|
Selçuk Erdem Karikatürü
|
Bana Lockman Hackim derler. Aslında öyle demelerini ben
istiyorum. Dükkanımın adını böyle koydum çünkü. Gerçek adımı üçüncü kişilerle
paylaşmaya hazır değilim. Attila İlhan’ın Üçüncü Şahsın Şiiri adlı şiirini duymuşsunuzdur
belki, ondan ilham alarak (benim ilhamın adı Adıyla İlham) diyorum ki “gözleriniz kişisel verilerime dokununca
felaketim olurdu”
Bu hikayeyi okuyanlar olarak benden farklı bir boyutta
bulunduğunuz için bana göre kaçıncı kişi olduğunuzu bilmiyorum ama kişisel
derecenizi en az üç diye kabul ediyorum. Pi sayısını bile en az üç alan
biriyim, garantili iş yaparım zira. Aramızda kalsın ama hesaplaması da daha
kolay oluyor...
Siber dedektiflik işiyle uğraşıyorum. Kilitli dosyaları ve
kapalı bilgisayarları açarım. Sherlock Holmes gibi gizemli olayları keşfederim.
Benim “şer”le işim olmaz, o yüzden sadece “lock” kısmını aldım ki, kilit anlamına
gelir, benim işimle uyumlu. Hem, Lokman Hekim gibi yerli ve millî
kahramanlarımızdan birinin ismi daha hoş değil mi sizce de? Benzeyecekse ona
benzesin dedim. Hacklenmiş sistemlere bakar, kimin yaptığını bulmaya çalışırım.
Beyaz şapkalı hacker diye tabir edilir bizim meslek. İnsanların bilgisi olmadan
sistemlerine girmem, girsem bile zarar vermem. Sistem sahibini uyarır, güvenlik
açıklarını kapatmalarına yardımcı olurum. İş için çağırdıkları sistemlerde
işlemci sıcaklığı neyse de, RAM yoksunluğu çok fena. Duvarı nem, insanı gam,
sistemleri de az RAM yıkar. Dostlarım benim için türkü bile uyarlamışlar:
“Beyazdır şapkası, script yazdırır
Hack işleri server server gezdirir
Lockman Hackim gelse hep RAM aldırır
O RAM’i takmaya yar kendi gelsin”
Hack yerim ama asla hak yemem. Çözemediğim davanın parasını
almam. “Hallederiz, ama şu sistemleri komple kırmamız lazım” gibi tavırlara
girmem. İş ne ise onu söylerim.
Aslında bir ara dükkan ismini "Lokmam Hacking" diye değiştirmeyi de düşündüm. Alt mesaj şu olacaktı: "benim lokmam, senin hek'in". Bir nevi, "sen heklenmesen, o heklenmese ne yiyeceğiz biz, daş mı yiyek gardaş" diyecektim. Kabul ediyorum, televizyon dizilerinde mahalli ağızla konuşmaya çalışan oyuncu repliği gibi olacaktı, üstüne bizim millet aradaki farkı anlamaz, herkes yine "lokman hekim" diye çağırırdı beni. Vazgeçtim o isimden.
***
Şu sıralar işler kesat, syn-ack avlıyorum anlayacağınız
(mesleki bir şaka, terminolojiye hakim değilseniz gülmeden geçebilirsiniz. Küçük bir tavsiye: ufacık müstehzi bir gülümseme ile TCP protokolünden anladığınız
intibaını verebilirsiniz).
Geçenlerde, aylak aylak dükkanda takılırken kurumsal bir
firmadan birisi geldi. Piyasanın en ucuz çalışan dedektifi olduğum için beni
bulmuştu. Çözemedikleri bir konu hakkında yardım istiyordu. Sıkı pazarlıkçıydı,
ben de böylesi bir firmanın ayağı alışsın diye kolaylık yapayım dedim. Teklif
ettiğim ücretin dörtte birinde anlaştık. Dükkanda boş boş oturmaktan iyiydi
sonuçta. Hem de cama “servisteyim, döneceğim” tabelasını asınca millet iş
yaptığımı anlayıp daha çok arayacaktı beni. Win-win, dows-dows durumu yani...
Yapılacak iş benim için çocuk oyuncağıydı. Firmanın çalışanları,
yükselen enflasyonu bahane ederek maaşlarına zam istemişler ve bu isteklerini
bir dilekçeyle yönetime sunmuşlardı. Dilekçede neredeyse bütün çalışanların
imzası vardı. Yöneticileri çok kızdıran bu dilekçeyi kimin yazdığını kimse
söylemiyordu. “Kara Murat benim!” gibi bir tavırla hep beraber yazdıklarını
ifade ediyor, Nuh diyor ama peygamber demiyorlardı. Benden istedikleri, bu dilekçeyi kimin
yazdığını ortaya çıkarmamdı.
Bir bilişim dedektifine yakışır tarzda hemen bir mizansen
oluşturdum. Sağ ayağı aksayan ve kekeme konuşan bir çaycı olarak kurumda
çalışmaya başlamış gibi görünecektim. Pandemi sürecinde şirketteki çaycının
işine son vermişler. Bu pozisyon boştaydı, yani ayağını kaydırarak kendi koltuğunu
kapabileceğimi düşünen bir rakibim olmazdı. İnsanların acıyarak bakacağı bir tip her zaman
iyidir. Karşı tarafa güven verir. İnsanlar, samimi bir şekilde sırlarını kendisiyle paylaşırlar. Sonra,
çaycı olarak giriş yapamayacağım hiç bir departman yoktu. Sıcak bir çaya kim
hayır derdi ki? “Gizlenmenin en iyi yolu apaçık ortada olmaktır” şeklinde bir
söz duymuştum. O sözdeki avantajdan yararlanmanın tam zamanıydı.
İşler tam planladığım gibi başladı. Kısa zamanda herkesin
sevgisini kazandım. Şirket yöneticisine çay uzatırken, bana “nasıl gidiyor,
plana uygun hareket edebiliyor musun?” der gibi baktığını hemen anladım.
“Asayiş berkemal” manasında, hem kafamı salladım, hem de gözümü kırptım. O anda
yöneticinin neden kızdığını anlamadım, kimse fark etmemişti ki, ben bile
zor anlamıştım bakışlarındaki soruyu.
Departmanlara çay servisi yaparken havadan sudan konuşmalara
başlayıp pahalılıktan bahsederek hoop konuyu maaşlara getiriyordum. Maaşın
artık kimseye yetmediğini söyleyip, benim de onların tarafında olduğumu
anlamalarını istiyordum. "İlk günden maaş mı konuşulur?" diye beni azarlayanlar
oldu. Şirkette ifşa mı olmuştum acaba? Kimse benimle o mevzularda muhabbeti
ilerletmiyordu. Muhakkak bir köstebek vardı ve herkesin benden haberi olmuştu.
Başka bir açıklaması olamazdı. Stratejiyi değiştirmem lazımdı. Çok umursamadım, sosyal mühendislik bir yere kadar çalışır deyip esas alanım olan teknik
dedektifliğe geçmeliydim.
Elime paspası alıp sistem odasına doğru süpüre süpüre
gitmeye başladım. Odaya yaklaştığımı farkeden bir çalışan ne yaptığımı sordu.
Çay servislerinden arta kalan zamanda boş durmamam gerektiğini ve temizlik işine yardım
etmemi yöneticilerin tembih ettiğini söyleyerek başımdan savdım. Sistem odasına
bir girebilsem, gerisi tereyağından kıl çeker gibi kolay olacaktı. IT stajyeri
çocuğa sistem odasını açtırıp daldım. Çocuk kapıyı açıp gitmişti, daha ne
isterdim? Hemen paspası kenara fırlatıp sunucunun başına geçtim. Kullanıcı adı "admin", şifre "admin" yazıp girişi denedim ama güçlü bir savunma ile karşılaştım,
şifreyi kabul etmedi. Firewall da işimi görürdü, orayı aşsam sistemlerin içinde
olurdum. Admin-12qwaszx şifresini de bu sefer firewall kabul etmedi. Giriş
imkansızdı benim için.
Kolay pes edecek biri değildim. Seçeneklerimi gözden geçirdim. Allah’tan, personelin yazdığı dilekçenin bir kopyası
bendeydi. Hemen incelemeye koyuldum. Doküman kesinlikle Microsoft Word programı
ile hazırlanmıştı, buna emindim. Fontu da tanıdım, Verdana kullanılmıştı. Zam
talebinde bulunanlar, subliminal bir mesajla yöneticilere resmen “ver, dana!”
diyordu. Akıllarınca, dana gibi gördükleri yönetimi sağmayı düşünüyorlardı. Taşeron olarak HP marka bir yazıcı kullanılmıştı. Bunda da bir bilinçaltı mesajı vardı: "HP'imiz birimiz, birimiz HP'imiz için!" demek istiyorlardı!
Oyun büyüktü ve bu büyüklükte bir oyun kat’i surette bu şirkette
birilerinin tasarlayabileceğinden daha karmaşıktı, dış mihrakların işine benziyordu. Yedi düvel birleşmiş ve kurbanlık danaya ortak girer gibi yönetimi ortaklaşa kurban etmeyi düşünüyordu ama yoktu öyle sağma-pardon yağma!
***
Bir olayı daha aydınlatmış olmanın sevinciyle, dükkana
döndüğümde raporumu yazmaya başladım. İşin arkasında HP, Microsoft ve Bill Gates,
yani Amerika vardı. İnşallah paramı hemen yatırırlar da elektrik faturamı
ödeyebilirim...
Lockman Hackim serisi sonraki hikaye