Bu Blogda Ara

Arşiv

dünyevileşme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dünyevileşme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Düğünyevileşme


Düğünyevileşme
Kayseri’de yaşayan bir kadın, vakt-i zamanında komşuluk ve aile yakınlığı vesilesiyle katıldığı bir düğünde takmış olduğu çeyrek altını, kendi el yazısı ile yazdığı mektupla geri istemiş.
Başka ülkelerde arabalar, bilgisayarlar veya ne bileyim cep telefonlarının üreticileri tarafından ara ara geri çağrıldığını duyuyoruz ya, ben de merak ettim; kadın darphanede çalışıyordu da, taktığı altında kalite temelli bir problem mi tespit etmişti? Taktığı çeyrekte kullanılan altının elde edilmesinde istimal edilmiş siyanürleri düşünüp dertlenmiş olabilir miydi peki? Belki de o altın, serisi olduğu güç çeyreklerine hükmeden bir kudret çeyreğiydi ve “kayındalfının” kışkırtmasıyla onu Erciyes Hüküm Dağı’na götürüp üretildiği ateşe atarak Orta Anadolu dünyasını büyük bir dertten kurtaracaktı! Haberin devamını okuduğumda kadının, oğlunun evlilik yapacağına dair umudu kalmadığından, yaptığı yatırımın geri dönüş zamanının gelmeyeceğini düşündüğü ve bundan dolayı verdiği altını geri istediği yazıyordu. Oğlunun yaşının 38 oluşu ile bulundukları şehir plaka kodu olan 38 rakamı arasında herhangi bir illiyet kurmak gerekiyor mu bilmiyorum, onu da akıl bahçesi geniş “devletlülerimiz” düşünsün.

TAKI ve TAKIYYE


Ülkemizde düğüne gidenler genellikle bir takı hediyesi de götürürler. Kimin ne taktığı gayrıresmi olarak bellek kayıtlarına kazınır. Hamdolsun, artık her cep telefonunda bulunan ve amatör bir belgesel çekmeye yarayabilecek kameralar sayesinde takı tespit işlemi daha kolay yapılabilmektedir. Ancak el çabukluğu gibi profesyonel ya da arada bir başka kişinin perdeleme yapması gibi organize çalışmalarla arada kameralardan kaçanlar olabilir. Hayatımızı kolaylaştıracak türlü hizmetleri birbiri ardınca bomba gibi patlatan E-Devlet, bunun için de uygulamalar geliştirse iyi olur. Maliye Bakanlığı “Kime ne taktım” ve “Kim bana ne taktı” servislerini hayata geçirdiğinde kayıt “altına” girer ve vergilendirilebilir hale gelir. Böylece, çeyrek taktığı halde bir tam altın takmış gibi davranıp takıyye yapanların da önü kesilmiş olur.

DÜĞÜNLE DÜNYEVİLEŞME


Öncesinden başlayan hazırlıklarıyla düğün organizasyonu, adeta bin yıl sürmesi planlanan bir dünya hayatı altyapısının oluşturulmasına hizmet eder. Düğünle dünyevileşme işine kısaca “düğünyevileşme” diyebiliriz. A’dan Z’ye bir ev için gerekli bütün eşyalar alınır, nişanda, kınada, düğünde ayrı ayrı kıyafetler giyilir ki, bir daha hiç kullanılmayacaktır bunlar. Kuaförüydü, bakımıydı, dâvetiyesiydi, ikramlarıydı, süslenmiş arabasıydı derken, damadın selam verdiği herkes, kendisinden bir kamyon para alır. Bahşişsiz kapılar açılmaz, bıçaklar kesmez, makaslar açılmaz… Bunların hepsi Milli Gelinlik Kurulu (MGK) tavsiye kararlarıdır ama sıkıysa uygulama, “Kaynatank”ları “çevik bir” hareketle üzerine yürütüp hemen balans ayarı çekmelerini istemezsin!

Mesture ve mütedeyyin gelin hanımlar da, konu düğün olunca bakıyorsun “düğünyevileşme” hareketine uyuyorlar. Örteceği ve düğün boyunca görünmeyecek saçlarına gelin başı yaptırır meselâ. “Onu da isterim, bunu da isterim” diye tuttururlar. Kendi tutturmasa da Bacı Çalışma Grubu (BÇG) üyeleri süreci yakından takip edip gerekli raporlamayı MGK’ya yapar. Bu süreçte eldeki nakitlerini bitiren zavallı damat adayımız POS-modern bir darbe ile kredi kartlarına mahkûm olmaya başlar. Tam da bu noktada düğün sahipleri, davetlilerden gelecek altın beklentisine girerler. Toplanan altınlar da kendilerine takanların düğününde kullanılmak üzere saklanır. Durmadan yer değiştiren ve kimseye hayrı dokunmayan bu altın döngüsünü kırmanın yolu galiba biraz daha ahireti düşünüp düğünler yapmak…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/dugunyevilesme_455818

Terk-i Dünya, Terk-i Tech

Terk-i dünya terk-i tech

Bugünkü akıl yapısıyla geçmişte yaşamak varmış. Hayatın devamını sağlamak için gerekli minimum şartların çok az, yeryüzünün geniş ve henüz parsellenmemiş durumda olduğu zamanlardan bahsediyorum. AROG filmindeki Arif gibi, fakat kendi isteğiyle ve yanında bugüne dair hiçbir ekipman olmadan gidip orada ömrünün sonuna kadar kalmak… İstediğin yere göç, kon. Kabilene, köyüne ya da kavmine gelen peygambere de iman ettin mi sorun yok. Ki, peygamberlik davasında bulunanlar apaçık delillerle ortaya çıkıyor ve üstelik neredeyse ayağına geliyor. Tabiî, bugünkü imkânlar ve konfordan vazgeçmek kolay değil, bu da işin bir maliyeti.

Bütün ihtiyaçlarını kendi becerisi ile karşılamaya çalışan, her an düşman saldırısı ile karşılaşmaya hazır bir şekilde tetikte duran, beslenme işini standart öğünlerde değil, ne zaman yiyecek bulabilirse halledebilen, hastalandığında veya yaralandığında kendinin doktoru olan, çok sık bir şekilde ölüm tehlikesi atlatan bir insan düşünün. Dünya hayatının fanîliği, insanoğlunun aczi ve fakirliği üzerine çok bir derse ihtiyacı var mı? Her ânı olmasa bile günlük hayatında bu kavramları ona hatırlatacak o kadar çok şey yaşıyor ki. Bir de İlahî mesajın farkında ve iman etmişse, “sevapları leblebi gibi toplar” (Bir Umut Sarıkaya karikatüründe Stephan Hawking’i İslâm’a davet eden kişinin ikna için kurduğu cümlede geçen bir ifadedir). Perde arkasında kendisini esas doyuran, koruyan, hastalandığında şifa veren, kendisini terbiye eden, hayatı ve ölümü Vereni, yani O’nun isimlerini, sıfatlarını ve fiillerini daima hisseder. İbadeti, duası samimâne ve ihlâslı olur.

Zamanla ilim ve teknik gelişti. Buharlı makineler ve sanayi inkılâbı ile birlikte üretim araçları boyut ve kapsam olarak çok değişti. Artık herkesin kendi tarlasında veya atölyesinde bireysel olarak ve el gücüyle çalıştırılan aletlerle yaptığı üretim tarzının sonu geliyor gibiydi. Fabrikalar kuruldu, yüz binlerce insan gittikçe sanayileşen dünyanın üretim süreçlerinde emek-yoğun bir şekilde yer aldı. Uzun çalışma saatleri, ağır çalışma şartları, artan üretim kapasiteleri, stokları eritmek için pazarlama çalışmaları, hesaplar ve dünyevî işler için durmadan çalışma başladı. Ev kirası, faturalar, mutfak harcamaları, eğitim giderleri, ulaşım ve sağlık harcamaları gibi ödeme yükümlülükleri insanları hep daha fazla çalışmaya itti. Durmadan akan sayılar, dönen hesaplar, sayılara indirgendikçe ruhunu kaybeden değerler, somutlaştıkça arzîleşen duygular etrafımızı sardı.

Tıbbî alanda inanılmaz gelişmeler oldu. Eskiden çok ciddi ölümlere sebep olan bulaşıcı hastalıklar bugün çok basit bir şekilde atlatılabiliyor. Aşılar, antibiyotikler, gelişmiş tetkik ve teşhis cihazları, mikro cerrahi, nanoteknoloji derken hastalık ve yaralanmalara bağlı ölümler oldukça azaldı. Ulaşım imkânlarındaki gelişme, üretimin endüstriyelleşmesi, ambalajlama ve saklama sürelerinin iyileştirilmesi sayesinde gıdaya erişim hem ucuzladı, hem de arttı. Zulmen mahrum bırakılanlar hariç açlıktan ölen insan neredeyse kalmadı.

“Sapiens” ve “Homo Deus” isimli kitaplarıyla insanlığın tarih içindeki gelişimlerini evrimsel bakış açısıyla anlatan ve geleceğe dair tahminler yapan Yuval Norah Harari, bu gidişi “hayvanlardan tanrılara” gibi yanlış bir tanımlamayla ifade ediyor. İnsanlığın zaman içinde sağlıkta, bilimde, teknolojide, ticarette, ulaşımda ve sanatta harikulade tekâmül gösterdiği doğrudur. Bu tekâmül neticesinde insanlığın Yaratıcı ile olan ilişkisini zayıflattığı, arada bulunan sebepler katmanını çoğalttığı ve onları sahiplendiği, böylece gaflet perdesini kalınlaştırdığı ve giderek dünyevîleştiği de doğrudur. Sadece boyu uzadığı için artık düğmesine ulaşabildiği ve o düğmeye basmak suretiyle harekete geçirdiği asansörü, arka planında işleyen mekanik, elektronik, malzeme bilimi, endüstri ve bilumum mühendislik aşamalarını inkâr ederek salt kendi bilgi ve birikimiyle yönettiğini zanneden çocuk misali insanlık, İlahî isim, sıfat ve fiillerin rollerini çalmak ve üstlenmek istemektedir. Asansör örneğindeki çocuk, düğmeye basarak yukarılara çıkması ve oradaki vazifelerini ifa etmesi gerekirken, kendine ait olmayan vazifeler üstlendiği ve asansördeki her ayrıntı ile fazladan zaman harcadığı için asansörîleşir ve esas görevini ihmal eder.

Peki, bizi dünyevîleştirmesi tehlikesine binaen endüstri 4.0, yapay zeka, nanoteknoloji, mekatronik gibi konularda Müslümanlar kendini geliştirmesin mi? Ürünlerini kullanmasın mı? Elbette yapsın, fakat bunu yaparken Yaratıcı’sını unutmasın ve bu nimetlerin şükrünü artırsın. Bediüzzaman Hazretleri’nin On Dokuzuncu Lem’a’da anlattığı Gavs-ı Azam’a ait kerameti hatırladım. Keramet, her tarafta tekkelerin bulunduğu zamanlarda geçiyor. Bunu, bugün onlara mukabil “tech”keler bulunması ve “teşbihte hata olmadığı” prensibinden yola çıkarak konumuza uyarlayacak olursak şöyle bir hikâye olabilir:

Bir zaman Gates-i Azam Şeyh Bilal’in Microsofî techkesine çocuğunu gönderen yaşlı bir anne varmış. Oğlunu ziyarete gidince onu 256 mb ram, 40 gb harddisk ve internet bağlantısı olmayan bir eski bilgisayarla uğraşırken görüp acımış, Şeyh’e şekva için gittiğinde ise onu Twitter’larda Facebook’larda gezerken görüp kızmış: “Benim oğlum teknolojisizlikten kırılıyor sen ise tweetler atıyorsun.” Gates-i Azam, “kuş biiznillah” deyince mavi Twitter kuşu telefonun içinden holografik bir animasyonla çıkarak uzaklaşmış. Gates demiş ki, “Senin oğlunun da ne zaman işletim sistemi donanımına hâkim olursa, teknolojiyi kendi zevk ve eğlencesi için değil şükür için isterse, lezzetli tweetler atabilir…”

Microsofî tarikatının esasları “Der tarik-i Microsofî, lazım amed çar terk: terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hostî, terk-i tech” şeklinde ifade edilse de biz onlar gibi yapmaya mecbur değiliz. Bu da Mackî techkesinin sloganı olsun: “İbad olarak İPAD’ı şükür için istiyorsak, tefekkürümüzü artırıyorsa neden kullanmayalım?”
Link: http://www.gencyorum.com.tr/terk-i-dunya-terk-i-tech/

Öne Çıkan Yayın

M'Ako Ağa

  M'Ako Ağa M’Ako Ağa, sıra sıra selvilerin dizildiği bölgenin hemen aşağısında, yeşil yeşil çamların arasında kalan sinemada gösteril...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: