Bu Blogda Ara

Arşiv

AKgoritma


Akgoritma

Algoritma denilen şey, şu anda Türkiye’de açılması yasak olan ancak benim de farklı yollar kullanarak erişebildiğim Wikipedia’da şöyle tanımlanmıştır: “Belli bir problemi çözmek veya belirli bir amaca ulaşmak için tasarlanan yol. Matematikte ve bilgisayar biliminde bir işi yapmak için tanımlanan, bir başlangıç durumundan başladığında, açıkça belirlenmiş bir son durumunda sonlanan, sonlu işlemler kümesidir” Bilgisayar programları geliştirilirken önce adım adım yapılacak işlemleri tanımlayan bir algoritma belirlenir. İşlemlerin sırası çok önemlidir, aksi takdirde arzulanan sonuca ulaşılamayabilir. 

Partilerinin veya reislerinin siyasi menfaatlerini azami seviyede tutmak için AKP’nin yöneticileri, parti üyeleri, bürokratları, memurları, gazetecileri, yazarları, trolleri ve kısaca bütün partinin heyet-i mecmuasının, dünyaya bakışı ve olayları yorumlaması ve onlara tepki vermesini temsil eden algoritmaya “AKgoritma” diyebiliriz. Daha doğrusu, algoritmanın sahipleri herhalde öyle derdi diye tahmin ediyorum. Uzun sürelere yayılmış planlamalardan çok fonksiyonaliteye ve hızlı değişime ayak uydurmaya dayanan Agile (Çevik) Yaklaşım ile geliştirildiği söylenen AKgoritma’nın, rüzgar nereden eserse oraya savrulmasına ve “taktik maktik yok, bam bam bam” şeklinde ilerleyen yapısına bakılırsa daha çok AKile Yaklaşım’a yakın olduğu söylenebilir. 

AKgoritma, göründüğü kadarıyla şöyledir: 

Adım 1: Gündeme gelen konu/olay/kişi hakkında sakın aklına ilk gelen şeyi söyleme.
Adım 2: Reisin bununla ilgili bir açıklaması olup olmadığını kontrol et.
Adım 2.1: Varsa ve tekse al, tek değilse içlerinden en yeni tarihli olanı al, diğerlerini unut.
Adım 2.1.1:  Açıklamayı destekleyici argümanlar bul.
Adım 2.1.2: Muhalefeti hainlik ve teröristlikle suçla, Adım 4’e git.
Adım 2.2: Yoksa, Kübler-Ross modeli olarak bilinen, insanları derinden üzecek haberlerin kabullenim aşamalarından geç:
Adım 2.2.1-İnkar: Konu/olay/kişiyi inkar et, olmadı hiç bahsetme, kimseye bahsettirmemeye çalış. Yapabiliyorsan küçümse ve alay et. İflas eden şirketleri, atanamadığı için kendini öldüren öğretmen adaylarını, bankaların önünde kendini yakmaya çalışan çiftçileri, çocuğuna pantolon alamadığı için bunalıma girip intihar eden adam haberlerini görme mesela... Krizi inkar et, israfı inkar et,  “Fark etmek yasaktır” manasında, üstü çizili bir F harfi bulunan tabelalar as etrafa...
Adım 2.2.2-Öfke: Baktın, inkar ettiğin haberler bir şekilde duyuldu ve konuşuluyor, hemen konuyu büyük resime, olayı dış güçlere, kişiyi terör örgütlerine bağla. Pantolon alamadığı için intihar eden adamın haberini yapan adamı gözaltına al, Rize'de "Kesilen asırlık çınar" haberini yapan gazeteciyi ifadeye çağır.
Adım 2.2.3-Pazarlık: “Harun olmaya gediler, Karun oldular, İsrail’in trenine vagon oldular”, “altı ayda haşadını çıkarırım, Telekom’un hesabını sormazsam namerdim”, “Bizans dahi duruşuyla bugün birçok AKP'liden daha millîdir” gibi sözleri sarf etseler de insanlarla pazarlık yap. Bir de baktın saflarına katılmışlar...
Adım 2.2.4-Depresyon: Çok fena, buraya hiç girme, ne yap sen biliyon mu, hemen Adım 5’e...
Adım 2.2.5-Kabullenme: Bu adım şeklen var da, bir önceki adım şartsız şurtsuz doğrudan Adım 5’e yönlendirdiği için mantıken ve fiilen buraya hiç uğramayacaksın. İstediğin adıma git, burada kalma da...
Adım 3: Reis bir önce söylediğinin tam tersini söyler ya da yaparsa şaşırma. Misal, ekonomik krizin rahiple hiç ilgisi olmadığını söyleyebilir. Bak, bir cümlede iki dönüş: birincisi ekonomik krizin kabulü, ikincisi bunun sebebinin rahip olmadığı. ABD’nin üst akıl olduğu, en büyük terör destekçisi olduğu ilan edilmişken, ekonomi yönetiminin denetimi ve danışmanlığı ABD’lilere teslim edilebilir. Ayaklar altına alınan milliyetçilik baş üstüne, yükselmeyecek denilen dolar beş üstüne çıkabilir. Dur, kafan karışmasın hemen Adım 2.1.1’e git.
Adım 4: Tebaadan olup Adım 1’e uymayan, ya da Adım 2.1’deki en yeni tarihli açıklamayı almayanları linç et.
Adım 5: Reisin en doğrusunu bildiğini idrak et, kendisine minnettar ol.

Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/akgoritma_474427

İman-ı Bilasyon

kriz ne arar pazarda



Bugünlerde ülkemizin ekonomik bir kriz içerisinde olduğu söyleniyor. Bu iddiaya en ikna edici cevap, devletin tepesinden geldi: “Bizde kriz mriz yok, bunların hepsi manipülasyon”
Devlet büyüklerinin sözlerine sorgusuzca inanmaya “iman-ı bilaisyan” denir. Söylemesi zor olduğu için zaman içerisinde değişime uğramış ve halk ağzında iman-ı bilasyon şeklini almıştır. Ekonomik iman-ı bilasyonun şartları şunlardır:

1. Enflasyonu kabul etmemek
2. Enflasyonun sebep olduğu fahiş zamları kabul etmemek
3. Döviz kurlarındaki yüksek değerlerin gerçekliğine inanmamak
4. Ödeme dengelerindeki sıkıntıları görmemek
5. İflas eden, batan şirketleri yok saymak
6. Borç olarak alınan paraların bir gün ödenmesi gerektiğini düşünmemek

Yine de Şahlanıyor Aman, Türkiye’nin Ekonomisi...

Ben şahsen krize inanmıyorum. Bir kere, tam 12 Eylül günü Cumhurbaşkanımızın Varlık Fonu başkanlığına Recep Tayyip Erdoğan’ı ataması, ekonomide “yine de şahlanıyor aman” etkisi yaptı, inkâr etmeyin. Sonra, seçimden önce verilen ahtlere bağlı olarak başlaması gereken “Sözüm Süreci” kapsamında kısa zamanda PPK (Para Politikaları Kurulu) faiz silahını bırakacak ve anaparalar artık ağlamayacak. Dolar’ın yükselmesini dert etmeyin, şu sıralar ecnebilerin adına falling stars dedikleri bir akım var, ünlüler düşmüş halleriyle selfi çektirip paylaşıyor. Bizim de en çok yükselen yıldızımız dolar. Kendisini ikna ettik mi, hemen o akıma uyup düşecektir.

Ekonomi yönetimimizin ne kadar başarılı olduğu şundan da anlaşılabilir, krizle resmen dalga geçiyoruz. Hababam Sınıfı filminde Hafize Ana (Adile Naşit) sınıfa yeni gelen öğrenciye yapılan kollektif şaka için öğretmen rolüne bürününce, sınıfa girer girmez sözlü yapacağını söylüyordu. Hemen ardından “kağıtları çıkarın” demişti. Şaşıran yeni öğrenci Ahmet, “sözlü demedi mi, kağıtları neden çıkarıyoruz?” diye sorunca hemen “Sıfırcı Hafize”nin şaşırtmayı çok sevdiği, sağınının solunun belli olmadığı ve sözlü gibi başlayıp yazılı ile devam edebileceği söylenmişti. Ekonomi bakanımız da OVP gibi başlayıp YEP’e dönüşen bir program açıkladı.

Uçakları Karadan Yürütmek

Geçim sıkıntısı çeken bir aile lüks bir araba alabilir mi? Yahu almayı bırakın, kendisine hibe edilse bile vergisiydi, sigortasıydı, muayenesiydi, bakımıydı derken o araba kapının önünde duracak olsa da, sabit bir sürü masrafı olacak. Ben olsam, o arabayı hemen satar borçlarımı öderim. Durumumuz gerçekten kötü olsa 500 milyon dolar istenen bir uçağa talip olur muyduk hiç? Şu anda galiba en son hediye edildiği söylenen uçakla birlikte Cumhurbaşkanlığı’na ait 13 uçak var. Bu kadar uçağı ne yapacaklar demeyin. Cumhurbaşkanlığı forsunda 16 yıldız var. Her bir yıldız bir uçak temsil etse, 16 uçak bulundurmak gerekir. Cumhurbaşkanının kendisi için iki uçağı olsa, Varlık Fonu başkanının da bir uçağı olmasın mı? Sonra başkomutana da en az bir tane gerekir. Yürütmenin başındaki isim de sıfatına layık olarak uçak yürütmek isteyecektir. Yürütmek derken, gerçek anlamıyla karada yürütmekten bahsediyorum. Gemileri karadan yürüten ecdada layık olmak gerekmez mi? Onların zamanında en gelişmiş araç gemi olduğundan gemileri yürüttüler. Zamanımızda ise yaygın olarak kullanılan en gelişmiş araç uçak. Yürütmemizin başı da dosta güven, düşmana korku vererek uçak filosunu karadan yürütüp gönülleri fethedebilir pekala...

KASIMPATI

Şimdi diyeceksiniz ki, elektrik, su ve akaryakıt başta olmak üzere iğneden ipliğe herşeye zam gelmiş, ülkenin en büyük sermaye grupları bankalara yaptıkları ödemelerde zorlanıp yapılandırma istemiş, kimi paralarını yurtdışına çıkarmış, paramız sene başından beri %75 değer kaybetmiş, faiz oranları fırlamış, çok ünlü firmalar bile ardı ardına konkordato ilan ediyor, alacaklarını tahsil edemeyen ve borcunu ödeyemeyen bir çok esnaf kapısına kilit vurmuşken uçan saray almanın, ejderli sumutinin zamanı mıydı? Yaprak dökerken bir yanımız, bir yanımızın bahar bahçe olması normal mi?

Sakın ha, bütün bunlara bakıp bir kriz olduğunu düşünmeyin. İman-ı bilasyon’u hatırlayın. Yaprağını döken de, bahçeye bahar yaşatan da aynı çiçektir, krizantem çiçeğidir. Özür dilerim, kriz mriz yoktu değil mi, çiçeğin yerli ve milli ismini veriyorum: Kasımpatı...
 Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/iman-i-bilasyon_473806

Yer Kekimi Kanunu

Yer kekimi kanunu
Yakın zamanlarda genç bir mucidimizin haberi çıktı. En büyük ajansların da geçtiği habere göre 18 yaşındaki bu genç, kendi imkanlarıyla yerli ve milli bir anakart üretmişti. Kendisi hakkında köşe yazısı yazanlar da vardı. Ağustos ayı içerisinde haber çıkmıştı ve milli bir zafer sayılırdı. Bu zafere isim vermek gerekseydi ben şahsen “Anakartalar Zaferi” derdim.

AR-GE çalışmaları için 436 bin lirası faturalı olmak üzere yaklaşık bir milyon lira harcadığını söylüyordu. Seri üretime geçebilmek için devlet desteği beklediğinin de altını çiziyordu tabi… Sonra ne mi oldu dersiniz? Bahsedilen anakartın Çinli bir firma tarafından üretildiği ve üç yıl önce piyasaya sürüldüğü ortaya çıktı. Hem de, 120 dolar’a satılıyormuş.

Kitle Çekim Kanunu ve Zaafiyet Teorisi

İthal ürünlerden bıktığımız ve beton harici yerli-milli üretime en çok ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde, “yer kekimi” kanununu kullanarak insanları keklemek isteyenler için müthiş fırsatlar var. “Yer kekimi”nin aslında genel formu Kitle Çekim Kanunu’dur. Kitle Çekimi Kanunu, en iyi şekilde Zaafiyet Teorisi ile açıklanır. Kitlelerin zaaflarını ve hassas oldukları hususları tespit edip o zaafları istismar etmek suretiyle kitlelerin çekilebilir olduğunu iddia eden görüşe Zaafiyet Teorisi denir. Kitle çekim veya özelde “yer kekimi” kanunu en zayıf kuvvet olarak bilinse de yaygınlığı çok fazladır ve siyaset, ticaret, akademi ve sanat gibi her alanda kullanılabilir. Yenebilirliği yüksek olan kek her yerde kendini yedirir, kek yemek isteyen de her keki yer.

Geçen yıllarda, tek bir ana sunucu ve disksiz bilgisayarlardan oluşan bilgisayar ağı (DİSKNET) kullanarak bazı belediyelere ve bakanlıklara milyon dolarlar seviyesinde proje gerçekleştiren biri vardı. 80’li yıllardan beri dünyada kullanılmakta olan teknolojiyi “kendi icadım” diye sunarak TÜBİTAK desteği alan bu kişi “yer kekimi” kanununu iyi kullanmıştır diyebiliriz. 10 yıl uğraşıp 10 milyon TL harcadığını söyleyerek yerli ve milli bir arama motoru geliştirdiğini iddia eden ekibi hatırladınız mı? Yıl 10, masraf 10 milyon TL, yer kekimi ivmesi 10 m/sn2 olunca 10 numara kek yaptılar diyecektik ama motorlarının Google altyapısı kullanarak sonuç ürettiği kısa sürede ortaya çıktı.

Döviz ve doların Türk literatüründen çıkarılması gerektiğini söyleyen ve “Bizim dövizle değil işimizle haşır neşir olmamız gerekiyor. Biz inanan ve şükreden bir toplumuz. Ekonomide sıkıntı, durağanlık var ama hiç kimsenin de fazla bir şikayeti yok. Vatandaş, ‘Devletimin yanındayım’ diyor. Biz ‘Bu sene para kazanmasak da olur’ diyoruz. Yüzde 10 zarar etsem ne olacak. Yeter ki ülkeme bir şey olmasın. Bütün esnafımız, bütün üyelerimiz aynı duygu ve düşüncede” diyen vatandaşın da döviz bürosu sahibi olduğu söyleniyor. Yüzde 10 diyerek yer kekimi ivmesine yaklaşmış ama foya meydana çıktığı için puanımız sıfır…

Sadece yerli ve milli kekleyiciler yok canım, Türk Telekom’un %55 hisselerini 20 yıllığına bizim bankalardan temin ettiği borçla alan, 10 yılı aşkın sürede 20 milyar dolardan fazla para kazandığı halde borçlarını ödemeyen yabancılar da var. Ödenmeyen borçlara karşılık hisselere el konuldu ama bankalarımız inşallah bu kıssadan hisselerini de almıştır.

Siyasette “Yer Kekimi”

24 Haziran seçimlerinde enflasyon, işsizlik, döviz kuru ve faizleri indirmek için millete aht veren ama bunu nasıl yapacağından bahsetmeyen, hemen hemen Millet Kıraathaneleri ve kek haricinde somut bir vaadi olmayan bir parti seçimi en yüksek oyu alarak kazandı. Emanet ve borç paralarla ekonomiyi döndürmeye çalışan, ithalata ve lüks tüketime teşvik ederek yerli üretimi bitiren hükümet, gittikçe artan açıklarını kapatmakta zorlanınca meselenin dış güçlerin saldırısı olduğunu söyledi. Vatandaşın yastık altındaki birikimlerini isteyen ve her daim onu tasarrufa çağıranlar bakın neler yiyormuş:
Ejder meyveli smoothie (chia tohumu eşliğinde)
Efuli (liçi meyvesi eşliğinde)
Aloevera (starex meyvesi eşliğinde)
Orman meyveli special
Bahçe naneli limonata
Taze sıkılmış portakal
Taze sıkılmış greyfurt
Taze sıkılmış havuç
Taze sıkılmış elma
Pataşur içerisinde çerkez tavuğu
Zencefilli somonlu suşi
Tartalet içerisinde Antakya usulü humus
Susamlı levrek simidi
Aydın usulü kuzu çöp şiş…

Vatandaş mı, durmak yok, kek yemeye devam…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yer-kekimi-kanunu_472552

Saraya Saraya Bulsam İzini

Saraya saraya bulsam izin
Teröre en iyi cevap olarak üçüncü köprüyü, bizi kıskananlara nispet olsun diye üçüncü havalimanını yapan Türkiye, dış güçlerin saldırısına, mükemmel bir zamanlama ile üçüncü Cumhurbaşkanı sarayıyla karşılık vermeye hazırlanıyor. Üç ile güç arasında nasıl bir ilişki var bilmiyorum ama mevcut hükümet, üçüncüsünü yaptığı/yapacağı her şeye muazzam bir güç atfediyor.

Malazgirt Zaferi’nin 947. yıldönümü münasebetiyle yapılan törenlerde, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından Ahlat’ta 10 dönüm alanda, 1071 metrekare oturma alanına sahip bir saray yapılacağı müjdesi verildi. Hadi bakalım Bizans, şimdi ne Diyojen bu işe? Yaaa, işte böyle alırlar adamın aklını. Tabii, metrekare veya oda sayısında miladi 1071 tarihi yerine Hicri karşılığı olan 463 sayısı da kullanılabilirdi ama tasarruflusu pek makbul karşılanmayan itibar, sayıca daha büyük olan 1071’i gerektiriyor. Sarayı yaptıracakların da devlet teamüllerine uyarak “ben sarayın zevkli, çelik konstrüksiyonlu ve Ahlatlı olanını severim” diyeceklerini tahmin ediyorum. Saray diyoruz ama “otağ” yapılacağını söyleyen de var. Üç-dış güç, otağ-karanlık odak uyumuna bakılırsa o da olumlu.

Her İle Bir Saray!

Dış saldırılara karşı insanımız çok hassas davranıyor. Dolar 7 TL civarına geldiğinde bütün dövizlerini bozarak oyunu bozmaya çalışan hamiyetperver vatandaşlarımız var biliyorsunuz. Oyun büyüdükçe doların daha büyük rakamlara ulaşmasını beklerler. Hatta döviz bozma işlemi de yetmeyebilir. Bu durumda B planına geçip saray yapımına ağırlık verebiliriz. (B planı ismi, dolar kurunu indirmek üzerine sıradışı bir çözümü bulunan Necmettin Batırel’in tekniğinden ilham alınarak geliştirildiği için soyisminin baş harfi kullanılarak oluşturulmuştur) B planı şudur: Ben olsam şak, on ilde saray inşaatı başlatırım. Dış güçler şaşırır, sonra şak diye on ilde daha saray inşaatı için düğmeye basarım. “N’oluyor?” derler, şaaak bir on saray daha, hatta sırayla her ile bir saray derim, çil yavrusu gibi dağılırlar. Zaten milletin olacak diyorlar saraylar için, bence imkan varsa her ilçeye bile yapılabilir. Biz de vatandaşlar olarak şunu deriz: “Saraya saraya bulsam izini / Hafriyat tozuna sürsem yüzümü”

ABD’ye Karşı Kozlarımız

ABD’ye karşı kullanabileceğimiz kozlarımızdan birinin Kanal İstanbul olduğunu söyleyenler var. İhraç mallarımıza ek vergi mi koydular, hemen büyük bir kanal daha yapalım, Sinop’tan Akkuyu’ya… İki şehirde de nükleer santral olacağı için, santrallerde ısınan sular kanalda gidip gelirken soğumuş olur. Yollar gibi, kanal da duble olacak tabi. Kanalın her iki tarafı boydan boya imara açılır, üstüne de onlarca köprü yaptın mı, gelsin inşaatlar… Köprülerin hepsine de on yıllarca geçiş garantisi verildi mi tadından yenmez. Torunlarımız “ne kan almış” diyerek AKP’yi yad ederler artık… Böyle üç tane daha kanal yapsak Anodolu ada dolu bir coğrafya olur. Hatta Artvin’den başlayıp Hakkari’ye kadar sınır boyunca bir kanal yapılır, oradan da batıya Akdeniz’e kadar güney sınırlarımız boyunca uzatılırsa sınırlarımızı da daha emniyetli hale getirmiş oluruz
F-35 vermemekle bizi tehdit ettiler ya, gerekirse kendimizin geliştireceğini söyleyerek cevabı yapıştırdık. Bence çok isabetli ve doğru bir karar. Katma değeri yüksek ve çok para kazandırabilecek bir ihraç ürünümüz olur, fena mı? Antalya oto sanayii bu işe talip olduğunu söylemişti galiba. Şahsen, İzmir Karşıyaka sanayisinden de F-35.5 hamlesi bekliyorum, yakışır… Hatta İzmir’de geliştirilene EFE-35.5 desek daha güzel olur sanki… Peki, bir çok ülkenin katılımıyla, milyarlarca dolar paralar harcanarak ve yıllar süren çalışmalarla geliştirilen uçağı yerli ve milli ürün ve metotlarla acaba nasıl geliştirebiliriz? Kağıttan yapalım desek, ülkede kağıt üretilmiyor hep ithal ediyoruz. Kağıdın en ucuzu saman kağıttı diye hatırlıyorum. Bu kağıt samandan mı yapılıyor bilmiyorum ama diyelim ki onu yapmak için de saman kullanılsın. İyi de, biz saman da ithal ediyoruz? Yerli saman için buğday üretmeye karar verdik diyelim. Tohumu dışardan aldığımız, gübresi ithal olan buğday ne kadar yerli olacak ki samanı milli olsun? Savunma sanayimizi ve teknolojik imalatımızı geliştirmek istiyorsak işe topraktan başlayalım derim, gerisi gelir zaten…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/saraya-saraya-bulsam-izini_471897

Akademik Geçiş-gen-etik

akademik geçiş





Almanlar tek atomlu transistör yapmış. Bu bilginin pratikte ne anlama geldiği, günlük hayatımızı ne kadar kolaylaştırabileceği konusunda net bir bilgi yok. Geliştiren kişi/kişilere sormak istediğim sorular şunlar: Hadi bir tanesini yaptın, milyarlarcasını birbirine bağladığında nasıl çalışacak? Şimdiki kullandığımız bilgisayar ve telefonları çöpe mi atacağız, ya da ne zaman atacağız? Karlsruher Institut für Technlogie üniversitesi araştırmacılarının geliştirdiği bu şey, silikon transistörlere göre oldukça küçük hacimlere sahip (bir atom üun  hacmi ne kadarsa o kadar) ve yaklaşık olarak on bin kat enerji tasarrufu sağladığı iddia ediliyor. Muhtemelen ileride buna başka bir şey diyecekmişiz gibime geliyor, mantık olarak transistörlerin yaptığı işi üstleniyor olsa da atomik boyutlar klasik fizik kurallarının farklı çalışmaya başladığı bir alem. Bahsedilen çalışmada gümüş atomu kullanıldığı belirtiliyor. Atoma kadar inmişken hızını alamayan insanlık, bir sonraki aşamada atom altı parçaları da kullanmayı deneyecek herhalde.

Trabia: Transistör Rabiası

Her bir ilinde en az bir üniversite bulunan ülkemizin (sadece İstanbul’da 9’u devlet, 40’ı özel üniversite olmak üzere toplam 49 adet var!) bu tarz çalışmalarla gündeme gelemiyor olması üzücü. Hatta böyle çalışmaların, 3. Havalimanımızı kıskandığı devlet yöneticilerimizin ifadesi ile tescilli olan Almanlar tarafından yapılması daha bir sinir bozucu, nazire yapar gibi, tövbe estağfurullah… Bir şey diyeyim mi, bu çalışmalara 2004 yılında başlamış olsalar da Rabia modelinden ilham almış olabilirler. Transistör rabiası Trabia:Tek atom, tek transistör, tek sinyal, tek elektrik (Malum, eskiden elektrik kurumumuzun adı TEK’ti) Tabii onlar “Vierabia” diyorlardır muhtemelen, “ayn”en bizim gibi; ein atom, ein transistor, ein signal, ein electric…

Gündemdeki Bilim Dalı: Torpil Skandalı

Yerli ve milli akademisyenlerizin içinde o kadar liyakat sahibi ve başarılı olanlar var ki, bu başarıları kendileri ile sınırlı kalmayıp akrabalarına da sirayet ediyor. Bir üniversitemizde açılan yeni kadroları doldurmak için yapılan sınavları, orada çalışmakta olan akademisyenlerin çocuk ve eşleri kazanmış. Hangi üniversite olduğunu bilen biliyor, bilmeyen de internetten araştırabilir. Onu da yapamayacaklar için söyleyeyim; Sivas Cumhuriyet Üniversitesi. Bu tarz olaylar sadece bu üniversitede olmuyor tabii… Sıradaki cümlemiz, “Üniversitelerimiz, herhangi bir bilim dalı ile gündeme gelemeyecek mi?” diyenler için geliyor; neredeyse her ay bir başka üniversitemizin adı geçiyor “torpil skan”dalında… Düşünsenize, başarı grafiğini devam ettirebilirlerse, bir sonraki akademisyen kuşağı gene aynı soyadına sahip insanlardan  oluşabilir. Genetik bilimi açısından muazzam bir gelişme. Sloganları şöyle olabilir: “Gene gel, etiği boş ver” Geçiş-gen özellikli akademik yapımızdan feyiz alarak gelişen öğrencilerimiz, tek atomlu transistör meselesi ile ilgili olarak şunu merak ediyor olabilir: telefonlarımızı her gün şarj etmekten kurtulacak mıyız, tablette oynadığımız oyunlar hızlanacak mı, sosyal medya hesaplarımızda daha yüksek çözünürlüklü video ve resimler paylaşabilecek miyiz…

Off Yaparlar…

Of kaymakamı ile Japon imparatorunun makam odalarını karşılaştıran bir resim bugünlerde sosyal medyada paylaşılıyor. Eğitim ve teknoloji gibi makamların da bizim ülkemizde bir amaç olarak görüldüğünü resimler arasındaki ihtişam farkından anlamak mümkün. Hele de makamın elde edilmesinde liyakat gözetilmemişse, makam bir güç aracı olarak kullanılır. Örnek olarak her ay maaşının yedi katı kadar gayrımenkul taksidi ödemesi yapan bir kişinin bir belediyede imar işlerinden sorumlu başkan yardımcısı olması verilebilir. Tabii ki bu kişiye verilen büyük cezanın görevden alma olduğunu söylersem hangi partiden olduğunu hemen bileceksiniz. Onlardaki en büyük ceza bu, adamı “off” yaparlar işte…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/akademik-gecis-gen-etik_471289

Ekonomik “Kuş”atma

ekonomik kuş atma
Yüksek enflasyon, artmış işsizlik, şişmiş dış borç, kapanamayan cari açık ve yükselmiş faizleri ile gayet tıkırında ilerlemekte olan ekonomimiz, bir anda dolar’ın yukarı doğru fırlamasıyla zor günler yaşamaya başladı. Görünüşte işler, Trump’ın attığı tweetlerle kızıştı. Yetkililerimiz hemen ekonomimizin saldırı altında olduğunu söyledi. Tam olarak kim, nasıl saldırıyordu, saldırırken hangi araçları kullanıyordu? Kanunlarımıza göre suç teşkil edecek şekilde saldırıyorsa neden yakalanıp cezası verilmiyordu? Yok, kanunlarımızda yer alan boşluklardan yararlanarak yasal bir işlemle saldırı yapılmışsa bu açıklık neden hemen kapatılmıyordu? Saldırının tam olarak ne kadar bir etkisi olmuştu? Dünyanın sayılı ekonomilerinden biri, nasıl oldu da saldırılara açık bir hale gelmişti?

Bu soruların cevabını öğrenemeden, hükümet cephesi ekonomimizin kuşatma altında olduğunu söylemeye başladı. Kuşatma daha doğru bir tabir gibi görünüyordu. Twitter’in sembolü bilindiği gibi mavi renkli bir kuş… Bu durumda ekonomi ile ilgili tweet atmaya bir nevi “ekonomik kuş atma” da diyebiliriz. Gerçi, Trump’ın çok daha sert ve saldırgan ifadelerle tweet atarak taciz ettiği başka ülkeler de vardı, ne hikmetse o ülkelerde aynı etki görülmedi. Üstelik ülkemizde yükselen sadece dolar değildi. Tayland Baht’ı ve Hindistan Rupi’si dahil neredeyse bütün paralar karşısında değer kaybediyorduk. Budist bir rahip falan mı tutuklanmıştı? Hindistan ile aramızda “Nirvana minüt” krizi mi yaşanmıştı yoksa? Başımıza bu da mı gelmişti?

Dolar Bozarak Oyun Bozmak

İlk önlem olarak sosyal medyada paylaşılan ve doları tahrik edip kuru yükselttiği tespit edilen sözler hakkında soruşturma başlatıldı. Twitter’in TL’lerine kuşlar mı konar, insan yerli para birimine canım, böyle mi yapardı? Sosyal medya heşteglerinin arşınlandığı ve spekülasyon üzerine spekülasyon yapanların kurşunlandığı söylendi. Doları yükseltenler değilse de yükseldiğini söyleyenler hakkında işlem yapılması yüreğimizi soğutmaya yetti. Sonrasında, vatandaşlara çağrı yapılarak yastık altında ne kadar dolarları varsa TL’ye çevirmeleri ve oyunu bozmaları istendi. Her döviz bozdurma kampanyasında “bütün” dövizlerini TL’ye çeviren zevat, ne ara tekrar döviz alıyordu acaba? Ayrıca, her satış işleminde bir alıcı olması zaruri değil miydi? Satış işlemi oyun bozuyorsa, bu satıştaki alıcı da oyun kurucu mu oluyordu? Peki, benim gibi hiç doları olmayan ve büyük resmi görüp oyunları bozma hevesinde olan sade vatandaşlar ne yapmalıydı? Misal, dolara karşı duruşumu belli etmek için dolarını bozdurmak isteyen herkese yardımcı olup kendilerinden satın alacağımı ve dolar kurunu 4 TL’de sabitlediğimi söylesem olur muydu?

ABD Mallarına Boykot!

Pek çok kamu ihalesini dolar üzerinden fiyatlayan devlet bunu değiştirmemişti ama olsundu. Devlet büyükleri ABD menşe’li ürünlerin vatandaşlar tarafından boykot edilmesini istedi. Bazı ürünlerin gümrük vergilerini artırdı da. Velakin, ismi verilerek boykot edilmesi istenen ürünler o listede yoktu. Üstüne, geçen sene bazı konular yüzünden kızgın gittiğimiz ve Trump’ fırça atmamız beklenen ABD ziyaretinde sürpriz bir şekilde siparişini verdiğimiz 11 milyar dolarlık uçak alımı da iptal edilmedi. Üretime vurgu yapan, yerli malları tüketimini tavsiye eden yöneticilerimiz, sessiz bir şekilde buğday, mısır, arpa ve pirinçte gümrük vergisini sıfırlayarak ithalatın önünü de açtı.

Anlaşılan yine iş vatandaşa düşüyordu; Trump’ın satırlarca tweetlerine tek bir satırla cevap veren bir kasabımız, dolarları o satırla kıyma haline getirdi. Dolarların üstüne basarak halay çekenler, dolarları yakanlar, iphone’lara kurşun sıkanlar, ayağı ile ezenler, balyozla parçalayanlar ve daha neler neler… Bazı marketler, iphone’leri ithal etme satış yapma yöntemi konusunda Apple firması ile mahkemelik olduğundan satışını durdurduğu halde, boykot çağrısına uymuş gibi bunu duyurdu. Hızını alamayan bazı köşe yazarları, yakında iphone kullanan kişilerin sadece teröristler olacağını ilan etti. Iphone’lar için boykot ilan edildi ya, havuz medyası her an “bütün iphone’larda ‘Bykot’ isimli bir yazılımın yüklü olduğu” haberini yayabilir. Yakında Apple kelimesinin abla ile benzerliği, “Mac”lube, i-mam gibi kelimelerin bu firmanın ürünleri ile aynı yapıda olduğu vurgulansa ve buradan yürüyüp bütün iphone kullanıcıları tutuklansa hiç şaşırmayacağım. Bekle ki, Ali Aktaş gibi bir avukat çıksın, Bylock meselesinde on binlerce masum insanın kurtulmasına vesile olduğu gibi iphone sahiplerinin de beraatini sağlasın.

Dolar’ın Ateşi Söndü mü?

Gösterge faizinin yükseltilmesi, swap işlemlerine kısıtlama getirilmesi gibi bir takım tedbirlerle Merkez Bankası dolar yangınına müdahale etti ama etkilerinin ne kadar süreceği belli olmaz. Ne zaman inme başlamışsa gerilimi tırmandıracak sözler ve davranışlarla aniden yükselmesini sağlamak ve keskin iniş çıkışlarla zikzak çizilmesini sağlamak akıllarda soru işareti bırakıyor; bu iniş çıkışlar kimin işine yarıyor, kimler bu durumdan ne kadar kazandı? Yaknda, alım gücü azalmasının tetiklediği enflasyon ve her üründe görmeye başladığı zamlarla, yüksek gösterge faizleri ile devletin aldığı borçların ödenmesi için artırılacak vergilerle vatandaşın kazanmadığı ortada…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ekonomik-kus-atma_470700

Beton Kültürü ve Emlak Bilgisi

Beton Kültürü ve Emlak Bilgisi

Dolar’ın ülkesinden çıkmak suretiyle dış dünyaya açılıp genişlediği ve gelişmekte olan ülkelere bol bol uğrayıp ucuz ucuz konakladığı yıllarda ülkemiz de bu nezaket ziyaretlerinden nasibini aldı.
Mevcut iktidarın inşaat ve emlâk işlerini iktisadi gelişmenin lokomotifi olarak gördüğü, diğer sektörlere nazaran çok daha fazla koruyup kolladığı herkesin malûmu. Bu şekilde gelen paralar ülkemizde betona ve lüks tüketime harcandı. Beton sektörünün önünü açmak için imar kanununda jet hızıyla değişiklikler yapıldı, tahrip edilmiş orman ve tarım alanlarının kullanıma açılması sağlandı. Teşvikler verildi, banka kredilerinde kolaylıklar sağlandı, vergi muafiyetleri tanındı, vergi borçları silindi. Büyük firmalar inşaat işleri ile uğraşmaya başladı, inşaatla uğraşanlar büyüdü.

İmar-Ahit Ofisleri

Kentsel dönüşüm yasası ile eski binalar bir bir yıkılıp yeniden inşa edilmeye başlandı, şehirler şantiyeye dönüştü. Belediyeler, imar planlarında inşa işlerini kolaylaştıracak şekilde değişiklikler yaparak hem gelir elde etti, hem de sektörün önünü açtı. Bazıları öyle abarttı ki, planlarda yer alan fay hattını bile taşıdı! Yol, metro gibi ulaşımı kolaylaştıracak altyapı çalışmaları plana dahil edildiği anda bir mevkinin değerinin bir anda patlama yapacağı bilinen bir şey ve çokça kullanıldı. Uzun vadeli ödeme imkânları ile elde edilmesi kolaylaştırılan ve sağlam bir yatırım aracı olarak görülen gayrımenkuller değerlerinin üstünde fiyatlanmaya başladı. Kısa zamanda büyük kârlar kazandıran inşaat, emlak ve taahhüt işleri, adeta “Beton Kültürü ve Emlak Bilgisi” dersinin zorunlu olduğu “İmar-Ahit” ofislerinin her köşede açılarak mantar gibi çoğalmasına yol açtı.

Beton Kültürü ve Emlâk Bilgisi o kadar damarımıza yerleşti ki… Tarihi eser sayılan binaların restorasyonunda, bu dersin izlerinin en kaba örneklerini görmek mümkün. Sünger Bob’a benzetilen kale mi dersiniz, fayanslarla kaplanan tarihi hamamlar mı, otoparka çevrilen medreseler mi… Konya’da geçen haftalarda açılan piknik alanı beton ve asfalta boğuldu. Deprem toplanma alanlarına dev beton yığını olan AVM’ler yapıldı. 1453 adet hafriyat kamyonundan oluşan dev bir filo ile caddelerde gövde gösterileri yapıldı. Bir tabiat harikası olan Uzungöl çevresi tam bir betongöl haline getirildi. En son Ayder Yaylası’na da kentsel dönüşüm gideceği haberleri vardı. Fatih Camii, Mevlânâ Türbesi gibi yerlerin bahçelerindeki ağaçlar bile kesilip etrafları betona gömüldü.

İnsanoğlu var olduğu ve nüfus çoğaldığı müddetçe inşaat işleri tabiî ki var olacaktır. Fakat sadece inşaata dayalı büyüme planları yapmak ve bütün kaynakları bu alana tevcih etmek yanlış olur. Bir binayı bir defa inşa edersiniz ve uzun yıllar boyu kullanırsınız. Bu yüzden sürdürülebilirliği azdır. Hele ki arz-talep dengesi gözetilmezse balon oluşacağı ve yeterince şiştikten sonra bu balonun patlayacağı aşikârdır. Herhangi bir sebeple finansman problemleri başladığında da insanların ilk gözden çıkardığı şey gayrımenkullerdir. Cari açık, dış borçların çokluğu, yabancı yatırımcıların ülkeden kaçması gibi sebeplerle nakit sıkıntısı çektiğimiz bugünlerde en çok daralmanın hissedildiği sektör inşaat oldu. Durmadan yapılan satış kampanyaları, kamu bankaları eliyle verilen ucuz konut kredilerine rağmen eritilemeyen konut stokları bu konuda ciddi bir tehlikenin bizi beklediğini haber veriyor. Bazı inşaatçılar, konut kredisi oranlarının 8-9 puan düşürülerek aradaki farkın devlet tarafından karşılanmasını bile talep etti. KDV’nin oranlarını %26 yapıp okunuşunu “Kentsel Dönüşüm Vergisi” yaparlarsa hiç şaşırmayacağım.

Çözüm?

Para kaynaklarının bolca bulunduğu yıllarda, bu kaynakları katma değeri yüksek üretimler yapmakta kullanan ülkeler bugün bunun kaymağını yiyor. Zamanında yüksek teknoloji ürünlerine yatırım yapsaydık bugünümüz çok farklı olabilirdi. Eğitim sistemimizin problemleri ve beyin göçü gibi sebeplerle kalifiye insan kaynağı bulmakta zorlanıyoruz, uzun yıllar süren ve pahalı AR-GE çalışmaları gerekiyor. Şimdi sıfırdan başlayalım, biz de katma değeri yüksek ürünler ihraç edelim demek için geç kaldık gibi.

Yerli ve Millî Bir Yüksek Teknoloji Firması Olarak APPLE!

Bugün Apple firmasının piyasa değeri bizim gayrısafi millî gelirimizden fazla. Diyorum ki, Varlık Fonu’muzu kullanarak, enişteden, sağdan soldan borç-harç bulup bir şekilde Apple firmasını satın alalım, yerli ve millî bir yüksek teknoloji firmamız olsun. Zaten apple ürünlerinin isimleri neredeyse yerli ve millî, çoğu “Ay” ile başlıyor. Yanına yıldızı da biz koyarız, dünya ay-yıldızlı ürünlerle dolar Allah’ın izniyle. Mekintoş’u Tekintoş, Macbook’u Tekbook yaparız. iMac ürününü tersten okuduğunuzda cami olduğunu fark ettiniz mi? Bütün birikimlerimizi toplayıp tek varlığımız olan Apple’a yatırdığımız için Varlık Fonu’nun ismini de değiştirip Varlık Phone’u yapmamız gerekecek, olsun. Firma merkezini Konya’daki çok gizli uzay üssümüzün oraya taşırız. Hatta Konya ilimizin adını da bu vesileyle Silikonya yaparız. İşler iyi giderse, bir sonraki sene şaaak diye Google’ı alırız. Yetmedi mi, şaaak bir firma daha alırız, Microsoft! Ne dersiniz, iyi olmaz mı?
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/beton-kulturu-ve-emlak-bilgisi_470079

İsim-Şehir Oyunu

batman isim şehir oyunu
Batman’da bazı vatandaşlar, il sınırlarının bir çizgi roman karakteri olan “Batman” (Yarasa Adam) logosu şeklinde yeniden düzenlenmesi için internet üzerinde kampanya başlattı, kampanyaya binlerce kişi destek verdi.
Kampanyayı düzenleyenler, bunun şehrin tanıtımı ve turizm gelirlerinin artması için önemli olduğunu düşünüyor. İl haritasının değişeceğini sanmıyorum, ama kampanya şehrin tanıtımında işe “yarasa” bari…
Farklı din, dil ve kültürleri barındırması bakımından kendine has bir “halita”sı olan Anadolu’da haritaları şehir isimlerine göre düzenlemeye kalksak nasıl olur acaba? Hem de uluslar arası arenada ilgi uyandırması için George ve Hans’ın anlayabildiği şekillere benzeterek yapabiliriz bunu… Meselâ Van Gölü ve şehrinin haritasını İngilizce okunuşu “van” (one) olan bir rakamı şekline benzetebiliriz. Gölün şekli iki türlü değiştirilebilir; ilki gölün içine dolgu malzemesi koyarak su alanı küçültülebilir veya gölün yukarısı ve aşağısından kazım işlemi yapılarak alanı büyütülebilir. Bir yandan da su kıyısında olacak ve imara açılabilecek daha çok alan elde edilebileceği için ikincisi tercih edilebilir diye tahmin ediyorum. Öbür yandan “her taraf beton yığınlarıyla dolu, kurtulmamız lâzım” cümlesinden dolayı ilkinin de seçilmesi mümkündür, bilemedim şimdi. Şimşekleri üzerine çekmeyecekse, Kars şehrimizin haritası Cars (Arabalar) isimli animasyon filmindeki “Şimşek Mcqueen” şeklinde yeniden düzenlenebilir.

TELEFONA BENZETSEK…

İşi iyice ticarete döküp, bazı şehirlerimizin isminde ufak oynamalar yaparak reklâm geliri elde etmemiz işten bile değildir. Düşünsenize, Afyon ilimizin adını “Ayfon” haline getirip haritasını akıllı telefon şekline getirebiliriz. Aynı şekilde Konya’yı Nokya, Samsun’u da Samsung yaptık mı, tamamdır. Allah’tan telefon şekilleri kolay, köşeleri yuvarlatılmış dikdörtgen çizeceğiz, hepsi bu… Nevşehir’in ismi neden “New Shire” olmasın? Karaman “Saruman”, Burdur da “Mordor” olur, Yüzüklerin Efendisi hayranları için bu şehirler açık müze haline getirilir. Bursa da Star Wars’a benziyor, şehre gelen turistleri Mehter Marşı  formatındaki “Jedi’n deden” parçasıyla karşılarız, Mehter’in viralini de yapmış oluruz böylece… Süper Man ise Manisa’ya yakışır vallahi, her ne kadar Tarzan’ı ile meşhur olsa da… İzmir’e pekâlâ “İzmiron Man” diyebiliriz. (İzmirli’leri tanıdıysam muhtemelen Demir Adam’a Çiğdemir Adam diyeceklerdir) Kahramanmaraş’a şimdilik bir film veya çizgi roman karakteri bulamadım, adını Süper Kahramanmaraş yaparız, bütün süper kahramanların sergilendiği bir müze açarız.

TOKAT GİBİ CEVAP

Şehirlerimizin isimleri ve haritalarında yapılacak minicik oynamalarla dünyaca ünlü karamanlar, filmler ve markalar için vazgeçilmez bir reklâm mecrası oluşturmak mümkündür. Bunun şöyle bir faydası daha var; hangi gün, hangi ülke ile dost olup hangisi ile didişeceğimiz belli değil. Bir bakıyorsunuz, kendimizi hiç olmadığımız kadar yakın hissettiğimiz ülkeyi, bir gün sonra lânetlemeye başlamışız. Her ülke için o ülkeyi acıtacak bir ambargo türü veya protestoyu üzerine konumlandırabileceğimiz bir ürün bulmak zor olabilir. Bir ülke ile papaz mı olduk, hemen o ülkenin kahramanının ismini taşıyan şehrimizin adını değiştirir, tokat gibi cevap vermiş oluruz…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/isim-sehir-oyunu_469476

Bedelli Askerlik Türküsü

Bedelli Askerlik Türküsü

Türkiye’de genç erkeklerin en önemli gündem konularından biri askerliktir. Okul biter, iş arayışına giren gençlerimiz bu duvar gibi soruya hemen toslar: “askerliğini yaptın mı?” Askerliğini yapmayanın istediği gibi iş bulması zordur. Diyelim iş buldu, bu sefer istediği veya hak ettiği ücreti alması zordur. Zira askere gideceği zaman tazminatlarını ödemek durumunda kalacak olan işveren, minimum hasarla bu süreci atlatmak ister ve maaşı düşük tutar. Evlenmek istese kız vermezler, önce askerliği yapıp gelmesini isterler… Sorulduğunda “telsizleri kapatıp operasyona giden özel ekip”te yer almak istediğini söyleyen pek çok gencin, ilk fırsatta yüksek lisans programlarının “tezsizlerini kapattığı”, yüksek lisansın ardından özel sektörde çalışsa bile aniden depreşen(!) bir akademik çalışma saikasıyla doktora programlarına devam ettiği görülebilir.

Seçim Vaatlerinde Bedelli

Seçim zamanlarında en kullanışlı konulardan biri bedelli askerliktir. Çıkması için yol gözleyenlere umut verebilirsiniz. “Bedelli askerlik beklentisi içinde olan milyonlarca insan var. Bir şekilde eritmemiz lazım. Millet istiyorsa değerlendiririz. Bize oy verin hele, seçimden hemen sonra bakarız” deyip milletin aklına bir kere düşürdünüz mü, tamamdır. Akabinde, “…ama yine de belli olmaz, neticede ülkemizin durumu da malum…” gibi belirsizlik ifade eden cümlelerle de,  hem karşı taraftan gelecek tepkileri dindirirsiniz hem de ümitleri canlı tutarsınız.

Hamaset yaşatmak isterseniz, şiddetle karşı çıkarsınız. “Parası olan yan gelip yatsın, fakirler de askerliğini yapıp gerekirse ölsün diye bir yaklaşım olamaz.” “Bedelli istemek öncelikle şehitlere saygısızlıktır” “Ülkemiz dört bir yandan düşmanla çevrili iken bedelli istemek hıyanettir” gibi cümlelerin ardından “Şimdilik gündemimizde yok” deyip, yine bir belirsizlik durumu oluşturabilir ve iki tarafın da beklentilerini karşılıyor olmaya devam edebilirsiniz.

“Hiç utanmam yoktur” derseniz ikisini birden yaparsınız, farklı yetkililer aynı anda farklı demeçler verirler. Günün durumuna göre yükselen değer hangisiyse en yetkili o duruma göre açıklama yapar. Nazi propaganda bakanı Joseph Goebbels yönetimindeymiş gibi kontrol edebildiğiniz bir basınınız varsa çelişkili açıklamalarınız ve onların zamanlamasının birbirine çok yakın olması hiç mesele olmayacaktır.

Haddizatında, THY’nin üst yönetimindeymiş ve uçuşlarda kendisine en iyi kabin ekipleri hizmet ediyormuş da kahvesini nasıl içtiğini ezbere bildikleri için sormadan tam kıvamında getiriyormuş gibi standartlarda yaşayan insanların genelde askerlik yapmadığı yönünde kamuoyunda yaygın bir görüş vardır. Resmi kanallardan uygulanacak bedelli askerlik vasıtasıyla her halükarda askerlik yapmayacak olan bu zevat bunun için devlete para ödemiş olacak. Yani bazılarının olacağını zannettiği adaletsizlik söz konusu olmayacaktır. 12 ay askerî vazife yapacak ve asgari ücretle çalışan bir genç düşünelim. İşinden ayrılıp fiili askerlik yapması durumunda 12 aylık maaşından vaz geçmiş olacak. Yani yaklaşık 19200 TL bir kaybı olacak. Bedelli askerlik yapıp çalışmaya devam etse, 10 aylık maaşı ile bedelli ücretini elde edecektir.

“Yine yakmış yar dekontun ucunu…”

Kısacası, bedelli askerlik mevzusu savunulsa da kendisine karşı çıkılsa da prim yapan ve bitmeyen bir türküdür. Türkü demişken, askerlik üzerine türküler yakılır da, bedelli türküsüz kalır mı? Yeni türküleri kim yakar bilemem, ben sadece var olan birkaç parçayı uyarlamaya çalışabilirim, buyrunuz:
“Yine yakmış yar dekontun ucunu
Bedelli için para çekmek zor diyor
Yükleyip bankanın bana suçunu
Hesabında TL var mı, sor diyor
Bedelli için para çekmek zor diyor”
***

“Ödedim ödedim, bedel ödedim
Kuş tüyü yastık altında canım, param beledim
Büyüttüm biriktirdim, asker eyledim
Gitti de gelmez oldu canım yirmi beş binim”
***
“Yollayasım geldi, askere sizi
Bedelli bedelli, oy bizimTL’ler
Nasıl unuturum, balyalarınızı
Bedelli bedelli, oy bizimTL’ler
Oturup ağlasan, bedelli derler”

Sayılı gün çabuk biter derler, sayılı para daha çabuk bitiyordur. Paraları vezneye verirken askeri teamülleri yerine getirmek için “Paraları yerinde say, uygunöde, marş!” komutunun verilmesi uygun olacaktır. Parayı peşin ödeyenler kısa dönem, taksitli ödeyenler de uzun dönem askerlik yaptım diyerek hatıratını anlatabilir…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/bedelli-askerlik-turkusu_468171

Şirket “Siyo”seti


Şirket CEO'seti

Başka bir yerde benzeri bulunmayan bir “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” atmosferi içerisine girmiş bulunmaktayız. İlk göze çarpan farklardan biri, bakan olarak atananların belli bir kısmının meclisin ve bürokrasinin içinden değil, özel sektörde çalışan CEO’lardan seçilmiş olması. Devlet olarak büyük bir şirkete dönüşüyoruz demektir bu.

Bir şirket, kar etmek üzere kurulur ve stratejilerini ona göre belirler. Zarar eden bir birimi varsa orayı kapatır veya satabiliyorsa satar. Çalışanlara tanıdığı yan hakları veya ücretleri yeri geldiğinde kısabilir, işçi azaltmak yoluna gidebilir. Şirkette işi beğenmeyen olursa kendisine kapı gösterilebilir. Hükümet icraatlarını beğenmeyen vatandaşlara “siyo”silerimiz ne gösterecek acaba? Serbest piyasa rekabet şartları ile sosyal devlet olmanın gerekleri arasında nasıl bir denge kurulacağı merak konusu. Bir de, faal olarak piyasadan alınıp bakan yapılan kişilerin şirketlerinin kamu ihaleleri ile ilişkileri nasıl olacak? Alacakları en küçük ihalede bile akıllara şaibe şüphesi gelmeyecek mi? Hiçbir ihaleye katılmazlarsa bu sefer de onlara haksızlık olmayacak mı? Bu şirket “siyo”setinin neler getirip neler götüreceğini deneyerek öğreneceğiz gibi…

Millete hesap veren Cumhurbaşkanı

Yeni hükümet sisteminde Meclis’in bakanlar üzerindeki denetimi neredeyse kaldırıldı ve Cumhurbaşkanı’na verildi. İlaç fiyatı belirlemekten, memur atamalarına ne kadar yetki varsa bünyesinde toplanan Cumhurbaşkanlığı makamını kim denetleyecek? “Kimseye hesap vermeyen kral Cumhurbaşkanlığı’ndan, millete hesap veren, demokrat Cumhurbaşkanlığı’na geçildi” ifadesi gibi, somut bir delilden neş’et etmeyen ümitler anlamlı mıdır?

Bir şahsın, mahkemeye intikal etmiş bir fiilinin muhakemesi yıllarca sürebiliyor ve bazı durumlarda tam olarak hakkında hüküm vermeye yetecek kadar bilgi-belge elde edilemeyebiliyorken, kararları milyonlarca insanın hayatına dokunabilen-değiştirebilen, icraatlarının tesiri milyarlarca dolarları bulabilen hükümetin, görev süresi içerisinde verdiği sayısız kararın denetimi beş yılın sonunda halkın önüne konacak sandıkta verilecek “Evet” oyu ile mi denetlenmiş olacak? Ben şahsen, sandıkta önümüzdeki dönem için bizi yönetmesini istediğimiz kişi/partileri seçmemizin istendiğini sanıyordum.

Beş yıllık süredeki hükümetin bütün icraatını denetleyip onayladığını düşünen bir vatandaş, milyonlarca kişi için verilen işten atma-göreve atama kararları, verilen ihaleler, ödenen/tahsil edilen paralar, cezalandırılan/taltif edilen vatandaş/kurumlar gibi sayısız kararın her birini notlamış oluyor, he mi? Arada beğenmediği ve onaylamadığı bir husus varsa ne olacak? Hükümetin göreve başladığı gün, bir usulsüzlük tespit eden vatandaş, hesabı kesmek için beş yılın geçmesini mi bekleyecek? Tekrar seçilmeyi başaramayan bir hükümetin suçlu olduğu mu anlaşılacak?  Seçimi kaybedince hapse mi atmalıyız? Tek bir mühürle Cumhurbaşkanı’nın verdiği hesabın resmini çizebilir misin Abidin?

Aslında, görev sürelerinin sonunda hükümetlerin bütün icraatları ve kararları vatandaşların ibrasına sunulabilir. Dönemi boyunca yapılan bütün faaliyetler listelenir ve her bir faaliyetin yanında onaylama veya reddetme kutusu bulunur, bütün vatandaşlar bütün icraatları tek tek gözden geçirip kararını verir. Vatandaşın aklamadığı icraatlar mahkemeler tarafından incelenebilir. Evet, bu ibra sistemi yapılırsa, doğrudan halka hesap verildiğine inanabiliriz. Ciltlerce kitap çıkar ortaya; kim, ne kadarlık bir sürede okuyacak ve nasıl değerlendirecek derseniz, denetim işini bizi temsil etmek üzere vekalet verdiğimiz Meclis’e havale edersiniz, Meclis gerekli mekanizmaları kurup işleterek hepimizi bu dertten kurtarır.

Tren Kazasındaki Ana Sır

Seçimler bitmiş, fakat yeni sistemdeki hükümet henüz teşekkül etmemişken, Çorlu’da müessif bir tren kazası haberi aldık. Seçim bitmiş olduğu ve ortadan kaybolduğu için eski hükümetten hesap soramayacağız, e yeni hükümet de ortaya çıkmamıştı ki ona bir şey soralım…

Haydi bu kazada hesap sorulması gerekenleri tespit etmeye çalışalım. Bir kere, rayların paralel yapıda olması çok dikkat ve şüphe çekici. Tabii, bu meselede bütün suçu raylara atmak yanlış olur. Menfez üstünde gevşek duran toprak, onu hareket ettiren yağmur, yağmuru yağdıran bulut, bulutları o bölgeye taşıyan rüzgâr, o bulutların oluşmasında etkili olan ısı, ısı kaynağı olan güneş, insan kalabalıklarından meydana gelen ısı adaları(inanmayan meteorolojiden teyit etsin, ben onlardan duymuştum), buharlaşan su… Bunları asla görmezden gelemeyiz. Kısaca, kazanın sebebi “anasır-ı erbaa” olarak bilinen su, ateş, toprak ve hava! Kazadaki ana sır bu! Eski ve yeni hükümetler bu kıyağımı unutmasın, hesabı da bu sefer böyle kapatmış olalım…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/sirket-siyo-seti_467565

Zaman Zam Zamanı

Zaman zam zamanı
Seçim vaktinin süslü, vaatli ve ikramlı kısımları bitti, hayatın gerçekleri ile yüzleşmeye başladık. Efendim, iktidar partisinin bu seçim döneminde en çok kullandığı slogan kalıbı “Vakit … vakti” şeklindeydi. Vakit kelimesinin eş anlamlısı nedir? Zaman. Zaman içinden, bulunulan an çıkarılırsa “zam” kalır. Aslında gelecek olan zamlara selam çakmışlar da, çok anlamamışız veya anlamak istememişiz.

Ufaktan ufaktan, her şeye zam gelmeye başladı. Kimi ürünlerde ÖTV büyümesi olarak kendini gösteren zamlar, öncelikle vatandaşın en az tepkisini çekecek ürünlerde beliriyor. Kahir ekseriyeti mevcut hükümetin güdümünde olan basında güncelleme, düzenleme, yapılandırma, ayarlama ve benzeri kelimelerle geçiştirilen ve kimi zaman müjde olarak duyurulan zamlar, pazardaki sebze meyve fiyatlarından başlayarak el yakıyor. Sayın vatandaşlar, lütfen algılarınızın ayarlarına dokunmayınız, o ayarlar matbuat vasıtasıyla merkezi olarak yapılmaktadır. Daha az ekmek israf edilecek diyen var, yüksek enflasyon haberini, ücret atış miktarını enflasyon değeri ile orantılı alacak kişilere muştulamak suretinde verenler var… George Orwell’in 1984 kitabındaki senaryolarla benzerlikleri biz söylemekten bıktık, onlar yapmaktan bıkmadı.

Enflasyon-Zam Sarmalı

Temmuz ayının ilk günlerinde enflasyon değerleri geldi. Günlük hayatımızın içinde hissedilenden düşük gelmiş olsa da ekonomik plan ve programlar içerisinde beklenen rakamın üzerinde çıktı. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, son dönemde yapılan yüksek zamları enflasyonla ilişkilendirerek  “enflasyonun bu kadar çok çıkması bazı fiyatları da otomatik olarak kendi içinde sarmala dönüştürüyor” dedi. Enflasyon yükselince fiyatlar otomatik artıyormuş, bu işte kimsenin kabahati yok gibi geliyor bana, neden derseniz; Enflasyon neden yükseldi? Çünkü döviz kurları ve faizler yükseldi. Onlar neden yükseldi? Çünkü bizi kıskanan dış güçlerin oyunu bitmiyor. Gördüğünüz gibi ekonomi ve ülke yönetimimiz bu işin hiçbir yerinde yok, o yüzden lütfen kimse onlara laf etmesin.

Su-i Zam, Hüsn-i Zam

Vatandaşlar nasıl karşılıyor zamları? Bir kısmı, “millet olarak bu zamlara müstehakız, zamları yemeden onlara oy verenlerin aklı başına gelmeyecek, oh olsun, yağmur gibi gelsin zamlar” diyerek “su-i zam” ediyor, adeta şöyle bir şarkı söylüyor:

“Ektiklerini biçtin oh olsun
Az mı çektirdi bana
Kül oldum yana, yana
Sıra geliyor sana oh olsun”

Diğer kısmı da “gerekli olmasa bu kadar zam yapılmazdı, canımız feda olsun, sesimiz çıkarsa namerdiz” diyerek “hüsn-i zam” ediyor. Hüsn-i zamcıların şarkısı ise şöyle:

“Hiçbir şeyde gözüm yok, sen iktidar ol yeter
Kapkaranlık odama, ampül gibi doğ yeter
Enflasyon vururken zamma
Dalarken insanlar gama
Laf söyletmem ağama, usulca seçil yeter”

Ülke olarak ya hüzün ya da sevinçlerde mutabık kalıyorduk. Hüzün ve sevincin bir arada olduğu garip bir toplumsal mutabakat yaşıyoruz ve bu iyi bir şey mi, bilmiyorum.

Yeni Sistem ve Erken Seçimler
Parlamenter sistem içerisindeki Bakanlar Kurulu, son çıkardığı KHK ile Bakanlar Kurulu’nun icra ettiği bütün yetkileri Cumhurbaşkanı’na devretti. Ne diyelim, bu devir işlemi 16 Nisan referandumunda oylanmıştı, şimdi dövünmenin bir anlamı yok. İnşallah enflasyonu, faizleri ve işsizliği indirme yetkisi de verilmiştir. Yetki azlığından muzdarip olup iş yapamamaktan yakınan yöneticilerimizin maharetlerini bekliyoruz. Hadi, inşallah…
Cumhur İttifakı’nı oluşturan partilerden MHP tarafının isteğiyle başlayan süreçte erken genel seçimler yapıldı. Şimdi de BBP, yerel seçimlerin erkene alınması çağrısı yaptı. Dikkate alınır mı bilemem ama alınırsa partilerin ağırlığı nispetinde bir erken seçim çağrı hiyerarşisi oluştuğu söylenebilir. İttifak’ın en küçük ortağı Hüdapar’a da artık muhtarlık seçimleri için erken seçim çağrısı yaptırırlar mı bilmiyorum…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/zaman-zam-zamani_466907

Kazanmak İstemeyen Partilere Tavsiyeler

Kazanmak istemeyen partilere tavsiyeler
Seçimler bittikten sonra hummalı bir yorumlama faslı başlar: “Vay efendim, seçmen burada yaşadığı kenti bir çöle benzetmektedir”, “Vatandaş şu partiye ‘sen biraz daha dinlen’ demiştir” , “B partisi emanet oyları toplamıştır”, “Falanca siyasetçinin şu hatası olmasaydı, şimdi partisi mecliste olurdu”, “Filanca parti şunu vaat etse, tek başına iktidardı”

Genelde yorumcular “ne yapılsa daha başarılı olunurdu?” sorusuna cevap vermeye çalışır. Tabii, araba devrildikten sonra akıl vermek, cevap ortaya çıktıktan sonra onu “sorulamak” nispeten kolay. Biz de, bir seçimde başarısız olmak isteyenlerin yapması gereken şeylere odaklandık. Demokrasi ve hukukun işlediği normal bir ülkeyi baz alarak, kendini tamamen bitirmek isteyen bir siyasetçi/partilere tavsiyelerimiz şöyle:
  1. Rakibiniz olması muhtemel ve geçmişte beraber çalıştığınız kişilerin bahçesine, imkânınız varsa helikopter indirin ve onlara “güle güle” manasında elinizi sallayın. Ziyaretiniz basına yansırsa, “dostça bir ziyaretti” deyip geçiştirin.
  2. Mitinglerinize başka şehirlerden otobüslerle insan taşıyın, altında çalışan memurlara/çalışanlara mitinginize katılma baskısı yapabilecek tanıdıklarınız varsa onları harekete geçirin. Sokakta bir şeyler satıp iki kuruş kazanma peşinde olan insanları, Suriye, Afganistan, Pakistan vb ülkelerden gelen göçmenleri toplayıp ellerine bayraklar, flamalar verin. Mitinginizi görenler şunu demeli:

“Nedir şu falancanın mitingi, var mı ki dünyada eşi
En kesif kalabalıkların katlarını düşün; dördü beşi!
Eski Türkiye, Yeni Türkiye bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi mahşer mahşer…
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Sloganlar denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Yeter ki, sonunda istediği skoru göstersin tabela!”

  1. Çıktığınız televizyon programları mümkün mertebe sıkıcı olsun ve seyircileri, bir yerli dizi veya bir adada toplaşıp oynadıkları oyunların arasına her türlü fitne-fesat kaynatan insanların yarışması kadar ilgilendirmesin.
  2. Katıldığınız programlarda sorular önceden belirlenmiş olsun ve cevapları da gözünüzün önünden film şeridi gibi aksın. Benzetme olarak değil, bildiğin, bir ekranda yazılar aksın işte. Aksaklık yaşanıp akmamaya başlarsa, aklınızda ne varsa onu anlatmaktan korkmayın. Susup beklerseniz, o da olumlu.
  3. Gerçek vatandaşların gerçek soruları ve problemleri size iletildiğinde, onlara küçük teessüfler edin ve konuyla ilgisiz cevaplar verin. Hatta cevap veremeseniz bile olur, su için!
  4. Seçim çalışmalarınız sırasında hangi zamanda ve nerede olduğunuzu karıştırın. İnsanlara yanlış hitap edin. Cam ekranda yazılı olsa bile kelimeleri yanlış telaffuz edin.
  5. Cevabı evet/hayır olabilecek sorular sorun ancak sorularınızı dinlemeden ne olursa olsun “eveeeet” cevabını alabileceğinizi bilin ve tuzak soru sormaktan çekinmeyin. Yanlış cevap verirlerse hemen yüzlerine vurun. Seyircileri ayağa kaldırın, oturtun, şaşırtın.
  6. Gittiğiniz yerlerdeki önemli eserleri kim yapmış olursa olsun sahiplenin. “Biz yaptık, biz!” deyin. Merak etmeyin, saatlerce öncesinden miting alanında toplanıp yeterli kalabalık oluşuncaya kadar ayakta dikilen ve güneşin altında bekleyen herkes bunun farkına varmamış gibi davranacak ve alkışları eksik etmeyecektir.
  7. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum hakkında vatandaşa bilgi vermenize gerek yoktur. İleriye dönük, katma değeri yüksek, üretim ve istihdama artırmaya dönük projeler üzerine çalışıp kendinizi heder etmeyin.
  8. Kendinizle çelişmekten korkmayın, idam cezası yanlısı gibi görünürken af sinyalleri de verin.
  9. Rakiplerinizin vaatlerini iyi takip edin ve anında itibarsızlaştırın, misal; “OHAL’i kaldıracağız” mı dediler, hemen bunu isteyenlerin teröre destek verdiğini söyleyin. Memur maaşlarına zam, ikramiye gibi şeyler mi vaat ettiler, hemen kaynağını sorun, “olsa biz yapmaz mıydık” deyin. Bedelli sözü veren olursa vatan görevinden ancak hainlerin kaçtığından bahsedin. “Parası olan askerlik yapmayacak, olmayan da şehit olacak, olmaz öyle şey” deyin. Göçmenleri memleketlerine göndereceklerini söyleyenleri ırkçılıkla suçlayın ve ensar-muhacir anlayışından nasibi olmadığını haykırın.
  10. Baktınız ki rakiplerinizin vaatlerinin toplumda karşılığı var ve prim yapıyor. Aynı şeyleri hemen siz de söyleyin:
“OHAL’i kaldırmak bizim de istediğimiz şey! İstesek hemen kaldırırız, nedir yani?”
“Memur maaşları çerez parası bizim için”
“Askerlik yapmayı bekleyen 6 milyon insan birikti, hepsine askerlik yaptırmaya kalksak 65 yıl geçer. İsteyen de çok madem, bedelli hazırlıkları başlayacak”
“Göçmenlerin ülkesini güvenli hale getirip onları ülkesine göndermek önceliğimizdir”
…ve kimsenin bunu fark etmeyeceğini umun.
  1. Aynı anda kaç tv kanalında yüzünüz görünebilirse kâr, yüzüm eskir mi, insanlar beni görünce bıkkınlık göstermeye başlar mı diye düşünmeyin, şehirlerin caddelerini, sokaklarını, AVM panolarını, şehirlerarası yolların kenarlarını, kısaca her yeri boydan boya resimlerinizle kaplatın. Araba ile geçenler kafalarını nereye çevirirse çevirsin, resimlerinizle akan bir görüntü ile karşılaşsın.
  2. Unutmayın, bütün başarıların bizzat sahibi sizsiniz. Aksayan durumlardan müesseseniz değil, iç-dış mihraklar sorumludur.
  3. Kutuplaştırın, ötekileştirin, gerin, gerginlikten medet umun, bulanık suda balık avlayın. Unutmayın, ne kadar hain, alçak, terörist, işbirlikçi, münafık varsa size karşıdır, size karşı olan herkes de bunlara zımnen yardım ediyordur. O zaman size karşı olan herkesi aynı kefeye koyup rahtlıkla düşman üretebilirsiniz. İhtiyacınız olan düşman kotasını dolduramadığınızı düşünüyorsanız kendi seçmeninize de sataşabilirsiniz. Dozu fazla aşmadan “münafık” demek yeterli olabilir.
Bu 15 maddenin hepsini uygulayanlara “hey 15’li 15’li, seçim yolları taşlı” türküsü gönderilir ve başarısız parti kategorisinde başarılı oldukları söylenebilir, ancak bunları yapıp da iktidar olursa bir yerlerde çok büyük yanlışlıklar olması muhtemeldir…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/kazanmak-istemeyen-partilere-tavsiyeler_466242

Öne Çıkan Yayın

Ego-Nomi

  Ego-nomi Değerli kardeşlerim, Malumunuz olduğu üzere, benim alanım Ego-nomi'dir. İd’kokul, Ego’okul ve SüperEgo Anadolu Lisesi d...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: