Bu Blogda Ara

Arşiv

diploma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
diploma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sahte Doktor

 

Yiğit Özgür Karikatürü
 
Sahte doktor haberi gündemden düşmedi, her gün başka bir ayrıntısının ortaya çıkmasıyla adeta yeni baştan yazılıyor.

Üniversite sınavını kazanamadığı halde, ailesine tıp fakültesine yerleştiği yalanını söylemesiyle başlıyor hikaye. Yalanı sürdürebilmek adına sahte sonuç kağıdı düzenlemiş, yalanını yaşayabilmek adına yurda taşınmış, hatta sahte kartlar oluşturup okula gidip gelmiş. Akabinde, bir hastanede asistan doktor gibi takılmaya başlamış ve bazı ameliyatlara gözlemci olarak da katılmış. Anlaşıldığı kadarıyla hasta kabulü yapmamış ve bu iş için bir maaş almamış. Bazı hastalara yapılan müdahalelere gerçekten katıldı mı yoksa doktormuş gibi görünmek için mi bir hastaya dikiş yaparmış gibi resim çektirdi bilemiyoruz. Kendine, doğum gününde, okulundan gelmiş gibi çelenk gönderen birinden o da beklenir sonuçta. Whatsapp yazışmalarında uzun nöbetlerden, hasta sayısının çokluğundan, ameliyatların zorluğundan şikayet etmiş. Sahtesi bile canından bezdiyse, gerçek doktorlarımız ne durumdadır, siz düşünün. 

Sahte doktou ayıplayanlar olduğu gibi, haberi “helal olsun” diyerek karşılayanlar da var. Memleketimizde dolandırıcılığı bir zeka göstergesi sayıp dolandırıcıyı takdir edenlerin sayısı az değil maalesef. Zamanında, Motorola’yı dolandırdığını duyduğu için Cem Uzan’a oy verenler oldu, Amerikalıları kandırdıysa kafası çalışıyordur diyerek. “Gerçekten dolandırdıysa, sana bana neler yapmaz” sorusunu sormadılar tabii...

Her meslekte bir sahteci haberi var neredeyse. Avukat, savcı, öğretmen, polis, asker... Hatta kaymakam ve vali gibi davrananlar oldu. Neden, çünkü okumak ve diploma sahibi olmak uzun ve meşakkatli. Bitirenler ne yapıyor, sınavdan sınava koşuyor ve atanmayı bekliyor. Atananlar, çalışma şartlarının ağırlığından-ücretlerin azlığından şikayetçi.

Hukukun işlemediği bir yerde, adamı olan ya da parasını kullanarak adamını bulan her türlü dalavereye bulaşabilir. Mallarına ihtiyati tedbir konulan kara para aklayıcısı parasıyla birlikte yurtdışına çıkabilir, uyuşturucu baronları bir anda tahliye olup kaçabilir, mafya babaları milletvekillerini maaşa bağlayabilir vs.

Kendi sahte belgesini üretenler, sıkı bir teftişle diyelim ki kolayca yakalanabiliyorlar... Hiç okula gitmeyenlere bile, para karşılığında gerçek üniversiteden mezun olmuş gibi diploma hazırlayanlar var. Bunları tespit etmek daha zor. Peki, üniversite sınavlarında, eksi sayıda neti olup baraj puanının kaldırılması sebebiyle okullara yerleşenlere ne demeli? Sayıları ve kontenjanları plansız ve programsız bir şekilde artan üniversitelerde, doğru düzgün bir eğitim aldığından emin olamadığımız kişiler mezun olup iş hayatına atıldığında ne yapacağız?

Çözüm olarak küçük bir test yapmayı önerenler var. Doktora gittiğimizde tıbbi bilgisini ölçen bir kaç soru sorabilirmişiz. Aklıma, şu fıkra geldi: Seksenli yılların öncesinde, Karslı ve Erzurumlular ideolojik olarak pek anlaşamazlar, sağ-sol kavgaları olur. Kars’a giden bir yolcu otobüsünü Erzurum’da gençler durdurur. Gençlerden biri, dinini bilip bilmediğini ölçmek maksadıyla Karslı bir yolcuya “Hele Ayet-el Kürsi’yi ohu bahalım gardaş!” der. Yolcu Ayet-el Kürsi’yi bilmediğini ancak “Kulhü’yü” okuyabileceğini söyler ve okumaya başlar. Soran genç, kendi arkadaşına seslenir: “Zeçi ağabey, hele bir dinle, bakah gulhü’yü doğru ohir mi?”

Diyelim doktorlara soru sorduk, verecekleri cevabı değerlendirebilecek miyiz? O seviyedeysek zaten, bizim doktora ihtiyacımız olmadığı anlamına gelmez mi... Sonra, doğru cevabı ile birlikte soruları sosyal medyadan paylaşmanın mantığı olur mu? Dolandırıcılar da bu memlekette yaşıyor ve onlar da bu paylaşımları rahatlıkla görüp öğrenebilirler. Neyse, Rabbim hepimizi, tahsili ve diploması olmayıp kendine bir uzmanlık alanı ihdas edenlerin verebileceği zararlardan muhafaza etsin...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/sahte-doktor_574132


Liya-katline ferman...

 

Liya-katline ferman
İbrahim Özdabak Karikatürü

Bir zamanlar Türkiye’de, Anadolu’nun dağ köylerinde doğan çoban Sülü, kısıtlı imkânlar altında tahsil görmesine rağmen ülkenin en iyi okullarından birine girebilmiş, DSİ genel müdürü olup siyasete atılabilmiş, başbakan ve dahi cumhurbaşkanı olabilmişti.

Aynı şekilde, memur çocuğu olarak doğanlardan başarılı olanlar müsteşar, genel müdür makamlarına gelebiliyorlardı.

Birilerinin “Yeni Türkiye” dediği günümüz Türkiye’sinde iyi denebilecek devlet okulu sayısı azaldı ve kalitesi tartışmalı olan özel okullarda okumanın maliyetleri yüksek. Özel dersane, etüt merkezi ve özel ders imkânından mahrum olan ve kendi becerisi ile aradan sıyrılarak iyi bir yüksek tahsil yapabilenlere pek nadir rastlanıyor artık. 

Yıllardır, üniversite sınavları, askeri okul ve polislik sınavları, memurluğa giriş sınavları (KPSS), kısaca neredeyse bütün sınavlarda soruların önceden birileri tarafından alındığı ve çeşitli gruplara dağıtıldığı şaibeleri dolaşıyor. En son yapılan KPSS ile ilgili şayialar artınca, muhtemelen yaklaşan seçimler öncesi iyi bir intiba vermek isteyen iktidar sınavı iptal ettirdi. Karar Gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, 9 ağustos tarihli yazısında 2022 KPSS ile ilgili iddiaların çürük olduğunu göstermiş olsa da, kamuoyunda oluşmuş olan “hiç kimse çalmamış olsa bile kesin birileri soruları çalmıştır” inancı hâlâ varlığını koruyor. Bu sınavda olmadıysa da, başka sınavlarda olmadığını kim rahatlıkla söyleyebilir? Önümüzdeki sınavlarda birilerinin çalmayacağının garantisi var mı?

KPSS’den iyi bir puan almış olmak tek başına bir anlam ifade etmiyor. İstediğiniz puanı alın, mülakatlarda, alım yapan kişlerin listesinde değilseniz eleniyorsunuz. O listede olmak için iktidara yakın birilerinin “selam ve dua ile” kalıbıyla biten bir mektubu veya makbul kişlerden birinin yeğeni-kuzeni olmak yeterli olabiliyor. 

Tahsili veya uzmanlık alanına bakmadan önemli kurum ve makamlara yapılan atamalar da fikir veriyor bize: Tübitak’a hayvanat bahçesi müdürünün tayini, PTT genel müdürünün Danıştay üyesi olması, güreş sporu ile iştigal etmiş birinin bir kamu bankasında yönetim kurulu üyeliği yapması, Türkiye Uzay Ajansı’nda başkanlık müşavirliğine Sebze Üretim Tekniği bölümü mezunu birinin atanmış olması... Rektörlük şartlarını taşımayan birileri için kanunda değişiklik yapıp atama sonrası kanunun tekrar eski haline getirilmesi... Şoförün milletvekili yapılması... Partiye yakın kişilerin çocuklarının kurumlarda en alt seviyeden istisnai girişlerinin yapılıp, bir gün içerisinde yönetim kademesine çekilmesi... Örnekler çok, ancak bu kadarı kâfi zannedersem.

Uzunca bir süre AKP içinde görev alan bakanlık ve başbakanlık yapan fakat artık kendi partilerini kurmuş olan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi isimler için Erdoğan, “O makamlara layık oldukları için gelmediler” dedi. Demek ki, AKP’de çalışmak için liyakat sahibi olmak değil, Erdoğan’ın görevlendirme şerefine mazhar olmak gerekiyor. Milletvekilleri yoktur, bakanların kudret ve ehliyeti de yoktur, konuşan yalnız Erdoğan’dır. Erdoğan’ın talimatı olmasa yangınlar bile söndürülemeyebilir, depremde ilk yardım çalışmaları başlamayabilir.  

Eski zamanlarda nizam-ı âlem için kardeş katline cevaz veren kanunnameler yayınlanmıştı. Bugün liyakat katli (söylenişi kolaylaştırmak için liya-katli diyelim) için ferman yayınlayan zümrenin motivasyon kaynağı nizam-ı âlem değil “nizam-ı ailem” olsa gerek...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/liya-katline-ferman_568414

Yeeeni Türkiye…


 

Eski Türkiye ne kadar kötüydü… Çalış, çabala, notlarını yüksek tut… Sınavlara hazırlan, iyi okullara gir. Girdiğin okulu iyi derecelerle bitir, iş sınavlarına hazırlan… Yazık, ömrü çalışmakla geçiyordu insanların.

Yeni Türkiye’de bunları yapmaya gerek yok artık. Yani, isteyen yine hobi olarak yapsın da, pek bir sonuç elde edemeyebilir. Sınıfta kalmak nasılsa yok, temel eğitimi istediğin gibi bitirebilirsin. Sonra Almanya başbakanı Merkel’e “üfff” dedirten 207 üniversitemiz var. Üniversiteye girmek isteyen illa ki onlardan birine girer. Yahu, girmese de çok dert değil. Yeeeni Türkiye’de, mülakatta tek bir soruyu doğru cevaplayan, en iyi işleri ve makamları kapar: “kimin yeeenisin?”

Diploma istenirse, sahte diploma kolayca sağlanabiliyor zannedersem. Milli Eğitim Bakanlığı’nda bile sahte diplomayla öğretmenlik yapanlar varmış. CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun Milli Eğitim Bakanlığı’na yönelttiği, sahte diplomalı kaç öğretmen ve personel çalıştırıldığı sorusuna MEB Strateji Geliştirme Başkanlığı tarafından, sayı meselesine hiç girilmeden şöyle cevap verilmiş:

“Bakanlığımız personellerinin, diploma veya geçici mezuniyet belgeleriyle ilgili yürütülen inceleme soruşturma çalışmaları sonucunda sahte olduğu tespit edilen diploma veya geçici mezuniyet belgesine dayalı olarak yapılan atama işlemleri iptal edilmiş olup ilgili personellere yönelik adli makamlara suç duyurusunda bulunulmuştur. Başvuru yapan öğretmen adaylarının, başvuru esnasında mezuniyet ve diploma bilgileri YÖKSİS’ten gelen mezuniyet ve diploma bilgileri ile karşılaştırılarak bilgilerin doğruluğu sağlanmaktadır.”

Aslında sahtelik işlerine girmeye çok gerek kalmadı çünkü üniversitenin kazandırdıkları artınca üniversite kazanmak kolaylaştı. Bir kere, hazırlığıydı, sene uzatmasıydı derken dört yıllık bir okul 5-6 yılda anca bitiyor. Bu gençler bu süre boyunca işsiz sayılmıyorlar. İşsizlik oranımız muazzam bir şekilde düşüyor. Okumakla geçirdiği süre boyunca memleket meselelerine de fazla kafa yormayacak bu gençler. Okusun, eğlensin ve gençliğinin tadını çıkarsın. Okul bittikten sonra, "yeeeni" olduğu kerlifelli bir dayısı-amcası yoksa istediği gibi iş bulamayacağını anlayan gencimiz, iş aramaktan da vazgeçmek suretiyle bir kez daha işsizlik oranlarını düşürecektir. Daha ne olsun…

Üniversite dediğin, geniş bir kampüs ister. Arsalar bulunacak, imarlar düzenlenecek, binalar dikilecek. Müteahhit arkadaşlara mükemmel bir kazanç kapısı… Şehir dışından gelecek öğrenciler ev tutacak/yurtta kalacak, yiyecek-içecek, kıyafet alacak, kırtasiye malzemeleri sarfiyatı olacak, kitap alacak, fotokopi çekecek. Genelde kampüsler şehir dışında olur, toplu taşıma kullanacak. Kaç esnaf ihya olur, siz hesaplayın.

Akraba-i TaallüyaKatip Çelebi Üniversitesi

Eğitimci kadrosu ve idari kadro ile bir üniversite istihdam kapısıdır aynı zamanda. İşine gelen adamı rektör yap, kim ne karışır. İşine gelen adam, işe gelme şartlarını mı karşılamıyor, bir kararnameyle şartları değiştir, öyle işe al. Sonra bir başka kararnameyle yine eski haline getirirsin nasıl olsa. Rektörler akrabalarını doldursun kadrolara, ortalık şenlensin. En son, Kâtip Çelebi Üniversitesi ile ilgili bir haber çıktı: rektör, rektör yardımcısı, dekan ve öğretim görevlileri arasındaki 27 kişi akrabaymış ve bunlardan 16’sının şube müdürlüğü kadrosuna ataması sınavsız yapılmış. Rektör bey, adeta “Kâtip benim, ben rektörüm, el ne karışır? Yakınlarıma akademik cübbe ne güzel yaraşır” ve “kadrolar açayım, eli kalem tutan akrabalara, kâtip arzuhalim yaz ilana böyle...” türküleri eşliğinde doldurmuş kadroları. Akrabalara özel, sadece onları tarif eden ve başka birilerinin karşılamasının imkânsız olduğu şartları listeleyip, o şartlara uyan kişileri almıştır muhakkak... Akraba içinde liyakatin gözetilmediğini söyleyemeyiz. Akraba-i taallükat, liyakat ve Kâtip kelimelerini birleştirerek “Akraba-i TaallüyaKatip Çelebi Üniversitesi” diye ismini değiştirsek yeridir.

Üniversitenin kazandırdıkları bitti mi? Bitmedi; Oksijen gazetesinin haberine göre yüksek lisans ve doktora öğrencileri için para karşılığı tez yazma sektörünün büyüklüğü 200 milyon lirayı aşmış. Yılda yaklaşık 30 bin tezin üçte birini para karşılığı yazılan tezler oluşturuyormuş. Tez yazdırmanın maliyeti 4 bin ila 15 bin lira arasında değişiyormuş. Tee Zeki Müren’den bir şarkı gelsin konuyla ilgili: “Tez geçse de, her çalışmada bin hatıra vardır, tez işinde iyi para vardır…”

Tezleri yazanlar da akademisyen tabi. Şimdi diyeceksiniz ki “Bu hareketler akademinin ruhuna zıtlar, âdem-i akademi olan zatlar, oluşturursa böyle tezatlar, adem-i akademi olur, eğitim sistemi hepten patlar…” Ben de derim ki, “mesele, yükseltmekse AK âdemi, gerekirse yıkılsın akademi…”

Link: 

Terciih, Allahuekber!

YKS’ye girmiş olanların, üniversite tercihleri üzerinde kafa yorduğu şu günlerde gençler için çok iç açıcı olmayan bir haber gördüm, özeti şöyle: 2018 yılından başlayıp 2020 başlarına kadar gelen 21 aylık bir süre zarfında yüksek öğrenim görmekte olan gençlerin 1.2 milyonu okulunu terk etti.
Okul terkleri farklı sebeplere dayansa da en önemlisi ekonomik sebepler. Kolay değil, en az dört sene muhtemelen başka bir şehirde ikamet ederek okumaktan bahsediyoruz. Kirası-faturaları, yemesi-içmesi, kitabı-defteri gibi en zarurî kalemlerin (ha, bir de kalem kalemi var değil mi?) yekûnu düşünüldüğünde ortalama bir gelir seviyesindeki bir aile için bile katlanılabilmesi zor, ciddî meblâğlarda bir masraf anlamına geliyor. Keyfe keder masraflar veya özel üniversitesi harç ücreti bu hesapların içinde bile değil. Hele, lisede okurken ve liseden sonra üniversite kazanıncaya kadar ödenen dersane-kurs ücreti hiç dahil değil.

Neredeyse ilkokuldan başlayan üniversiteye hazırlık süreci içinde gençler hayatlarını ipotek ediyorlar. Sosyal hayatları sekteye uğruyor, ilgi ve yeteneklerini keşfedip oraya yönelemiyorlar. Bir spor dalıyla uğraşma, bir enstrüman kullanmayı öğrenme, bir hobi ile ilgilenme gibi erken yaşlarda yapılırsa anlamlı olabilecek faaliyetlerde bulunma imkânı olmuyor çoğu kişinin.

Peki, mezunlara sağladığı iş imkânları, öğrencilere kazandırdığı beceriler, eğitim-bilgi donanımı gibi yüksek tahsilden beklenen getirilere bakıldığında, maddî ve manevî pek çok bedeli yıllar boyu ödeyen gençler ve ailelerinin tatmin olduğunu söyleyebiliyor muyuz? Üniversitelere bakıyoruz, son yıllarda mantar gibi sayıları arttı maşallah... Açılan her bir üniversite bir kampus anlamına geliyor, kampus de imara açılacak genişçe alanlar... Dev bina inşaatları ve özellikle ihaleleri, hükümetimizin en sevdiği şeylerden. Tabiî, bünyesinde barındırdığı akademik ve idarî kadroları ile pek çok yandaş istihdamı için elverişli bir şey üniversite. Akademik yayınları yerine attıkları tweetlere bakarak istihdam yapılırsa akademik başarının ne kadar yükseleceğini varın siz hesaplayın. Arsası-imarı, kadrosu-mimarıyla bu kadar kazandıran üniversitelerde okuyan gençler, kazandıklarına çok sevinirlerken öğrenim süresi boyunca da işsizlerden sayılmıyorlar, daha ne olsun... Gel de, milyon tane açma!

MÜLÂKATTA ÇAKIYORLAR!

Üniversite mezunu olmak, artık çok daha fazla kişinin ortak olarak paylaştığı bir özellik olunca, özel şirketler, işe alacakları kişilerde belli üniversitelerden mezun olma veya diplomanın yanında bazı özel sertifikalara sahip olma şartı arıyorlar. Devlet memurluğu desen, kimin atanacağı belli. Onlardan değilsen, yazılı sınavdan 95 de alsan, mülâkatta çakıyorlar 60’ı, eleniyorsun. İtiraz hakkın da yok.

Ne kadar çalışırsa çalışsın, boşta kalmamak için yazmış olduğu üniversitenin kendisine, beklediği katkıyı sunamayacağını, okulu bitirdikten sonra diplomalı işsizler ordusuna katılacağını anlayan gençler maalesef gelecekleri ile ilgili ümitlerini kaybediyor. Diploma sahibi olup vasıfsız kimselerin çalıştığı işlerde çalışmak istemiyorlar. Aslına bakarsanız, işyeri sahipleri de diplomalı kişileri vasıfsızlık gerektiren işlerde çalıştırmak istemez, çünkü o işi kerhen yapacaklarını bilir. İlk fırsatını buldukları anda da işi terk edeceklerinin farkında olur. Kibarca “biz altın arıyoruz, ama siz elmassınız, bize fazla gelirsiniz” diyerek başvuruları reddeden patronlar var. Para, emek ve gençliklerini harcayıp, bunları yapmayan kişilerin bile kendilerinden daha avantajlı durumda olabileceklerini gören gençlerin bir kısmı, maalesef bundan kaçınmak için öğrenimlerini yarıda bırakıp kaçıyorlar.

DEMEDİ DEMEYİN

Öte yanda, parti mensubiyetleri veya parti yöneticilerine yakınlıkları sebebiyle en kârlı ihaleleri alanlar, büyük büyük kamu kurumlarının büsbüyük makamlarına getirilenler, yağlı ballı maaşlardan ikişer üçer tane alanlar, lüks araba ve evleriyle sosyal medyada arz-ı endam edenler, on günlük bebeklerine kına partisi düzenleyen, şatafatlı kutlamalarını milletin gözüne sokan mesture hanımlar, sığır eti yerken peçete yerine ağzını kâğıt para ile silen görgüsüzler, jakuzisinden verdiği görüntüde fakirlere “ulan, pis fakirler” diye seslenen gençlik kolu başkanları...

Ayasofya’nın ibadete açıldığı gün, İstanbul’un fethini müjdeleyen hadis metnine benzeyen ve siyasî bir figüre işaret eden bir pankart göze çarpmıştı. İster misiniz, jakuzisinde keyif yapan adama da Abdulkadir-i Geylani’nin (ks) meşhur kıssasını uyarlasınlar? Şöyle bir şey olur her halde: Jakuzisinde uzanan Jakûzî hazretlerinin yanına giden gençler sorarlar: “Biz diplomalarımızla işsizlikten kırılıyoruz, sen burada keyif çatıyorsun...” Jakûzî hazretleri jakuziye seslenerek “kombi iznillah” der ve hemen oracıkta o lüks jakuzi basit bir kombiye dönüşür... Peygamberimizin (asm)hadisini istismardan korkmayanlar, evliyanın menkıbesini gözünü kırpmadan çevirir, inanacak kişiler çıkarsa hemen dolaşıma sokar, demedi demeyin...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/terciih-allahuekber_525823

Biz Tek, Sen Hepiniz!

Biz tek sen hepiniz
Çocukluğunda sokakta oyun oynama şansı bulmuş olan insanlar hemen hatırlayacaklardır: bir takım oyunu oynanacağı zaman, takımlar arasında güçler dengesi oluşturmak önemlidir. Yaşça veya beden itibarıyla daha büyük olanların, bir özgüven patlaması ile “ben tek, siz hepiniz!” dediği zamanlar olurdu.
Ülkemizde mevcut iktidar da, iç-dış her türlü düşmanlara(!) karşı tek başına mücadele edebileceğini iddia edip “ben tek, siz hepiniz” diyerek puan toplamaya çalıştı. Askeri vesayetin, bürokrasinin, basının, sivil toplum kuruluşlarının ve bilcümle yedi düvelin tekmili karşısında durduğunu söyleyip mağduriyet üretiyordu.

iktidar Taş Yemedi, Yarımşardan Beş Yedi!

Derler ki, vaktiyle kocasını kaybetmiş, 10 çocuk annesi fakir bir kadın varmış. Günün birinde on tane yumurta bulmuş, haşlayıp kahvaltıda çocukların önüne koymuş. Her bir çocuk bir yumurta alınca anneye yiyecek bir şey kalmamış. Ne yiyeceğini soran çocuklara “ananız taş yesin” demiş. Onun bu durumuna üzülen çocuklardan biri yumurtasının yarısını annesine vermiş. Onu diğer çocuklar da takip edince, yarımşar on yumurtadan, toplam beş yumurta yemiş kadın! “Ananız taş yesin, yarımşardan beş yesin” sözü böylece deyim olarak gelmiş. Türlü mağduriyetleri bahane eden AKP, dini cemaatlerden, AB destekçisi gruplardan, liberallerden, “yetmez ama evet” bloğundan ve pek çok kişi ve gruptan destek aldı.

“Güç Bozar, Mutlak Güç Mutlaka Bozar!”

Seçimlere az bir zaman kalan bugünlerde, iktidar partisi devletin resmi televizyonunu parsellemiş durumda. “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile devam edelim” cümlesi TRT Haber kanalında sunucu tarafından sarf edilmiş. Özel televizyon ve gazetelerin kahir ekseriyeti hükümet kanalı gibi aynı manşetle ve ortak yayınlarla çıkıyor. Doğu ve Güney Doğu’da Vali, Kolordu ve İl Jandarma komutanları ile Emniyet müdürü AKP için oy istiyor. Bazı camilerde mitinglere katılım için çağrı yapılıyor. Muhalefet partilerinin afişleri kesiliyor, seçim standlarına saldırılıyor, yaralanan insanları taşıyacak ambulansa yol vermek için talimat gelmesi bekleniyor. Allah var, miting alanlarına giden yolların güvenliği çöp kamyonları ile sağlanıyor! Farklı dünya görüşleri de olsa, ortak dertlerden muzdarip olan ve evrensel değerleri savunma noktasında birleşen muhalefet adeta “biz tek, sen hepiniz!” diyor.

Bütün Diplomalara Hükmeden Tek Diploma

Hükümet propagandası yapması ile meşhur bir kanalda, varlığı tartışma konusu olan meşhur diploma ile ilgili enteresan bir iddia ortaya atıldı. Efendim, dendi ki, o diploma Cumhurbaşkanı’nın düşmanı olan bir grup tarafından yok edilmiş olabilirmiş. Çok makul gelmedi bana, neden derseniz tek bir kişi veya grubun yapabileceği iş değil. Bütün diplomalara hükmeden tek diplomayı ortadan kaldırmak için “Yüzüklerin Efendisi” adlı, filmi de çekilen meşhur kitap setindeki gibi bütün muhaliflerin “diploma kardeşliği” adı altında bir konsorsiyum oluşturmuş olması daha muhtemel. Şöyle düşünün; Öfkesini Savuran, Mormora diyarında dövdürdüğü diplomayı kaybetmiş, ona bağlı çalışan AK Karuman önderliğinde yetiştirilen kindar nesil ve “Hüloğrk” ordusu hummalı bir biçimde diplomayı aramaktadır. Bir şekilde diplomayı ele geçirmiş olan “beş benzemezler” ittifakı, diplomayı üretildiği üniversitenin öğrenci işlerine götürüp orada yok etmeyi başarır ve Kartal minibüsüne atlayıp oradan uzaklaşır. Çok mu fantastik geldi, neticede öyle iddiaya böyle senaryo!
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/biz-tek-sen-hepiniz_464262

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: