Bu Blogda Ara

Arşiv

Rabbim Affetsin, Milletim "Bağışlasın"

Rabbim affetsin milletim bağışlasın
 
Beşerî münasebetleri ve ticarî teamülleri zir ü zeber eden Koronavirüsü karşısında neredeyse bütün devletler ekonomik tedbirler aldı. Her ülke kendi çapına göre vatandaşına destek paketleri açıklamak mecburiyetinde kaldı.
 
Ülkemizde tutarı 100 milyar lira olarak belirlenen bir paket açıklandı. Hikmet, hükümetin karşısına çıkıp bütün ukulü hayret içinde meşgul eden şu üç soruyu sordu: Bu 100 milyar lira necidir, nereden geliyor ve nereye gidiyor? Yani, 100 milyar rakamına nasıl ulaşıldı? Bu paranın kaynağı nedir? En önemli soru: Bu para kimlerin cebine girecektir?

Başka ülkelerin paketlerinde kimin ne kadar yararlanacağı belli olmuş: Kanada başbakanı vatandaşlarına “siz parayı, elektrik, su vb faturaları düşünmeyin” dedi, gelirini kaybeden insanlara dört ay boyunca 2000 dolar destek vereceğini duyurdu. Almanya, serbest çalışanların hesabına 5000 euro yatırdı, işyerlerine 15.000 euro tutarında yardım edileceğini söyledi. Örnekleri çoğaltmak mümkün... Bizim pakette Hikmet Abi’nin sorduğu soruların cevabını hâlâ tam olarak bilmiyoruz. İnsanlara evden çıkmayın dendi, ama otellerdeki konaklama vergisi ertelendi. Seyahat acentalarının KDV oranları düştü, ama seyahat eden yoktu ve son kertede şehirlerarası yolculuklar da yasaklandı. Bazı işverenlere birtakım avantajlar sağlanacağı söylense de işin esas mağduru olacak çalışanlar için somut bir şey geçmiyor.

“Aldı Yedi Maaşımı...”

Her daim uçtuğu söylenen ekonomimiz maalesef işsiz ve gelirsiz kalacak, kirasını-faturasını ödeyemeyecek vatandaşlarına güvence veremedi. Üstüne, bütün vatandaşların dâvet edildiği yardım kampanyası düzenlendi. Devletin başı, İBAN numarası verdi, kendi de yedi maaşını bağışladığını duyurdu. Şimdi soralım sabit maaşla çalışan vatandaşa:

- Sen de verecek misin yedi maaşını? 
- Ohoo, çoktan aldı yedi maaşımı...
- Kim aldı yedi maaşını?
- Gelir vergisi yedi maaşımı, damga vergisi yedi maaşımı, işsizlik kesintisi yedi maaşımı, SGK kesintisi yedi maaşımı, enflasyon yedi maaşımı, yükselen dolar yedi maaşımı, faturalara gelen zamlar yedi maaşımı... Cümle cemil-i devletler “kendine iyi bak” derken bizimki kendine İBAN veriyor.

Bağış tarifesi

Gelirleri vatandaşın vergilerinden oluşan kamu kuruluşları bol keseden bağışlar yaptılar kampanyaya. Devlet dairelerinde, memuriyet kademesine göre değişen miktarlarda bağış yapılması için tarifeler belirlendiği ve memurlara bağış dilekçelerinin zoraki imzalattırıldığına dair haberler geliyor. IMF’ye borçlar veren, yabancı ülkelere karşılıksız yardımlarda bulunan, mültecilere 40 milyar dolar harcadığını söyleyen ekonomimiz bağış toplamaya başladıysa, önce Rabbim affetsin, sonra da milletim “bağışlasın”, ne diyelim...

Devletin kampanyasına yapılan bağışların kurumlar için vergilerden düşülebileceği söylendi, ama memurlar ve maaşla çalışanlar ne yapsın? Yaptıkları bağışlar gelir vergilerinden kesilecek mi? Vergilerden kesilecekse vergi gelirleri de azalacak demektir, gel de çık işin içinden. Aklıma ne geldi; yardıma muhtaç vatandaşlarımızı toplayıp Kanada ve Almanya vatandaşlığına geçirsek nasıl olur? Böylelikle bu dönemi kayıpsız kapatabiliriz.

Faturalar...

Elektrik ve doğalgaz sayaçları üç ay boyunca okunmayacakmış! Yaşasın… İşte budur, sosyal devlet budur! Ama durun bir dakika, fatura gelmeye devam edecekmiş! Önceki ayların ortalaması faturaya yansıtılacakmış. Pekiyi, bu fatura bize nasıl ulaşacak? Kapıya kadar getireceklerdir her halde. Diyorum ki, kapımıza kadar gelmişken sayacı da okusanız nasıl olur acaba? Sayaçlarımızda virüs olmasından mı korkuyorsunuz acaba? Vallahi de dokunmuyoruz biz o sayaçlara. Kış aylarında harcadığımız doğalgaz faturası ile bahar ve yaz aylarındaki aynı olmuyor malum. İşyerini bu süreçte kapatanlar ne olacak? Harcamadıkları gaz ve elektrik faturasını mı ödeyecekler?

Virüsle en etkili mücadele

Koca koca devletler koca koca ekonomik paketler açıklıyor, hastaneler seferber oluyor, askerî araçlar sokaklarda dolaşıyor, kısaca dünya diken üstünde. Bana sorarsanız, hiçbiri virüsle lâyık-ı vechile mücadele etmiyor. Bu konuda en başarılı kim biliyor musunuz? Uşak valisi. Kendisi bir hanım olduğu için valiye mi deniyor, halkına karşı tutunduğu koruyucu tutum dolayısıyla “valide” mi dense bilmiyorum. Ne yaptı biliyor musunuz? Uşaaak diye sosyal mesafeyi ayarladı, virüs şaşırdı. Uşaaak diye bir sosyal mesafe daha ayarladı, virüs “n’ooluyor?” demeye kalmadı, darmaduman oldu... İki Uşaaak’lık canın var, akıllı ol Korona!

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/rabbim-affetsin-milletim-bagislasin_516341

Coronaldo ve Corhona Gencebay


Coronaldo ve Corhona Gencebay

Virüs uzmanı bir ispanyol doktor "Bir futbolcuya ayda 1 milyon euro maaş veriyorsunuz. Bir araştırmacı hekime ise 1.300 euro... Corona virüse karşı ilaç bulması için Ronaldo'ya gidin" demiş. Bu söz üzerine Ronaldo’yu bulup virüsle ilgili görüşlerini aldık:

Ben Ronaldo, “Corona virüsüne fısıldayan adam” diye bilinirim. O yüzden bana Dr. Coronaldo da diyorlar. Virüse karşı dünyanın en etkili önlemini ben aldım, gittim bir ada kiraladım ve oraya yerleştim. Kendi çapımda bir OHAL ilanı yani... Siz de benim gibi yapın ‘ada’m gibi tedbir alın, rahat edin. Adalarda virüs gelmez bizlere, aman Allah gözlere dikkat edin gözlere... Ada almak göze gelmenize neden olabilir, aman diyeyim... Ada almaya gücü yetmeyen insanlar için virüsle konuştum, aklınıza gelebilecek sorları sordum. Onunla yaptığımız röportaj şöyle: 

Sayın virüs, size nasıl hitap edelim?
Corhona Gencebay diyebilirsiniz. Herkesi hasta ederim ama ben de Orhan Gencebay hastasıyım.

Corhona Bey, sizin için laboratuvarda üretildi, dünyayı karıştırmak için birilerinin geliştirdiği proje diyorlar, doğru mu?
Ben topraktan bir canım, senin gibi... Yaradan doğ demiş ben de doğmuşum, hücreye gir demiş seni bulmuşum. Ne yazık dünyada pandemik olmuşum, ibret-i alemi görmemek ziyan...

Algı yönetimi yapıldığını söyleyen, bütün bulaşmaların planlı olduğunu düşünen o kadar insan var ki... Onlara ne demek istersiniz?
Kabahat sende değil, sana bulaşanda... Algı yönetimini bilmem de, benim bulaşmam daha çok salgı yönetimi ile ilgili... Temas çok önemli. Dışarı bakıyorum, “bu ne dünya kardeşim, gezen gezene...” diyorum. Ne Wuhan ister bu virüs gönlüm, ne bir köşk ne de saray... Bulaşabileceğim bir konak yeter bana. Temizliğe dikkat edenlere bir sözüm var: yazıklar olsun, yazıklar olsun... hijyenin böylesine yazıklar olsun! Kola kolonya dökene yazıklar olsun! 

Kendinizden biraz daha bahseder misiniz?
Ben daha ne çile, dertlere yolcuyum, ben tacına virüs yazılan kader mahkumuyum. Fark etmez yaşamak, siz mesut olun yeter... Ben sizin içinizdeyken canlıyım, dışarıdayken beni canlı bile kabul etmeyenler var, “bırakın da yaşayalım, hasretiz biz yaşamaya...” diyorum.

İnsanlar senden korkuyor...
Nerde tacı bükük bir virüs görsen, hor görme kim bilir ne derdi vardır. O garip tacında ne sırlar gizli, belki senin gibi RNA’sı vardır. Madem yaşamaya geldik dünyaya, benim de her canlıda bir hakkım vardır. Sevmiyorsan, hor görme bari, benim de senin gibi Allah’ım vardır!

İnsanlara zarar vermiyor musun?
Hangi canlıya el attık da, ilk başta kurumadı ki, hangi bünyeye sevsin diye kul olmadık ki... Aylar yıllar geldi geçti RNA’mız uyuşamadı, gönlümüzce bir mutasyona uğramadık ki… Her solunum cihazından bir tecrübe, bir fikir aldık. Öyle vak’alar gördük ki, şaşırdık kaldık. Karantina yordu bizi, hayale daldık, hayalde de mutasyonu bulamadık ki... Yani, mutasyon geçirip birlikte yaşamanın yollarına bakıyoruz. Öğreniyoruz yavaş yavaş. Bunu yaptığımızda “sana gelen dertler benim, ömrüm senin, senin olsun...” şarkısını söyleriz. 

Yani insanların ölmesini istemiyorsun, öyle mi?
Yok abiciğim, benim hayatım da sizin hayatınıza bağlı, siz öldüğünüzde ben de ölüyorum neticede. Sizin hayatınızı takip ediyorum, yanlış mı aklımda kaldı: tansiyon 12, nabız 90… içim ürperiyor, ya evde yoksan! Mevsim bahar olunca, aşı damara dolunca, bağışıklık kazanılınca, birlikte yaşamak ne güzel!

Bir şey diyeyim mi, kral virüsmüşsün vesselam!
Eee, boşuna takmadık bu tacı…

Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?
Yaşlı-genç her insana bulaşabilirim ve şu anda herkes için tehlikeliyim. Yaşlı insanlarınızı dışarıda gördüğünüzde sanki hastalık sebebi onlarmış gibi saygısızlık yapmayın. Bir sözü olan bana gelsin! Ben de vazifem bitince köşeme çekileceğim, o zamana kadar sakının benden...


Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/coronaldo-ve-corhona-gencebay_515776

VSYM: Virüs Seçme ve Yerleştirme Merkezi

VSYM
 
Ülkemize giriş yapan Koronavirus maalesef gün geçtikçe yayılıyor.
Her hal ü şart altında ayrışmayı ve siyasi/ideolojik çatışmalar yapmayı başarabilen bir millet olarak, bu virüs salgınında da ayrışacak hususlar bulduk, kavgasız kalmadık maşallah... Senin virüsün kötü benim virüsüm iyi yarıştırması yapılıyor adeta. Virüsün yayılmasının sebebini sadece umre ziyaretine giden vatandaşlarımıza mal eden mi ararsınız, camiye ve abdestli insanlara virüsün yaklaşamayacağını iddia edip, Diyanet’in kararına rağmen camilerde imamlarla kavga ederek cemaatle namaz kılmak isteyenler mi... Haddinden fazla panik yapanlar ile hiçbir şeyi umursamayanlar bir arada yaşıyoruz işte.

Koca bakanın Meclis’te verdiği bilgilere göre 1 Mart sonrası yurtdışından 372 bin kişi gelirken, umre ziyaretinden dönenlerin sayısı ise 21 bin. Bu hassas zamanda yurtdışının neresinden olursa olsun gelen herkesin sıkı tedbirlerle kontrol altında tutulması gerekirdi. VİP girişinden geçip kontrolden kaçan kişilerin haberi çıktı, acaba bütün virüsler eşit, ama bazıları daha eşit miydi ki? Karantina uygulamasından kaçan umreciler haberleri de çok konuşuldu. Hele Erzurum’a doğru gitmekte olan umre yolcularının Samsun’da yakalandığı haberini duyunca önce Samsun’a ayak basıp millî mücadele başlatacaklarını ardından Erzurum ve Sivas’ta kongre düzenleyeceklerini düşündüm. Neyse ki, o işin aslını Habertürk’te Mehmet Âkif Ersoy 18 Mart tarihli köşe yazısında açıkladı, öyle ilk yansıdığı gibi değilmiş.

İşin Aslı

Umreden dönenlerin karantina merkezlerine henüz alınmadığı ve sağlık taramasından sonra kendi evlerinde 14 gün beklemeleri istendiği tarihlerde İstanbul’a giriş yapan kafile, aynı gün Erzurum’a uçak bulunmadığı için bir sonraki günkü uçakla gönderilmek isteniyor. Bir sonraki gün ise artık umreden dönenlerin karantina merkezlerinde toplanması kararı çıkmış olduğu için bindirildikleri uçaktaki yolcuların şikâyeti üzerine uçaktan indirilip THY tarafından otobüslere bindirilip gönderiliyorlar. Korku, panik yanlış yönlendirme gibi sebeplerle polis, kafilenin yolunu Samsun’da kesiyor ve olay “karantinadan kaçan umreciler kıskıvrak yakalandı” şeklinde haberlerle gündeme yansıyor.

ASLINDA SAYI...

Virüs ile ilgili resmî bilgilendirmeyi Sağlık Bakanı yapıyor, ama görünen o ki rakamların gizlendiğine ve yavaş yavaş açıklandığına dair bir inanış var. “Falanca hastanede/bakanlıkta çalışan bir tanıdığım var, gerçekte binlerce insana bulaşmış, ölü sayısı da çok fazla, ama gizliyorlar” tarzında cümlelerle başlayan ve kaynağı/doğrulaması belli olmayan ses kayıtları whatsapp gruplarında dolaşıyor. Test sayısındaki eksikliğimiz böyle iddiaların prim yapmasına sebep oluyor. Halbuki testler her sağlık merkezinde yapılabilse ve şeffaf bir şekilde test sonuçları anında açıklansa, kimse hurafelere meydan bırakmaz. Hangi bölgede ne kadar bulaşma hadisesi olduğu canlı olarak izlenebilse vatandaş da ona göre tedbirini alır. Paniği arttırmamak ve farkındalığı yüksek tutmak adına sadece sayılar veriliyor, ama bu da bazılarının paranoya seviyesinde teyakkuzda durmasını sağlarken, bazılarının  varlığını henüz tam olarak hissetmediği virüs meselesini hafife almasına sebep oluyor. Yani, birilerinin duvardaki bütün küçük çatlakları eliyle kapatmaya uğraştığı ve başka birilerinin de kapıyı açık tuttuğu bir oda düşünün. Bu odayı sıcak tutmak mümkün olur mu?

İstediği kişideki virüs varlığını inkâr edebilenlerin olduğu ve virüsler arasında seçme yapılan bir yerde, Allah’tan virüs testlerini VSYM (Virüs Seçme ve Yerleştirme Merkezi) gibi bir kurum yapmıyor! Bu testleri VSYM yapsa ne olurdu?

• Muhtemelen dört negatif sonuç bir pozitif sonucu götürürdü.
• Teste katılanlar “istediğimiz virüsten başlayabilir miyiz?” diye sorardı.
• Yarım saat süren testin ilk 30 dakikasında ve son 30 dakikasında çıkmak yasak olurdu.
• Ortadoğu Başarı Puanı olarak herkese 100 puan verilirdi.
• Test kitapçıkları kan gruplarına göre A, B, AB ve 0 olarak sınıflandırılırdı.
• Birileri testten önce DNA kalıplarını çalıp kendi adamlarına verirdi...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/vsym-virus-secme-ve-yerlestirme-merkezi_515194

Hahahaber-Korona Türküsü


HAHAHABER


Kadifeden Maskesi...

Kadifeden maskesi
Hırıltılı gelir sesi
Oturmuş karantinada
Yanar ciğerinin köşesi

Aman yolla, tecritlere yolla, haydi yolla
Karantinaya yolla, yolla yar yolla

Kadifeden maskem yok
Hastaneye bastığım yok
Korona el basayım
Senden başka virüs mü yok?

Aman yolla, tecritlere yolla, haydi yolla
Karantinaya yolla, yolla yar yolla


NOT: Bu sayfada yer alan haberler hayal ürünüdür, uydurmadır. Gerçek haberlere benzeyebilir, gülüp geçiniz, kafayı takmayınız. . .

Koronametre

 
Koronametre
Sinsi ve hızlı bir şekilde dünyayı etkisi altına alan Coronavirüs’ten, sonunda Türkiye de nasibini aldı. Ülkemizde rastlanan ilk virüs vak’ası 11 Mart’ın ilk saatlerinde Sağlık Bakanı tarafından açıklandı ve böylece “koronametre” çalışmaya başladı. Bu açıklama, öncesinde süregelen tartışmaları bitirmediği gibi yeni tartışmalara da yol açtı.
 
Doğumuzdaki ve batımızdaki ülkelerde virüs vak’aları görülürken, bizde görülmediğinin söylenmesini şüpheyle karşılayanlar vardı. Ne yaniydi, Çin’den yola çıkıp her yana dağılan virüs İran’a gelmiş, yüzlerce kişinin ölümüne sebep olmuş ve sonra bizi atlayarak Yunan ellerine uğramış ve soluğu İtalya’da mı almıştıydı? Bu işte kesin başka bir iş vardıydı, belki de yüzlerce gerçekleşen ölüm vak’ası halktan gizleniyor olabilirmişti. Biraz daha iyimser olanları, virüs tesbiti için kullanılan kitlerin düzgün çalışmıyor olabileceğini ve bu sebeple daima yanlış sonuçlar verdiğini iddia ediyordu. Çernobil mini dizisinde patlayan reaktör sonrasında düşük ölçekli ve düzgün ölçüm yapamayan dozimetrelerde daima 3.6 röntgen sonucunun görünmesi gibi... Nitekim, İngiltere’den gelip, İstanbul üzerinden Singapur’a giden bir yolcunun virüs taşıdığı ortaya çıktığında bu şüphe kuvvet kazanmıştı. Türkiye tarafı bu yolcunun sadece 22 dakika İstanbul Havalimanı’nda kaldığını söyleyerek kendisini savundu. Bu meselede şaşılacak hususun, büyüklüğü ve organizasyonu sebebiyle havaalanının sadece 22 dakikada geçilmesi olduğunu söyleyebiliriz.

Karşı iddia olarak, bu topraklarda yaşayan insanların genetik olarak virüse dirençli olduğunu söyleyenler oldu. Kimi de abdestli namazlı memlekete virüslerin yaklaşamayacağını öne sürüyordu.

İDDİALAR... İDDİALAR...

Şimdi iddialara teker teker bakalım: Demokrasimiz istenen seviyede olmasa ve sürekli aldığı yaralarla bitap düşse de, yöneticilerimiz Çin ve İran’dakilerden daha mı totaliter ki, onların yapamadığını yapsın ve virüs vak’alarını tamamen kamufle etsin? Yahu, akrabalık ilişkilerinin çok gelişmiş olduğu memleketimizde yüzlerce kişinin vefatı virüsten olacak da, bilindiği halde kimse ile paylaşılmayacak, mümkün mü? Her cepte telefon ve her telefonda kamera ile internetin olduğu 2020 Türkiye’sinde böyle bir olayı uzun süre boyunca kimse saklayamaz.

“Kaç para ülenn bi’ kit?”

Virüs teşhis kitlerinin hatalı sonuçlar verebileceği ihtimali olsa bile, böyle hayatî bir konuda sağlık personeli ihmalkârlık yapsa kendi hayatını da riske atacaktır. Kaldı ki, ünlü filozof İbrahim Tatlıses’in bir Türk filminde söylediği gibi “kaç para ülenn bi’ kit?” Öte yandan, virüs zengin-fakir, âlim-cahil, soylu-köylü ayırımı yapmadan, kimsenin dinî inancını sorgulamadan, uygun fizikî şartları bulduğu her bünyeye yerleşir.

Başka ülkelerdeki virüsün yayılma hızı ve tehlikesi ülkemizden dikkatlice izleniyor olmasına rağmen, bizde görülmeden önce hiçbir tedbir almayan vatandaşımız, resmî virüs ilânı ile panik havasına girdi. Gerçekten ihtiyacı olup olmadığına bakmaksızın makarna başta olmak üzere kuru gıda, temizlik maddesi ve maskeye hücum eden vatandaşlar, bu malzemeleri stoklayıp fiyatlarını fahiş bir şekilde arttıran fırsatçılar haberlere konu oldu. Vatandaş kendisinden birçok bilginin saklandığını düşünüyor olmalı ki en kötü şartlara kendini hazırlama ihtiyacı hissediyor. İktidar medyasında biri, yakın zamana kadar tutuklu bulunan ve yurtdışına çıkış yasağı bulunan muhalefet partisi mensubunun İran’a gidip bilerek virüsü Türkiye’ye getirdiğini yazdı, bir başkası da yeni açılan Deva Partisi ile birlikte virüsün ülkeye giriş yaptığından bahsetti. İşine gelmeyen seçim sonuçları çıktığında veri akışını kesen resmî ajansı da görülmedi mi? Bunları gören insanlar nasıl resmî verilere güvenebilir ki? Yıllar boyu süren inşaatı ve dev bütçesine rağmen yeni havalimanında metronun, ulaşması gereken noktanın yanlış hesaplama sonucu 300 metre uzağında biteceğini daha yeni duyduk. Bu ne ki, işsizlik rakamları, enflasyon ve millî gelir hesaplamalarının tam olarak gerçeği yansıtmadığını düşünen çok insan var. Ekonomi sıkıntıda olmasa, bu kadar virüs fırsatçısı doğar mıydı?

Bayramsa bayramınız, mübarek olsun!

14 Mart’ta bayram kutlayan ve henüz koronavirüse çare bulamamış tıp dünyasına seslenmek istiyorum:

“Hiçe sayıldı başta Wuhan,
Kan gölüne döndü bak Çin, İtalya ve İran
Bayram mı olurmuş gözyaşlarından
Bayramsa bayramınız mübarek olsun!

Virüslü hastalar ilâç beklerken
65 yaş üstü feryat ederken
Wuhan  boynu bükük, mahsun beklerken
Bayramsa bayramınız mübarek olsun”

Son zamanlarda bütün dünyada muhtelif yerlerde görülen deprem, çığ, kuraklık, orman yangınları, savaşlara ilâveten korona virüsü de eklendi. Ne diyelim, Kur’anometre yavaşladığı anda koronametrenin işlemeye başlaması tesadüf olmasa gerek...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/koronametre_514709

"Göç olsun, güç olmasın..."

Göç olsun güç olmasın
 
Şubat ayının son günleri üzücü bitti. İdlib’den şehit haberleri geldi.
Önceki dönemlerde Astana’sından Soçi’sine, Tahran’ından Ankara’sına kadar pek çok yerde biraraya gelen Türkiye, Rusya ve İran, her toplantı sonucunda bir mutabakatın ortaya çıktığını söylüyorlardı. Mutabakat, ateşkes, gözlem gücü derken bir de baktık ki çatışmalar meydana geldi. Hükümetin gayri resmî ortağı Bahçeli’nin ifadesine göre bölgedeki askerî birliklerimize Rus uçaklarının dahil olduğu bir saldırı gerçekleşmişti. Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar da oradaki birliklerimizin hareketlerini Rus kuvvetlerine bildirdiklerini söylemişti.

Diyalog ve diplomasî kanalları işletilse, acaba kayıp vermekten kurtulabilir miydik, neden savaşmak zorundayız, oradaki hedefimiz nedir ve hedefimiz gerçekleştirilebilir seviyede midir gibi soruları sormak için en hafif tabirlerle “hain, Esedçi, beşinci kol” gibi suçlamaları göze almak gerekiyordu. İstanbul Valiliği’nin başlattığı “Savaşa hayır” demeyi yasaklama işi başka illere de sirayet etti. Nitekim, çok değil, 3 gün sonrasında Moskova’da yapılan görüşmeler sonucunda çatışmasızlık süreci ortaya çıktı. Putin, şehitlerimiz için taziyetlerini bildirirken askerlerimizin orada olduğunu bilmediklerini söyledi, iyi mi...

Şehit Cenazeleri

Şehit cenazelerimiz sırasında bazı ilginç olaylar yaşandı. Birinde, cenaze namazı kılınırken bir kadın siyasetçi bir anda ön saflara geçerek poz vermeye başladı. Bir başka cenazede de namaza yetişemeyenler için cenaze namazı tekrar kılındı. Namaz tekrarı kararını YSK (Yüksek Salat Kurulu) verse, acaba kaç rüknünü geçerli sayıp, hangisini tekrarlatırdı? Şehitlik, cenaze, namaz gibi değerleri gündelik siyasete alet etmeye çalışmak ne kadar da sakil duruyor, değil mi?

Sınır Kapılarının Açılması

Şehit haberlerinin geldiği sıralarda, kendisine sığınan mültecileri artık beslemek zorunda olmadığını ifade eden ülkemiz, Avrupa tarafındaki sınır kapılarını içerideki mültecilerin AB ülkelerine serbestçe geçiş yapabilmesi için açtı. İktidar medyası gece gündüz sınır kapılarını göstermeye başladı. Yunan güvenlik kuvvetlerinin sert müdahaleleri ekrana getirildi. Sınırlarımızdan içeriye kaç kişinin girdiğini, ülkemizdeki toplam mülteci sayısını tam olarak söyleyemeyen yetkililerimiz, Yunanistan sınırını geçen mülteci sayısını dakika başı güncellemeyi ihmal etmedi. Çip mi taktılar, nasıl belirliyorlar bilmiyoruz. Sınırı geçenlerin çoğu, kapıdan değil nehirden, denizden geçtiyse saymak nasıl mümkün oldu acaba? Yunan tarafının kullandığı güç sonucu ölenler de var maalesef, arada kalan insanlar tam bir trajedi yaşıyor. “Göç olsun, güç olmasın” diyerek yollanan insanların çokluğu ile övünüyor medyamız, ama dedikleri kadar çok insan canını dişine takarak bizden kaçıyorsa kendimizi sorgulamamız gerekmiyor mu?

AKLI ESEN...

Şimdi bir ülke düşünün, farz-ı muhal, yıllar önce, Emevi Camii’nde namaz kılma vizyonu ve Esad’a kısacık bir siyasî ömür biçme sevdasıyla, Suriye’de çıkan iç savaşta muhaliflere yaptığı desteklerle taraf oluyor, zalim Esad’a zulmünü arttırma fırsatı sunarak milyonlarca insanın yurdunu terk etmesinde katkıda bulunuyor. Mültecileri “ensar” ruhuyla bağrına bastığını söylüyor, ama onları AB sınırına sokmayacaklarını garanti ederek bu hizmetin karşılığında para istiyor. Ne zaman AB ile işler kötüye gitse, mültecileri otobüslere doldurup sınıra göndererek kapıları açmakla korkutuyor. Nasıl ve niçin şehitler verdiğini izah etmekte zorlandığı bir zamanda gündemi değiştirmek için kapıları açıyor, kimseyi beslemek zorunda olmadığını söylüyor. Ölümlü müdahalelerle karşılaşabileceklerini bilerek herkesi oraya gitmeye teşvik ediyor. Bu ülkenin mültecilerle ilgili hangi sözüne güvenirdiniz? Mültecileri seviyor mu, onlara kendi vicdanını rahatlatmak için mi yardım ediyor, yoksa para için mi, belli değil. Aklına esen her fırsatta onları kapı önüne koymaktan ve ölüme göndermekten de çekinmiyor, hadi gel de çık işin içinden! Allah’tan, ülke olarak böyle bir komşumuz yok, zaten böyle bir ülke de yok, bunlar hep hayali faraziyeler...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/goc-olsun-guc-olmasin_514161

Öne Çıkan Yayın

Ego-Nomi

  Ego-nomi Değerli kardeşlerim, Malumunuz olduğu üzere, benim alanım Ego-nomi'dir. İd’kokul, Ego’okul ve SüperEgo Anadolu Lisesi d...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: