Bu Blogda Ara

Arşiv

doktor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
doktor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Doktor Nasıl Kalsın?

 

Doktor Nasıl Kalsın?
İbrahim Özdabak Karikatürü

Önceki yazımızda hastaların MHRS üzerinden randevu alma sıkıntılarından bahsettik.

Sistemin yapısında problemler var, anlamsız iptaller ve hatalar insanları bıktırıyor. Bürokratik işlem kalabalığı sebebiyle bazı süreçler yavaş ilerliyor. Bunun yanında, her bir hastanın, uzmanlık gerektiren branş doktorlarına doğrudan müracaat edebilmesi o doktorların kapılarında yığılmalara sebep oluyor.

Diyeceksiniz ki, her bir hastanın istediği hastane ve doktordan randevu alabiliyor olması iyi bir şey değil midir? Evet, bir insana piyangoda büyük ikramiyenin isabet etmesi zahiren iyi görünebilir fakat aynı piyangoda yüzbinlerce kişi büyük ikramiyeyi paylaşıyorsa ikramiye küçülür ve ona erişmek de beklemeyi gerektirebilir.

Ülkece yaşadığımız iktisadî ve beşerî zorluklar doktorları ve sağlık çalışanlarını da etkiliyor. Uzun çalışma saatleri ve nöbetler onları zaten yeteri kadar yormuyormuş gibi, bazı hastalar ve hasta yakınları tarafından şiddete maruz kalabiliyorlar. Son yıllarda memleketimizde akrabalık/yakınlık ilişkileri ve torpil gibi unsurların, iyi bir mevki ve hatırı sayılır bir kazanç elde etmede tahsil ve beceriden çok daha faydalı olduğunun keşfiyle birlikte, tahsilli insanlara karşı bir itibarsızlaştırma meyli müşahede edilmektedir. Bu itibarsızlaştırma operasyonlarından en çok nasibini alan gruplardan biri de maalesef doktorlarımızdır.

Bütün bunların üstüne, düşük maaşları da eklenince katlanması zor bir durum ortaya çıkıyor. İki yanlıştan bir doğru çıkmayacağını söyleyenler olmuştu ama dört beş yanlışı birden irtikap edip doğru bir sonuca ulaşamayacağımızdan kimse bahsetmemişti. Yaşayarak öğreniyoruz.

Randevu bulma zorluklarının tamamına sabrederek doktor kapısına dayanan hastalar randevu saati geldiğinde de kapıda isminin yazılmasını bir süre daha beklemek durumunda kalabilir. Önceki günden randevusu olduğu halde gününde/saatinde bakılamamış hastalar, yaptırdığı tahlillerin sonucunu göstermeye gelenler ve randevu almadan hastaneye gelip, aralara ismini yazdırabilme önceliğine sahip insanlar çıkar, randevulu hastamız bekler de bekler. Kimi hastalar, işyerinden kısıtlı bir süre için izin alabildiğinden, ismi bir müddet yanmayınca muayene olmasa bile gitmek zorunda kalır ve istatistiklere “randevusuna gelmeyen hasta” diye eklenir.

Doktorun yanına girme şansı bulan hasta elini biraz çabuk tutmalıdır. Bazı branşlarda muayene için ayrılan süre 10, bazılarında 5 ve hatta yoğun branşlarda 2 dakikaya düşmüş durumda. Doktor bu kısa süre içerisinde hastanın hem bütün şikayetlerini hem tıbbî hikayesini ve gerekirse hastanın ailesinin genetik unsurlarını dinleyecek, yapılmışsa tetkik ve tahlil sonuçlarına göz atıp hastanın durumunu değerlendirecektir. Tabii ki, bu arada birileri odaya girip muayeneyi sabote etmezse!

Doktor bulma şansının çok az olduğu branşlardan biri olan cildiye randevuma hasta olarak gittiğimde, muayene esnasında, önce destursuz açılan kapıdan bir teknisyen girip klimayı inceledi. İki dakika sonra bir hemşire içeri daldı ve annesi için ilaçlar yazdırdı. O gittikten hemen sonra doktorun kullandığı azot gazı tüplerini değiştirmek için başka bir görevli geldi. Odaya serbestçe girilip çıkıldığını görüp içeride hasta olmayabileceği umuduna kapılan veya sadece merak saikiyle kapıyı açıp bakan hastalar oldu. Hasta-doktor mahremiyetine gösterilen saygı göz yaşartıcı seviyede, anlayacağınız.

Acizane tavsiyem; doktora aktaracağınız önemli bilgileri randevu saatinden önce not ediniz, gerekirse muayene esnasında notları gözden geçiriniz. Bu iş yoğunluğunda çalışan doktor, hastaların hangi birinin durumunu aklında tutup takip edebilir? Bir an önce hastayı gönderip yenisini almayı doktora sistem dayatıyor. Hasta ve tetkik işlemi sayısı arttıkça sosyal güvenlik kurumundan gelir akıyor sisteme.

Sigortası olmayan, randevu bulamayan, iş saatlerinden feragat edip doktora gidemeyenler de acil servislerine hücum ediyor. Doktor bir kardeşimiz, acil nöbeti sırasında sabah 04.00 civarlarında 600’e yaklaşan sayıda hasta kabul ettiğine dair dramatik bir sıramatik resmi göndermişti.

Geçen hafta “doktor doktor kalsana...” dedik ama insani şartlarda çalışabileceği, can tehlikesi olmayan, işinin hak ettiği maaşı alabileceği özel hastaneler ve yurtdışı imkânı varken, kalmayı seçmek de fedakârlık istiyor. Doktorlar, bize kendi üslubumuzla cevap veriyor:

“Uzun uzun kuyruklar

Dövülüyor doktorlar

Ben ülkede nasıl kalayım

Doysun kâra müteahhitler”

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/doktor-nasil-kalsin_597077

Doktor doktor kalsana...

Doktor doktor kalsana
Ergin Asyalı karikatürü

 

Ülkedeki diğer pek çok emsali gibi sağlık sisteminin de hâli içler acısı.

Öncelikle, kullanıcıları olan hastalar sistemden şikayetçi. Bütün vatandaşlar değil tabii, eskiden doktor bulamıyorken bugün dövebileceği doktor seçeneklerinin artmasından memnuniyet duyduğunu söyleyenler de var.

Özel hastanelere gitmek ateş pahası. Sadece muayene ücretleri bin liraları geçiyor. Kan tahlili, röntgen, ultrason gibi basit işlemlerin ücreti, asgarî ücretin yarısına tekabül edebiliyor. Yatış ve ameliyat masraflarına ise maaş yetmez. Özel sağlık sigortası olmayan ya da çalıştığı kurumdan sağlık yardımı almayan vatandaşlar için uğranabilecek yerler değil.

Devlet hastanelerinden randevu alalım diyenler aylarca beklemeyi göze alacak. Gastroenteroloji gibi ileri ihtisas bölümüne gitmek isteyenlerin vay haline! Doğrudan randevu alınamaz, bir dahiliye mütehassısının sevk etmesi gerekir. Dahiliye randevusu çantada keklik değil ki, onun için de 15 gün, bir ay kovalamak lazım.

Randevu demişken, püf noktalarını sayalım: 182’yi arayıp şansınızı deneyebilirsiniz ki büyük ihtimalle randevu bulamayacaksınız. Hemen internet sayfası veya mobil uygulaması üzerinden gitmek istediğiniz hastane, bölüm ve doktor seçimini yapıp randevu arayınız. Randevu yoksa, sistemde boşluk oluştuğunda size haber verilebilmesi için alarm oluşturabilirsiniz. O alarma çok da bel bağlamayın ama belli mi olur... 182’yi aradığınızda, randevu yoksa sistemde yeni kayıtların ne zaman açılacağı bilgisini öğrenebilirsiniz.

O günün sabahı için saat 09.58’e hatırlatıcı bir telefon alarmı kurmayı unutmayınız. 09.58 dediysem, hastane-bölüm-doktor seçimi yapıp ara butonuna basmaya hazır olacak kadar bir süre öncesine kurmanız yeterlidir. Sistemde yeni kayıtlar sabah 10.00’da açılıyor çünkü. Sistem saati 10’u geçince butona basıp hemen bulduğunuz ilk randevuyu kapıyorsunuz. Saatler arasında seçim yapma lüksünüz olmayabilir, metrobüste boş koltuk kapma yarışı gibi düşününüz. Saniyeler içinde randevular bitebilir.

Birine odaklanıp hemen seçmeniz şansınızı artıracaktır.

Aylar sürebilen ısrarlı takiple doktor karşısına çıkınca işiniz bitmiyor. Tahlil, görüntüleme veya tıbbî testler gibi işlemleri yaptırmanız gerektiği söylenecek ve yeni bir macera başlayacak. Tahliller yine aynı gün yapılabiliyor da görüntüleme gerekiyorsa geçmiş olsun! Kaç ay bekleyeceğiniz bahtınıza kalmış. Diyelim, üç ay sonrasına gün verildi, -bu arada hâlâ rahatsızlığınız devam ediyor- tedaviyi bırakın teşhis bile tamamlanmadı. İşlemin olduğu gün veya ona en yakın tarihe bir doktor randevusu almalısınız. En yakın tarih olarak işlemden 10 gün sonrasına gün bulabildiyseniz, buna da şükür dersiniz.

Sabırla o üç ayı da beklediniz, görüntüleme randevunuzun olduğu gün gidip işlem için sıra numarası aldınız ve sıra size geldi. Sürprize hazır olun; işlem talebinin üzerinden uzun zaman geçtiği için ilgili bölümün talebi yenilemesi gerektiği size söylenebilir. Bölüm sekreteryasına gidip durumu anlatırsınız, doktorun onay vermesi gerektiğini aktarırlar.

Poliklinik danışmasına gidip kayıt açtırmanız şarttır. Poliklinik danışması ana baba günü gibidir. Yine bir sıra numarası alıp beklersiniz ve sıranız geldiğinde kayıt açtırmak istediğinizi söylersiniz.

Randevunuz olmadan kayıt açamayacaklarını söylerler, baştan durumu anlatmaya başlarsınız.

Danışmadaki görevli muhtemelen ne yapılacağını bilemez ve bilen bir abla/abinin gelmesi beklenir.

Öyle-böyle, kayıt açarlar ve bölüm sekreteryasına gönderirler. Oradan işlem talebi yenilenir ve işlemin yapılacağı birime gidip tekrar sıra numarası alır ve işleminizi yaparsınız.

Sonucu doktorla görüşmek için randevu gününü beklerken, randevudan bir veya bir kaç gün önce, MHRS’den gelen bir SMS ile şok geçirebilirsiniz: Yakın zamanda aynı bölüm için bir hastane ziyareti gerçekleştirdiğiniz anlaşıldığından randevunuzun iptal edildiğini anlatmaktadır! Şaşırırsınız, çünkü böyle bir ziyaret gerçekleştirmiş olsanız ilk sizin haberiniz olurdu. E-nabız sistemini kontrol ettiğinizde görüntüleme/tahlil işlemi yaptığınız saatte bir doktor ziyareti kaydı işlendiğini görürsünüz. Hasta hakları ile görüşmeler hak getire, bir sonuç çıkmaz. CİMER’e yazarsınız, düzgün bir cevap alamazsınız.

Hastane danışma masalarındaki memurların insafı ve hasta yoğunluğuna göre, sizi arada bir yere sıkıştırırlarsa şanslısınızdır. Değilse yeni bir randevu kapma macerası sizi bekliyor. Gastroenteroloji bölümüne danışabilmeniz için size tanınan süre 3 ay idi, o süreyi aştıysanız veya provizyonu uzatmadıysanız ilk aşama olan dahiliyeden tekrar başlamanız gerekir.

Yukarıda anlatılan senaryo bir “Güldür Güldür Şov” skeci veya “Olacak O Kadar” parodisi değil.

Maalesef çoğu benim bizzat yaşadığım (randevu iptali hariç, onu ben yaşamadım) veya çevremdekilerin şahsen karşılaştığı olaylardır.

Vatandaşlar olarak, yurtdışına gitmek isteyen doktorlara sesleniyoruz:

“Doktor doktor kalsana

Randevuları açsana

Sıhhat elden gidiyor

Çaresine baksana”

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/doktor-doktor-kalsana_596847

Sahte Doktor

 

Yiğit Özgür Karikatürü
 
Sahte doktor haberi gündemden düşmedi, her gün başka bir ayrıntısının ortaya çıkmasıyla adeta yeni baştan yazılıyor.

Üniversite sınavını kazanamadığı halde, ailesine tıp fakültesine yerleştiği yalanını söylemesiyle başlıyor hikaye. Yalanı sürdürebilmek adına sahte sonuç kağıdı düzenlemiş, yalanını yaşayabilmek adına yurda taşınmış, hatta sahte kartlar oluşturup okula gidip gelmiş. Akabinde, bir hastanede asistan doktor gibi takılmaya başlamış ve bazı ameliyatlara gözlemci olarak da katılmış. Anlaşıldığı kadarıyla hasta kabulü yapmamış ve bu iş için bir maaş almamış. Bazı hastalara yapılan müdahalelere gerçekten katıldı mı yoksa doktormuş gibi görünmek için mi bir hastaya dikiş yaparmış gibi resim çektirdi bilemiyoruz. Kendine, doğum gününde, okulundan gelmiş gibi çelenk gönderen birinden o da beklenir sonuçta. Whatsapp yazışmalarında uzun nöbetlerden, hasta sayısının çokluğundan, ameliyatların zorluğundan şikayet etmiş. Sahtesi bile canından bezdiyse, gerçek doktorlarımız ne durumdadır, siz düşünün. 

Sahte doktou ayıplayanlar olduğu gibi, haberi “helal olsun” diyerek karşılayanlar da var. Memleketimizde dolandırıcılığı bir zeka göstergesi sayıp dolandırıcıyı takdir edenlerin sayısı az değil maalesef. Zamanında, Motorola’yı dolandırdığını duyduğu için Cem Uzan’a oy verenler oldu, Amerikalıları kandırdıysa kafası çalışıyordur diyerek. “Gerçekten dolandırdıysa, sana bana neler yapmaz” sorusunu sormadılar tabii...

Her meslekte bir sahteci haberi var neredeyse. Avukat, savcı, öğretmen, polis, asker... Hatta kaymakam ve vali gibi davrananlar oldu. Neden, çünkü okumak ve diploma sahibi olmak uzun ve meşakkatli. Bitirenler ne yapıyor, sınavdan sınava koşuyor ve atanmayı bekliyor. Atananlar, çalışma şartlarının ağırlığından-ücretlerin azlığından şikayetçi.

Hukukun işlemediği bir yerde, adamı olan ya da parasını kullanarak adamını bulan her türlü dalavereye bulaşabilir. Mallarına ihtiyati tedbir konulan kara para aklayıcısı parasıyla birlikte yurtdışına çıkabilir, uyuşturucu baronları bir anda tahliye olup kaçabilir, mafya babaları milletvekillerini maaşa bağlayabilir vs.

Kendi sahte belgesini üretenler, sıkı bir teftişle diyelim ki kolayca yakalanabiliyorlar... Hiç okula gitmeyenlere bile, para karşılığında gerçek üniversiteden mezun olmuş gibi diploma hazırlayanlar var. Bunları tespit etmek daha zor. Peki, üniversite sınavlarında, eksi sayıda neti olup baraj puanının kaldırılması sebebiyle okullara yerleşenlere ne demeli? Sayıları ve kontenjanları plansız ve programsız bir şekilde artan üniversitelerde, doğru düzgün bir eğitim aldığından emin olamadığımız kişiler mezun olup iş hayatına atıldığında ne yapacağız?

Çözüm olarak küçük bir test yapmayı önerenler var. Doktora gittiğimizde tıbbi bilgisini ölçen bir kaç soru sorabilirmişiz. Aklıma, şu fıkra geldi: Seksenli yılların öncesinde, Karslı ve Erzurumlular ideolojik olarak pek anlaşamazlar, sağ-sol kavgaları olur. Kars’a giden bir yolcu otobüsünü Erzurum’da gençler durdurur. Gençlerden biri, dinini bilip bilmediğini ölçmek maksadıyla Karslı bir yolcuya “Hele Ayet-el Kürsi’yi ohu bahalım gardaş!” der. Yolcu Ayet-el Kürsi’yi bilmediğini ancak “Kulhü’yü” okuyabileceğini söyler ve okumaya başlar. Soran genç, kendi arkadaşına seslenir: “Zeçi ağabey, hele bir dinle, bakah gulhü’yü doğru ohir mi?”

Diyelim doktorlara soru sorduk, verecekleri cevabı değerlendirebilecek miyiz? O seviyedeysek zaten, bizim doktora ihtiyacımız olmadığı anlamına gelmez mi... Sonra, doğru cevabı ile birlikte soruları sosyal medyadan paylaşmanın mantığı olur mu? Dolandırıcılar da bu memlekette yaşıyor ve onlar da bu paylaşımları rahatlıkla görüp öğrenebilirler. Neyse, Rabbim hepimizi, tahsili ve diploması olmayıp kendine bir uzmanlık alanı ihdas edenlerin verebileceği zararlardan muhafaza etsin...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/sahte-doktor_574132


"Saldım Çayıra Mevlam Kayıra..."

 

Saldım çayıra mevlam kayıra
İbrahim Özdabak Karikatürü

İktidar partisinin problem çözümüne dair yaptığı şeyler, çoğunlukla çözüm bulma veya problemin kökünü bulup onu ortadan kaldırma niyetli değil.

Sorumluluğu üzerine yıkacak bir günah keçisi bulup oraya yönlendirebilirlerse ne âlâ... Bulamazlarsa, ya günü kurtarmak için hesapsız plansız işlere girişiyorlar ya daha büyük bir problem oluşturup öncekini unutturmaya çalışıyorlar. Olmadı, “bizim işimiz kötüyse rakibinki daha kötü olsun” diyerek işi yolunda gidenleri durdurmaya çalışıyorlar. Kendi evinin elektriği yok diye şikayet eden hane efradını susturup, bak kimsede yok diyebilmek için bütün binanın elektriğini kesmek gibi...

Diyelim, gıda ve tarım ürünlerinde pahalılık var. Temel problem üretimimizin azalmış olması. Muktedir abilerden Binali Yıldırım çıkıp diyor ki “Maliyetler, mazot ve gübre yüksek diye düşünmeyin, ekebildiğiniz kadar ekin kardeşim.” Halk arasında söylenen “saldım çayıra, mevlam kayıra” sözünün canlı misali. 

Halbuki, sen iktidarsın, ülkenin ihtiyacını analiz eder, üretim kapasiteni gözden geçirirsin. İhtiyacı karşılayacak kadar değilse, kapasiteni geliştirmenin hesaplarını yaparsın. Gerekiyorsa, teşvik ve destek paketlerini açıklayarak üretime yönlendirirsin. “Kervan yolda düzelir” mantığıyla hareket eden çavuşların işini ne kadar bildiği malumdur. Elde, avuçta bir şey kalmaması riski var. 

Türkiye’ye yatırım yapmaları hususunda yabancı yatırımcıları teşvik etmek isteyen Hazine ve Maliye Bakanı Nebati şöyle dedi: “Bir problem yaşadığınızda bize hemen ulaşırsınız. En sevmediğim konu da şu; yatırımcılara zorluk çıkaran mevzuat ya da bürokrasidir. Hep beraber kavga edelim, bürokrasiyi alaşağı ederiz, arkamızda cumhurbaşkanımız var rahat olun, mevzuatı da değiştiririz. Cumhurbaşkanlığı sisteminde hızlı adımlar atıyoruz…” Günlük acil sıcak para girişi problemini çözmeye çalışırken, “parayı veren düdüğü çalar” fıkrasına nazire yaparcasına, hukukun işlemediği ve yerleşik kuralların hiçe sayılabileceği bir ülke görüntüsü çizdi. 

Hukukun işlemediğinden bahsetmişken, hakkını yemeyelim, İçişleri Bakanı Soylu daha önce “Bir uyuşturucu satıcısını gördükleri zaman, beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler, o uyuşturucu satıcısının ayağını kırmayan polis görevini yapmamış demektir. Benim ülkemin gencinin canına mal olacak, onu zehirleyecek ve aileleri huzursuz yapacak bir kişiye gereğini yerine getiren suçunu bana atsın” ve “Muhtarlarımız diyor ki ‘Efendim şurada metruk bina var burada metruk bina var. Ama mahkeme kararı var yıkamıyoruz.’ Ya arkadaş sen gece yık, mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin” demişti. 

Sıradaki örneğimiz, iktidarın dümen suyundan giden birinden: İstanbul Taksiciler Esnaf Odası Başkanı, ihtiyacı karşılamadığı için taksi sayısının arttırılması talebine karşılık olarak taksi ücretlerinin yükseltilmesi gerektiğini iddia ederek “..taksi yolcusunda azalma olur, taksi ihtiyacı varmış gibi hissedilmez” dedi. Vatandaşın taksi ihtiyacını çözmeyi değil, hizmeti ulaşılmaz kılarak ihtiyacı düşürmeyi hedefleyen bir bakış açısı. 

Üniversite sınavlarında tercih yapabilmek için gerekli baraj puanı geçemeyen öğrencilerin neden başarısız olduğunu irdelemek yerine barajı komple kaldırdılar, yakında sınavları da iptal edebilirler bu gidişle.

Doktorlar başta olmak üzere, yetişmiş insanların yurtdışına göç etmesi konusunda bir iktidar mensubu, yurtdışına gidişleri zorlaştıracak mevzuat düzenlemeleri yapılması gerektiğini söylemişti. Yani bu adamlar neden kaçmak istiyor, şikayetlerinin kaynağını ortadan kaldıralım demek yerine kapıları kapatalım, kimse kaçamasın düşüncesi... 

Doktorların şikayet ettiği başlıca şeyler; uzun nöbet süreleri, haddinden fazla sayıda hasta ile çok kısa sürede ilgilenme, canlarını tehlikeye atabilecek seviyede şiddete maruz kalma, haklı-haksız çok sayıda malpraktis davaları ile uğraşma, maaş ve emeklilik gibi özlük hakları ile ilgili şikayetler. Aile hekimlerinin azlığı ve sevk zincirinin işletilmemesi sebebiyle uzman hekimlerin üzerine yığılan hasta sayısı da cabası...

Sonra, en tepeden “Varsın gidiyorlarsa gitsinler, bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorlarımızı buralarda istihdam eder, buralarda yola devam ederiz” çıkışı geldi. Tıp bayramı olarak kutlanan 14 Mart’ta verilen müjdeler bir geri dönüş işareti olarak algılandıysa da doktorları pek tatmin etmişe benzemiyor. 18 Mart tarihi itibarıyla, TUS’la girilebilecek asistan kadrosu sayısı, önceki senelerde açılanın 5 katını geçerek 17266 olarak açıklandı. Senelik yaklaşık 16 bin tıp öğrencisinin mezun olduğu düşünülürse, açıkta hiçbir mezun kalmadan hepsi bir uzmanlık eğitimi alabilecek. Hocaların sayısı, hastanelerin sayısı ve büyüklüğü aynı kalmışken, bu eğitim hakkıyla nasıl verilecek, Allah bilir. Anlaşılan, “yeni bitiren doktorlarımızı buralarda istihdam” konusu hayata geçiyor. Hepimize geçmiş olsun. Yarım yamalak doktor görmeye alışsak iyi olur.

Doktor kelimesinin yarısı Tor olur, elindeki çekici etrafa sallayan mitolojik varlık Thor’u hatırlatır. Elinde çekiç olan, her şeyi çivi gibi görürmüş. Ne diyelim, yarım ekonomist maldan, yarım “dokthor” candan eder...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/saldim-cayira-mevlam-kayira_560711

Doktorba Yasası


Doktorba Yasası

Mevcut iktidar, problem teşkil eden hususları bertaraf etmek için ilginç çözümler üretiyor. İşine gelmeyen ve doğrudan müdahale edip değiştiremeyeceği kararları yok hükmünde sayıyor, mercileri tanımadığını veya saygı duymadığını ilan ediyor. Gözünü kapamakla her yerde geceye erişeceği zehabında. Müdahale edebildiği yerlerde ise işi kökünden halletme yoluna gidiyor, vücuttaki yaralardan kurtulmak için yaraları kesmek gibi bir şey. Meselâ,  milyon liralarca yolsuzlukların tespit edildiği Sayıştay denetimleri mi geldi, hemen denetimden sorumlu kişiyi görevden alıyor. Enflasyon mu taştı, hiç dert değil, Enver Taştı’yı (enflasyon hesaplamasından sorumlu TÜİK başkan yardımcısı –idi-) uzaklaştırıyor. Ekonomik kriz mi geldi, hemen fiyatların yükselmemesi için talimat veriyor, “topyekûn-feyekün” modeli müdahalelerin ekonomide doğuracağı muhtemel kötü sonuçları umursamadan anlık göstergelerde kendisini rahatlatacak adımlar peşinde. Birbiriyle ilgisiz hususları bir torba içerisine doldurup kanun teklifi olarak Meclis’ten geçirmeye çalışıyor. 

Son torbalardan biri de OHAL dönemi içerisinde KHK ile işten atılan doktorlarla ilgili. Sağlıkta şiddeti önleme torbası içerisinde şöyle bir madde var: “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu için kamu görevinden çıkarılan tabipler, diş tabipleri ve tıpta uzman olanlar, sadece sosyal güvenlik kuruluşu ile sözleşmesi bulunmayan sağlık kuruluşlarında veya muayenehanede çalışabilecek” Ayrıca bu doktorların düzenledikleri raporlar da geçersiz sayılacak. 

KHK ile Atılan Hekimin Soruları

Suçlu muyum?
“Eğer suçlu olsaydın hapiste olurdun”
O zaman masumum?
“Suçunu bulamadık diye masum olduğunu kim söyledi?”
Anladım, sen bana güvenmediğin için çalıştırmıyorsun, bırak da özel kurumlarda çalışayım...
“Tabii, tabibim... SGK ile anlaşması olmayan kurum bulabilirsen neden olmasın...”
Tamam, madem beni istemiyorsun, ben yurtdışına gidip orada iş bakayım…
“Ooo kaçmak mı istiyorsun, kesin suçlusundur o zaman... yurtdışına çıkman yasak!”
Off, peki ne yapmamı istiyorsun, nasıl yaşayayım?
“Ağaç kökü yemen serbest, istediğin kadar yiyebilirsin…”
Ya milli serveti yok ediyorsunuz demeye başlarsan? Havadaki oksijen hepimizindir, bunlar kullanmasın diye kanun çıkarırsan?
“Benim bile aklıma gelmemişti, fena fikir değilmiş, bir ara değerlendirelim bunu...”
Şöyle yapalım abi, en iyisi siz bizi buharlaştırın, buharımız ülke demokra-sisine karışsın.
“Tamam, buharı bekleyen kumrular gibi bekleyin, bizi unutmayın…”

Demlenmiş Hekim Yerine Sallama Hekim!

Uzun ve meşakkatli tıp tahsilini almış ve haklarında bir mahkeme kararı olmayan kişilerin neredeyse hiçbir şekilde mesleğini yapamayacak hale gelmesi, zaten doktor açığı bulunan ülkemizde nasıl telafi edilecek acaba? Temininde sıkıntı çekilen her şey için hükümetimizin ilk formülü “ithal et, kurtul” şeklindedir. Şu var ki, yurtdışından doktor getirsen dilimizi bilmez. Yıldızlararası/Interstellar adlı filmde, dünya üzerindeki hayat şartları bozulduğu için, dünyaya benzeyen bir gezegen arayışına girerler. İnceledikleri gezegenlerden biri bir karadelik civarındadır ve bu gezegende geçirilen bir saat, dünyadaki yedi yıla eşittir. Hazır diyorum, uzaya dört şeritli yollar yapılacakken, tıp eğitimi için bu gezegene vatandaşlarımızı göndersek... Bir saat bile sürmez. 15 bin ışık yılı mesafesini neredeyse sıfıra düşüren “duble solucan deliği” ile de hemen dönerler. Çay demlemek yerine sallama çay hazırlamak gibi olur ama ne yapalım, en hızlısı da böyle.

Et Fiyatları

Son zamanlarda vatandaşın ev bütçesini en çok etkileyen şeylerden biri de et fiyatlarındaki artışlar oldu. Sayın Cumhurbaşkanı bu durumu artan refahla ilişkilendirdi. Buna göre refahı artan vatandaş daha çok et yiyor ve et talebindeki artış fiyatları yukarı çekiyor. Tarım ve Orman Bakanı da 2002’de insanların yiyecek eti olmadığını söyledi, vatandaşların artan refah durumundan bahsetti. Organize İşler filmindeki meşhur araba-para repliğini hatırlattı: Refah nerede? Vatandaşta... Et fiyatları nerede? Yükseklerde, vatandaş alamıyor ama yarın düşecek... O zaman refah nerede? 

Bugünlerde böbrekleri için satış ilanları veren insanlarımızın sayısında çok fazla artış olduğu söyleniyor. Artan refah, ihtiyaç fazlası böbrekler oluşturuyor demek, refaha fazla kapılmamak lazım...

Link: 
 

Öne Çıkan Yayın

Sabit Gelirliden Mehmet Şimşek’e Mektup

İbrahim Özdabak Karikatürü   Yeni vergi paketi ile ilgili, Necip Fazıl ve Mehmet Akif’ten ilham alan sabit gelirlinin Mehmet Şimşek’e seslen...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: