Bu Blogda Ara

Arşiv

akp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
akp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ye Kuşağım Ye, Ye, Yeee...

 

Ye kuşağım ye ye
Sefer Selvi karikatürü

Cumhurbaşkanımızın Dış İşleri Bakanımız tarafından karşılandığı ve iktidarın mini ortağı sayılan BBP genel başkanı ile toplantı imkanı bulduğu ABD gezisi çok konuşuldu.

Aslında ABD gezisi dediğimize bakmayın, BM toplantılarına katılmak üzere gidildiği için ABD erkanından kimsenin karşılamamış olması normal. Normal ama, gel de bu geziyi Viyana kuşatması gibi lanse eden medyanın seyircilerine anlat!

O toplantılara giden başka ülkelerin yöneticilerini de muhtemelen ev sahibi ülkeden kimse karşılamamış ve bu duruma kimse içerlememiştir. Mesele, bizim Cumhurbaşkanı’nın her adımından büyük muzafferiyet hikayeleri devşirmeye çalışanların çırpınışlarının komikliği.

Tabii, onca yol katedip, kalabalık bir heyetle oralara kadar gidilmişken, Biden bir nezaket gösterip görüşse iyi olurdu. Ziyaret öncesi görüşme isteklerine cevap da vermemiş ve konuyu muallakta bırakmış. Umut verip görüştürmemek de nedir? Biden aslında iyi ama çevresi kötü (şimdi hemen adamı kötüleyip kendisiyle papaz olmayalım). Bizimkilerin Biden’siz kalması hususunda Amerikalı yetkililerin bi’ densizliği olduğu kesin!

Hamdolsun, ülkemizin itibarı korundu yine de. Düzinelerce arabadan oluşan konvoyumuz, olanca ihtişamıyla New York caddelerinde arz-ı endam eyledi. Çaaak diye çaktılar çakarları, New Yorker’lar şaşırdı, ardından çaaak diye bir daha, n’ooluyoruz demelerine fırsat kalmadan bir daha çaktılar çakarları...

500 yıllık dış politikamızın dönüm noktası olarak bahsedilen Türkevi açılışı yapıldı. Rahmetli demokrat Süleyman Demirel ve Dış İşleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in girişimleri ile arsası alınan ve 1977-2013 yılları arasında hizmet veren bina yeniden inşa edilmiş. İnşa işlerini milli müteahhitlerimizden biri yapmış. Malum, müteahhitlerimiz garantisiz iş yapmayı sevmez, Türkevi için günlük kaç Türk garantisi verildiği sorusu akla gelmiyor değil...

Yurt dışında bu gelişmeler yaşanırken, yurt içinde kalacak yurt bulamayıp ev kiralamak isteyen ve kira fiyatlarını görüp isyan eden gençler seslerini duyurmak için “barınamıyoruz” hareketi başlattı. Parklarda bahçelerde oturdular ve pankartlar astılar. Genç, park, pankart kelimelerinin bir cümlede beraber bulunmasının altından darbe senaryosu çıkartan mahfillere yine iş çıktı. Halbuki ülkede öğrenci sayısı ve yurt sayısı belli. Kiralardaki arz-atalep dengesizliğine bir de enflasyon katkısını da ekleyince ortaya öğrencilerin veremeyeceği astronomik rakamlar çıkıyor. Enflasyonun hedefinin Erdoğan’ı devirmek olduğunu zaten biliyoruz. Enflasyon kelimesi içerisinde gizli bir “esnaf” kelimesinin konuşlandığını fark etmiş miydiniz? Fahiş fiyatların tek sebebi esnaf demek ki... Neyse, konudan sapmayalım.

Kimseye bir zararları olmadan parklarda oturan gençlerin bazılarına polis dağılma uyarısı yaptı. Gençlerin gidebilecekleri yurtları yok, Orhan Gencebay gibi içim üperdi, ya ev de yoksa? New York’lara yüz milyonlarca dolar harcamak tamam da, New Yurt’lara neden hiç yatırım yapılmıyor acaba?

Aslında, ülke semalarında seçim kokusu olmasa ve anketlerde düşen oy oranları görülmese, Z kuşağı denilen ve anarşik anarşik hareketleri olan gençlerin gözünün yaşına bakılır mıydı, bilmiyorum. Muhtemelen, barınma problemi yaşayan gençlere, Emniyet Teşkilatımız nezarethane kapılarını ardına kadar açardı. N’eylersin ki, o kuşağın oylarına ciddi ihtiyaçları var.

AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, muhalefet partilerini eleştirirken "kendileri de anket yaptırıyorlar. Bütün yapılan anketlerde onların 'Z kuşağı' dediği 18-30 yaş arasındaki gençlerde birinci parti Ak Parti’dir. Hem de açık ara Ak Parti’dir" ifadesini kullandı.

İlahi, Numan Bey... Kuşaklardan bahsederken, yakışıyor mu size, öyle George’ların, Hans’ların icat ettiği tabirleri kullanmak? Bu memlekete kuşak ismi lazımsa, onu da siz getirirsiniz, eminim. Şaaak diye bir kuşak çıkarırsınız, şaşırır millet, nedir bu “Vav” kuşağı diye... Sonra şakkadanak diye bir “He” kuşağı patlatırsınız, n'ooluyoruz demeden şakkadanak al sana bir “Lamelif kuşağı”, o da yetmezse bir “Ye” kuşağı... Bence, AKP gençliğini temsil edecek kuşak ismi, kesinlikle Arap alfabesinin son harfi olan “Ye”den almalı. Vav ve He kuşakları “yav, he he!” diyerek her sözünüzü kabul edebilir ama bu Ye kuşağı ancak "ye kuşağım ye, ye ye..." ninnisiyle uyur, haberiniz olsun...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ye-kusagim-ye-ye-ye_550189

128 Milyar Dolar Nerede?

 



Muhalefet tarafı ısrarla soruyor, 128 milyar dolar nerede? Atalet Momenti Hareketi ve Kuantum Partisi ise adına yakışır şekilde belirsizliklerle dolu cevaplar veriyor. Yaşıyor mu yoksa ölü mü olduğu belli olmayan ve hatta aynı anda her iki ihtimalin de doğru olduğu Schrödinger’in kedisi gibi bir şey galiba. Hatta, Heisenberg’in belirsizlik ilkesine de uyuyor; rezervlerin konumu bulunmaya çalışırlırken boyutu bilinemez, boyutunu tespit etmeye kalktığınızda konumu belirsiz olur.

Değişik zamanlarda verilen cevaplara bakıldığında, bu 128 milyar dolar; AMHKP genel başkanına göre kasada, grup başkanvekiline göre pandemi sürecinde millete dağıtıldı, Merkez Bankası Başkanı’na göre "Söz konusu döviz işlemleri, işlem platformları üzerinden o günkü piyasa koşulları ve fiyatları çerçevesinde gerçekleştirilmiştir" Türkçesi “sattık onları biz...” O parayla altın alındığını söyleyenler de oldu, hiçbir zaman o paranın olmadığını iddia edenler de... Anlaşılan, panikleyen iktidar bütün tuşlara aynı anda basarak durumu kurtarmaya çalışıyor.

Yahu, olay çok basit; kasada ise açın gösterin, dağıtıldı ise kime ne zaman ve nasıl dağıtıldı onu açıklayın, satıldı ise hangi şartlarda kime satıldı onu söyleyin, hepimiz rahat edelim. En kısa ve kesin olan yol “işte kasa, artık kimse konuşmasa” diyerek kasayı açma şıkkı şu ana kadar seçilmediğine göre o ihtimali eleyebiliriz. Pandemi sürecinde millete dağıtıldığını söyleyenler, işsizlik fonundan karşılanan ve millete verilen İBAN hesabında toplanan paraları göstermiş ve bakmışlar ki değil dolar, TL olarak bile aynı rakamı elde edemiyorlar, tweetlerini silmişler. Geriye tek bir ihtimal kalıyor: Anlaşılan Merkez Bankası, Necmettin Batırel’in meşhur “şaaak diye satarsın 10 milyar doları” sözleriyle anlattığı yöntemi takip edip satmış. Demokratik bir hukuk devletinde bu işlemler şeffaf olur, ihaleleri isteyen herkes takip edebilir.

Doların ne zaman ateşi yükselse halka hemen çağrı yapılıyor, “yastık altı bütün birikimlerinizi-dolarınızı bozun, oyunu bozun” deniliyor. Sağolsun, halk da her çağrıya olumlu cevap veriyor, hamasi kampanyalar tertip ediliyor. Bu durumda iki ihtimal var; ya çağrıya uyup dolar bozan halk, kampanyanın hemen akabinde tekrar dolara dönüyor, ki bu dönüş için sınır/eşik zaman ve mevduat değeri bilinmiyor. Ya da uyuyormuş gibi görünüp kendi bildiğini okuyor, adeta şöyle söylüyor:

“Maaşım değil, borcum dolarla

Ne arsa kaldı elde, ne de tarla

Gına geldi çağrınızdan, artık yeter la!

Bana ne ya, bozdurmam dolarımı”

Doları kısık ateşte tutmak için koca koca rezervler satılmışsa gariban vatandaşın birikimi zaten etki edecek seviyede değil demektir. Zaten vatandaş da, dolarla, faizle mücadele için fakir kardeşe yetki vermiştir. Faizi tek haneye indirme hedefi ile birlikte daha çok kişi faizle yüzgöz olacak ve faiz daha çok haneye uğrayacaktır. Öte yandan, vatandaştan istenen bütün yastık altı birikimlerini faizin işlediği yatırım araçlarına yönlendirmesi de faize karşı mücadele ile ne kadar bağdaşır, tartışılır.

Kimse Gücümüzü Pata-test Etmeye Kalkmasın!

Daha önce patates ve soğan başta olmak üzere pazar fiyatları el yakmaya başlayınca patates ve soğan satıcıları günah keçisi ilan edilmiş, depolara baskınlar düzenlenmiş ve inanmayacaksınız patates depolarında patates, soğan depolarında da soğan bulunmuştu. Depoculara hain, terörist gibi akla gelen bir sürü hakaretler edilmiş ve belediyeler vastasıyla tanzim satışlar düzenlenmişti. Bilin bakalım şimdi ne oldu? Patates ve soğan üreticileri her zaman bir önceki döneme bakarak ekim yapıyor. Yani, bir sene patates üretimi azsa, fiyatı yükselir. Bir sonraki sene patates eken çok olur, bu sefer de piyasada çok patates olduğundan fiyatı ucuzlar. Salgın hastalık gibi sebeplerle de ihraç sıkıntısı olmuşsa elde çok patates birikir. Üreticilerin elindeki patates ve soğanları satın alan devlet, bunları fakir vatandaşlara dağıtıyor. Devletin gücünü pata-test etmeye kalkışanlara en güzel cevap!

Her testte olduğu gibi bu pata-test işinde de 3 yanlış bir doğruyu götürüyor, ona göre... Dağıtım işi şova dönüştürülmeden ve yardım alanları rencide etmeden yapılamıyor mu? Yardıma muhtaç kişilerin çokluğu utanılacak bir şey değil midir? Ülkece ihtiyacımız olan patates, soğan veya her neyse, miktarı ölçülüp ona göre bir üretim planlaması yapılamıyor mu? Ne demişler, işini bilmeyen kasap, ne bıçak kor, ne masat...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/128-milyar-dolar-nerede_540975

AKlaattin’in Sinirli Ampülündeki Çin

 


Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı zulümlere dünyanın pek çok yerinden tepkiler yağıyor. Aralarında Türkiye ve müslüman ülkelerin olmadığı, büyüklü küçüklü birçok devlet Çin’i protesto ediyor ve dünyaca ünlü markalardan bazıları Çin’le olan ticari ilişkilerini sınırlandırıyor, bazısı da Çin gibi büyük bir pazardaki müşterileri kaybetme pahasına da olsa baskıcı Çin politikalarını kınıyor.

Amazon, Nike, Adidas, New Balance ve H&M gibi markalar, pamuk tarlaları ve fabrikalarında zorla işçi çalıştırılan Uygur bölgesi pamuklarını ürünlerinde kullanmayacaklarını bildirdi.

Batılı ülke ve firmaların ideolojik farklılık veya ticari rekabet saikiyle hareket ettiklerini iddia edebilir, samiyetlerini sorgulayabilirsiniz. “Zaten ‘pamuk ipliği’ gibi zayıf bir bağ var arada, onu da koparsalar ne olur ki?” diyebilirsiniz. 2 milyara yakın nüfusu ile ciddi bir tüketim potansiyelini kullanamamak, ucuz hammadde veya işçilikten mahrum kalmak gibi bir maliyeti var bu tavırların. Çinli’lerin eli de armut toplamıyor ne de olsa, onlar da karşı boykotla cevap veriyorlar.

Zulme uğrayanların dindaşı ve soydaşı Türkiye ise ne yaptı? Çin Dışışleri Bakanı’nın Türkiye’yi ziyareti sonrasında Çin resmi gazetesine göre “Sincan ile ilgili sorunların özünün terörizm ve ayrılıkçılıkla mücadele olduğunu vurguladı...” Üstüne, ziyaretin hemen ertesinde Ziraat Bankası’nın Çin’den kredi aldığı haberi geldi. “Bugün para alan yarın da emir alır” gibi bir söz vardı ama kim söylemişti acaba... Adeta Çin tarafı Türkiye’ye şöyle bir şarkı söylüyor:

“Kapat gözlerini, halkın bilmesin

Hazır senin için, dolar yeşil yeşil

Sözlerin ülkeme zarar vermesin

Hazır senin için, dolar yeşil yeşil...”

Tabii, bizimkiler de durur mu, şöyle cevap verirler muhtemelen:

“Gülünce gözlerinin içi gülüyor
Krediyi senden başkasından alamıyorum
Bilmem Uygur Türkleri neler söylüyor
Cesaretim yok ki, soramıyorum”

H&M’in (eyç-en-em diye okunur) yaptığını yapamayanlar, ‘Ey Çin’im...’ diyerek oradan medet umuyorlar. AKlaattin’in sinirli ampülü içinden Çin çıktı, iyi mi? Bu Çin artık üç direk hakkı mı verir, üç kazık fırsatı mı sunar bilemem. Havalimanları, gümrükler, gemi liman işletmeleri gibi stratejik noktalarda ortaklıklar ve işletim hakkı isteyebilir. Elimizi verip, kolumuzu kaptırmayalım sonra.

O sinirli ampül ki, sağa sola “eyyyy...” diye çıkışmasıyla meşhurdur, yakında “Eyyyyç en em! Sen kimsin ya!?” derse hiç şaşırmayacağız. Neden derseniz, Çin Büyükelçiliği önünde eylem yapmak isteyen bir grup Uygur Türkü, Ankara Valiliği’nden destek beklemişler. Destek nasıl gelmiş biliyor musunuz? Kaldıkları binanın önüne gelen polisler sokağı kapatarak dışarı çıkmalarını engellemiş. Gerekçe olarak güvenlik gösterilmiş ama yerseniz...

Yine, Çinli bakan Türkiye’de iken, onu protesto etmek isteyen ve insanları eylemine destek vermeye davet eden Doğu Türkistan Milli Meclis Başkanı Seyit Tümtürk enteresan bir şekilde durduruldu. Nasıl durdurulduğunu attığı tweetle şöyle ifade etti: “Hiçbir temaslı kişi ile irtibatım olmamasına rağmen, Çin Dışişleri Bakanı’nı Ankara’da protesto davetim sonrası, dün akşam itibariyle Hes kodum riskli olarak belirtildi. Şu an gayet sağlıklıyım. Fakat evde gözetim altındayım. Acaba Çin D.işl. bakanı Wang Yi giderse kodum düzelir mi?”

Doğrusunu isterseniz, korona öncesi dönemde HES denince aklımıza barajlar ve ırmağımızın akışını kesen setler gelirdi. Şimdi de insan akımının önüne set olarak HES kodlarını kullanıyorlar, inşaat kafası etkisi olmalı. Kimini kolluk gücü ile, kimini de kod’luk gücü ile durduracaklar artık demek ki... 
 

Şiir Hastaneleri

 

Evinde, televizyon karşısında oturmuş bir çocuk düşünün: Karşısında, haberlere çıkan çocuklar ellerinde virüsler, birbirleriyle şakalaşıyorlar, virüslerini bulaştırıyorlar, virüslerine mutasyon geçirtiyorlar, İngiltere, Güney Afrika, Brezilya ve Danimarka gibi varyantlarını çıkarıyorlar, aşılarını birbirlerine ikram ediyorlar...

O çocuk aklından geçiriyor: “bizim de yerli ve milli bir varyantımız olsa” diyor, “aşı bizde niye yok?!” diyor! “Gelecek, geldi...” derken kaybolan aşılardan bahsedenleri duyuyor ve hemen şarkıya başlıyor:

“Şimdi bana, kaybolan aşıları verseler

Şimdi bana, kanımda antikor vaat etseler
Şimdi bana, ‘ikinci dozu ister misin?’ deseler,
Tek bir doz bile istemeye hakkım yok...”

Çocuğun aklına takılan sorular geçen hafta itibarıyla cevabını buldu gibi. İl ve ilçe kongrelerinde lebaleb dolma sınırlarını zorlayan AKP, genel kongresini de aynı şekilde yaptı. “Kar virüsü öldürür, bir şey olmaz” dediler. Virüsün adı korona, kalabalıklar kâr ona. İki kışı devirdi, ne yapabildi kar ona? Her ilden otobüsler dolusu insan gelmiş, maske-mesafe dinlemeden otobüslerde halay çekilmiş, gelenler salona sığmamış, dışarılara taşmış. Bir de üstüne yatay çekim yapılıp kalabalık artırılmış mı? Bu da mı gol değil? Yeni bir varyant çıkarmak için daha ne yapılsın? Buradan yeni bir virüs varyantı çıkarsa, adını Askıda Korona Partisi (AKP) koyalım derim. Emeği geçenlere saygı duymak lazım, değil mi? Kampanya olarak duyurusunu da yaparız, böylece virüse ihtiyacı olan herkes gönül rahatlığıyla askıdan alabilir.

“Aşı bizde niye yok” sorusuna her gün farklı bir makamdan farklı bir cevap veriledursun, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bir gün gecikme ile kutladığı dünya şiir günü vesilesiyle  "Her türlü virüse karşı şiir bünyeyi güçlendirir, unutmayalım" diye bir mesaj yayınladı. Demek ki neymiş, virüs kapıp hastalanan kişilere şiir, vefat edenlere de aşir okuduk mu tamamdır!

Peki, her şiir her bünyeye iyi gelir mi? Biliyorsunuz, okuyanı hapse attıran şiirler de var, Allah muhafaza! Kişinin durumuna ve hastalığına göre, hangi şiirin hangi tonda okunması gerektiğini belirlemek bir uzmanlık işidir. Bu sebeple, ülkenin dört bir yanında behemahal Şiir Hastaneleri kurmak icap etmektedir. Şiir Hastaneleri, en az 5000 divanlı olmalıdır. Zamanın ruhuna ve Cumhur İttifakı anlayışına uygun olarak Kemalettin Kamu-İsmet Özel işbirliği ile inşa edilmelidir. İnşaatlarına bir servet-i fünun harcanabilir, neticede vezinden tasarruf edilmemelidir. Devlet tarafından mısra garantisi verilmeli ve ayrılıklar da sevdaya dahil edilmelidir.

Akla gelen her "tedayi" yöntemi kullanılmalıdır: ekmek bulamayana pastoral şiir, aşı isteyene iğneli sözlerle damardan bir hiciv verilmelidir. Bazı hastalıklarla mücadele ancak hariçten gazel okumak suretiyle yapılabilir. Baktın hastalık pik yapıyor, hemen epik şiir tedavisine geçilmeli, ikinci dalga geldiğinde de ikinci yeni akımı başlatılmalıdır. Şiirlerde gece ölçüsü kullanılabilir. İlle de aruz vezni kullanılacaksa “mesafelûn, mesafelûn, mefilyasyon, maskelûn” kalıbı tercih edilmelidir.

Hastanede çalışan hanım görevlilere hemşiire, erkeklere de hemşiir denilecektir. Çalışanlar, meta’four olarak “tek şiir, tek kıta, tek kafiye, tek vezin” rabiasını okuyarak işlerine başlayacak ve tedavi süresince  seslerinin “betone” olmasına özen göstereceklerdir. Tema’ografi bölümü teşhis ve intak için kullanılacaktır. Diyelim, inşaat-atak geçiren bir hastada “kâr ona” virüsü teşhis edildi, hemen kendisine “rantların ölümü” şiiri okunmalıdır.

Okunan her duygulu şiirde gözler muhakkak dolar, o yüzden şiir hastanelerinde de fiyatlandırma dolar üzerinden yapılacaktır. Ha, unutmadan; ihale sadece “beş İhaleciler” ve “yedi yedi doymadı meşaleciler” gruplarına verilecektir, başka kimse heveslenmesin...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/siir-hastaneleri_539612

Sözün Bittiği Yerler...

 


Siyaset alanında ve habercilikte sıkça kullanılan bazı deyimler ve atasözleri vardır, en çok kullanılanlardan biri “sözün bittiği yer”dir.

Gün geçmiyor ki, bu sözü söyletecek bir olayla karşılaşmış olmayalım. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın zamanlarda yaptığı konuşma metninin aynısını dört yıl önce dönemin başbakanı Binali Yıldırım’ın kullandığı ortaya çıkınca, iktidar cenahında söylenecek söz kalmadığı için kelimenin tam anlamıyla sözün bittiği yere varıldığı şakaları yapıldı.

İstanbul Havalimanı işletmecileri, verdikleri kira sözünü tutamayacaklarını anlayıp erteleme isteyince Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı “DHMİ Genel Müdürlüğü tarafından işletilen havalimanlarında; havayolu, yer hizmet kuruluşları ve ticarî hacim işleten kiracılar için pandemi nedeniyle 2020 yılı içerisinde düzenlenen ve vadesi 31.01.2021 tarihine ötelenen kira bedeli faturalarına ait tutarlar iptal edilecek ve 2021-2022 dönemine ait kira bedelleri 2 yıl boyunca yüzde 50 indirimli uygulanacak” şeklinde açıklama yaptı.

İptal edilen miktar, bir milyar 45 milyon euro’ya tekabül ediyor, Mars’a yumuşak iniş yapan Perseverance projesinin bütçesinin 2.7 milyar dolar olduğunu hatırlatalım. Yumuşak iniş deyince aklıma geldi, Türkiye Kömür İşletmeleri’nin kozmetik ürünleri ürettiğini biliyor muydunuz? Ben yeni duydum. Yaklaşık 7 milyon lira harcarayarak imal ettikleri, tüy dökücü, cilt kırışıklığı önleyici krem ile şampuan gibi 11 farklı kalemdeki kozmetik ürünlerinin satışını yapamadıkları için kamu kurumlarına hediye ettiklerini açıkladılar. Kurumlar ihtiyaçlarına göre hediye aldılarsa en çok “gözaltı” kremini Emniyet Genel Müdürlüğü almıştır diye düşünüyorum.

Devletin alımını iptal ettiği kiralara, yapımına 750 milyon dolar harcandığı söylenen dinozorlu park maliyetini eklersek neredeyse Mars projesinin parası çıkıyor. Eee, arayan gökyüzünde Merih bulur, (Mars’ın bir diğer adı Merih’tir) biz de Boğaziçi’nde Melih Bulu ile iktifa edelim. “Esnafla birlikte Boğaziçi’yi yükselteceğiz” demişti, ama esnaf şu sıralar kan ağlıyor. Lokantalar, kafeler ve pek çok işyeri kısıtlamalar sebebiyle zor anlar yaşarken kiralarını iptal eden olmuyor maalesef.

Bütün esnaf kan ağlamıyor tabiî ki; devletin, müteahhitlerine kullanım garantisi verdiği projelerin garanti ödemelerine pandemi işlemiyor meselâ. 2020 yılının neredeyse üçte birinde sokağa çıkma yasağı uygulandı, ama o günler için de garanti işlemeye devam etti. Şahane, değil mi?

Lebaleb kongreler

Sözün bittiği bir başka yerse AKP kongreleri. Pandemi yasakları sebebiyle kapalı olan veya kısıtlı bir şekilde hizmet verebilen işletmeler varken, düğün, nişan ve cenaze gibi organizasyonlarda kişi sınırlaması uygulanıyorken, maçlar seyircisiz oynanıyorken, toplantı ve yürüyüşlere izin verilmiyorken maşallah bu kongrelerde iğne atsan yere düşmüyor. 7/24 maske mesafe uyarısı yapan merciler buraları uyarmak şöyle dursun, kalabalıkla övünüyor. Salonları “lebaleb” doldurdukları için kendilerini tebrik ediyor. Sanırsın pek çok aday kıyasıya bir mücadele veriyor, demokratik bir atmosferde seçim heyecanı yaşanıyor, adayını desteklemek suretiyle heyecana ortak olmak isteyenler salonu dolduruyor! Aday belli, liste belli, kazanacak olanlar belli. Bu belli olanların dışında aday olmak isteyenlerden bazılarının salona alınmadığı ve hatta gözaltına alınanların olduğu haberleri var.

Bu kadar özgüven neyden kaynaklanıyor olabilir ki? Acaba diyorum, o salonları dolduran herkes aşılandı da bizim haberimiz mi yok? Parmakları ile dört işareti yapmaları, dördüncü fazına geldikleri bir aşı kullandıklarını gösteriyor olabilir mi? “Tek enjektör, tek aşı, tek doz, tek biz” formülasyonuyla ifade edebilecekleri bir “fazia” yoksa, o kalabalıklar virüs faciasına sebep olur Allah muhafaza...

“Kapansın lokantalar, restoranlar, kafeler 

Lebaleb dolsun kongreler

Yaparsa kongreyi Ak Parti yapar

Virüsü sade vatandaş kapar

Benden duymuş olmayın

Bu hamle esnaftan ters teper”

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/sozun-bittigi-yerler_537399

Üye kürküm üye...

 

Konu ile ilgili Yiğit Özgür Karikatürü

İktidar partisi son zamanlarda üye sayısını artırma hususunda fevkalade bir gayret sarf ediyor. Cafcaflı kutlamalarla yapılan üye kabul törenleri virüs yasaklarını bile dinlemiyor, başlama tarihlerini bile kendine göre ayarlatıyor. Hatırlarsanız, 12 Eylül’de yürürlüğe girecek olan düğün ve toplantı yasaklarının başlama tarihi, İstanbul Valiliği’nin kararıyla 14 Eylül’e alınınca o haftasonu kabul töreni yapılabildi.

Teşkilatlara üye sayısı konusunda belli hedefler konmuş olmalı ki hummalı bir şekilde çalışıyorlar. Çocuğunun lise kaydını istediği okula alma karşılığında veliden en az 50 üye kaydı isteyenler varmış. Yakınlarına “Bizim kayıt olduktan sonra bir iki hafta içinde e-devlet üzerinden kaydınızı sildirebilirsiniz” diyerek listesini oluşturmuş bazıları. Acaba hangi okul için ne kadar üye isteniyor, Bağcılar’da 50 üye bulmak yeterli iken Beşiktaş’ta en az 200 üye istenebilir mi, başvuru nereye yapılıyor tam olarak? Bir zamanlar bankaların peynir ekmek gibi dağıttığı kredi kartları için de banka çalışanları aynı şeyi söylüyordu: “sen başvur, kartın gelsin hemen iptal edebilirsin” Demek ki maksat zevahiri kurtarmak, patronlardan iltifat koparmak.

Toplumsal Külliye Eşitliği...

Üye kazanmak için farklı bir promosyon deneyen Rize Çayeli teşkilatı mahalli basına “Üye olun külliyede 1 gün geçirme fırsatı yakalayın” başlıklı bir ilan vermiş. Öyle ya, bin küsur sayıda odası var, her bir odaya günde 10 kişi götürülse toplamda 10 bin kişi yapar, fena bir rakam değil. Zaten, üyesiz bir külliye düşünülemez. Külliye kelimesinden “ü”, “y” ve “e” harflerini çıkarırsak geriye kalan harflerle oluşturulabilecek kelime “kill” olur ki, hafazanallah, öldürmek anlamına gelir İngilizce’de.

Üye olan, olmayan herkesin kafasını karıştırmıştır bu haber. Bunca yıllık mevcut üyeler gidememişken yeni üyelerin ayağının tozunu “Külliye”ye bulaştırması hiç yakışık alır mı? Sonra, hani bu külliye bütün milletindi? Üye olan girip bir gün geçirecek, üye olmayanlar da seyredecek, öyle mi? Ne demişler, “biri küllî yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar...” Nerede kaldı toplumsal Külliye eşitliği? İlla bir Beştepe Sözleşmesi mi hazırlamak lazım?

Şahsî kanaatimce, Külliye ziyaretleri ile taltif edileceklerin tespiti için bir puanlama sistemi getirilebilir. Yüksek puan toplayan ve başvuran herkes ziyarete hak kazanabilir. Sosyal medya paylaşımlarından tut, devlete karşı olan tutumuna kadar pek çok konuda puan kazanılabilir. Tweetle Reis’i övmek 10 puan kazandırırken AKP üyeliği 100 bin puan kazandırabilir meselâ... Trafik cezası yememek, vergilerini zamanında ödemek bonus puanlarla ödüllendirilirken, yakın akraba veya konu komşunun kişi hakkındaki ihbarları ciddi puanların silinmesine sebep sayılabilir. Kısaca, meşhur Şirinler çizgi filminin başında söylendiği gibi “iyi ve uslu bir vatandaş olursanız siz de Külliye’yi görebilirsiniz” diyelim.

Vatandaş puanlama sisteminin işletilebilmesi için ihaleye çıkmak lazım olacak tabi... Diyorum ki, madem konu Beştepe ile ilgili, mahşerin beş atlısı olarak bilinen beş tane yerli ve millî ihale canavarı şirkete bu işi direkt verelim, nasıl olsa onlardan başkası alamayacak, boşuna zaman ve para kaybetmeyelim. Puanlama sistemini kurup 49 yıl boyunca işlettikten sonra sistemi devlete teslim ederler. Her sene artan bir puan garantisi de verilirse, tadından yenmez...

Sade, Gümüş ve Turkuvaz üyelikler...

Şimdi diyeceksiniz ki bu Külliye ziyaretlerinde bu kadar çekici ne var, insanlar neden oraya gitmek istier? İki hafta önceki yazımızda Külliye’ye götürülen Hazine ve Maliye Bakanlığı çalışanlarının bile aç bırakıldığı ve su haricinde herhangi bir ikramda bulunulmadığına dair bir haberden bahsetmiştik. Takdir edersiniz ki, “ne kadar ekmek o kadar köfte” şeklinde tanımlanan denklem burada da geçerli olabilir. Puanlama sistemine mesnet teşkil edecek olan parti üyeliğinde bir düzenleme yapılamaz mı? Sade üye, gümüş üye, turkuvaz üye gibi çeşitli kademelerde üyelikler ihdas edilip her bir üyelik tipinin yararlanabileceği farklı imkanlar tertip edilebilir. Sade üyeler ziyaret boyunca sadece su içebilirken, gümüş üyeler ejderli sumuti ve starex meyvesi ikramlarından faydalanabilir. Turkuvaz üyeler ise ikram menüsünü “full” alabilirken muhalefet liderlerinin maketlerini taşlayabilir. Tabii ki korona günlerinde olduğumuz için her taşlama için daha önce kullanılmamış taş paketi kullanılacaktır. Malum, “tedbirden tasarruf olmaz...” Haydi bakalım, üye kürküm üye!

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/uye-kurkum-uye_528772

Öne Çıkan Yayın

İthalya Cumhuriyeti

  İthalya Cumhuriyeti Bundan çok çok zaman önce, buradan uzak mı uzak bir ülke varmış. İyi-kötü, kendi ihtiyaçlarını üretebiliyor ve kimse...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: