Bu Blogda Ara

Arşiv

Kur-telaş Savaşı

 

Kur-telaş Savaşı
Kur-telaş Savaşı İbrahim Özdabak Karikatürü

Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu toplantısıyla aldığı politika faizi kararı sonrası, TL’deki değer kaybı rekor kırdı. 2021 yılı başından beri, dünyanın en çok değer kaybeden para birimi olarak zirveye yerleşti. Arjantin, Şili ve Kolombiya pesolarına bile pes dedirttik, onlar bizden daha az değer kaybetti.

Bütün para birimleri karşısında değer kaybetsek de en çok adından söz ettiren dolar. İthalatın büyük kısmı dolar ile gerçekleştiriliyor. Devlet, yap-işlet-devret modeli ile verdiği ihalelerde fiyatlamayı dolar cinsinden yapıyor. 15-20 yıl sürecek geçiş-kullanım garantisi verirken dolar üzerinden ödeme yapmayı taahhüt ediyor. Yurt-içi borçlanmalarda bile dolar kuru kullanılıyor. Mazotu, gübreyi, tohumu, ilacı dolar ile alınca, kur artarsa ülkede ekmek dahil her şeyin fiyatı otomatik olarak fırlıyor. Kur, kısa sürede bir yukarı, bir aşağı gidip geldiğinde ise kimse önünü göremez, fiyat biçemez. Pek çok şeyin satışı durur.

Ülkede yaşayan herkesi doğrudan ilgilendiren kur dalgalanmasını iktidar nasıl açıklıyor? Önce, acı reçeteden bahsettiler. Almanların kıskandığı ekonomimiz şahlanadururken, nereden çıkmıştı ki acı reçete ihtiyacı?

Sonra, ekonomide bir şey denediklerini ifade ettiler. Yahu, bütün dünyanın bildiği, denenmiş bütün yolları bitirdiler de sıra yeni şeyler denemeye mi geldi? Bu deneme ihtiyacı nereden hasıl oldu? Küçük bir yazılım bile geliştirilirken farklı aşamalarda farklı testleri (fonksiyonalite, güvenlik, performans gibi) yapılır. Küçük bir kullanıcı grubu tarafından denenir. Bütün testleri başarıyla geçen geliştirme canlı ortama alınır. Bunlar, doğrudan canlı ortama müdahale ediyorlar. Küçük bir ülke, ne bileyim derebeylik falan bulup önce orada deneselerdi keşke.

Çok geçmedi, birileri çıkıp dolardaki dalgalanmaların sebebini dış güçlere bağladı. Ezanlar susmayacak ve biz boyun eğmeyecektik. Gerekirse soğan yiyecektik, etleri iki kilo değil de yarım kilo alacaktık hatta gramla alacaktık. Domatesleri iki üç tane alsak bile yeterdi ki, mevsiminde değilsek neden domates alalımdı? Hem, zaten çok yemek sağlığa zararlı olduğu gibi sünnete de uygun değildi. Ekonomik kurtuluş savaşı veriyorduk.

Allah Allah, her günümüz bir öncekinden daha iyi giderken nasıl ekonomik savaşa girdik, saldıran kim, ne yapıyor ve neden karşı koyamıyoruz? Dış güçler bütün ihale ve borçlanmaları dolarla mı yapın diyor? Büyük ve kan emici ihalelerde tahkim olarak Londra Mahkemelerini mi gösteriyor? Söz dinlemiyor diye Merkez Bankası başkanını ve ekonomi bakanlarını dış güçler mi keyfi olarak değiştirip piyasalardaki güveni yok ediyor? Suçları bile tam söylenmeden iş adamlarını, siyasetçileri ve gazetecileri dış mihraklar mı hapislerde tutuyor? Limanlara, otellere, köfteci ve kebapçılara mafyaların çökmesi, insanların mal ve can güvenlikleri olmadan korku içinde yaşaması hangi ülkenin suçu acaba?

Acı reçete ve deneme ifadelerinden anlıyoruz ki, iktidar bir kur dalgasının geleceğini bilerek hareket ediyordu. Zira ekonomi bakan yardımcısı, “yüksek kur ve düşük faiz bizim hep istediğimiz şeydi” dedi. 

Kısaca diyorlar ki, bizim birbiriyle alakasız cevaplarımız var, herbiri farklı bir kesime hitap ediyor. Hepsini aynı anda söylüyoruz, siz istediğiniz cevabı alın:

1.       1. İyileşmek için acı reçete alıyoruz. Takdir-i ilahi, biraz zorluk çekeceğiz

2.       2. Bizim hiç suçumuz yok, hep dış güçlerin saldırısı

3.       3. Merak etmeyin, ne yapıyorsak kontrollü yapıyoruz, ne yaptığımızı biliyoruz

O zaman soralım:

  • Kuru sabitlemek için 128 milyar dolar neden satıldı?
  • Kuru yükseltmek iyi ve programlı bir şeyse, bunca yıl bizi bundan neden mahrum bıraktınız?
  • 20 yılda, faizin çok düşük olduğu yıllarda neden onu sıfırlamak için uğraşmadınız, o zaman daha kolay olmaz mıydı?
  • Kuru yükseltmek dış güçlerin oyunu ise düşük seyrettiği yıllar boyunca dış güçlerin yapmanızı istediği şeyleri mi yaptınız?
  • Kur gevşemesi dış güçlere boyun eğdiğimiz anlamına mı gelecek?

Görünen şu: israf, işbilmezlik ve suistimal ile kötü yönetilen bir ekonomi var. Satılabilecek şeyler satıldı, rezervler tükendi. Güven vermediğimiz yabancı sermayeyi kaçırdık ve bize borç verecek ülke bulmakta zorlanıyoruz. Kur, enflasyon, işsizlik ve borç yangınlarını seyrediyoruz ve müdahale edebileceğimiz bir araç kalmadı. Kurtuluş savaşı yok, piyasalarda “kur-telaş savaşı” var.

Fiyakamızdan da taviz vermek istemiyoruz, o yüzden “düştük ama biz zaten inecektik...”

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/kur-telas-savasi_553922

Ekonominin Kitabı

Ekonominin Kitabı
Ekonominin Kitabı-T. Bülent Çelik Karikatür

 

Ülkenin ekonomik durumu hakkında konuşurken Erdoğan “ekonominin evelallah kitabını yazdık, yazmaya devam ediyoruz” demiş.

Erdoğan’ın bu sözünü ifade etmek için Türkçe yetersiz kalıyor bence. Kitabı yazım işi geçmişte olduysa, şimdi nasıl yazmaya devam ediyoruz?” sorusu akla gelebilir.

İngilizce grameri öğrenirken, Türkçe tam karşılığı olmadığı için öğrencilerimizin anlamakta biraz zorlandığı “Present Perfect Continuous Tense” konusu vardır. Geçmişte başlamış, hala devam eden ve muhtemelen ne zaman biteceği belli olmayan eylemleri anlatmak için kullanılır. Erdoğan’ın cümlesinin tam olarak oturduğu yapı bu.

Ekonominin kitabını yazdığını iddia eden pek çok kişi var. Alanım ekonomi olmadığı için bilemem. Velakin, bizim ekonomimiz bir kitap olsa nasıl olurdu diye merak ettim. Kitap olan ekonomi hakkındaki mütalaalarım:

Ekonomi kitabının yazarı muhtemelen çok birikimlidir ve bu birikimini tahsile borçludur. Tahsil konusunda çok titiz gibi. Bugüne kadar tahsil edemediği alacağı olmamış.

Dilbilgisi açısından baktığımızda, küçük sesli uyumu kitabın her yerinde kendini gösteriyor. Küçük ses ne derse ona uyuluyor. Yapım ekleri, çekim ekleri ve “perinç ekleri” almış kelimeler göze çarpıyor. Cümle içerisindeki konumuna göre anlam kazanan Edat Peker kullanımı var, ki bir zamanlar baş tacı ettikleri Edat’a şu sıralar hep olumsuz manalar yüklüyorlar. Ekonomi için edat ne ifade ediyor bilmiyorum ama Edat’ın maaşa bağladığı siyasetçilerin ekonomisi epey etkileniyordur.

Daha çok sayı ve üleştirme sayı sıfatlarının kullanıldığını görüyoruz. Örnekler: “25 yıl işletme süresi belirlendi”, “yıllık 5 milyon kullanım garanti edildi”, “ihaleleri beşer beşer alıyorlardı fakat hafıza-i beşer nisyan ile malûl olduğundan vatandaşlardan bunu hatırlayanların sayısı azdı”

Cümle kuruluşlarında en önemli unsur olarak yüklem kullanılmış. Her başarısızlık muhakkak bir başkasına yüklenmiş: fiyatlar arttığında marketler suçlu, mal bulunmadığında stokçular... Dolar artsa dış mihrakların, TL düşse içerdeki alçak, hain ve icap ederse terörist kitlenin sorumluluğu var. Enflasyon artsa, kabahat söz dinlemeyen Merkez’de. İşsizlik varsa istihdamı artırmayan iş adamlarının kulağı çekilmeli.

Kitapta sert sessiz yumuşamasına örnek yok, yumuşama tamamen kaldırılmış. Sert sessizlerin sesi Fıstıkçı Şahap kur’uyemişlerini gören herkes kur’ye olmak istiyor. “Eyyyy...” hitabıyla başlayan ünlü “darlaması”, Merkez’i söz dinleyen hale getirmiş. 

Nazım biçimi serbest müs-“tezat”!

“Nass var” diyerek politika faizleri indiriliyor. Nasıl oluyorsa, o “nass var” diyenler, sadece verilecek faizleri nass kapsamında sanıyor. Devletin alacağı gecikme faizleri aynen duruyor.

Faiz haramdır diyenler, iş dünyasına neden oranları düşmüş kredi kullanarak yatırım yapmadıkları için kızıyor. Evet, faizi düşürmek haramlığını azaltmadığı gibi, düşük oranı gören herkesin kullanabilmesi için bir nevi teşvik oluyor. Bankalara muslukları açmaları ve peynir ekmek gibi kredi kullandırmaları talimatı veriliyor. Durmadan para basılıp kredi veriliyor, enflasyon arttıkça artıyor. Kredileri çekenler dövize yatırım yaptıkça kurlar arşa fırlıyor. Ülkeye yatırım yapması için yabancılara yalvarılıyor, gelenlere de sen bizi karıştırmaya mı geldin diyerek tokat vuruluyor. Turist gelsin diye taklalar atılıyor, gelen turistlere casus muamelesi yapılıyor. İşlerin tamamen iyi gittiği ve bütün göstergelerde rekor kırdığımız söyleniyor, hemen akabinde hepimizin aynı gemide olduğu ve dişleri sıkmamız gerektiği hatırlatılıyor.

Ekonominin kitabı ile ilgili olarak, vatandaşın, sözleri Ahmet Selçuk İlkan ve bestesi Coşkun Sabah’a ait  şarkı gibi seslenmesi muhtemeldir:

“Ne olur söyleyin, yazanlar bana
Dişleri sıkmak kanun mu, ekonomi kitabında?
Maaşım elime geçmeden daha
TL'nin erimesi kanun mu, ekonomi kitabında?

Birikimlerim yok oldu gitti
Hayallerim yıkıldı gitti
Dolar beni benden etti
Yetkiyi verdim, bak ne hale geldim

Sevenleri bile düşüyor derde
Ekonomi kitabının yazarı nerde?
Seçmenler inandı, yetki verdi diye
Fakirleşmek kanun mu, ekonomi kitabında?”

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ekonominin-kitabi_553513

WhatSevapp

WhatSevapp

 

Ufukta bir sandık belirdi gibi... Artık üç vakte kadar mı, 2023 vakte kadar mı zuhur eder, orası belli olmaz.

Muhalefet tarafı, zaten dünden hazır gibi davranıyor. Aday belli oldu-olmadı, kimin aday olmayacağı belli oldu-olmadı derken sandık konusu hep gündemde kalıyor. Muhtarlara, özel kalem istihdamı sözü veriyorlar falan... Hangi derde ne kadar çare olur, muamma tabi. Mahalle muhtarına en son gidişim, taşınma vesilesiyle nüfus müdürlüğüne yaptığım ikametgah değişikliği bildirimini kendisine de duyurmak içindi. Muhtarın kendisinin bile varlığı şu zamanda tartışmalı iken, bir de onların herbirine birer yardımcıyı devlet memuru olarak tayin etme vaadi ne kadar tutar bilemem...

Hükümet cenahında ise, daha fazla işaret görünüyor: Bir biri ardınca yeni keşfedilen petrol, doğalgaz ve altın madeni müjdeleri veriliyor. Seçim kanunu ve “barajı %10’da mı tutalım, 9 metre 15 santimetreye mi çekelim” tartışmaları yapılıyor. Son iki yılda zam şampiyonluğunu Avrupa’da kimseye kaptırmadığımız elektrik ve doğalgaz fiyatlarının artışının kısmen devlet eliyle bastırılmaya çalışılması, elektrik faturalarında TRT payının kaldırılması gibi türlü şirinlikerin sergilenmesi de bu manada birer önemli işaret tabi.

Ali İhsan Bey’in Sevap Sandığı

İktidara yakın isimlerden fıkıh profesörü Hayrettin Karaman’ın evdeki bulgur benzetmesi ile dindar camiaya seslenmesi ve iktidara zarar verecekse doğruları söylemenin caiz olmadığını ifade ettiği mesajları dolaşımda. AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz da geçenlerde “20 yıl Recep Tayyip Erdoğan’ı iktidarda tutmak ve onun yaptıkları sebebiyle sevap hanemize bir şeylerin yazılıyor olması çok büyük bir şey. Bu, liderimizi siz ve biz oylarımızla orada tutmasaydık olmazdı. Biz de oylarımız ile Tayyip Bey'e destek verdiğimiz için hanelerimize sevap yazılmaya devam ediyor” dedi.

Ali İhsan Bey’in sevap sandığı büyük anlaşılan. Dağıttıkça dağıtıyor sevapları maşallah... Haliyle, biz de bu oyların sevap sanılması ve sayılması meselesinin kaynağını merak ettik. Acaba hangi fıkhi ölçüye göre sevap? Bir de, muhtelif saiklerle oy kullanan insanlar var. Severek, isteyerek oy kullanıp çevresinin de aynı şekilde oy vermesi için gönüllü uğraşanlar var, “başka kime vereceğiz ki, yetmez ama evet...” diyerek oy kullananlar var. Birilerinin telkini ile ve/veya zorla oy kullananlar var. Bu işi profesyonel olarak yapanlar, mesela paralı troller var, partinin resmi maaşlı çalışanları ve üyeleri var. Oy vermesi karşılığında maddi menfaat temin eden var.

Kim, ne kadar sevap alır?

Kısaca; oy verirken korku, istek, kararsızlık-çaresizlik, umut ve menfaat gibi çok farklı motivasyon noktasından söz etmek mümkün. Şimdi, bu farklı vesilelerle kendilerine oy veren herkes, aynı sevabı mı alıyor? O meşhur soruyu da sormadan edemeyiz: Dağdaki çoban ile bir profesörün veya bir şarkıcının sevapları bir mi olacak? Tek bir sevap türü yoksa, hangi şekil daha sevaplı acaba? Bir sevap katalogu düzenleyip dağıtmayı düşünüyorlar mı? Bence katalogun adı “WhatSevapp” olsun, mobil uygulamasına giren herkes, verdiği oyun ne kadar sevap kazandıracağını anında görsün.

Peki, oy vermek sevap da, oy alanların iktidara geldikten sonra işledikleri hata ve günahlarda ortaklık var mı? İktidar dediğimiz, neticede binlerce farklı kişinin içinde olduğu bir yapı. “Zerratı günahkârlardan mürekkep bir hükümet tamamiyle masum olamaz” kaidesince kimi, iktidar gücünü kullanarak uyuşturucu ticareti ve kaçakçılık gibi kanunsuz ve ahlaksız birtakım kazançlar elde edebilir. Bazıları, kendilerini ve yakınlarını hak etmedikleri makam ve mevkilere getirebilir. Kamu kaynakları ve büyük meblağlı ihaleler, usulsüz bir şekilde belli zümrelere verilebilir. Hakkında mahkeme kararı olmadan, hatta beraat ettiği mahkeme kararı olmasına rağmen, fişleme dosyalarına bakılarak, bir kararname ile işlerinden uzaklaştırılan, bir daha hiçbir yerde çalışamaması için kanunlar çıkarılan, engelli çocuklarının aylığı kesilen insanlara zulüm ediliyor olabilir. Keyfi tutuklamalarla, iddianamesi bile hazırlanmadan insanlar cezalandırılabilir. İşlenebilecek günahın haddi hesabı yok ve memlekette günah işleme özgürlüğü olduğunu da biliyoruz...

Bugüne kadar, iktidara oy vermenin farz-ı ayn olduğunu söyleyen oldu, belediye başkanı adayına verilen her bir oyun sırat köprüsünde berat kazandıracağını söyleyen oldu, Esenyurt düşerse, Kudüs ve Mekke’nin de düşeceğini iddia eden oldu. Esenyurt düştü ama Kudüs ve Mekke aynı haliyle devam ediyor. Şimdi de leblebi gibi sevap dağıtıyorlar, aman diyeyim, iki sevap kazanayım derken hata ve günahlara da ortak olmayalım...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/whatsevapp_553112

Dış Göçler

 

Dış Göçler
Dış Göçler

Dünyayı değiştiren, teknolojik olarak çığır açan pek çok cihaz, uygulama veya teknolojik yöntemin hikâyesine baktığımızda, bir hayal olarak başladığını, imkânsızlıklar içerisinde mütevazı bir garajda geliştirildiğini görüyoruz. Ne güzel, değil mi? Elin oğlu hayal kurabiliyor, hayalini şekillendirip bir surete büründürüyor, yeni fikirlerle geliştiriyor ve bu fikrin somut ürününü ortaya çıkarabileceği bir ortamı bulabiliyor.

Nitelikli bir iş gördükleri zaman yatırımcılar, sahibine “Sen kimsin, nereden mezun oldun?” diye sormuyorlar. Hattâ, mezun olup olmadığını bile merak etmiyorlar. İşe bakarak sahibini, sahibine bakarak işi küçümsemek gelişmiş ülkelerin yaptığı bir şey değil gibi.

Bir gencin arkadaşlarıyla birlikte kullanmak için yazdığı kod veya özel bir problemine çözüm olarak geliştirdiği uygulamanın büyüyerek küresel ölçekte insanlığın kullanımına açılması meselesine imrenerek bakıyoruz ve “Bizde niye yok?” diye soruyoruz. Galiba, en büyük eksiğimiz garaj sayımızın(!) az olması. Garajı bırak, Anadolu’da pek çok gencin kendine ait bir odası bile yok. Salonda, televizyonun sürekli açık olduğu bir yerde, misafirlerin gelip gittiği ortamlarda ders çalışabilirse çalışıyor. Hele kışın soba ile ısınan evlerde soba tek bir yerde yakılıyor. Gelen giden fazla olmasa bile tek odada televizyon, bilgisayar ve ev ahalisinin günlük hayat koşuşturmacası yeterli bir gürültü sağlıyor.

En iyi üniversiteye gidebilmek için iyi bir ortaokula ve daha iyi bir liseye gitmesi lâzım. Özel ders, dersane, nitelikli eğitim materyali herkesin her zaman erişebildiği imkânlar arasında değil. “Ders ve ekipman takviyesi almadan sınavlara hazırlanayım” dersen, okul müfredatı ile sınavların içeriklerinin uyumlu olmaması problemi ile karşılaşırsın. Zorunlu eğitim lise sonuna kadar sürüyor ve geleceğini teminat altına almak isteyenler için iyi bir okul kazanmak dışında bir seçenek kalmıyor gibi. Aynı sınava giren kişi sayısı artınca rekabet artıyor ve maddî imkânları sebebiyle bazıları daha avantajlı biçimde yarışıyor.

İyi-kötü bir okul tutturunca dertler bitiyor mu peki? Maalesef bitmiyor ve yeni dertler başlıyor. Okul harcı, yurt-pansiyon kalma ücreti, evde kalacaksa ev kirası, faturalar (öğrenci olunca elektrik, su ve doğalgaz faturaları daha az gelmiyor, internet ve telefonda ise cüz’î bir indirim olabilir) mutfak masrafı, okula gidip gelmek için yol parası, giyim-kuşam, ders kitabı, defteri, fotokopisi ve diğer kırtasiye masrafları gibi Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde en altta bulunan ihtiyaçlarının tedariği kara kara düşündürüyor. Devletimizin onlarca kat artırmasıyla övündüğü, karşılıksız olarak verilmeyen ve eğitim sonunda ister iş bulsun ister bulmasın, öğrenciden tahsil edilecek öğrenim kredisi ise, sıkı durun 650 lira!

Yurt sayısı ihtiyacın çok altında olunca anında doluyor. Öğrenci tayfasının “yurt”dışı sevdası da malum, hemen kiralık ev aramaya başlıyorlar. İstanbul’da en düşük ev kiralarının asgari ücret seviyelerinde dolaştığını da söyleyelim. Parasıyla bile ev bulmak zor. Büyük şehirlerde kalacak yer bulamayan öğrenciler “Barınamıyoruz” hareketi başlatıp parklarda sabahladılar. Eğitim şartları ve okullarıyla ilgili bir durumu protesto etmek için gözaltına alınma riskini göze almaları lazım. Bu memlekete ne lâzımsa, devlet büyüklerimiz getiriyor nasıl olsa…

Şanslı gençler, iyi bir öğretim kadrosunun olduğu okullarda okuyabiliyor ama ihtiyaç-performans ve piyasa dinamikleri hesabı yapılmadan her yere açılmış okullarda iyi bir akademik kadro bulmak da zor. Zamanında okulu bitiremeyen öğrencileri bekleyen bir GSS problemi sürprizi var! Devlet, öğrenciye diyor ki, “Senin yaşın ilerledi, kendi sigortanı ödemelisin, babanın-annenin sağlık sigortasından yararlanamazsın!” Öğrenci “Param yok, nasıl ödeyeyim?” dediğinde babasının gelirlerini bölüştürüp ona da bir miktar düştüğünü hesaplıyorlar.

Isparta’nın İslamköy’ünde doğup büyüyen çoban bir çocuğun, kendi imkânlarıyla çalışarak Türkiye’nin en iyi okullarında mühendislik okuyabilmesi ve yetenekleri sayesinde bürokraside/siyasette yükselmesinin devri geçti. “Selam ve dua ile…” kalıbıyla bitecek bir mektupla referans isteme şansı olmayan gençler bilgi ve yetenekleri ile uyumlu bir memuriyet kadrosu elde edemiyor.

Ekonomik şartlar, özel sektörde iş bulmayı ve o işte kalıcı olmayı çok zorlaştırdı. “Aileme artık daha fazla yük olmayayım, GSS primleri ödemek zorunda kalmayayım, KYK kredilerini zamanında ödeyebileyim, erkenden sigortamı başlatayım da emeklilik işim zora girmesin” gibi endişelerin gölgesinde gençlerimiz, işsizliğin ve enflasyonun tavanlarda olduğu zamanlarda, bulabildiği ilk sigortalı maaşlı işe yapışmak istiyor. Aileden başlayarak, fikren hür olamadığı bir ortamda büyüyen, boynunda bu kadar ekonomik prangalar bulunan bir genç, hayallerindeki işi bulabilecek mi veya hayallerine odaklanabilecek mi?

Haydi diyelim, başkalarının yanında çalışmadan, kendi hayalindeki iş için araştırma ve geliştirme fırsatı buldu ve kendi çabasıyla bir ürün-fikir çıkardı ortaya. Bu fikri ya da ürünü hayata geçirmek, seri üretime başlamak için şartlar müsait mi? Şirket kurması lazım, sermaye lâzım, iş gücü olarak ekip kurması lâzım. Daha para kazanmaya başlamadan maliye yapışacak yakasına, önce vergilerini öde diyecek. “Kazanmadım ki, neyin vergisini ödeyeceğim?” dese bile kimseyi inandıramayacak, kendisine “Senin gibilerini çok gördük, azıcık para kazanmaya başladınız mı kaçacak veya vergi kaçıracaksınız, neme lazım, şimdiden ben alabileceğim parayı alayım da…” denecek.

Eskiden, gelecek kaygısı olmaması ile bilinen tıp doktorluğu bile kendisinden kaçılan bir meslek oldu. Devlet hastanelerinde haddinden çok fazla iş yükü altında çalışmak zorunda kalıyorlar ve can güvenliklerinden emin olamayan sağlık personeli var. İçinde bulunduğumuz günlerde, yurtdışında çalışmak için pek çok doktorun istifa edip gittiği haberleri var.

Geçmişten gelen sıkıntılar ve gelecek endişesi, maalesef zor şartlar altında tahsil alarak yetişmiş insanlarımızın yurtdışına göç etmesine sebep oluyor. Karşılaşılan her zorlukta ilk öne sürülen sebep olan “dış güçler”in neyi ne kadar etkilediğini bilemem ama bu “dış göçler” devam ederse ülke olarak her alanda bizi zor günlerin beklediğini söyleyebilirim.

Dış göçleri engellemenin ve tersine çevirmenin yolu ülkenin iklimini değiştirmekten geçiyor. Fikir ve konuşma hürriyeti tesis edilmeli ki, insanlar gördükleri yanlışlıkları eleştirebilsin ve onları düzeltme imkânı olan kişilere seslerini duyurabilsin. Yoksa, karşısında herkesin sustuğu kötülükler sıradanlaşır ve adalet sistemi felce uğrar. Ülke kaynaklarını belirli zümreler paylaşır ve garibanlar yiyecek ekmek bile bulmakta zorlanır. Hürriyetsizlik, ekmeksizliği netice verir. Geleceği müphem küçük bir ekmeğini kaybetmemek için hürriyetinden geçenlerin kulakları çınlasın!

Hürriyetin tesisinden sonra bütün işlerin hak ve adalet çerçevesi içinde işlediği hissettirilmelidir. Toplumsal statüsü ve maddî imkânı ne olursa olsun, gereği kadar çalışan herkesin iyi okullara ve güzel mevkilere gelebileceği liyakat ortamı oluşturulmalıdır. İmkânlar ölçüsünde başarılı öğrenciler burslarla teşvik edilmeli, vergi indirimleri gibi müşevviklerle iş dünyasının genç girişimcilere yatırım yapmasının önü açılmalıdır.

Karşılaştığı zorluk karşısında pes edip dışarıya kaçmak en ucuz kurtuluş olabilir ve kaçan kişi sadece kendini kurtarmış olur. Ülkesinde kalarak zor şartlar altında hürriyet, hak, adalet ve liyakat mücadelesini sürdürenlere selam olsun. Meyvelerini kendileri görmeseler bile sonraki nesillere eşsiz bir hediye bırakmış olacaklar. Bir şarkının dizelerinde geçtiği gibi “Şehre bir film gelecek, bir güzel orman olacak, iklim değişecek ve Akdeniz olacak, hadi gülümse!”

Link: https://www.gencyorumdergisi.com/2021/11/dis-gocler/

Zamm-ı Azam

 

Zamm-ı Azam
İbrahim Özdabak Karikatürü

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “..bu kararlı gidişimiz karşısında Avrupa şaşkın, dünya şaşkın. Çünkü onlar böyle bir şeyi bizden beklemiyorlardı. Ama şu anda bu gidişi görünce şok oldular” sözünü okuyunca konunun iklim zirvesi olduğunu sandım. Son zamanlarda, Avrupa’nın şaşıracağı başka bir “kararlı gidişimiz” olmadı hatırladığım kadarıyla.

Pek çok ülkenin yöneticilerinin katılımıyla, iklim değişikliklerinin konuşulacağı Glasgow İklim Zirvesi’ne Cumhurbaşkanı seviyesinde katılımdan son anda vazgeçmiş ve ortamdan zengin kalkışı yapmışız. Sebebi olarak protokol kuralları ile ilgili anlaşmazlık olduğu söylendi. Yani, “Vücud ikliminin sultanı sensin, efendim, derdimizin sultanı sensin, istediğin kadar araç ve koruma ile geçiş yapabilirsin” diyeceklerine, başka ülkelere tanınan protokol şartlarını bize de dayatmaya çalışmışlar! Yüzlerce arabalık koruma konvoyu ile geçemedikten, kornalarla havamızı atamadıktan sonra yemişim zirvesini! Hamdolsun, itibarımızı zedelettirmedik ve kararlıca çıkıp gittik oradan.

Bakmayın, dünya için de iyi oldu gidişimiz, o kadar arabanın itibarlı yürüyüş için çıkaracağı egzoz gazı cepte kaldı. Çevreciliğin daniskası olduğumuz gibi iklimciliğin de kralıyız, evelallah... Karbon ayak izi falan diyorlar ya, o işe de en hazırlıklı biziz. Beş on sene kullanabilmek için bir kaç numara büyük aldık karbon ayak izimizi. İstikrarlı ülkeyiz sonuçta, her sene değişen ayak izi istemeyiz. Neydi o eski koalisyon günleri, millet karbon kuyruğuna giriyordu...

Yazının başındaki söz alıntısının ekonomi ile alakalı olduğunu, başka bir kaynakta sözün tamamını okuyunca gördüm. Meğer, sözün başı aslında şöyleymiş: “İç ve dış şoklara karşı dayanıklı ekonomik yapımız sayesinde hala yatırım, üretim, ihracat ve istihdam hedefiyle yolumuza devam ediyoruz. Bu kararlı gidişimiz karşısında Avrupa şaşkın...”

Ekonomik gidişimizi anlamak için açıklanan enflasyon oranlarına bakmak yeterli. Çok şükür, yine yüzde yirmi seviyelerini görmedi ve 19.89’da kaldı. Resmi rakamlara göre ev kiraları, senelik olarak ortalama %12 artmış, araç fiyatlarında ise artış olmadığı gibi düşüş de yaşanmış. Sarı rengiyle bilinen emlak sitesinde araştırma yapan kuruluşlara göreyse, sadece İstanbul’da, kira artış ortalaması %50’lerin üzerinde. Tüik’in araştırmasına konu olan evlerin ve arabaların nerede olduğu herkesin merakını cezbetmiştir muhakkak:

“Kirası denizin dibinde Hatçam, TÜİK'ten evler
AK hesap üstünden anam, dört kattır zamlar!
Dalga dalga, dalga dalga herşey zamlanıyor
Gerçek enflasyonu gören, zammı yapıştırıyor...”

Elektrik ve Doğalgaz Zammı

Euronews haberine göre, 2019 ile 2021 ilk yarılarını kapsayan 2 yıllık dönemde Türkiye'de elektrik fiyatları yüzde 47.4 artarken doğalgaz fiyatları da yüzde 42.3 yükseldi ve zam konusunda bizi Avrupa’nın şampiyonu yaptı. Zamm-ı Azam bizde, anlayacağınız... Ama Enerji bakanımız, faturaları düşürmenin yolunu gösterdi: Yakmazsak, fatura yüksek gelmiyormuş. “Az doğalgaz yakın, bir derece daha düşük olursa üşümezsiniz, aslansınız siz” diyor mealen. Dua edelim de, bu kış fazla soğuk gelmesin. Sadece kavli dualarla ve vatandaşa verilen gazlarla yapılan doğalgaz yönetimi işine “Dual Gaz” diyoruz. Gaz zammımız mübarek olsun inşallah...

Zamlara o kadar alıştık ki, adeta Zamm-ı Azam gibi “zamlardan babam da çıksa yerim” diyoruz. Ayçiçek yağı mesela, iki yıl içerisinde fiyatı 3 katına çıkmış neredeyse. 2019 yılında fiyatı 42 lira civrında olan 5 litrelik ayçiçek yağının bugün 120 liraya dayanan fiyat etiketi internette dolaşıyor. Sıradaki türkümüz, bütün yağlar ve pazar-market fiyatları için geliyor:

“A.yağında kundura,
Zam gelir dura dura
Ölürem ben ölürem vay
Ben maaşı bitirdim
Borç-harca vere vere

Alamam ben alamam
Her fiyata ben gelemem
Ben bir fakir çocuğam
Arar, indirim bulamam vay

Çıktım alışverişe pazara
El ettim bütün raflara
Ölürem ben ölürem vay
Yeni fiyat şöyle dursun
Can kurban eski fiyata”

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/zamm-i-azam_552691

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: