Bu Blogda Ara
Arşiv
sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sayı-sallama
Günümüz modern matematiğine gelen yolun, çakıl taşları ile yapılan hesaplamalarla başladığı söylenir. Tabiî en eski zamanları düşünürsek; insanların etrafta ilişkili olacağı nesne, kavram, olgu sayısı için yeterli bir araç çakıl taşı…
Eski çağ insanının, yaşadığı bir muhitte avlayabileceği mamut sayısı en fazla ne kadardı ki? Ya da ona saldırabilecek aslan, kaplan, kurt gibi yırtıcıların kaydını tutmak için Excel tablosu gerekir miydi? Yahu, etrafta kaç insan vardı, kaçının diğerlerinden haberi vardı? Haberi olsa umurunda olur muydu, bilemiyorum. Etkileşim içine girmedikten sonra bir anlam ifade etmeyebilir, büyükleri değilse o insanları “say”mayabilirdi muhtemelen.
Zamanla çevreyle etkileşim ve diğer insanlarla iletişim arttıkça, çakıl taşı metodunun yetersizliği anlaşılmış ve adetleri temsil eden resimler olarak sayılar kullanılmıştır. Buna sayı-sallama diyebiliriz. Yani büyüklük, adet, şiddet, etki gibi ölçülebilen her şeye bir değer verilmesi durumu. Tabiî bu sayıları bilmek ve kayıt etmek yetmemiş, birbirleri ile yapılabilecek işlemlerin de hesap edilebilmesi problemi doğmuştur. Takas sistemi ve paranın bulunması ile birlikte alacak-verecek hesabı, mesafe ve alan ölçümü…
Sayılar ve hesaplamalar karmaşıklaştıkça bu iş bir disiplin içerisinde yürütülmeye başlanmış, bilinen doğrulardan (aksiyom) yola çıkarak çeşitli ispatlar yapılmış ve ispatlanan her bir olgu yepyeni ispatların oluşturulmasında kullanılmış, böylece bir bilim dalı olarak matematik ortaya çıkmıştır. Matematik dünyasının en büyük âlimlerinden biri olan El-Harezmî, cebir ve algoritmanın kurucusudur. Bilgisayar programlamasının da temelini oluşturan algoritma, belirli amaca ulaşmak için izlenmesi gereken yol, yapılması gereken işlemlerin adım adım sıralanması demektir.
Üniversitelerin mühendislik-fen bilimleri bölümlerinde okuyan öğrenciler ilk senelerinde Calculus 151/Mat 151 dersini alırlar. İşte buradaki calculus, Latince çakıl taşı anlamına gelir. Bir nevi, çakıla vefa çalışması gibi. Çoğu öğrencinin o derste “çakıl”masının ironik bir anlamı vardır belki de. Sayılarla hızlı işlem yapma gücüne indirgendiği için midir bilmiyorum, ülkemizde matematik deyince öğrencilerin üzerine matem çöküyor. Zor olduğunu düşünen öğrencilerimiz çok fazla. Makinelerin yapabildiği hesapları kafadan yapan insanlara zeki, kafası çalışan gözüyle bakıyoruz da, o makinelere o hesapları kaydeden veya onları yapmayı öğretenin yine insanlar olduğunu unutuyoruz.
Matematiğe hep yardımcı bilim gözüyle bakılıyor, ama temel eğitim ve üniversitede aldığımız fen bilimleri derslerini daha iyi anlamak için bir matematik öğretilmedi bize. Aksine, fizik ve kimya öğrenimi benim o derslerdeki becerimi geliştirmek yerine matematiğimi ilerletmemi sağladı. Uzun formülleri ezberletip, sordukları problemlerde bir değişken hariç formülün bütün parametrelerini vererek bilinmeyen değişkenin bulunmasının istenmesi, fizik veya kimya öğretmek değildir bence. Nasıl bir sistem varsa, matematiği kendi dersinde öğretemiyor, fen bilimleri derslerinde de o dersler değil matematik gelişiyor. En kestirmeden gitmeyi seven bir millet olduğumuz için formülü ezbere bilmeyi ve probleme uyup uymadığına bakmadan hemen uygulayıp bir sonuç üretmeyi marifet sanıyoruz.
Ortaokulda okuyan bir öğrencimize sorun, size bir dünya formül sayabilecektir. O formülleri kimin ve nasıl bulduğunu, dahası hangi durumlarda uygulanması gerektiğini öğretmeden PISA sınavlarında iyi dereceler beklemeyelim derim.
Matematik yalan söyler mi?
Sayılarla yapılan işlemler ve bu işlemlerin içerisinde yürüdüğü kurallar her yerde aynıdır. Bir üçgeni kâinatın hangi köşesine götürürseniz götürün, kenar uzunluğu değişmeyecektir. İki ile ikiyi Ay’da toplayanlar, Dünya’dakinin altıda biri değerinde bir sonuç bulmaz. Sayılar yalan söylemez, ama sayıları el çabukluğu marifetiyle karıştırıp istediğini önümüze koyan kişiler bize yalan söyleyebilir. Alış fiyatı 80 lira olan bir ürün 100 liraya satılırsa, yüzde 25 kâr elde edilmiş olur değil mi? Yüz liraya alan müşteri %25 oranını fazla bulursa satıcı “Olur mu ağbiciğim, ürün maliyeti satış fiyatının yüzde 20 altında” derse yalan söylemiş olur mu? Herkes yüzdeyi kendine bakan yüzde görür. Kayserili bir tüccara atfedilen şöyle bir deyiş var: “Üç liraya alıp beş liraya satıyoruz, yüzde iki kârla geçinmeye çalışıyoruz.”
Günümüzde sayı-sallama işi fevkalade bir sürat kesbetti. Eskiden kâğıt üstünde tutulan hesap ve kayıtların neredeyse tamamı sayısal veri şeklinde bilgisayar tabanlı sistemlerde tutulup işleniyor. Bunun için milyonlarca masaüstü-web uygulaması ve mobil uygulama kullanılıyor.
Sanal ortamlarda dijital kimliklerimizle işlemler yapıyor, yapılan işlemleri onaylıyoruz. Para artık neredeyse tamamen kaydî bir hâl alma yolunda hızla ilerliyor. Yakında artık nakit para diye bir kavram kalmayabilir. Makine öğrenmesi ve yapay zekâ konularındaki gelişmelerle, bugüne kadar insanlar tarafından icra edilen pek çok meslek artık yazılımlar ve robotlar tarafından yürütülecek. Resim, müzik gibi sanat dallarında bile eserler veren yapay zekâlar geliştirildi. Çok hızlı veri toplayıp işlemesi, öğrenebilmesi ve hızlı karar verebilmesi sebebiyle yapay zekâlara teveccüh artabilir. Ancak vicdan ve gönül gibi kavramlar nasıl sayısallaşabilecek ya da sayısallaşabilecek mi, onu merak ediyorum. Robotokrasi, kendi etik ve estetik değerlerini oluşturup insanlara dayatacak mı? Matrix filmindeki meşhur replik geldi aklıma:
“Makinelerin, leziz buğdayın tadını nereden bildiğini merak ediyorsundur. Belki yanlış yaptılar. Belki leziz buğdayın tadı yulaf ezmesi ya da ton balığı gibiydi. Bu durumda insanın aklına çok şey takılıyor. Örneğin tavuk, belki tavuğun tadına karar veremediler, bu yüzden tavuk etinde her şeyin tadı var.”
Link: http://www.gencyorumdergisi.com/2020/07/sayi-sallama/
BARO'OK Dönemi
Yıllardır, para ve inşaat işleri ile anılan partimizin sanat-kültür işlerinden uzak olduğu zannedildi.
Haddizatında, bizim dönemimizde çizilen büyük resim
sayısında bir dünya rekor kırıldı, ama görmek istemeyen görmüyor
tabiî... Başkaları mutluluğun resmini çizmek isterken, biz mutluluğun
resmî sponsoru olduk, daha ne yapalım!
Sanatseverlere, parlamenter-önesans döneminin bittiği ve “BARO’OK” döneminin başladığı müjdesini vermek isterim. Bulmacalarda “eğreti yapı” diye sorulan, inşaat işçilerinin kaldığı baraka değil, onunla karıştırmayın. Yerli ve millî BARO’OK dönemimizin özellikleri şunlardır:
Hareket
Parlamenter-önesans dönemindeki durağanlığın aksine bizde hareket var. Hızlı kararlar alıp hemen harekete geçiyoruz. Nerede hareket, orada bereket... En çok da partimizin mensuplarını ve bize yakın kişileri hareketlendiriyoruz. Onlar da “barekallah, maaşallah” nidalarıyla coşkularını ifade ediyorlar. “Maaşallah” ile çıktıkları yolda zamanla “maaş alah, maaş alah, şuradan da alah, buradan da alah” diyerek “fena fil maaş” mertebesine ulaşırlar. Yanlış anlamayın, tamamen vazifeşinaslıktan kaynaklanan bir hastalık, tıpta adı bile var: Maaşofili. Fil şeklindeki kumbaralarına doldurdukları maaşlar zamanla oraya sığamaz hâle gelince kumbarayı patlatır, buna da “infilAK” denir, herneyse...
Duygu
BARO’OK dönemimizin en önemli özelliklerinden biri duygulara ağırlık vermemizdir. Özellikle millî ve dinî duygular bizim dönemimiz eserlerinde çokça kullanılmıştır. Sevgi, bağlılık, samimiyet nefret ve öfke duygularının öne çıktığı görülür. Okumuş adamın kafası karışır, halbuki duygulanan insan öyle mi... Kafası nettir, istediğini ona yaptır ettir.
İhtişam
İtibar çok önemlidir. Varlığımızın en büyük nişanesi olan görkemli yapılar, şaşaa ve şatafat alâmet-i farikamızdır. İtibardan tasarruf edilmez, biz de etmiyoruz zaten.
Kontrast
Eserlerimizde karanlık ve aydınlık bölgelerin zıtlığını ön plana çıkarıyoruz. Bizim için ak ve kara vardır. Bizim gibi düşünmeyen herkes karadır.
Kargaşa
Eskiden tek bir BARO vardı, şimdi çoklu BARO’lara geçiyoruz. Hemen şarkısını da söyleyelim:
“Bu akşam içimde neşe var
Gözümde canlandı çoklu barolar
Sevinçten ağlamak istiyorum
Bu akşam içimde neşe var
Barolar… Barolar…
Şimdi gözümde canlandılar
Barolar, barolar… beni bu aralar güldürdüler..”
BARO’OK döneminin çoklu BARO’larına “BAROÇOK” denir. BAROÇOK’lar kargaşayı arttırsa da kendi içinde barışık olacaklar zamanla, ayarı çekeceğiz. Simetrik ve her kesime hitap eden bir medya vardı eskiden, şimdi sadece bizim haberlerimizi veren asimetrik bir hal aldı.
Asimetrik demişken, 300 bin dislike gibi asi bir metrik sergileyen gençlere uyarım var; dislike atan dislike’lanır, ona göre... Tersine mühen’dislike’ çalışması ile hepsini tesbit edebiliriz. Z kuşağı diyorlar bunlara... Mavi kuş yok mu, twitter... İşte o kuşun ağı yani. Ağlarına düşürdükleri genç dimağları zehirliyorlar. Gençlerimizi twitter’a yedirmeyeceğiz. Amaaan, tek tek uğraşamayız bunlarla, komple bütün sosyal medyalarını kapatırız, olur biter! Hatta tamamen kapattıktan sonra onları komtrol de edebiliriz. Elimizdeki kumandanın “mute” tuşuna basar basmaz sesini kısabildiğimiz youtuber bizim için muteberdir. Yerli ve millî diktatörlük şart, kimse kusura bakmasın. Mute komutunu verince “ah” sesi eşliğinde kapanacak olan “hit” parçaları düşününce, diktatörlüğümüze uygun en iyi isim “Mute-ah-Hitler” olabilir. Kızmaca yok, ne demiştik, dislike atan dislike’lanır gençler!
Sonra, şehir kompozisyonunu bozan bir üniversite vardı, çok şükür kapattık kendisini.
Sonuçta, gökten “öç alma” düşmüş, biri BARO’nun başına, biri dislike’çıların başına, biri de Şehir’cilerin başına...
Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/baro-ok-donemi_523502
Sanatseverlere, parlamenter-önesans döneminin bittiği ve “BARO’OK” döneminin başladığı müjdesini vermek isterim. Bulmacalarda “eğreti yapı” diye sorulan, inşaat işçilerinin kaldığı baraka değil, onunla karıştırmayın. Yerli ve millî BARO’OK dönemimizin özellikleri şunlardır:
Hareket
Parlamenter-önesans dönemindeki durağanlığın aksine bizde hareket var. Hızlı kararlar alıp hemen harekete geçiyoruz. Nerede hareket, orada bereket... En çok da partimizin mensuplarını ve bize yakın kişileri hareketlendiriyoruz. Onlar da “barekallah, maaşallah” nidalarıyla coşkularını ifade ediyorlar. “Maaşallah” ile çıktıkları yolda zamanla “maaş alah, maaş alah, şuradan da alah, buradan da alah” diyerek “fena fil maaş” mertebesine ulaşırlar. Yanlış anlamayın, tamamen vazifeşinaslıktan kaynaklanan bir hastalık, tıpta adı bile var: Maaşofili. Fil şeklindeki kumbaralarına doldurdukları maaşlar zamanla oraya sığamaz hâle gelince kumbarayı patlatır, buna da “infilAK” denir, herneyse...
Duygu
BARO’OK dönemimizin en önemli özelliklerinden biri duygulara ağırlık vermemizdir. Özellikle millî ve dinî duygular bizim dönemimiz eserlerinde çokça kullanılmıştır. Sevgi, bağlılık, samimiyet nefret ve öfke duygularının öne çıktığı görülür. Okumuş adamın kafası karışır, halbuki duygulanan insan öyle mi... Kafası nettir, istediğini ona yaptır ettir.
İhtişam
İtibar çok önemlidir. Varlığımızın en büyük nişanesi olan görkemli yapılar, şaşaa ve şatafat alâmet-i farikamızdır. İtibardan tasarruf edilmez, biz de etmiyoruz zaten.
Kontrast
Eserlerimizde karanlık ve aydınlık bölgelerin zıtlığını ön plana çıkarıyoruz. Bizim için ak ve kara vardır. Bizim gibi düşünmeyen herkes karadır.
Kargaşa
Eskiden tek bir BARO vardı, şimdi çoklu BARO’lara geçiyoruz. Hemen şarkısını da söyleyelim:
“Bu akşam içimde neşe var
Gözümde canlandı çoklu barolar
Sevinçten ağlamak istiyorum
Bu akşam içimde neşe var
Barolar… Barolar…
Şimdi gözümde canlandılar
Barolar, barolar… beni bu aralar güldürdüler..”
BARO’OK döneminin çoklu BARO’larına “BAROÇOK” denir. BAROÇOK’lar kargaşayı arttırsa da kendi içinde barışık olacaklar zamanla, ayarı çekeceğiz. Simetrik ve her kesime hitap eden bir medya vardı eskiden, şimdi sadece bizim haberlerimizi veren asimetrik bir hal aldı.
Asimetrik demişken, 300 bin dislike gibi asi bir metrik sergileyen gençlere uyarım var; dislike atan dislike’lanır, ona göre... Tersine mühen’dislike’ çalışması ile hepsini tesbit edebiliriz. Z kuşağı diyorlar bunlara... Mavi kuş yok mu, twitter... İşte o kuşun ağı yani. Ağlarına düşürdükleri genç dimağları zehirliyorlar. Gençlerimizi twitter’a yedirmeyeceğiz. Amaaan, tek tek uğraşamayız bunlarla, komple bütün sosyal medyalarını kapatırız, olur biter! Hatta tamamen kapattıktan sonra onları komtrol de edebiliriz. Elimizdeki kumandanın “mute” tuşuna basar basmaz sesini kısabildiğimiz youtuber bizim için muteberdir. Yerli ve millî diktatörlük şart, kimse kusura bakmasın. Mute komutunu verince “ah” sesi eşliğinde kapanacak olan “hit” parçaları düşününce, diktatörlüğümüze uygun en iyi isim “Mute-ah-Hitler” olabilir. Kızmaca yok, ne demiştik, dislike atan dislike’lanır gençler!
Sonra, şehir kompozisyonunu bozan bir üniversite vardı, çok şükür kapattık kendisini.
Sonuçta, gökten “öç alma” düşmüş, biri BARO’nun başına, biri dislike’çıların başına, biri de Şehir’cilerin başına...
Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/baro-ok-donemi_523502
Etiketler:
BARO,
BARO'OK,
Barok,
diktatör,
dislike,
duygu,
ihtişam,
kargaşa,
kontrast,
maaş,
mute-ah-Hitler,
pazarola,
rönesans,
sanat,
sosyal medya,
youtuber,
Z Kuşağı
Film Değerlendirme Kurulu
Başkanlık sistemini son iki haftada daha iyi idrak eden
sinemacılar için çıkarılan jet hızındaki kanunla birlikte yeni bir kurul oluşturulacak.
Sekiz kişiden oluşan bu kurul, ülke içinde çekilen veya yurt dışından ithal
edilen filmlerin gösterime girmesinden önce değerlendirilmesi ve
sınıflandırılması işlerini yürütecek. Değerlendirme sonucunda olumlu not
alamayan filmler gösterime giremeyecek.
Kimilerine göre bu bir sansür kurulu olacak, kimilerine göre
ise zaten öteden beri uygulanmakta olan bir şeydi ve bu manada kanun yeni bir
şey getirmedi. Zaten, ülkemizde kanunların bazıları bilerek müphem bırakılır ki
gerektiği zamanda ihtiyaç kadar esnetilebilsin, adamına göre muamele
edilebilsin, dosta güven telkin ederken düşmana korku salsın.
Şimdi, muhtemelen hepinizin bildiği ve sevdiği bir filmin
bugünkü hükümet aklına hakim olan korku, vehim ve endişeler ışığında nasıl
değerlendirilebileceğine bir bakalım. 1977 yapımı olan bu filmin adı “Gülen
Gözler”. Başrollerinde Münir Özkul, Adile Naşit, Şener Şen ve daha bir çok
meşhur oyuncu yer almış.
Evvela film, isminden dolayı radara takıldı! Hemen örgüt
bağlantıları sorgulansın! “Adile Naşit” ismindeki adalet mefhumuna yapılan
vurgu Adalet ve Kalkınmaya bir gönderme olmasın? Neyse, son anda yönetmen ismi
sayesinde seyredilmeden yasak yemekten kurtulur gibi, yönetmen Ertem
Eğilmez’dir zira. Bunu “RTE’m Eğilmez!” şeklinde okumak da mümkündür. Şimdi de filmde gizlenen mesajlara(!) tek tek
bakalım:
İç-Dış Bütün
Mihrakların Hedefi: Yaşar Usta!
Bütün katakulliler Yaşar Usta'ya yapılıyor; sürekli arkasından
iş çevriliyor, dış mihraklardan (müteahhit Yunus) yardım alınarak finansal
açıdan diz çökmesi hedefleniyor. Kız babası olduğu halde bütün düğün mesarifi
üzerine yükleniyor. Bir punduna getirip herkes bir şekilde kandırıyor Usta’yı.
En son elde avuçta bulunan bütün dükkan malzemelerini satmak zorunda kalıyor.
İnşaat ve Müteahhit
Düşmanlığı!
Müteahhitlere filmde sataşılıyor, inşaat gibi ülkemizin
gelişmesinin lokomotifi olan güzelim inşaat sektörüne olumsuz atıflar
yapılıyor. Müteahhit adam malzemeden çalan, kaçak göçek işler çeviren, en
yakınlarını bile menfaatleri için kırmaktan çekinmeyen kural tanımaz bir portre
olarak çiziliyor.
İnşaatlarda temel atmaya alışık olan müteahhit baba, sözünü
dinlemeyip Yaşar Usta’nın kızını almak isteyen oğlu Temel’i de atıyor mu evden?
Bu da Yaşar Usta’nın evine iç güveysi olarak geliyor mu? Al sana, iç işlerine
karıştığı ülkeden kaçan ve almak zorunda olduğu mültecileri barındıran ülkeye
gönderme!
Ekonomi Yönetimi
AKP'nin yaptığı gibi dış borçlar alarak, borcu başka bir
borçla kapatarak ve ipotekler yaptırarak ekonomiyi sonsuza kadar çevirmenin
mümkün olmayacağı mesajı veriliyor. Çok güvenilen yerli ve milli üretimin ise
bir sabun köpüğü olduğu ve bir karşılığı olmadığı vurgulanıyor (evin ipotek
edildiği borcu kapatmak için tavan arasında üretilmeye çalışılan sabun tozunun,
şiddetli bir yağmur sonrası köpürmeye başladığı, hele de reji ekibinden
birilerinin köpükleri elle sürüklediğinin bariz belli olduğu, ev halkının bütün
geri püskürtme çabalarına rağmen merdivenlerin hepsini geçerek aşağıdaki
atölyeye kadar ulaşan köpüklerin olduğu meşhur sahne!)
Şener Şen’in canlandırdığı ve Yaşar Usta’nın büyük kızına
talip olan Vecihi'nin her fırsatta yapageldiği kız isteme seremonilerinden
birinde söylediği "istiyorum, veriyor musun?" şarkısı, "ne
istediler de vermedik" sözü ile birlikte düşünülsün derim.
Son olarak, final sahnesinde Yaşar Usta'nın evine uçak
kullanılarak saldırılması da manidar değil midir?
Ne dersiniz, bu film yayınlanır mı?
Yapay Zeka Sanat Yapay!
İlk defa, bir yapay zeka programı tarafından çizilen bir
portre New York’taki bir müzayede salonunda açık artırma ile satıldı. “Edmond
Belamy’nin Portresi” adı verilen bu tabloya tam tamına 432 bin dolar vermişler.
Bu meblağınTürk parası ile neye karşılık geldiğinin hesabını, bu yazıyı
okuyanlar, okudukları andaki kur ile yaparlarsa daha iyi olur. Tamam hadi,
merak edenler için tam bu yazıyı yazdığım andaki değerini ben söyleyeyim: 2
milyon 414 bin lira gibi bir şey!
Yapay zeka programı bu tabloyu nasıl yapmış derseniz,
programa 14. asırdan 20. asra kadar geçen sürede yapılmış olan yaklaşık 15 bin
eser yüklenmiş ya da öğretilmiş diyelim. Program bunlardan hiçbirine
benzemeyecek bir resim yapmaya başlamış ve artık tamamen farklı bir eser
çizemedeği noktada bırakmış. Sanat bu mudur, bu sanatsa halk için midir yoksa
sanat için midir bilmiyorum. Büyük resmi görme konusunda çok da mahir değilim.
7-10 bin dolar arasında bir gelir bekleyen program sahipleri 432 bin doları görünce
çok şaşırmışlar. Bu bana biraz 12 Eylül’ün muktedir paşalarından Kenan Evren’in
emekliliği sonrası yaptığı resimlerin satışını hatırlattı. İleriki zamanlarda
kimse bu parayı vermez yapay zeka sanatçılarına.
“Yüzde Israr Etme,
Doksan da olur...”
Yapay zeka uygulamalarının ilk eserleri biraz cici
görünebilir, insanlara heyecan verici gelebilir. Ancak hayatımızı düzene
sokmaya başladıkça, mahremiyetimizi ve etik sınırını ihlal ettikçe sanki yapay
zekaya olan sempatimizi de kaybedeceğiz gibi geliyor bana. İnsan beyinlerini
uzaktan okuyabilen ve gerektiğinde beyinlere müdahale edebilen ukala uygulamaları
sevecek miyiz acaba? Yüksek çözünürlüklü kameralarla insanların yüz hatlarını
okuyarak duygularını belirlemeye çalışan ve maçlar, konserler, mitingler gibi
toplu gösterilerde güvenlik için kullanılması düşünülen sistemler üzerine
çalışanlar var. Maksat, insanların niyetlerini okuyup muhtemel bir güvenlik
ihlali olayından önce müdahale edebilmek. Akla, Tom Cruise’in oynadığı, suçlar
gerçekleşmeden önce muhtemel suçluların tespit edilip gözaltına alındığı
Minority Report/Azınlık Raporu filmini getiriyor. Amaaan, insanın olduğu yerde
her zaman hata olur, hangi sistem getirilirse getirilsin, muhakkak bir açığı
veya suistimal edilebilecek bir noktası bulunur. O yüzden yüz tanıma sistemleri
üzerine çalışan kişilere meşhur bir atasözümüzle diyorum ki “yüzde ısrar etme
doksan da olur, insan dediğinde noksan da olur...”
***
İzmir’in Şirince köyü, Maya Takvimindeki kıyamet senaryoları
ile birlikte dünyaca tanınır hale geldi. Her yıl yerli ve yabancı yaklaşık bir
buçuk milyon ziyaretçi alıyor. Köyde bulunan St. Jean John Baptist Kilisesi’nin
içindeki havuzda Meryem Ana heykelinin yer aldığı havuza ziyaretçiler, artık
uğur getirsin diye mi, dilekleri kabul olsun diye mi bilinmez, madeni paralar
atıyorlar. O paraları özel işletmeci topluyormuş. İzmir Rölöve ve Anıtlar
Müdürlüğü, Vergi Dairesi’ne başvurup, havuza atılan paraları kimin topladığı,
toplanan paraların vergisinin ödenip ödenmediği, nereye harcandığı konusunda inceleme
yapılmasını istemiş. Havuza kameralar yerleştirilip tespit yapılacakmış.
Alaturka Yapay Zeka
Demek ki neymiş, kameralarla tespit sadece yabancı ülkelerde
olmuyormuş! Bence kamera koyacaklarsa yine koysunlar da, o kameralar paraların
milliyetini ve miktarını tespit etmeye yeterli olacak mı ki? 72 milletin
parasını tanıyacak ve miktarını sayabilecek otomatlar konsa daha iyi değil mi?
Üzerindeki ekranda para sayacı ve isteyen kişilerin dileklerini de
yazabilecekleri şekilde klavye olsa, tadından yenmez. Hatta önce dilek girişi
yapılıp, dileğe göre atılması gereken para miktarı ekranda belirse, eksik
atıldığında “dileğiniz iptal edilmiştir” uyarısı verse... işlerin kesat olduğu
mevsimlerde üçe beşe bakmayıp atılan her parayı kabul etse ve “dileğinizin yüzde şu kadarı
değerlendirmeye alınacaktır, bilginiz olsun” ya da “ bir euro farkla daha büyük
bir dilek girmek ister misiniz?” dese... “Kapatıyoruz, zararına dilekler”,
“Başka yerde şubemiz yoktur”, “Akşam pazarı, ne dilersen bir euro! At at at
at...” gibi kampanyalar yapsa... Al sana, alaturka yapay zeka... Tulumbamızda
suyun bittiği şu zamanlarda, dilek havuzundan alacağımız vergi ilaç gibi
gelecektir...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
Teknolo-cinayetler
Teknolo-cinayetler Tarih boyunca insanlar etraflarındaki malzemeleri kullanarak hayatlarını kolaylaştıracak eşyalar üretti. Geliştirilen yen...