Bu Blogda Ara

Arşiv

ithal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ithal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İthalya Cumhuriyeti

 

İthalya Cumhuriyeti
İthalya Cumhuriyeti

Bundan çok çok zaman önce, buradan uzak mı uzak bir ülke varmış.

İyi-kötü, kendi ihtiyaçlarını üretebiliyor ve kimseye muhtaç olmadan durumları idare edebiliyorlarmış. Komşularıyla araları çok iyi değilse de, hiçbiriyle kavgalı değillermiş. Kimsenin tavuğuna kışt demiyor, kendi hallerinde yaşayıp gidiyorlarmış.

Bu bir peri masalı olsaydı, ülkenin güllük gülistanlık olduğunu söyleyebilirdik ama her ülke gibi inişleri çıkışları olurmuş ve zaman zaman çeşitli krizler yaşarlamış. Her halükârda, aksayan yönleri işaret eden birileri olur, bir şekilde işleri toparlayacak topluluklar çıkarmış.

Günün birinde, ülkede işlerin çok da yolunda olmamasını fırsat bilerek, toz pembe hayaller satan birileri yönetime talip olmuş. Ülkedeki her kesime selam yollayarak, özgürlük, adalet ve kalkınma vaatleri vererek yönetime gelmişler.

İlk elden, “Devlet işletmecilik yapar mı hiç?” diyerek kurumları satmaya başlamışlar. Elhak, hakkıyla işletilmeyen bu kurumlarda verimsizlik ve hantallık diz boyuymuş. Satışlara tepki gelince kurumların zararlarını gösteriyorlarmış. Düzeltme ve iyileştirme imkanı olup olmadığı ile hiç ilgilenmemişler. Zamanla ahali de benimsemeye başlamış satışları. Yok pahasına satılan işletmeleri madenler, limanlar, arsalar takip etmiş. 10 milyona fabrikayı arsası ile satın alan adam, kısa bir süre sonra fabrikanın sadece arsasını bile 80 milyona bir başkasına satabilmiş.

Ülkenin yüzölçümünden bahsetmek isterdik ama yüzölçümü alan anlamına geldiği için, alan oldukça satmışlar ve ülke küçülmüş. Çamaşır makinesinde yıkanıp da küçülmüş gibi değil tabi, topraklar yerinde duruyormuş ama artık pek çok yerin ve işletmenin sahibi yabancılarmış.

Yerel halktan tarımla uğraşanlar, yurt dışından getirilen tohumları kullanmaya zorlanmışlar. Bu tohumlardan elde edilen ürünler daha büyük duruyormuş ve renkleri daha canlı görünüyormuş. Gel gelelim, bu tohumlarla üretilen mahsüllerin tatları kötüymüş, milleti hasta da ediyormuş. İkinci sene aynısından üreteyim diyenler hayal kırıklığına uğramışlar çünkü bunlar tek kullanımlıkmış. Her sene dışarıdan aynı tohumları ithal etmek gerekiyormuş. Pişman olup ne olursa olsun eski tohumlara dönmek isteyenleri başka bir sürpriz beklliyormuş; toprağı bozduğu için eskisini ekseler de çıkmıyormuş. Ya beş sene hiç ekim yapmadan bekleyecek veya yeni ithal tohumlara devam edeceklermiş.

Tohum ile bitse iyi, gübre, hormon, saman... Zamanla akla gelebilecek her şey ithal edilmeye başlanmış. Böyle olunca maliyetler katlanmış, pahalı ürünleri kimseye satamaz olmuşlar. Yönetenler de “Amaaan, dert ettiğiniz şeye bakın, üretmekle uğraşıp neden kendinizi yoruyorsunuz, ithal etmek çok daha ucuz ve zahmetsiz. Dışarıdan alıp içeride satın” diyorlarmış. İthali mümkün olan her şeyi ithal etme politikasını tek cümle ile özetlemişler: Neye ihtyiacınız varsa “ithalledebiliriz”! Ülkedeki deyimler bile değişime ayak uydurmuş: “işleri ithaline yoluna koymak”, “ithali vakti yerinde olmak”, “endişeye ithal yok” gibi...

İthalat ile uğraşanlara “müteahhil” deniyormuş. Müteahhil olmak öyle her babayiğidin harcı değilmiş. İşinin ehli olmaya gerek yokmuş, birilerinin ehli olmak yetiyormuş müteahhil olmaya. Haliyle, bir müteahhil çetesi oluşmuş, aralarına yabancı kimse almıyorlarmış.

Bütün işletmeleri sattıkları için, kendi ülkelerindeki işletmelerde çalışıyor olsalar bile o işletmeden satın alınan mal ve hizmetler ithalat mahiyetinde kabul ediliyormuş. Hatta bu işletmelerde çalışanlar bile yurt dışından ithal edilen, kaçak çalıştırılan ucuz işçilermiş. Mesela otelde konaklamak isteyen vatandaşlar, yurtdışından gelen turistlerden daha fazla para ödemek zorundaymış. Otel faturalarına “vatandaşlık farkı” diye bir kalem ekleniyormuş.

Döviz kuru düşük iken tehlikenin farkına varmayan vatandaşlar, sular çekilip kurlar yükselmeye başlayınca ithalatın acımasız yüzü ile karşılaşmış. Kendi ülkesinde çalışamıyor, üretemiyor ve artık pahalılıktan dolayı satın da alamıyormuş.

Tam da bu sırada yönetici Baş Yüce, yeni bir anayasa müjdesi vermiş. Anayasanın ilk maddesinde ülkenin adının İthalya Cumhuriyeti olarak değiştiği yazıyormuş...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ithalya-cumhuriyeti_596597

Saraya Saraya Bulsam İzini

Saraya saraya bulsam izin
Teröre en iyi cevap olarak üçüncü köprüyü, bizi kıskananlara nispet olsun diye üçüncü havalimanını yapan Türkiye, dış güçlerin saldırısına, mükemmel bir zamanlama ile üçüncü Cumhurbaşkanı sarayıyla karşılık vermeye hazırlanıyor. Üç ile güç arasında nasıl bir ilişki var bilmiyorum ama mevcut hükümet, üçüncüsünü yaptığı/yapacağı her şeye muazzam bir güç atfediyor.

Malazgirt Zaferi’nin 947. yıldönümü münasebetiyle yapılan törenlerde, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından Ahlat’ta 10 dönüm alanda, 1071 metrekare oturma alanına sahip bir saray yapılacağı müjdesi verildi. Hadi bakalım Bizans, şimdi ne Diyojen bu işe? Yaaa, işte böyle alırlar adamın aklını. Tabii, metrekare veya oda sayısında miladi 1071 tarihi yerine Hicri karşılığı olan 463 sayısı da kullanılabilirdi ama tasarruflusu pek makbul karşılanmayan itibar, sayıca daha büyük olan 1071’i gerektiriyor. Sarayı yaptıracakların da devlet teamüllerine uyarak “ben sarayın zevkli, çelik konstrüksiyonlu ve Ahlatlı olanını severim” diyeceklerini tahmin ediyorum. Saray diyoruz ama “otağ” yapılacağını söyleyen de var. Üç-dış güç, otağ-karanlık odak uyumuna bakılırsa o da olumlu.

Her İle Bir Saray!

Dış saldırılara karşı insanımız çok hassas davranıyor. Dolar 7 TL civarına geldiğinde bütün dövizlerini bozarak oyunu bozmaya çalışan hamiyetperver vatandaşlarımız var biliyorsunuz. Oyun büyüdükçe doların daha büyük rakamlara ulaşmasını beklerler. Hatta döviz bozma işlemi de yetmeyebilir. Bu durumda B planına geçip saray yapımına ağırlık verebiliriz. (B planı ismi, dolar kurunu indirmek üzerine sıradışı bir çözümü bulunan Necmettin Batırel’in tekniğinden ilham alınarak geliştirildiği için soyisminin baş harfi kullanılarak oluşturulmuştur) B planı şudur: Ben olsam şak, on ilde saray inşaatı başlatırım. Dış güçler şaşırır, sonra şak diye on ilde daha saray inşaatı için düğmeye basarım. “N’oluyor?” derler, şaaak bir on saray daha, hatta sırayla her ile bir saray derim, çil yavrusu gibi dağılırlar. Zaten milletin olacak diyorlar saraylar için, bence imkan varsa her ilçeye bile yapılabilir. Biz de vatandaşlar olarak şunu deriz: “Saraya saraya bulsam izini / Hafriyat tozuna sürsem yüzümü”

ABD’ye Karşı Kozlarımız

ABD’ye karşı kullanabileceğimiz kozlarımızdan birinin Kanal İstanbul olduğunu söyleyenler var. İhraç mallarımıza ek vergi mi koydular, hemen büyük bir kanal daha yapalım, Sinop’tan Akkuyu’ya… İki şehirde de nükleer santral olacağı için, santrallerde ısınan sular kanalda gidip gelirken soğumuş olur. Yollar gibi, kanal da duble olacak tabi. Kanalın her iki tarafı boydan boya imara açılır, üstüne de onlarca köprü yaptın mı, gelsin inşaatlar… Köprülerin hepsine de on yıllarca geçiş garantisi verildi mi tadından yenmez. Torunlarımız “ne kan almış” diyerek AKP’yi yad ederler artık… Böyle üç tane daha kanal yapsak Anodolu ada dolu bir coğrafya olur. Hatta Artvin’den başlayıp Hakkari’ye kadar sınır boyunca bir kanal yapılır, oradan da batıya Akdeniz’e kadar güney sınırlarımız boyunca uzatılırsa sınırlarımızı da daha emniyetli hale getirmiş oluruz
F-35 vermemekle bizi tehdit ettiler ya, gerekirse kendimizin geliştireceğini söyleyerek cevabı yapıştırdık. Bence çok isabetli ve doğru bir karar. Katma değeri yüksek ve çok para kazandırabilecek bir ihraç ürünümüz olur, fena mı? Antalya oto sanayii bu işe talip olduğunu söylemişti galiba. Şahsen, İzmir Karşıyaka sanayisinden de F-35.5 hamlesi bekliyorum, yakışır… Hatta İzmir’de geliştirilene EFE-35.5 desek daha güzel olur sanki… Peki, bir çok ülkenin katılımıyla, milyarlarca dolar paralar harcanarak ve yıllar süren çalışmalarla geliştirilen uçağı yerli ve milli ürün ve metotlarla acaba nasıl geliştirebiliriz? Kağıttan yapalım desek, ülkede kağıt üretilmiyor hep ithal ediyoruz. Kağıdın en ucuzu saman kağıttı diye hatırlıyorum. Bu kağıt samandan mı yapılıyor bilmiyorum ama diyelim ki onu yapmak için de saman kullanılsın. İyi de, biz saman da ithal ediyoruz? Yerli saman için buğday üretmeye karar verdik diyelim. Tohumu dışardan aldığımız, gübresi ithal olan buğday ne kadar yerli olacak ki samanı milli olsun? Savunma sanayimizi ve teknolojik imalatımızı geliştirmek istiyorsak işe topraktan başlayalım derim, gerisi gelir zaten…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/saraya-saraya-bulsam-izini_471897

Öne Çıkan Yayın

Sabit Gelirliden Mehmet Şimşek’e Mektup

İbrahim Özdabak Karikatürü   Yeni vergi paketi ile ilgili, Necip Fazıl ve Mehmet Akif’ten ilham alan sabit gelirlinin Mehmet Şimşek’e seslen...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: