Bu Blogda Ara

Arşiv

Şuradingo’nun Ahırı


Şuradingo'nun Ahırı

Kuantum fiziğinde “Schrödinger’in kedisi” ismiyle bilinen bir deney vardır. Efendim, Schrödinger denilen zat, bir kutu hayal etmiş. Bu kutu dışarı ile hava alışverişi yapabilmeye elverişli ve içinde bir kedi var. Kedinin yanında da bir düzenek. Düzenek dediğimiz, bir foton darbesiyle tetiklenecek bir tabanca ve foton fırlatan bir kaynaktan oluşuyor. Kuantum mekaniği ile hareket eden foton tetiğe aynı anda hem çarpar hem de çarpmaz. Çarpması durumunda tabanca patlayacak ve karşısında bulunan kediyi öldürecektir. Schredinger der ki, kutuyu açıp kedinin durumunu gözlerimizle görmeden kedinin yaşıyor mu yoksa ölü mü olduğunu kesin olarak bilemeyiz. Kutu kapalı olduğu sürece kedi ya ölüdür, ya diridir ya da hem ölüdür hem de yaşıyordur. 

Şimdi diyeceksiniz ki, bu deneyden tam olarak ne anlamamız gerekiyor? İnanın, ben de sizin gibiyim, anladığım kadarını söyledim. Anlaşılmaz Kuantum Partisi olarak biz de kesin olarak anlamaya çalışmıyoruz. Kuantum fiziğinin olayı budur, kesinlik yoktur, o yüzden fazla kafayı yormamak lazım. Kutunun içerisinde hiçbir şey olmasa bile bir şeyler olduğu kesin ama ne olduğunu bilmiyoruz. (Yerli ve milli kuantum anlayışı ile bakacak olursak; yahu silah patlarsa sesini duyarız en azından... Atalarımız ne güzel söylemiş: Kediyi merak öldürür! Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü! Olay bu kadar basitken, Schrödinger’in yaptığı da iş mi diye sormuyor da değilim!)

Yakın zamanda biz de bir seçim yaşadık. Sandığı bir açtık ki, ne görelim... Aynı zarfın içerisinden çıkan üç pusulanın ikisinde istediğimiz gibi sonuçlar varken birinde maalesef yoktu. Bir şeyler olmuştu, ya da hiçbir şey olmasa bile bir şeyler olmuştu ve biz ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamamıştık. Ünlü bir teknik direktörümüzün şimdi Türkçeye çeviremeyeceğim bir sözü aklıma geldi: “Everything is something happened!” Sandığımız tam bir Schrödinger’in kutusuna dönüştü!
Kuantumcu olduğumuzdan, sandığın içini açmadan tam olarak sonuçların bilinmeyeceğinin gayet farkındaydık ve ilk açtığımızda kedimizin ölü olduğu sonucuyla karşılaşmıştık. Deney bize ne diyordu? Kapalı sandıkta kedimiz hem ölü hem de diriydi! Biz de sandığı kapatıp “ya nasip!” çekerek yeniden açıp saymaya başladık. Yine istediğimiz sonucu alamadık. Kuantum mekaniğini bilmeyenler bizimle alay etti, “yahu, tekrar tekrar saymayla sonuç değişir mi?” diye. Cahiller işte, bal gibi de değişebilir halbuki! 

Geriye bir tek ihtimal kalıyor: Sandık başkanı olarak görevli olanların bazıları, partimizin sandık temsilcilerini kandırıp oyalamış ve o sırada çaktırmadan sandıktaki oyları değiştirmiş olabilir! Aklınıza, Vizontele filminde Deli Emin tiplemesinin Müteahhit Fikri’nin çırağını, dikkatini dağıtmak suretiyle kandırdığı sahne gelsin: 

(SB: Sandık Başkanı, AKradaş: Partimizin temsilcisi)
SB: “AKradaş, sen vezirle filin hikâyesini biliyor musun?”
AKradaş: “Evet?”
SB: “Vezirle kaplumbağa?”
AKradaş: “Evet?”
SB: “Yalnız vezir?”
(AKradaş boş boş bakar)
SB: “Heee onu bilemezsin çünkü onu ben de yeni uydur... Eee.. Yeni öğrendim, gel bak sana anlatayım...”
Bizim AKradaş dediğimiz parti temsilcilerimiz çabuk ayıldıkları için, başkanlar zarflardaki pusulalardan sadece birini değiştirebilmeye fırsat bulmuşlar. Seçim sandığında bulunan kedimiz aynı anda trafoda da mı bulunuyordu, o başka kedi miydi yoksa... Kediler çoğalınca iş çığrından çıktı ve Schrödinger’in kutusu olan seçim sandığımız (ya da bizim öyle sandığımız) Şuradingo’nun Ahırı’na dönüştü.
Ama işin peşini bırakmaya niyetimiz yok, tam üç bavul belge hazırlayıp gönderdik, içlerine birer de kedi koyduk, baklım işin içinden çıkabilecekler mi?

Bi' Linç Altı Mesajı


Bi' linç altı mesajı

Ankara’nın Çubuk ilçesi Akkuzu Köyü’nde, katıldıkları şehit cenazesinde, ana muhalefet partisi yöneticileri saldırıya uğradı. Saldıranları teskin etmek isteyen bakan Hulusi Akar megafonla seslenerek “Değerli arkadaşlar, mesajlarınızı verdiniz, tepkinizi gösterdiniz” dedi. Kamuoyunda tepki çeken bu konuşması hakkındaki tepkilere cevaben, linç girişiminde bulunan kişilerin o anda oradan uzaklaştırılmış olduklarını ve saldırganlara değil köylülere seslendiğini söyledi. Bizim kafalar daha da karıştı!  Muhatap linç tayfasıysa neden “değerli arkadaşlar” ve bi’ linç altında hangi mesajlar olabilir? Yok, köylülerse, saldırmayan insanlar nasıl bir tepki göstermiş ve ne türde bir mesaj vermiş olabilirler

Kılıçdaroğlu’na yumruk-pardon mesaj atan, Osman Sarıgün, ilk anda kınandı ve mensubu olduğu partinin bazı mensuplarınca ihraç istemiyle disipline sevk edildiği söylendi. Gözaltına alınınca yalnız olmadığını bildiren destek mesajları sosyal medyada arz-ı endam etti. Nasıl bir şey olduysa, partiden ihracını isteyenlerin bazıları aniden fikir değiştirdi. Serbest de bırakılınca kahraman ilan edilip eli öpülmeye başlandı. 

Muarıza Komplo, Yandaşına Kompliman!

Havuz medyasında bu olayda asıl hedefin Erdoğan olduğunu söyleyenler bile çıktı. Kompliman ve komplo teorisyenliği konusunda rakipsiz olan o medyaya yetişmek mümkün değil ama bi’ linç altı mesajı bulmaya çalışalım. Acaba Osman Amca/Dayı dedikleri adam, ekonomi bakanımızın dolara attığımızı söylediği demir yumruğu hatırlayıp kendini demir yumruk, Kılıçdaroğlu’nu da “Kılıçdolaroğlu” sanmış olamaz mı? Sonra, “evi yakın” diye bağıran kadın var. Allah bilir, yakmak fiilinden emir kipinde söylediğini düşündünüz değil mi? Ne malum, “uzak değil, yakın evi!” manasında, uzaklık anlatan bir ifade olarak kullanmadığı? 

Bir de, her olayda hükümeti suçlayanlar var. Evet, “oslo goroşmoyoz” dedikleri terör örgütüyle çoktandır pazarlıklara başladıkları ortaya çıkmış olabilir, oylarının düşme meyelanı gösterdiği zamanlarda patlayan bomba sayısında patlamalar görülmüş olabilir, patlama sonrası anketlerde oyları yükselmiş olabilir. Asla kötü niyet aramayalım. Dönemin başbakanı terörist başına “sayın” demiş. Terör belası sebebiyle kaybettiğimiz insanların sayısı hakkında ihtilaf olunca “yeniden sayın” manasında sayın demiş olamaz mı? 

Ziyaret Yeterlilik Hesapları

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu?” dedi ve düşük oy aldığı yere niye gittiğini sordu. Bence mantıklı.  Yüksek oy aldığın yere gitmene gerek yok, zaten senindir. E, düşük oy aldığın yer de işte böyle riskli... Geri kalan her yere (ne kaldı acaba) rahatlıkla gidilebilir. Aslında, Bahçeli’nin reddedemeyeceği bir teklifim var! Bir mahallin ziyaret edilebilirliğini orada alınan oylar belirlesin. “Oy meselesi tamam, bir çeşit ölçü olur ama hangi seçimdeki oylara bakacağız?” diye sorduğunuzu duyar gibi oldum. Üniversitelerdeki vize-final ağırlık hesaplamaları gibi. Yani milletvekili seçimlerinde aldığı oyun %40 ‘ı ile belediye seçimlerinde aldığı oyun %60’ının toplamı %10’u geçerse(malum baraj puanı) orası ziyaret edilebilir diye işaretlensin (ağırlıklar %30-%70 şeklinde de olabilirdi, sayın Behçeli’ye jest olsun diye %40-%60 demeyi tercih ettim). Siyasilere, ziyaret edemeyeceği bölgelere gitme yasağı getirilsin.

Sosyal Linç

23 Nisan günü bir televizyon programında, gelecek hayalleri sorulan çocuklardan biri, Köln Üniversitesi’nde tıp eğitimi almak istediğini ve sonrasında belki Alman vatandaşı olabileceğini söyleyince sosyal medyada bu çocuğa linç hareketi başlatanlar oldu. Hemen “bi’ linç altı mesajı” başlığımızı takıp bakıyoruz: Tıp okumak istiyor. Tıp nedir? Sessizlik, konuşmama oyunu. Okunmak istenen üniversite: Köln. Yani, Alman’a “kulun kölen olurum, beni al, gıkım çıkmaz, ağzımı bıçak açmaz...” demek istiyor. 

Kısaca; taraftarı olduğu düşünce veya kişilerin hiçbir kusurunu görmek istemeyen, onların her hareketini her türlü tevil edebilir, linç etmeyi kafasına koyana da her olayda bi’ linç altı mesajı var...

Çay-Simit Hesabı...


Çay-simit

AKP’nin grup başkanvekili ve aynı zamanda milletvekili olan Muhammet Emin Akbaşoğlu, Çankırı’da tertiplenen bir toplantıda yaptığı konuşmada günümüz asgari ücretinin alım gücünü göstermek için çarpıcı bir örnek verdi. Çay ve simit fiyatları üzerinden yapılan hesaplamlar ihtiva eden bu konuşmanın videosu kısa zamanda sosyal medyada çokça tartışıldı ve paylaşıldı.

Ana muhalefet olmasa bile, içinde bulunduğumuz ân’a bakanların onu muhalefet ederken görebildiği, içerisinden mevcut iktidarın doğduğu, eskinin Selamet-Refah ve şimdinin Saadet Partisi bu videoyu kullanarak yeni bir video kurgulamış. Bu videoda, yıllar yıllar önce partilerinde görev yapan şimdiki Reis-i Cumhur da var. Vakt-i zamanında, kendileri muhalefetteyken 5 kişilik bir ailenin asgari ücretle geçinemeyeceğini anlattığı videoda, bir çay ve bir simidin piyasa fiyatı üzerinden yaptığı hesapta, ailedeki her bir ferdin, her öğün sadece bir çay ve bir simit aldığı farz edilse bile, bir aylık masraflarının o günkü asgari ücretten daha fazla bir yekûna ulaştığını söylüyordu. Erdoğan o konuşmasında muhalefet olarak günün iktdarına laf çakıyordu. Akbaşoğlu da iktidar cenahını savunmak için aynı tarzda konuşup aynı hesapları yapıyor.

İşte Saadet’çiler, o görüntüler ile Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun görüntülerini harmanlamışlar. İkisi de, dinleyicilerin dikkatini canlı tutmak ve onlarla etkileşim içerisine girmek için konuşmaları içerisinde retorik sorular sorarak ilerlediğinden, montaj videoda biri soruyu sorarken, öteki de sanki o soruya cevap veriyor gibi görünmüş. Nihayetinde, ortaya komik ve başarılı bir çalışma çıkmış. Videoyu şuradan izleyebilirsiniz: 


Çay-Simit Kara Deliği!

Akbaşoğlu’nun konuşmasında çay 1 lira ve simit 1 lira gibi gerçekçi olmayan rakamlarla yer alıyor. Bu fiyatları nereden aldığı merak konusu. 1.75’den ucuz simit yok, çay da en kötü yerde 2-2,5 lira. Gerçek piyasa fiyatlarıyla, 5 kişilik bir aile için yapılan hesap, aylık yaklaşık 2000 lira civarında tutuyor. Asgari ücret ise malum 2020 lira. Çay ve simit ikilisi adeta bir kara delik gibi yutuyor asgari ücreti... 

Çay-simit hesabı
Karikatürist İbrahim Özdabak ağabeyimiz, ilk defa yayınlanan kara delik resminin simide benzerliğinden yola çıkarak çizdiği karikatürde, turuncu bir simit ile ortasında bir bardak çay resmedip üstüne “Kara Delik” yazdı. Kara delikler ışığın bile kaçamadığı yapılardır ki, ampül ne yapsın onun karşısında... 

“Hadi canım, çay-simit nasıl bir kara delik oluştursun?” mu dediniz, hemen işin matematiğine bakalım: Çayın karası + simidin deliği ne yapar? Cevap veriyorum; içler dışlar çarpımı yapıp çayı içer ve sadeleştirme yaparak sade simidi de çıkarırsak, geriye “kara” ve “delik” kalır...

Kara Delik Türküsü

Asgari ücretle çalışan vatandaş da ne yapsın, şu meşhur “Kara Tren” türküsünü kendine uyarlayarak şöyle söylüyor:

Simit bende, “sumuti” sende
Ya kendin gel, ya saraya gel de
Duyarım yapmışsın iki satır mahsup
Örnek diye verirsin, geçmişi unutup

“Kara delik”le geçinir(asgari ücretli), belki hiç gülmez
Saraylarda yaşayan derdini bilmez
Parayı savurur halini görmez
Çay dolar bardağım, gözyaşım dinmez...

İktidar partisi çayın etkisini gördüğünden midir bilmiyorum, en son seçimler öncesi millete çay paketleri dağıttı. Seçim sonuçlarına bakınca çok da işe yaramamış fuzuli bir çalışma gibi görünüyor. Fuzuli demişken, “çay söylesem tesiri yok, sadece simidin susamına da halk razı değil” diyorlar mıdır ki?

Öne Çıkan Yayın

Ego-Nomi

  Ego-nomi Değerli kardeşlerim, Malumunuz olduğu üzere, benim alanım Ego-nomi'dir. İd’kokul, Ego’okul ve SüperEgo Anadolu Lisesi d...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: