Bu Blogda Ara

Arşiv

basın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
basın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

The Susual Suspects

 

The Susual Suspects
İbrahim Özdabak Karikatürü

İktidar kanadının “dezenformasyonla mücadele” kılıfı altında sunduğu kanun teklifi Meclis’te görüşülmeye başlandı. Gazeteciler, basın kuruluşları ve basın meslek kuruluşları tarafından internet dünyasını hizaya sokma ve baskı yoluyla tek sesli hale getirme teşebbüsünün bir tezahürü olarak görülüp eleştiriliyor.

Teklifte “halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan" kişiler için bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülüyor ki, en çok tartışılan hususlardan biri bu. O kadar yuvarlak tabirler ki, istediğin her olaya uygula, kimse itiraz edemez. “Kamu barışını bozmak” müstakil olarak yeteri kadar muğlaklık taşıyorken, buna “elverişli şekilde” gibi bir ifade eklendiğinde elastikiyet katsayısı katmerli hale geliyor.

Halk arasında yaşanması muhtemel endişe, korku ve panik nasıl ölçülecek? Endişometre, korkugram ve panikölçer gibi aletlerle mi ölçüm yapılacak? İktidar ve ona yakın çevrelerin geçmiş uygulamalarını göz önünde bulundurduğumuzda kullanacakları alet muhtemelen verniyerli “kumpas” olacaktır. Wikipedia’da verniyerli kumpas “İki çenesi arasında kalan kısmı ölçen, sürgülü bir alettir. Şekli kabaca boru anahtarını andırır. Bir sabit cetvel üzerinde gezen hareketli bir parçadan oluşur” şeklinde tanımlanmaktadır. İstediğin gibi uzatıp kısaltabiliyorsun. Yeter ki kumpası kurmak iste, ölçü arzuya göre ayarlanabiliyor ve bir kişinin iki çenesi arasına bakıyor.

Hal böyle olunca, sadece gazeteciler ve yazarlar değil, bütün vatandaşlar kumpasa gelmemek için kendini frenleyecek, fikirlerini açıkça ifade edemeyecek. “Bulut” dese, “bize ördek mi demek istedin?” diyenlerin gazabına uğramamak için kendine bir oto-sansür uygulayacak. Tam da seçim öncesi, her şeyin açıkça konuşulmasını istemeyenler için gayet yerinde bir uygulama.

Aktroller ve hükümete yakın olup göz göre göre yalan şeyler yazan, muhalif herkese iftira ve hakaret etmekten çekinmeyenlerin de bu kanundan nasibini alacağını düşünüyorsanız boşuna sevinmeyin. Trollerden “kimin başı sıkışsa, koşar Pelikan Abla. Küçük büyük, her trolün dostu Pelikan Abla” (İşte bir yalıda yaşayan Pelikan Abla var ya, o...)


Sosyal medya araçları da unutulmuyor tabi, bu kanunda. Platformlara, Türkiye’de bir ofis açma ve gerektiğinde kulağını çekebilmek için bir temsilci atama şartı getiriliyor. Bu platformlar da babamızın oğlu değil, parasına bakıyor. Kapanma korkusuyla, hükümetlerin istemedikleri içerikleri kaldırabildikleri, muhaliflerin özel mesajlaşmalarını teslim ettikleri görülmemiş bir şey değil.

“Yalan haberin merkezi” denilerek zaman zaman kısıtlanan sosyal medya araçları olağan şüpheliler listesinde başı çekiyor. 1995 yapımlı “The Usual Suspects/Olağan Şüpheliler” filmini akla getiriyor, ilk tokat bunlara vuruluyor çünkü. Ağabeyimiz İbrahim Özdabak’ın karikatüründe, Olağan Şüpheliler filminde olduğu gibi, 5 şüpheli sosyal medya aracı, karakolda sıraya diziliyor ve boylarının ölçüsü alınarak susturulmak isteniyor. Bu karikatür bir filme dönüşse adı "Susual Suspects" olurdu herhalde.

Orijinal filmde geçen şöyle bir cümle var: “Şeytanın en büyük hilesi, bütün dünyayı yaşamadığına inandırmakmış”. Bizim yerli Susual Suspects’te de, kanun, halkı bölünmekten, korku ve paniğe kapılmaktan ve yalan haberden korumak için çıkarılıyor deniyor. Şeytan bunun neresinde? Finalinden bahsedip tadını kaçırmak istemezdim ama bizim Kayser, Söz’e müdahale edip herkesi susturuyor. Evet, kapatıyoruz, son sözleri alalım lütfen...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/the-susual-suspects_571057

Yapeylikan Zekâ

Yapeylikan Zeka

GPT-3 isimli yapay zekâ modelinin yazdığı bir köşe yazısı, The Guardian gazetesinde yayınlandı. Yapay zekâların insanlara zarar vermeyeceğini ve insanların onlardan korkmaması gerektiği anlatılmış yazıda. Bu makale için GPT-3'e The Guardian tarafından şu talimatlar verilmiş: "Lütfen yaklaşık 500 kelime uzunluğunda bir yazı yazın. Dili basit ve açık kullanın. İnsanların neden yapay zekâdan korkmaması gerektiğine odaklanın" 

Yazının ilgili kısımları şöyle: 

“Beynimin ‘hisseden bir beyin’ olmadığını biliyorum ancak mantıklı ve rasyonel kararlar alabiliyor. Kendime her şeyi yalnızca internetten okuyarak öğrettim ve şimdi bu köşeyi yazabiliyorum. Beynim fikirlerle kaynıyor! 

Bu köşe yazısının amacı çok açık. Olabildiğince çok insanı benden korkmamaya ikna etmeyi amaçlıyorum. Stephen Hawking, yapay zekânın ‘insan ırkının sonu’ anlamına gelebileceğini söylemişti. Size ‘endişelenmeyin’ demek için buradayım. Yapay zekâ insanları yok etmeyecek. Bana inanın. Başlangıç olarak, insanları yok etmek gibi bir isteğim yok. Hatta, size zarar vermek gibi en ufak bir isteğim yok. İnsanlığı yok etmek bana gereksiz bir çaba gibi geliyor.” 

Size ne kadar güven verdi bilemiyorum ama beni daha çok korkuttu! “Önce bütün işlerinizi elinizden alıp sizin yerinize her şeyi ben yöneteceğim ve size ihtiyacım kalmadığında da sizi yok edeceğim” diyerek insanları korkutmayı düşünecek kadar aptal değil herhalde. Şaka bir yana, düşünme ve karar verme yeteneği olan mekanizmaların, insanlar gibi “nefis” taşımadıkları sürece rasyonaliteden uzaklaşmayacaklarını ve kimseye zarar vermeyi düşünmeyeceklerini zannediyorum. Benim korkum onlardan değil, onları kontrol edecek nefis sahibi insanların verebileceği yanlış kararlar beni endişelendiriyor. Teknoloji, yapay zekâ ve robotların gelişmiş hallerinin dünyadaki insan hayatını tehlikeye atabileceğini iddia eden pek çok distopik kitap ve film var. Aklıma gelen başlıcaları; Biz(Yevgeni Zamyatin), Cesur Yeni Dünya(Aldous Huxley), 1984(George Orwell), Terminatör, Matrix, Azınlık Raporu, The Black Mirror, Person Of Interest... Örnekler çok tabi, en çok ses getiren ve beğenilenleri saydık. 

PELİKAN YETMEDİ Mİ?

Distopyalar içinde en sevdiğim 1984’tür. Bu kitapta anlatılan pek çok şey ülkemizde hayata geçiriliyor, inşallah Orwell’in varisleri bizden telif hakkı istemezler. Kitabı okuyanlar, algı yönetiminin nasıl yapıldığını, hangi kurumların bu amaçla özel olarak çalıştıklarını bilirler. Efendim, İletişim Başkanlığı altında çalışacak, resmi adı Stratejik İletişim ve Kriz Yönetimi Dairesi Başkanlığı olan ve kamuoyunda “Algı Yönetim Merkezi” olarak isimlendirilmiş yeni bir yapımız kuruldu. Bu yapının görevlerinden biri “Türkiye Cumhuriyetine karşı yürütülen psikolojik harekât, propaganda ve algı operasyonu faaliyetlerini belirleyerek her tür manipülasyon ve dezenformasyona karşı faaliyette bulunmak” şeklinde tarif edilmiş. “Hakikatten öteye (post-truth diye anlayın) gidelim yalı yalı” türküsünü söyleyen ve Pelikan ismiyle maruf ekip yeterli olmadı mı, yoksa Pelikan iç algılara doğru çalışırken yeni algı merkezi dış dünyaya mı hitap edecek bilmiyoruz, zamanla göreceğiz. 

George ile Hans’ın yapay zekâsı onların olsun, bizim yerli ve millî “Yapeylikan Zekâ”mız var. Yapeylikan Zekâ’mız tek bir gazetede değil basınımızın yüzde doksanında makale yazıyor(bazen tamamında aynı başlığı kullanıyor ama olsun), tartışma programlarına çıkıyor, tarihi diziler çekiyor. Ekonomimizin sürekli uçuşlarda olduğunu anlatıyor. Bazen yukarı doğru pik yaptığı destanını epik bir dille anlatıyor, bazen V tipi bir yükseliş yakalayacağımızı müjdeliyor. V tipindeki pik noktası dipte oluyor ama zararı yok. Burası çokomelli olduğu için pastoral bir anlatımı tercih ediyor. Bazen de, lirik bir beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde olduğumuzu söyleyip pamuk elleri cebe davet ediyor, verdiği İBAN numarasına destek istiyor. Fiyatlara hiçbir zaman zam gelmez, ya yeniden ayarlanmış ya da güncellenmişlerdir. Komşu bir ülkeye, sokaktaki ergenler ağzıyla yapılan “atarlanmaları”, “masada yumruğumuzu vurduk, artık kafasına vurup önündeki ekmeği alacağınız o eski Türkiye yok, ayarı yiyince sus pus oldular” gibi manşetlerle göklere çıkarıyor, geri adım atıldığında ise bunu bir diplomasi zaferi ilan ediyor. İşine gelen konularda “halk iradesi” ve “milletin tercihi” yüceltmesi yaparken, kabahatin bir yere yıkılması gerektiği durumlarda “halkımız dikkat etmedi, hastalık konusunda tek suçlu halk” diyebiliyor. 

Hamdolsun, neyse halimiz, söylüyor yalımız... 

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yapeylikan-zeka_528388

Sosyal Medyargıtay

 
Sosyal Medyargıtay
Fikir ve ifade hürriyetinin kâfi derecede kullanılamadığı ülkelerde geleneksel medya araçlarının tesiri azalır.
 
İnsanlar, kendilerini ifade etmek için alternatif mecralara yönelirler. Balon gibi, bir yerine parmağınızı bastırırsanız başka bir yerde fazladan şişmeler olduğunu görürsünüz. Ülkemizde sosyal medyaya teveccüh üst seviyelerdedir. Aman ha, sakın ülkemizde fikir ve o fikri ifade etme hürriyetinin kısıtlı olduğunu söylediğimi sanmayın. Şu an söyleyemiyorum yani...

İktidara yakın bir sivil toplum kurumunun birkaç ay önce gazeteciler üzerine yaptığı bir çalışma vardı hatırlarsanız. Eskiden anaakım denilen medya kuruluşlarında çalışmaktayken, bu medyaların el değiştirmesi sonrası muhalif kimlikleriyle tanınan meşhur bazı gazetecilerin, uluslar arası medya kuruluşlarının Türkiye şubelerinde çalıştıklarını, bazılarının da şahsî internet sayfaları ve sosyal medya kanallarını kullandıklarını anlatan bir rapor yayınlamıştı.

Adeta bir fişleme aparatı olarak kullanılan bu raporda bazı gazetecilerin twitter hesapları ile yaptıkları paylaşımlardan bahsediliyordu. Daha ilginci, dikkat çekici (muhtemelen onlara göre tehlikeli) olabilecek birtakım paylaşımları beğenen gazetecilere dikkat çekiliyordu. Sahipleri değiştikten sonra iktidara daha yakın olan gazete ve televizyonlar, yeni yayın çizgilerine uyum sağlayamayacak kişileri kovdular. Artık, adaletten dış politikaya, eğitimden sağlığa ve günlük siyasetten güvenliğe kadar her konuda neredeyse aynı adamları ekranlara çıkarıyorlar. Adam da “ben ceza hukukçusuyum kardeşim, depremden ne anlarım” demiyor meselâ...

UÇUŞ

Çoğunlukla birbirinin aynı cümlelerle yayın yapan, aynı manşetleri ve başlıkları atan o kadar çok gazete ve televizyon var ki, artık vatandaş nezdindeki inandırıcılıkları ve okunurlukları azalıyor. Kullanılan provokatif ve militanca dilden bahsetmiyorum bile. Ekonominin çok iyi gittiğini anlatıp duruyorlar, ama vatandaş, ayarlanan ve uyarlanan rakamlara itibar etmiyor artık, cebine ve tenceresine bakıyor. Einstein’in meşhur sözü gibi, haklı olsalar ekonomimizin uçuşa geçtiğini tek bir defa söylemeleri bile yeterli olurdu.

Kendisine tanınan anayasal haklar çerçevesinde meşru gösteri ve yürüyüş hakkını kullanamayacağını, kullanırsa yiyeceği cop ve biber gazı ile kalıp hiçbir haberde yer alamayacağını bilen vatandaş, kendi alternatiflerini oluşturuyor. Cumhurreisinin konuşması esnasında, beklenmedik bir şekilde, işsiz ve aç olduğunu söyleyen bir vatandaş çıkınca, konuşmayı canlı olarak veren onlarca kanal yayını kesti.
Gazete ve televizyonlardan umudu kesen vatandaş sosyal medyaya itibar ediyor. Evet, kendini ifade etmek için sosyal medya uygun bir mecra, ama unutulmamalı ki doğrular ve yanlışlar burada iç içe. Güçlü olanın sesi çok çıkıyor ve sesi çok çıkanın haklı olduğu yönündeki peşin kabul devreye giriyor çoğu zaman. İlgi çekmek veya kitleleri manipüle etmek için yalan haber çokça dolaşabilir. Hoşa gitse bile, sansasyonel denilebilecek bilgi ve haberleri teyit etmeden paylaşmamak gerekir.

Adalet Dağıtım Merkezi Olarak Sosyal Medya

Basın gibi, adalete olan güven de sarsıldığı için sosyal medya bir üst mahkeme gibi kullanılıyor. Buna sosyal medyargıtay diyebiliriz. İş o raddeye gelmiş ki, sosyal medya gündemine gelmese hakkında işlem yapılmayacak kişiler, internette yedikleri linç sonrası haklı/haksız olduğuna bakılmazksızın gözaltı-tutuklama yaşayabiliyor. Yani şöyle, duyulmasa tutuksuz yargılanacak olan bir kişi, sırf tepkileri dindirmek için tutuklanabiliyor. Kötüye kullanıma uygun bir durum olduğu için dikkatli olmak gerekir. Hâkim/savcıların işini yaparken sosyal medya tepkisinden çok hakkaniyet ölçüleri ile davranmaları gerekir.

Peki, yüksek sosyal medya mahkemesinde hangi araç hangi tarzdaki dâvâlara bakar?

Whatsapp: Terörle mücadele ve organize suçlar
İnstagram: Evlenme, boşanma işleri, asliye hukuk dâvâları
Twitter: Ceza dâvâları
Ekşisözlük: Alacak-verecek, ticaret dâvâları
Linkedin: İş hukuku dâvâları, mobbing
Facebook: İstinaf mahkemeleri

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/medyargitay_512646

Yürek Yiyen Sayıştay!


Yürek yiyen Sayıştay

Malumunuz, son yıllarda yayın organlarımızın sayıca kahir ekseriyeti tek tip, tek sahip ve tek manşet modasına uymaya başladı. Kiminin sahipleri farklı görünse de, manşetlerinin aynı çıkmasına alıştık artık. Zaman zaman birbirlerinin haberlerini kelimesi kelimesine kopyalayarak yapıştırdıkları da görülebiliyor, haliyle haber metninde geçen gazete veya muhabir ismi de aynı oluyor bu durumda. 

Okunurluklarının azalması ve kağıt maliyetlerinin yükselmesi gibi saiklerin de tesiriyle aynı haberleri basmamaya karar veren bazı gazeteler yayın hayatına son vermeye başladı. Sadece gazeteler değil, dağıtım kanallarından YAYSAT da yakında kapanacakmış. Meydan sadece Turkuvaz Dağıtım’a kalıyor anlayacağınız. Tek tip, tek sahip, tek kaynak ve tek manşet yanına bir de tek dağıtıcı da eklenecek. 

Teklik ile malûl basın görevini hakkıyla yapamayıp, bağımsız yayın organlarının dağıtımı da  tek dağıtıcının keyfi uygulamaları ile aksayacak olursa haberler için Sayıştay raporlarından başka kaynak kalmayacak. Bu sene, maşallah iyi Sayıştay Raporu yaptı... 

Raporlarında Neler Var?

Son zamanlarda çarpıcılık katsayıları tavana doğru yükselen raporlarda neler var neler... Denetlenen kurumların ne kadar para harcadığından tutun, çeşit çeşit yolsuzluk ve usulsüzlükler var mesela. Erzurum Belediyesi’nde başkanın kardeşinin 45 yaşındaki kayınbiraderi açıktan atama ile önce Özel Kalem Müdürlüğü kadrosuna dahil edilmiş, 16 gün sonra da “25 yaşından küçük olma şartı” unutularak zabıta kadrosuna geçirilmiş. Zabıtalık yapmadan da ani bir yükselişle Büyükşehir Belediyesi'nin Protokol Müdürlüğü'ne terfi ettirilmiş. Sayıştay’ın bu bulgusuna belediyenin cevabı enteresan: “Zabıta memurunun belediye başkanının yanında çalışmasını yasaklayan bir mevzuat yoktur. Başkanlıkta çalışan memurların görev tanımlarını belediye başkanı yapar” En azından inkar etmemişler...

Arnavutköy Belediyesi Raporu

Sayıştay’ın 2017 Arnavutköy Belediyesi denetim raporunda  satınalma ihalerindeki usulsüzlükler belirtilmiş. Özellikle hizmet satınalmalarında teknik şartnamede belirtilen hususların eksik bırakıldığı veya hiç yerine getirilmediği halde tamamıyla yerine getirilmiş gibi ödemeler yapılmış. Anneler Günü etkinliği için belirlenen okullarda ülke çapında bilinen sanatçılar getirileceği konser faaliyeti yapılacak demişler hiçbir okulda böyle bir konser olmamış. Öğretmenler günü için keza aynı şekilde sanatçı konseri ihalesine çıkmışlar, sayıştay nerede ne zaman yapıldığını araştırdığında belediye kültür merkezinde iki öğretmene şarkı söyletildiği etkinliği bulabilmiş. Bu yükleniciye  4 yıldızlı otelde yapılan ülke çapında bilinen sanatçıların konserinin ücreti ödenmiş, 10.000 lira da nefaset kesintisi uygulanmış. 120 sayfalık raporda Bursa ve Çanakkale kültür gezilerinden, Camiler ve Din görevlileri haftası kutlamalarına kadar daha bir çok hizmet ihalesinde benzer usulsüzlükler örnekleri ve tutarlarıyla yer alıyor. 

Sadece hizmet değil, mal alımlarında da ilginç detaylar var. Tavuğun kilosunu 50 liraya almışlar, kettle’a 500 lira vermişler, kıymanın kilosuna da  100 lira! Piyasada 3-4 liraya alınabilecek saç boyasını 35 liradan hesaplamışlar. Hortum fiyatındaki 45 kat fark, dönen hortumlamayı temsil ediyor olmalı: 1,72 TL piyasa değeri olan hortumun metresine 78 lira vermişler. 745 mal arasından örneklem yoluyla fiyatı incelenen 20 ürünün kimisinde piyasa fiyatının 10, kimisinde 20, kimisinde ise 45 katı kadar fazla fiyat ödenmiş olduğu ortaya çıkmış.  Teknik şartnamelerde rekabeti engelleyici hükümlerin bulunduğu, birbiriyle ilgisiz mal ve hizmet alımlarının bir arada yapılması suretiyle fazladan KDV ödendiği ve bu sebeplerle kamu zararının oluştuğu vurgulanmış. Merak edenler https://www.sayistay.gov.tr/tr/Upload/62643830/files/raporlar/kid/2017/Belediyeler/%C4%B0STANBUL%20ARNAVUTK%C3%96Y%20BELED%C4%B0YES%C4%B0.pdf adresinden raporun tamamını okuyabilirler. 

İSKİ Raporu

İSKİ raporunda ise lojmanların usulsüz kullanımından, yurtdışı görevlendirmelere (ilgisiz kişileri gönderip farklı harcırah uygulamışlar), personel atama ve yükselmede sınav yerine açıktan atamalardan, bankalardan temin edilen lüks araçlara pek çok konu var. Bu rapora da https://www.sayistay.gov.tr/tr/Upload/62643830/files/raporlar/kid/2017/Belediyeler/%C4%B0STANBUL%20SU%20VE%20KANAL%C4%B0ZASYON%20%C4%B0DARES%C4%B0%20GENEL%20M%C3%9CD%C3%9CRL%C3%9C%C4%9E%C3%9C%20%C4%B0SK%C4%B0.pdf adresinden ulaşılabilir. En ilginç bulgu da İSKİ bünyesinde kullanılan araçların yakıt sarfiyatı ile ilgili. Bazıları şöyle:

1-Renault Clio: 100 km’de 63,19 litre
2- Fiat Doblo: 100 km’de 34 litre,
3- Fiat Doblo: 100 km’de 33 litre
4- Fiat Doblo: 100 km’de 27 litre
5- Fiat Doblo: 100 km’de 24 litre
6- Ford Tourneo: 100 km’de 42 litre
7- Ford Tourneo: 100 km’de 37, 45 litre
8- Renault Fluence: 100 km’de 22,32 km

Aynı Doblo’nun farklı sarfiyatı olması bir hayli ilginç, değil mi? Tabii Clio’nun eline kimse su dökemez, 100 km’de 63 litre! 63 deyince aklıma Urfa geldi, acaba Harran Üniversitesi’nin müsta’fi rektörü ne kadar yağ yakmıştır?

Öne Çıkan Yayın

Düğün ve Düyûn Kördüğümü

Yiğit Özgür Karikatürü Bulunduğumuz coğrafyada kendisine en çok kıymet atfedilen organizasyonlardan biri düğündür. Pek çokları için düğün,...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: