Bu Blogda Ara

Arşiv

Teknolo-cinayetler

Teknolo-cinayetler
Teknolo-cinayetler
Tarih boyunca insanlar etraflarındaki malzemeleri kullanarak hayatlarını kolaylaştıracak eşyalar üretti. Geliştirilen yeni eşyalar bazen öyle tesirli oldu ki, insanlık tarihinde yeni bir çağ başlattı. Keşif ve icatlar insan yararına kullanıldığı gibi hayatları söndürme aracı da oldu, bıçağın iki yüzü de keskin, ne yazık ki...

Madenlerin işlenmesi, gündelik hayatı değiştirirken kılıç mızrak gibi savaş aletleri de yapılır oldu. Ateşli silahların keşfi mertliği bozduğu gibi aynı anda öldürülebilecek insan sayısını artırdı.

Zamanla, insanların bedenen yapabileceğinin çok üstünde hareket kabiliyeti olan, verimliliği yüksek makineler geliştirildi. Ulaşım imkânları arttı ve hızlandı. Tabii, bu ilerlemenin de olumsuz tarafı ölümlü kazaların artması oldu. İçten yanmalı motor ve elektrikli aletlerin fabrikalarda kullanılması, insanlığa seri üretimi getirdi ancak bunun da ızdırabını en çok, yeteri kadar güvenlik tedbirlerinin sağlanmadığı tesislerde, sağlıksız şartlar altında, köle  gibi çalışan insanlar çekti.

Bilim ve teknik ilerledikçe silahlar da bundan nasibini alıyor ve öldürücü özelliği artan yeni silahlar dünyamıza katılıyor. Elektronik devrelerin ve robotik uygulamaların da tesiriyle, artık insanların oturduğu yerden ve sadece bir düğmeye basarak binlerce km uzaklıktaki mevkileri tahrip edebileceği bombalar ve füzeler, kitle imhasında kullanılan nükleer ve kimyasal silahlar var maalesef.

Güçlü ve ileri teknolojiye sahip silahlar, devletlerin resmî ordularında bulunuyor ve uluslararası bazı düzenlemeler, tarafların bu silahları ölçüsüzce kullanımını iyi-kötü, kısmen de olsa engelliyor diyelim. Çok bir işe yaradığı görülmese de, Birleşmiş Milletler denilen oluşum, ileri giden ülkeleri ıkına-sıkıla kınayabiliyor. Genelde ticari kaygıların ön planda olduğu ülke birlikleri, ortak tavır alıp uyarıda bulunabiliyor, haddini aşan ülkelere ticari müeyyideler uygulayabiliyor. Basın yayın araçları, internet ve sosyla medya sayesinde dünyanın herhangi bir yerinde karşılaşılan haberlere kolaylıkla ve ekserî canlı olarak takip edilebiliyor. Devletler, hükümetler ve beynelmilel türlü organizasyonları beklemeden ve kimi zaman onların takındığı tavırdan bağımsız bir kamuoyu gelişebiliyor. Bazı miletlerin öyle faal fertleri var ki, zalim ülkelere destek veren kendi hükümetlerine geri adım attırabiliyorlar.

Geçtiğimiz hafta İsrail, uzaktan ve aynı anda harekete geçirdiği patlayıcılarla HAMAS müntesibi olduğu tahmin edilen bazı kişilerin kullandığı çağrı cihazları ve telsizlerini patlatarak bir anda bütün dünyayı dehşet içinde bıraktı. Çok sayıda ölü ve yaralının olduğu bu operasyonu gerçekleştirmek için en az üç yıl öncesinden başlayan bir planlama ve organizasyondan bahsediliyor. İnsanlık dışı ve kalleşçe bir saldırı diyeceğiz ama çok daha kötülerini bile dünyanın gözünün önünde yapan İsrail’in utanacağını hiç sanmıyoruz.

Diğer bir enteresan gelişme de Çeçen yönetici Kadirov’un, Elon Musk’ın hediye ettiğini söylediği Tesla marka aracının uzaktan devre dışı bırakıldığını iddia etmesiydi. Musk iddiayı reddetti ancak akıllarda soru işareti bıraktı. Kamera ve sensörlerle dolu, bulut sistemleri ve internet ile desteklenen yazılımlarla çalışan bir aracı üreticisi de durdurabilir, sisteme sızan kötü niyetli korsanlar da. Hiç kimse müdahale etmese bile, bazı sistemler hatalı işlem veya güncelleme yüzünden devre dışı kalabilir, kendisinden beklenen davranışı sergileyemeyebilir.

Hayatımızın önemli bir kısmında üstümüzde taşıdığımız, içine binerek hareket ettiğimiz, evimizde, işyerimizde, sokağımızda bulunan ve hayatımıza dokunan, başka sistem ve yapılarla haberleşen cihazları kullanırken artık eskisi kadar cesur olamayabiliriz. Hiç kimse kendini tam olarak güvende hissedip bu teknolojik cihazları kullanamayacak. Kendi teknolojik cihazlarımızı geliştirmedikten sonra o güvenin gelmesini çok bekleyeceğiz gibi...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/teknolo-cinayetler_601695

Tele-komikasyon

 

Tele-komikasyon
Can Baytak karikatürü
 

Türkiye Yüzyılı uzayda başladı ve yine uzayda devam ediyor. Cep telefonu ve internet hizmetlerine iki yıl içerisinde %500’leri aşan oranlarda yapılan zamlar, astronomi biliminde ulaştığımız noktanın tescili hükmünde. Telekomünikasyon deyince akla ilk gelen şeylerden biri uydudur. Uydu uzayda dolaşır, öyleyse fiyatları da neden uzaya çıkmasın?

Bugünlerde, 150 TL’lik cep telefonu faturası ödeyenlere bundan sonra en az 500 liralık fatura ödeyecekleri müjdeleniyor. Üstelik bu ücret, bir yıllık kullanım taahhüdü verenlere teklif ediliyor. Sabit internet ücretleri de 500-600 civarlarında. Geçen seneden verdiği kullanım taahhüdü süresinin dolmasına 3 ay kala yapılan bu cazip(!) teklifleri beğenmeyip burun kıvıran ve “Nasıl olsa, daha iyi bir teklifle daha gelirler, sürem dolunca bir daha değerlendiririm” diyenlere kötü bir haberimiz var; zaman geçtikçe fiyatı daha da artırıyorlar, ilk teklifleri kabul etmeyen müşteriler bin pişman. Abone olarak verdiğimiz taahhüt sözünü tutup ayrılmadığımız halde, maalesef operatörler 3 ay öncesinden yeni ve yüksek bir paket seçeneği ile gelip  “şimdi kabul etmezseniz fiyat daha da yükselecek” diye korkutuyor. 12 ay boyunca sabit ücret sözünü operatör, bizim iyiliğimiz için çiğniyor yani, fedakârlığın böylesi gözlerimizi yaşartmıyor değil.

Yüksek fiyatlardan canı yanan kullanıcılar şikayet etmeye başlayınca hemen Avrupa ile kıyaslamaya başlıyorlar, Euro ve dolar cinsinden hesapladıklarında ucuz kaldığını bile söylüyorlar. Alım gücü ve maaş ortalamasını geçtik, kıyaslamanın doğru olabilmesi için verien hizmetin de aynı olması gerekmiyor mu? Dünya internet hızı sıralamasında 180 ülke arasından 111. sırada yer aldığımızı hatırlatalım. En ufak bir tabiî afet anında kilitlenen ve kullanılamayan şebekeler, bağlanılamayan internetler de cabası.

Sosyal medya mecralarında yükselen tepkiler üzerine Türk Telekom CEO’su “Bugün Türkiye'de 4 kişilik bir ailenin ayda 5-8 damacana su tükettiğini düşünürsek ve bir alegori yaparsak ‘Türkiye'de internet tarifeleri sudan ucuz’ demek yanlış olmaz” diye açıklama yaptı. Ne kadar da tele-komik bir açıklama, öyle değil mi? Akarsuların gürül gürül aktığı, gölleri ve yeraltı suları bakımından fevkalade zengin olan ülkemizde, neden damacana suyuna ihtiyaç duyulduğu sorulmuyor nedense... Ayrıca, damacana fiyatlarının düşük olduğunu kim söyledi acaba? “Cana geleceğine eve damacana gelsin” diyenler de genelde yemek ve çay için şebeke suyunu kullanır,  nasıl olsa kaynayınca içilebilir hale geleceğini düşünerek. Hazır suların pahalılığından sebep birçok insan artık arıtma cihazlarına yöneldi, buna da gücü yetmeyenler tamamen şebeke suyuyla idare ediyor. 


 

Tele-komik “siyo” suya bakarak “Su gelir güldür güldür, alegorisi gel bizi güldür” diye düşünmüş olabilir mi? Bir damacana su alınca, evdeki herkes ondan istifade edebilir ama cep telefonu aboneliğine, kurbanlık danaya ortak olur gibi girilebilir mi? Bu nasıl bir kıyas, anlamak mümkün değil.

Meşhur Fransız yazar Victor Hugo, damacana hesabı üzerinden kendine haklılık payı çıkarmak isteyen günümüz “siyo”larını görse muhtemelen “Sebiller” diye bir roman yazardı. Romanın baş kahramanının ismi de “Damajean Vercan” olsa tadından içilmezdi...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/tele-komikasyon_601422

 


Yoksuzluklar Ülkesi

 

Yoksuzluklar Ülkesi
İbrahim Özdabak Karikatürü

“Kışlık” olarak inşa edilen ve Malazgirt Zaferi kutlamaları vesilesiyle senede bir defa, yaz ortasında ziyaret edilen sarayı duymuşsunuzdur. “Senede iki günlük ziyaret için koca saray mı inşa edilmiş?” minvalindeki eleştirileri bertaraf etmek ve önemli devlet işlerinde de kullanıldığını göstermek için bu sene bu sarayda bir bakanlar toplantısı tertip edilmiş. Ahlat Sarayında, ahval-i âlemi değerlendirmek maksadıyla bakanlarıyla toplanmasının öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle dedi:

"Eski Türkiye artık tamamen geride kalmıştır. İnsanımızın kökeninden inancından dilinden dolayı ötekileştirildiği günler artık geride kalmıştır. Terör sopasıyla siyasetin dizayn edildiği, toplumun hizaya sokulduğu, ülkemize istikamet çizildiği günler geride kalmıştır. Yasakların, baskıların, yokluk ve yoksullukların olduğu o eski günler artık bir daha gelmemek üzere tamamen geride kalmıştır."

Şimdi bakalım: Gazze’de katliam yapan İsrail ile neden ticarete devam edildiğini sorgulayan mütedeyyin insanlar polis copundan nasibini almadı mı? Gazilik maaşlarının ödenmesi için yürüyüş yapan 15 Temmuz Gazileri gözaltına alınmadı mı? Boğaziçi Üniversitesi eylemlerinde başörtülü öğrenciler de tartaklanmadı mı? Demek ki neymiş, kökeninden, dilinden ve inancından dolayı ötekileştirilen insanımız yokmuş. Ötekileştirme kriteri, iktidarın hoşuna gitmeyecek şeyler söylemek ve yapmakmış.

7 Haziran 2015 seçimlerini sonucunda, hiçbir partinin tek başına hükümet kurmak için Meclis’te yeterli ekseriyeti sağlayamamasının akabinde, memleketin dört bir yanında bombalar patlamış ve terör eylemleri çoğalmıştı. “En az dört yüz milletvekili verin, bu iş huzur içinde çözülsün” tavsiyesini milletimiz dinlemiş ve 400 olmasa da olumlu sayılabilecek bir miktarda vekil vererek huzur içinde mesele çözülmüştür. “Kenti kentini” yönetemeyen şehir ve ilçelerimiz çıkmııyor mu bazen? Yanlışlıkla seçilmiş belediye başkanları “Sen çekil şöyle bir kenara, ben baKayyım” denilerek alınmış, çok mu? Görüldüğü gibi, anarşi ve terör sopasını artık kullanan yok memlekette.

Bazı kesimlerin diline pelesenk olmuş “yasaklar” kelimesi var, sanki bu memlekette yasak kalmış gibi... Hangi kanunun hangi maddesinde yasak kelimesi geçiyor söyleyebilir misiniz? Yok, yasak yok bizim lügatımızda. Devletin ve milletin menfaatlerini korumak için bazı zamanlarda bazı şeylere erişim engellemesi yapılmıyor değil, fakat kimse buna yasak diyemez. Zararlı fikirlerin yayıldığı sosyal medya mecralarını, akılları başına gelinceye kadar engellemek yasaklama sayılmaz. İktidarı zayıflatıp düşürmek suretiyle devlete zarar vermek isteyenlerin esasında milleti hedef aldıklarını biliyoruz. Millet düşmanlarına da fırsat vermeyelim bir zahmet...Memlekette ifade hürriyeti var ama bunu yaparken hakaret edenleri, asıl niyeti farklı olanları “niyetisyen” arkadaşlarımız hemen tespit edip cezalarıını veriyor. Meclis’te de olsa, şahin arkadaşlarımız “Ağzının, al payını!” dercesine üzerlerine düşeni yapıyorlar.

Yeni ülkemizde yokluk diye bir şey kalmadı, marketler ağzına kadar dolu. Pahalılık var diyenler, çiftçilerin eylemlerini görmüyor nedense! Çiftçiler ürettikleri ürünlerin para etmediğini, çok ucuza gittiğini iddia edip isyan ediyorlar. Kimi, protesto etmek için bedava dağıtıyor mallarını. Şikayet pahalılıktan değil ucuzluktan....

 Netice itibarıyla; memlekette enflasyon yok, pahalılık yok, işsizlik yok, yasak yok, yolsuzluk yok, terör korkusu yok... Yok, yok... Tam bir yoksuzluklar ülkesi olmuşuz ama bazılarının bundan da haberi yok!

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yoksuzluklar-ulkesi_601169

Öne Çıkan Yayın

Dev Led Aklı

  Dev Led Aklı Çizgi filmlerde veya karikatürlerde sıkça rastlanan bir durum vardır; birinin aklına parlak bir fikrin gelmesi âniden belir...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: