Bu Blogda Ara

Arşiv

İntiharp

intiharp
Zahire bakılırsa aniden gelişen, sebebe bakılırsa Devlet Bahçeli’nin pimini çekerek ortaya attığı bir bomba gibi patlayan, yaygın kanaate göre ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şekillendirdiği ultra erken seçim dönemine girmiş bulunmaktayız. Rabbim, evrensel değerlere bağlı, hukuk çerçevesinde hareket edecek ve ülke selameti için çalışacak kişi ve kurumların seçilmesini nasip etsin. Sadece kendisinin ve yakın çevresinin menfaatini gözeten, bu menfaati temin etmek sürdürebilmek için dini, milli ve manevi bütün değerleri fütursuzca istismar edebilen kişilere de fırsat vermesin inşallah…

SEÇİM HESAPLARI

Fikri ortaya atan ve geliştirip karar veren ikilisi olarak Bahçeli-Erdoğan görüşmesi 30 dakika sürdü. Hal hatır sorma, çay içme gibi teamülleri çıkarırsak geriye fazla da bir süre kalmıyor sanki. Düşünsenize, Bahçeli usulü seçim gerekçelendirme bile ne kadar sürüyor: “2018 yılında seçim yapmalıyız çünkü formülü şöyle; 20 ile 18’i topla, ne etti, 38… Şimdi 20’deki 2’nin yanındaki sıfırın bir anlamı yok, sil sıfırı ne kaldı, 2… 38 ile ikiyi topla, kırk yapar… ” 24 Haziran formülasyonu da şöyle olmuş olabilir: “6. ayın 24’ü… toplarsan 30 olur. Cumhur ittifakı olarak ikimiz de rakiplere her biri beş kardeşten oluşan birer Osmanlı tokadı atarsak 10 eder, topla 30’la, kırk yapar!”

Ekonomimizin içinde bulunduğu durum hiç de iç açıcı değil. Gittikçe makası açılan cari açıklar, en temel ihtiyaçların bile ithal ediliyor olması, kısa aralıklarla tekrar tekrar getirilen aflar ve borç yapılandırma imkanları, ücretli çalışanların mükellef olduğu vergilerdeki artış, KGF desteğiyle ulufe gibi dağıtılan paralarla döndürülmeye çalışılan piyasa, büyük sermaye gruplarının içinde bulunduğu ödeme zorlukları, gittikçe yükselen döviz fiyatları, artan enflasyon ve işsizlik oranları, borçlarını ödeyemediği için intihar eden insanların sayısındaki artış, artık hesaplama yöntemlerinde yapılan türlü çakallıklarla süslü rakamlar içerisinde sunulan büyüme, milli gelir ve enflasyon oranları ile gizlenemez hale gelmiştir. Tulumbada su kalmadığının ikrarı, bu konuda söylenecek her şeyin özetidir aslında. Hiç konusu yokken ve ihtiyaç dillendirilmemişken IMF ile girilecek olan borç ilişkilerinde altına dayalı bir model uygulanması gerektiğinin deklare edilmesi kafaları daha da karıştırmıştır. Dolandırıcılık, yasal ve yasa dışı kumar vakalarındaki artış, define arayanların hızla çoğaldığına dair haberler ve kaynağının türü ve meşruiyeti ne olursa olsun kısa yoldan köşeyi dönme çalışmaları kriz zamanlarında en çok görülen şeylerdendir.

Hukuk, hürriyetler, eğitim, dış politika gibi iflas edilen konulardan hiç bahsetmiyorum bile… Boğazda, motoru bozulduğu için akıntının etkisiyle hareket etmeye başlayan yalıya çarpan gemi gibi “Reisin takası” da gidiyor yali yali… Uzmanlar, çarpma gerçekleşip herşey ayyuka çıktığı anda, çok büyük bir yıkımın yaşanabileceğine işaret ediyor, Allah muhafaza…

İKTİDARIN SEÇİM HAZIRLIĞI

16 Nisan sonrası iktidar partisi oy kaybettiği şehirlerdeki belediye başkanlarını kamuoyuna makul bir gerekçe sunmadan istifaya zorlamış, teşkilatlarında yenilemeler yapmıştır. Parti genel başkanlığı sıfatıyla ve fakat Cumhurbaşkanlığı makamı ağırlığıyla en küçük ilçelerin bile kongrelerine katılınmış ve her bir toplantı mitinge dönüştürülmüştür. Anadolu’nun ücra ve küçük bir ilçesi olsam, kongre için gelen ve koruma ordusu ile hareket eden misafirlere çaktırmadan, o an nüfus sayımı yapılmasını ister ve il olmak için başvururdum. Bilboardlar ve afişlerde kongre ilanları “Kutlu yürüyüşle yola devam” sloganı ile duyurulmuştur. Şahsen bu “yürüyüşlerdeki” kutun nereden geldiğini anlamış değilim. Kutu ve yürüyüşü düşününce aklıma sadece ayakkabı geliyor nedense…

Bunların yanında yatırım teşviği adı altında yakınlarına dağıttıkları paralar, satın almak suretiyle muhalif basının sesinin kısılması, MHP ile ittifak kurulması ve bunun için seçim kanununda gerekli düzenlemelrin yapılması gibi hazırlıklarla uzunca bir süredir iktidar partisinin seçime çalıştığı söylenebilir. 15 yıldan fazladır ülkeyi yöneten bu adamlar her şeyin güllük-gülistanlık olduğunu bağıra bağıra ilan ettiği hengamede “durumlar kötü, seçim yapmalıyız” dese ayağına sıkmış olurdu. Muhalefet söylese ve onlar da buna uyarak “tamam lan, hadi gelin!” dese itibarı sarsılırdı. En iyi formül hem içerde hem dışarda olan birinin bunu dillendirmesi olacaktı. Yani cumhur ittifakındaki biri “itti”, diğeri zaten önceden “fak”ı kurmuştu. İteklenerek faka giren seçim, oldu bitti ile millete duyuruldu.

İNTİHAP, İNTİBAH, İNTİHAR…

İktidara yakın yazarlardan biri, erken seçimin ilan edilmesini değerlendirirken “harp hiledir” dedi. Seçim ve harp arasındaki ilişkiyi düşünürken aklıma seçimin arapçası olan “intihap” kelimesi geldi. 24 haziran erken seçimi, herhangi br intihap mı olacak, halkın intibahına medar olup iktidarın kendine sıkması ve bir nevi “intihar” etmesi anlamına mı gelecek, yoksa dini siyasallaştıran kitlenin addettiği gibi bir “harp” mi olacak bilemiyoruz. Ben şimdiden “intiharp” diyeyim de, hangisi olursa “ben demiştim” diyebilme rahatlığında olayım…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/intiharp_459860

Yerli ve Milli Dolar


Yerli ve milli dolar

Son günlerin en çok konuşulan konularından biri döviz kurlarındaki ani yükselişler.
Özellikle dolarda, Hababam Sınıfı filmindeki beden eğitimi öğretmeni Badi Ekrem karakterinin (Şener Şen) trambolin üzerinde zıplamaya başladıktan sonra “duramıyorum, duramıyorum… çocuklar beni durdurun” dediği sahnedeki gibi hareketlenmeleri gördük.

Petrolden doğalgaza enerji kaynaklarında dışa bağımlı, fazla üretim yapmayan ve yaptığı üretimlerde kullandığı pek çok şeyi ithal eden bir ülke haline geldik. Dış ticaretimizin büyük bölümü dolara endeksli. Akaryakıt fiyatları dolara bağlı artış gösterdiği zaman, kademeli olarak ülkedeki bütün mal ve hizmetlerin maliyeti artıyor tabi. Artan maliyetler de zam olarak geliyor bize…

DOLAR’IN ATEŞİ NASIL YÜKSELİR?

Elinde yeteri kadar dolar olmayan ve başkalarının dolarlarının insafına kendini bırakan yerlerde öyle bir hal olur ki, delinin biri “Benim adım Trump, her yere roket ataram!” diye tweet atsa dolar coşabilir, öteki facebook üzerinden “Putin derler adıma, kök söktürürüm adama” diye cevap verse zirvelere çıkabilir. Yabancı yatırımcılar parasını çekip çıkarsa yükselir, yerli sermaye dışarı giderse yükselir, herkes dolar almaya koşarsa yükselir. Kısaca arz-talep dengesine göre davranır. Halen arz eden taraf olmadığımız için dengeleyebileceğimiz unsur taleptir. Talep de at gibidir; neyden ne zaman korkacağı, nasıl davranacağı belli değildir.

Kur düşük seyrederken döviz rezervlerini dolduran, rekor değerlere ulaştığında ise piyasaya müdahale bahanesiyle yüksek fiyatlardan satan Merkez Bankası ateşi düşürmeye çalışır. Günde böyle üç defa iş yapsa… fena da para kazanmaz hani! Kazandığı parayı da, Allah bilir, bir türlü düşürmediği faize veriyordur! Peki, resmî olarak doları sabitleyemez miyiz?  Meselâ bir dolar=3 TL olacak şekilde sabitlense, Pi sayısı üzerinden “Pi’ dolar kaç para eder?” diyerek espri yapacak adamlar çıkacak. (cevabını ben söyleyeyim 9 TL yapar). Devlet o fiyattan satar da, alabilir mi bilmiyorum. Karaborsada kaç katına çıkar, Allah bilir…

ÇÖZÜM: YMD!

Evet, her konuda olduğu gibi, yerli ve millî bir ürün olarak kendi ABD Dolar’ımızı basabilirsek elimiz çok rahatlardı. İstediğimiz kadar piyasaya sürüp ateşini kontrol altına alabilirdik. “Hiç olmadığımız kadar yakın” hâle geldiğimiz ABD’den rica edersek belki izin verebilir. Vaktiyle, düşmanı olan ülkelerle gizlice ticaret yapıp açıktan para veremediği için dolar basmasına izin verdiği söyleniyor, günahı söyleyenlerin boynuna! Kısaca YMD diyebileceğimiz yerli ve millî dolar’lar için sloganımız da hazır: “YMD yanında yat!” Bu slogan bilinçaltı bir mesaj ihtiva ediyor olup, parayı çarçur etmeden yastık altında tutmaya da teşvik edecektir. Ucuz ucuz alacağımız dolarların parası ülke içerisinde kalır, ekonomimizi şer ve fitne odağı dış mihrakların tasallutundan da korumuş oluruz. Ne dersiniz, denemeye değmez mi?
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yerli-ve-milli-dolar_459175

Gençlerin Problemleri

Gençlerin problemleri


Konya Millî Eğitim Müdürlüğü’nün “Gençlik ve İnanç” konulu çalıştayında, imam hatip öğrencilerinin “deizme kaydığı” sonucuna ulaşıldı.
Önemli tesbitlerden birkaçı şöyle: “İtikadî anlamda sorunları olan gençlerde özellikle deizm inancı ön plana çıkmakta, ateizm bu bağlamda daha geride kalmaktadır. Kader, Allah’ın zatı ve tasavvuru, sabır, tevekkül gibi konular anlaşılamamıştır. Hurafeler din addedilmektedir. Dini anlatan kişiler arasında yaşanan tartışmalar ve sunulan dini bilgilerdeki tutarsızlıklar gençlerde din düşüncesinin saygınlığına zarar vermektedir.”

Ulaştığımız teknoloji itibarıyla henüz bir “imanometre” icad edilmiş değil ve imanların varlığını veya derecesini ölçemiyoruz. Kişilerin kendi beyanı olmazsa kimseye imanı üzerinden bir etiketleme yapmak da doğru değil. Muhtemelen çalışma, öğrencilerin davranış ve tutumlarına, hocalarına sordukları sorulara ilişkin gözlemler üzerine bina edilmiştir. Bina demişken, “dindar” nesil yetiştirmek isteyen anlayış, bolca imam-hatip lisesi, cami ve ilahiyat fakültesi açarak bunu gerçekleştirmek istese de, mesele öncelikle bir iman zaafiyeti meselesidir. Binalar kurarak, isim ve resimleri değiştirerek “oldu da bitti maşallah!” gibi tepeden yaklaşımlarla halledilebilecek türden değildir. Yanlış uygulamalar sonucunda sünneti ve hadisleri reddeden insanlar ortaya çıkar, kimi de modaya uyar ve kendini “mezhepsiz insan” sürümüne günceller.

GENÇLERİN KAFASI NEDEN KARIŞIK?

Misal, “Emsile” okumuş, ama iktidar gücüne sahip olunca “emsal değeri” belirlemeye başlayan, bina ruhsatı dağıtmasıyla beraber azimeti terk edip ruhsatla amel etmeye başlayan, türlü bahaneler ve isimler bularak faiz, rüşvet ve yolsuzluklara bulaşan, yapıp ettiklerini “İslâm’a hizmet” kisvesi altında meşrûlaştırmaya çalışanları görürse kafası bulanır. Aynı şekilde, seksen milyon insanın gözlerinin içine baka baka yalan söyleyen, dün söylediğini bugün inkâr eden yöneticileri görürse şaşırır.

Ahlâkı ve psikolojisi nasıl bozulmasın ki? “Bihter” ölçeği ile 9 şiddetinde ahlâkî depremlere sebep olan, lüks içindeki şatafatlı hayatları anlatan dizileri seyrediyor. Onlara bakmasa, bolca kan, şiddet ve ırkçılık ihtiva eden, hamasi nutuklarla dolu, hukuk dışı/mafyavari yöntemlerle iş görülen, durmadan silâhların patladığı yapımlar ya da bugünün siyasî figürlerinde olması beklenen duruş ve özelliklerin, tarihi anlatmak bahanesi ile tarihî şahsiyetlere giydirildiği ve gerçeklerden kopuk dizilerden kaçamıyor.

Gençlerimiz bugün, ihale kapmak veya iyi bir işe girmek için “dayı” sahibi olmak gerektiğini görüyor. “Dayizm” diyebiliriz buna… “Hareketlerine yeter ki riya kat, liyakat yoksa bile yükselebilirsin” prensibi ile ani yükselenlere şahit oluyor. Emek harcamadan, haram helâl dinlemeden kısa yoldan köşeyi dönenleri görüp özenebiliyor: Küfür etme haricinde özelliği olmayan kifayetsizlerin youtuber olup para, şan şöhret sahibi olduğunu görüyor, 13-15 yaşlarında olup sahnelere/ekranlara çıkan şarkıcılara imreniyor, milleti dolandıran tosuncuklara gıpta ediyor. Tahsilin veya çalışmanın kendisine katacağı bir şey olmadığına inanıyor ve sanal bahis/kumar sitelerinden medet umuyor. Sistemi, müfredatı ve sınavları defalarca değişen eğitimden zaten fazla bir beklentisi yok. Hoca, öğrenci sayısı ve istihdam imkânları gibi hesaplar gözetilmeden her yerde mantar gibi türeyen üniversitelerde kalite yerlerde sürünüyor.

Sayın Cumhurbaşkanı, okulların altına otopark yapma projesinden bahsetti geçenlerde. Ben şahsen çok anlamlı buldum. Altları o kadar oyulan ve boşaltılan okullarda o boşluğu bir şekilde değerlendirmek lâzım tabi…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/genclerin-problemleri_458426

Yine Yeşillendi Zındık Dollar’ı…

Yine yeşillendi zındık dolları
“Dolar 4, Euro 5, benzin 6” ile başlayan seriyi herkesin kendi meşrebine göre bir 7 ile tamamladığı günlerde TÜİK tarafından da bir adet “yedi” geldi. Açıklanan büyüme rakamlarımız tam olarak yüzde 7,4 çıktı.
Ülke olarak büyüdük mü, dış mihraklar bize büyü mü yaptı, büyümeyi tam anlamıyla neden hissedemiyoruz, enflasyon ve borçlarımız da büyüdüyse aslında küçülmüş mü olduk gibi soruları iktisatçılara bırakmak en iyisi. Vatandaş olarak ödediğimiz kira, pazar-mutfak harcamaları, faturaların tutarı, giyim harcamaları ve kredi kartı ekstresi gibi doğrudan hissettiğimiz rakamların büyüklüğü ile ilgileniriz daha çok… Burada büyüme varsa, gerisi istediği kadar süslü rakamlardan oluşsun, bir anlam ifade etmez.

KURLAR VADİSİ PUSU

Buğday, saman bile ithal eder duruma geldiğimiz ülkemizde pek çok şeyin fiyatı dövize endeksli olarak belirleniyor. Geçmesek de faturası bize yansıyan köprüler ve havaalanları, gitmesek de parasını ödediğimiz şehir hastaneleri hep döviz üzerinden fiyatlanmış durumda. Bunun farkına varan döviz kurları da entrikadan entrikaya geçişler yapıp gerilimi tırmandırma peşinde. Çünkü burası, kurlar vadisidir! Türk Lirası’nın bu karanlık ve puslu vadide bir yılda kaybettiği değer % 30’ları bulabiliyor. Cari açık milyarlarca dolara varabiliyor. Bu vadide dövizle borçlanmak hem kahramanlıktır, hem de ölümüne yalnızlık…

Pek sayın muhterem yetkililerimiz kur dalgalanmaları karşısında genelde iki şey yapıyorlar: İlki; hiç umursamıyor gibi davranıp kendiliğinden geçmesini beklemek. Bu arada yüksek kurdan şikâyet edenlere “elin kurundan bize ne?” derler, rezervlerimizin dolu olduğundan bahsederler. Döviz alacak kişilerin ellerinin yanacağını da söylemeyi ihmal etmezler. Bu da işe yaramazsa, dövizin bütün dünyada değer kazandığını, bizim paramızın düşmediğini anlatırlar. Kur belli değerleri aşınca da artık ikinci aşamaya geçerler; döviz alan kişileri vatan hainliği ile suçlayıp mevzuyu dış güçlerin ekonomimizi çökertmek için oynadıkları oyunlara bağlarlar. Kazan-kazan politikasına dayalı olarak Batı dünyası sıcak parasını ülkemize getirdiği zaman, kazanın doğurduğuna inanıp da, geçirdiği kazanın sonrasında ölen kazan haberi alınca kızan ve ardında komplo teorileri arayan bir anlayış…

Dolar hareketlenmeye başlayınca vatandaş şu türküyü söylüyor: 

“Yine yeşillendi zındık dollar’ı 
Zaten hep yeşildi, zındık dollar’ı
Dalgalanıyor yine, serbest kurları
Acep ne olacak, dolar alanın elleri?”

DOLARA KHK VEYA TORBA YASA ÇÖZÜMÜ

Merkez Bankası’nın piyasaya müdahale için döviz sürmesi veya “ekonomi çok iyi” diyen insanların sokaklara salınması gibi yöntemler biraz pahalı değil mi? Harikalar asrındayız, OHAL var, “Yasama bizde, yürütme ve yargı bizde, oğlan bizim kız bizim, kim neyi denetleyecek?” diyen iktidar sahipleri için konu bence bir KHK ile çözülebilecek basitlikte olabilir. KHK ile “bir dolar 0,75 TL olarak alınacaktır” dendiğinde kim itiraz edecek ki? Olmadı, bir torba yasa çıkarırsın, itiraz edenlerin kafasına da serbest pırasalarla vurursun… Bir dahakine düşünülsün derim…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yine-yesillendi-zindik-dollar-i_457780

Hawking görse “Metrobüs icad oldu, metrik bozuldu” derdi…


Metrobüs Karadelik

Metrobüs araçlarının neden genelde siyah renkte olduğunu hiç düşündünüz mü? Tamam, arada sarı renkliler de var (kimse sarımızı test etmeye kalkmasın!) ama hepsinin de camları simsiyah filmlerle kaplı. Çünkü içeride neler olup bittiğini bilmenizi istemiyorlar! Profesyonel bir metrobüs binicisi olarak (evet, parasını vererek binenlerdenim), kendisini sadece gazete haberlerinden veya televizyonlarda bir dönem oynayan reklamından tanıyanlar için metrobüs hakkında “akbil”imsel temellere dayanan müşahedelerimi takdim edeceğim.

METROBÜS, BİR KARA DELİK OLABİLİR!

Metrobüs, içeri girmek için bir solucan deliği bulunması gereken, asfalt-zaman bükülmesi yaşatan, bilinen bütün kütle-hacim ilişkilerinin içinde tersine çalıştığı bir araçtır. E-5 karayolundan gidildiğinde saatler sürecek seyahatleri, içine girebilmeyi başaran yolcular için oldukça kısa sürede aldırıp adeta bir bast-ı zaman yaptırır. Durakları çok kalabalıktır, çevredeki bütün insanları kendine çeker. Metrobüs etki alanı içerisinde alışılagelmiş olan beşeri münasebetlerin işlemediği görülür. Kim kime, kuantuma… Bütün bunlara bakarak bir çeşit kara delik olduğunu söyleyebiliriz.

NEWTON, KUANTUM, ATOM FİZİĞİ KANUNLARI ve METROBÜS

Kitle çekim kanunu: Kendine ayrılmış yolda hızlı ve güvenli bir şekilde seyahat edeceğini düşünen kalabalık insan kitleleri için cazibe merkezidir. Kitleler bu çekimden kaçamaz.

Newton’un hareket kanunları: Her itmeye karşılık ve zıt yönlü bir itme meydana gelmektedir. Bir yolcunun üzerindeki net kuvvet, adamın kütlesi ve dövmeli kolunun çarpımı ile ölçülebilir. Aman diyeyim, herkese bulaşmayın!

Termodinamik Kuralları: Maksimum düzensizlikle sağa sola dağılmış olan yolcular, minimum enerji durumuna geçerler ve kımıldamaya bile artık mecalleri kalmaz. Herkes bulunduğu yerde çakılı kalır, kimse kendiliğinden boşluklara doğru ilerlemez.

İdeal Metrobüs Denklemi: Yolcuları arasındaki çekme ve itme kuvveti ihmal edilebilecek seviyede az olan metrobüslere ideal metrobüs denir. Gerçekte ideal metrobüs yoktur. Düşük insan basıncı ve yüksek oksijen bulunduğu durumlarda metrobüsler ideale yakın davranır. P.V=n.R.T denklemi ile gösterilir. Formülü “vapur-tren kullan, metrobüse bulaşma”  şeklinde okuyanlar olduğu gibi “paran varsa ne rahat” diyen fizikçiler de mevcuttur.

Heisenberg’in belirsizlik ilkesi: Boş koltuğun konumu bilinirken insanların ona koşarkenki hızı ya da insanların hızı bilinirken boş koltuğun konumu bilinemez. O yüzden sadece bir tane boş koltuk seçin ve ona ulaşmaya çalışın.

Pauli’nin dışarılama ilkesi: En az beş durak sonra inecek olan insanlar kapı önlerinde yığılıp kalır ve inen yolcuları hızlı bir şekilde dışarı doğru iterek yeni yolcuların gelmesini engeller.

“İzafİETT” Teorisi: Kalabalıktan ve dolu gelen metrobüslere binememekten şikâyet ederek duraklarına boş bir metrobüs gönderilmesini isteyen yolculara “İETT’nin durakları kameralarla gözetlediği ve yoğunluğa göre araçları yönlendirdiği” şeklinde standart bir cevap gönderilir. Yolcular ve sistem tarafından gözlenen yoğunlukların -her nasılsa- aynı olmadığını ve İETT’nin izafi bir yoğunluk kıstası kullandığını anlatan teoridir.

Hacmi ve dıştan görünüşü aynı kaldığı halde, yolculuk boyunca kütlesi sonsuza doğru büyüyebilen metrobüslerin muamması hiçbir ölçü, kanun, teori veya formülle açıklanamamaktadır. Keza içerisinden bir otobüs dolusu yolcu indiği halde, içi bir kişinin bile adım atamayacağı kadar kalabalık olmaya devam eden metrobüslerin gizemi çözülebilmiş değil. Hatta, Kadir abi’nin “atom fiziğine de metrobüse de lanet olsun!” diyerek istifa ettiği söyleniyor. Metrik sistemi altüst eden metrobüsü Stephen Hawking görse, muhtemelen kuantum’a tövbe eder, fizikten elini eteğini çeker ve kendini şiire, sanata verirdi. “Körükoğlu” mahlasıyla şunu derdi herhalde:

“Bizden selam olsun Beylikdüzü’ne!
Çıkıp şu körüğe yaslanmalıdır
Yaslanıp da kitap okunmalıdır
Millet geldi tabur tabur dizildi
Beyaz Masa’ya şikayetler yazıldı
Metrobüs icad oldu metrik bozuldu
İETT artık ses vermelidir!”

Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/hawking-gorse-metrobus-icad-oldu-metrik-bozuldu-derdi_457091

Çiftli-K-oyunu



Çiftlik desen çiftlik değil, banka desen banka değil, oyun içinde koyun, bilgisayar içinde bitcoin yetiştiren ve adına Çiftlikbank denilen oluşumun bir dolandırıcı şebekesi olduğu kesinleşti. Anladığım kadarıyla tezgah şöyle kurulmuştu: sisteme para yatırarak üye olanlar, yatırım yaptıkları zirai üretim araçlarını online oyun sitesi şeklinde sürekli takip ediyor, elde ettikleri üretimi depolarda saklıyor ve belli periyotlarda bunun para karşılığını kâr olarak alıyorlardı. Dağıtılan kâr oranları, hiçbir yatırım aracının sağlayamayacağı büyüklükteydi. Emeksiz, risksiz ve yüksek getiri insanlara cazip geliyordu. Bu arada entegre üretim tesisleri ve satış noktaları açılışları yapılıyor, gerçek üretim yapıldığı intibaı uyandırılıyordu.

KOYUN DEĞİL BİTCOİN ÜRETMİŞLER!

Foyası meydana çıktıktan sonra anlaşıldı ki zirai üretim namına yaptıkları bir şey yoktu. Fason üreticilere yaptırdıkları malların üzerine markalarını basıp satmaya çalışıyorlarmış. Kerameti kendilerinden menkul mavi yumurta dedikleri şeyi 10 liraya sattıklarını iddia ediyorlardı ki günahları boynuna, yapmışlar mıdır bilemem, kara para aklama için müthiş bir yöntem! Yeni üyelerden toplanan paralardan eski üyelere gıdım gıdım dağıtılınca hem güvenleri artar hem de yeni üyelerin sisteme kazandırılması için gönüllü çalışırlar. Hiç mi üretim yapmamışlar? Yapmışlar tabii, o da son zamanlarında ortaya çıktı, geniş bir alanda kurdukları bilgisayar sistemleri ile bitcoin kazım işlemi yapmışlar. Bitcoin ani ve sert düşüşler yaşamasa belki tezgaharı daha geç ortaya çıkacaktı.

AHIR SAMAN FİTNESİ

“Dışardan para bul, bütün işleri taşeronlara yaptır, yandaşlarını paraya boğ, vitrini süslü tut, herkesin görebileceği büyük tesisleri alayiş ve nümayişlerle aç, dini-milli-manevi bütün değerleri istismar et, mehterler ve Kur’an okumaları eşliğinde şovlar yap, ‘bizi kıskanıyorlar’, ‘ülkemizin üzerinde oynanan bazı oyunlar var. Yurtdışı kaynaklı, Londra merkezli oyunlar’, ‘Kudüs kırmızı çizgimizdir’ gibi alakasız hamaset nutukları at, tanınmış kişiler yanında boy göstersin, internet mecralarında paralı troller istihdam et, aleyhte yazan ya da sistemi sorgulayan olursa linç harekâtıyla sustur, ulusal kanallarda boy boy reklamlarını yap, gazetelerde haber görünümlü reklamların dolaşsın ve hiçbir olumsuz habere/yoruma yer verilmesin” şeklinde özetlenebilecek hareket tarzı size de çok tanıdık geldi mi? Bir yönüyle ahır saman, diğer yönüyle ahirzaman fitnesi, neuzubillah!

“BANA ÇİFTLİĞİMİN BİR OYUNU MU BU…”

2016 yılında başladıkları faaliyetleri resmi makamlar nezdinde dikkat çekmeden uzun bir süre serbestçe devam etti. Bir tepeden yokuş aşağı freni patlamış şekilde inen ve uçuruma doğru gittiği apaçık belli olan bir arabaya, uçurumun tam kenarına hızla ulaştığı anda müdahale edecek şekilde çalışan mevzuatımız var maalesef. Yasal merciler, freni patladığı fark edildiğinde ya da uçuruma doğru yöneldiğinde durduracak şekilde çalışsa belki de iş bu noktaya gelmeyecekti. Aktifiyle pasifiyle yaklaşık 500 bin üye sisteme dahil oldu. Elde avuçta ne varsa, bütün birikimlerini kullanarak, çevresinden borçlanarak ya da bankalardan kredi çekerek paralarını buraya yatıranlar oldu. Toplamda 511 milyon TL topladıkları söyleniyor. Bankacılık lisansları olmadığı halde isimlerinde “Bank” ifadesini kullandılar. Bakanlık soruşturmaları başladığı zaman bile rahatça yurtdışına para transferi yaptılar, şirket hisselerini devir ettiler, yönetim kadrolarını değiştirebildiler. Sistem sunucuları kapandıktan, sorumlular yurdışına kaçtıktan sonra polisiye tebirler alınmaya başlandı. Üyeler o noktada “bana çiftliğimin bir oyunu mu bu, aldı paraları verdi zulümü” demeye başladılar.
Ne demiş milli şair: “Tarihi tekerrür diye ta’rif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” Allah, tekerrür hatasına düşmeden seçimler yapmamızı nasip etsin…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ciftli-k-oyunu_456448

Düğünyevileşme


Düğünyevileşme
Kayseri’de yaşayan bir kadın, vakt-i zamanında komşuluk ve aile yakınlığı vesilesiyle katıldığı bir düğünde takmış olduğu çeyrek altını, kendi el yazısı ile yazdığı mektupla geri istemiş.
Başka ülkelerde arabalar, bilgisayarlar veya ne bileyim cep telefonlarının üreticileri tarafından ara ara geri çağrıldığını duyuyoruz ya, ben de merak ettim; kadın darphanede çalışıyordu da, taktığı altında kalite temelli bir problem mi tespit etmişti? Taktığı çeyrekte kullanılan altının elde edilmesinde istimal edilmiş siyanürleri düşünüp dertlenmiş olabilir miydi peki? Belki de o altın, serisi olduğu güç çeyreklerine hükmeden bir kudret çeyreğiydi ve “kayındalfının” kışkırtmasıyla onu Erciyes Hüküm Dağı’na götürüp üretildiği ateşe atarak Orta Anadolu dünyasını büyük bir dertten kurtaracaktı! Haberin devamını okuduğumda kadının, oğlunun evlilik yapacağına dair umudu kalmadığından, yaptığı yatırımın geri dönüş zamanının gelmeyeceğini düşündüğü ve bundan dolayı verdiği altını geri istediği yazıyordu. Oğlunun yaşının 38 oluşu ile bulundukları şehir plaka kodu olan 38 rakamı arasında herhangi bir illiyet kurmak gerekiyor mu bilmiyorum, onu da akıl bahçesi geniş “devletlülerimiz” düşünsün.

TAKI ve TAKIYYE


Ülkemizde düğüne gidenler genellikle bir takı hediyesi de götürürler. Kimin ne taktığı gayrıresmi olarak bellek kayıtlarına kazınır. Hamdolsun, artık her cep telefonunda bulunan ve amatör bir belgesel çekmeye yarayabilecek kameralar sayesinde takı tespit işlemi daha kolay yapılabilmektedir. Ancak el çabukluğu gibi profesyonel ya da arada bir başka kişinin perdeleme yapması gibi organize çalışmalarla arada kameralardan kaçanlar olabilir. Hayatımızı kolaylaştıracak türlü hizmetleri birbiri ardınca bomba gibi patlatan E-Devlet, bunun için de uygulamalar geliştirse iyi olur. Maliye Bakanlığı “Kime ne taktım” ve “Kim bana ne taktı” servislerini hayata geçirdiğinde kayıt “altına” girer ve vergilendirilebilir hale gelir. Böylece, çeyrek taktığı halde bir tam altın takmış gibi davranıp takıyye yapanların da önü kesilmiş olur.

DÜĞÜNLE DÜNYEVİLEŞME


Öncesinden başlayan hazırlıklarıyla düğün organizasyonu, adeta bin yıl sürmesi planlanan bir dünya hayatı altyapısının oluşturulmasına hizmet eder. Düğünle dünyevileşme işine kısaca “düğünyevileşme” diyebiliriz. A’dan Z’ye bir ev için gerekli bütün eşyalar alınır, nişanda, kınada, düğünde ayrı ayrı kıyafetler giyilir ki, bir daha hiç kullanılmayacaktır bunlar. Kuaförüydü, bakımıydı, dâvetiyesiydi, ikramlarıydı, süslenmiş arabasıydı derken, damadın selam verdiği herkes, kendisinden bir kamyon para alır. Bahşişsiz kapılar açılmaz, bıçaklar kesmez, makaslar açılmaz… Bunların hepsi Milli Gelinlik Kurulu (MGK) tavsiye kararlarıdır ama sıkıysa uygulama, “Kaynatank”ları “çevik bir” hareketle üzerine yürütüp hemen balans ayarı çekmelerini istemezsin!

Mesture ve mütedeyyin gelin hanımlar da, konu düğün olunca bakıyorsun “düğünyevileşme” hareketine uyuyorlar. Örteceği ve düğün boyunca görünmeyecek saçlarına gelin başı yaptırır meselâ. “Onu da isterim, bunu da isterim” diye tuttururlar. Kendi tutturmasa da Bacı Çalışma Grubu (BÇG) üyeleri süreci yakından takip edip gerekli raporlamayı MGK’ya yapar. Bu süreçte eldeki nakitlerini bitiren zavallı damat adayımız POS-modern bir darbe ile kredi kartlarına mahkûm olmaya başlar. Tam da bu noktada düğün sahipleri, davetlilerden gelecek altın beklentisine girerler. Toplanan altınlar da kendilerine takanların düğününde kullanılmak üzere saklanır. Durmadan yer değiştiren ve kimseye hayrı dokunmayan bu altın döngüsünü kırmanın yolu galiba biraz daha ahireti düşünüp düğünler yapmak…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/dugunyevilesme_455818

Cadde Cadde Büyüyen Bir Tepki Vardır...

Zeytindalı Caddesi

Son zamanlarda ne zaman hükümet yetkililerimiz bir konuda birileri ile söz dalaşına girse veya aramız herhangi bir devletle bozulsa-ki bu sıralar çokça örneği ile karşılaşıyoruz- hemen tepkisel hareketlerin cadde ve sokaklara taşmış olduğunu görüyoruz. Bir an heyecanlanıp, OHAL’in kalktığını mı düşündünüz yoksa? Üzülerek söyleyeyim ki, daha devam ediyor. İşin kolayını bulduk; elçilik, büyükelçilik ya da konsolosluklarının bulunduğu cadde-sokak adını değiştiriyoruz ve o ülkenin ânında nakavt olup bir daha iflah olmadığını görüyoruz. Ankara’daki büyükelçilik binasının önünden geçen cadde ve sokak isimleri değiştirilip “Medine Müdafii Caddesi, Fahreddin Paşa Sokağı” yapıldıktan sonra Birleşik Arap Emirlikleri’nin sesini duyan oldu mu? Ee, ne demişler: “men cadde, vecede!” ABD bile büyükelçiliğinin arkasındaki caddenin ismi Zeytin Dalı olarak değiştikten hemen sonra ilişkileri yumuşatmaya çalışmadı mı? Rehavete kapılıp hemen gevşemiyoruz tabi… Sayın Tillerson, gelirsın, adam gibi özür dilersın, o zaman biz de caddenin adını yumuşatmak için bir “yumuşak g” eklemeyi düşünürüz.

“ÇEKOSLOVAKYALILAŞTIRILAMAYABİLENLER SOKAĞI”

Geçtiğimiz günlerde, kırmızı halı ile ağırlamaktan vazgeçip kırmızı bültenle aramaya başladığımız PYD başkanı Salih Müslim’in Çekya’da göz altına alındığı bilgisi geldi. Ülke olarak, hemen bize teslim edilmesini istedik. Artık ne oldu, nasıl olduysa, iki gün içerisinde çıkarıldığı ilk mahkemede serbest bırakıldığını duyduk. Şimdi bize bu kazığı atan ülke bir sokak adı değişimini hak etmedi mi? Eski ismi Çekoslovakya olan, Slovakya ile yollarını ayırdıktan sonra Çek Cumhuriyeti’ne dönüşen ve en son da kendilerine Çekya demeye başlayan bir ülkenin zaten varoluşsal bir takım problemleri olduğu ve isimler konusunda kafasının karışık olduğu açıktır. O zaman, dilimize yapışmış meşhur tekerleme gibi “Çekoslovakyalılaştırılamayabilenler” ifadesini Çekya Büyükelçiliği önündeki sokağın ismi olarak değiştirmeyi teklif ediyorum.

ZEYTİN DALI ENFLASYONU

Serbest bırakılan Salih Müslim takip edilecek ve her gittiği ülkeden istenecekmiş. Vermezlerse, Zeytin Dalı ifadesini taşıyan sokak ve cadde isimlerinde enflasyon yaşayabiliriz. Birbirine yakın semtlerde olan elçilik ve konsolosluklar var. Böyle bir durumda hepsinin önü, arkası, sağı, solu “Zeytin Dalı” olabilir. Saklanan da ebe olur! Adres tarif ederken “Zeytin Dalı caddesinden gir, üç sokak ilerde Zeytin Dalı sokağı var, orayı geçtikten sonra sağdaki ikinci Zeytin Dalı sokağına sap” diyebiliriz ve bu en çok da bizim kafamızı karıştırabilir. En iyi çözüm, İstanbul’daki Zeytinburnu ilçesini bir KHK marifetiyle boşaltıp, bütün binalarını komple yıkıp, yabancı ülkelere ait bütün temsilcilik, konsolosluk, elçilik ve büyükelçilik binalarını burada toplamaktır. Tabii ilçenin adı da Zeytin Dalı olarak değiştirilir, böylece tek tek sokak cadde ismi ile uğraşmamış oluruz. Yedi düvelin tekmiline birden tokat gibi cevap olmaz mı?

“Dost arttırıp düşman azaltma” parolasıyla çıkılan yolda müttefik dediğimiz ülkeler gözümüzün içine baka baka düşmanımıza yardım ediyor, “birlikteyiz” dediğimiz ülkeler bölgesel çözüm toplantılarına Mihraç Ural’ları davet edip konuşturuyor, kırmızı bültenle aradığımız kişileri ellerinde olsa bile vermeyenler var, kimisi “Bakanlarınız gelmesin, kapıdan içeri sokmayız” diyor. “Hani dostlarımız?” diye sorduğumuzda “yalnızlığımızın değerli” olduğunu söylüyorlar. Evet, kardeşim, dış politikamızı iç siyasete dönük hesaplarla şekillendirdikçe, yalnızlığımıza değer vuran çok olacak gibi görünüyor…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/cadde-cadde-buyuyen-bir-tepki-vardir_455239

Öne Çıkan Yayın

Ego-Nomi

  Ego-nomi Değerli kardeşlerim, Malumunuz olduğu üzere, benim alanım Ego-nomi'dir. İd’kokul, Ego’okul ve SüperEgo Anadolu Lisesi d...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: