini düzenli yapacak, hormonlar hor hor kullanılmayacak, ciğerler rahat bir nefes alacak ve kalp de, atıyorum, daha sakin atmaya başlayacak.

Ölçülebilen bütün parametreleri okuyan ve değerlendiren, dünyanın her yanındaki yardımcılarına ışık hızı ile erişebilen bu Laplace Şeytanı, düşünmek ve karar vermek dâhil insanların hayatlarını devam ettirmeleri için gereken bütün süreçleri, kısaca dünyadaki bütün hamallık ve lojistik işlerini kontrolüne alırsa insanlara yapacak ne iş kalacak? İnançsızlar “Homo Deus” mertebesine ulaştığını  zannederken aslında artık hiçbir şeyi kontrol edemediklerini ve varoluşlarının bir anlamı kalmadığını hissedebilirler.  Ama inanın,  müminler için çok süper bir şey olur, dünyevi hiçbir endişe kalmadan kendini ibadete ve ahirete gönül huzuruyla adayabilir! Mehmet Akif’in sözünden iktibasla şunu der:

“Allah’a dayan, yapay zekâna RAM al, hikmete râm ol
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol”

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: