Bu Blogda Ara

Arşiv

eğitim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
eğitim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Eğitim Meselesi

İbrahim Özdabak Karikatürü

 

Öğrencilerinin kendisine yazdığı küfürlü notu sesli okuduğu görüntüyü internet mecralarında yayınlayan öğretmen, eğitim sistemimizdeki bazı çarpıklıkları ortaya serdi.

Değil bir öğretmene, hiç kimseye etmemesi gereken lafları bir ilkokul üçüncü sınıf öğrencisinin rahatlıkla yazabilmesi çok vahim bir durum. Demek ki ya ailesinden yeterli terbiye alamamış (bazı aileler çocuklarına terbiye namına bir şey vermeyip okula gidince adam olmasını bekliyor) veya okul eğitimi bir öğretmene nasıl hitap edilmesi gerektiğini öğretememiş (bazı öğretmenler de ailesinden hiçbir şey öğrenmeden gelen öğrencilere verecek eğitimi olmadığını söyleyebiliyor). Çocuklar da boşluğu internet ve oyunla doldurunca böyle bir nesil çıkabiliyor ortaya.

Öğretmen arkadaş, muhtemelen olayın örtbas edileceğinden veya suçlu çocukların yeterince ceza almayacağından endişelenip bütün dünyaya ilan etmiş. Bu olaydaki tutumunda da maalesef yanlışlıklar var. Öncelikle, videodan anlaşıldığı kadarıyla ilgili notu sınıfta sesli bir şekilde okumuş. Galiz küfürlü ifadeyi vurgulayarak ve tekrar ederek okuması, olayla ilgisi olmayan çocukların bu ifadelere maruz kalması son derece yanlış.

İkincisi, internet ve sosyal medyada görüntüleri paylaşması doğru değil. Birilerinin telkiniyle veya internet videolarında/oyunlarında gördüğü yanlış davranışları örnek alarak o yazıyı yazmış olan öğrencilere karşı mağlubiyetini bütün cihana duyurmak anlamına gelir. Suç işleyenlere prim yaptırmamak gerekirdi.

Üçüncüsü, böyle bir kabahatin milyonlarca insanın erişebileceği mecralarda ifşası, kötülüğün sıradanlaşmasına ve yayılmasına hizmet eder. “Pembe renkli görünmez filleri düşünmek yasaktır!” cümlesi bize fillerin görünmez olduğunu ve onları düşünmenin yasaklandığını bildirse de, bu cümleyi duyan zihinlerde ilk belirecek şey pembe bir fil olacaktır.

Dördüncüsü, “Notu yazan çocuğu sınıfımda istemiyorum” demiş öğretmenimiz. Zor olduğu muhakkak ama keşke öğretmenimiz o çocuk/ların eğitiminde neleri düzeltebileceğini düşünse ve onları topluma kazandırmak için elinden geleni yapacağını söylemiş olsaydı. O çocukları istememek, hakkı olsa bile en zahmetsiz seçim olmuş.

Planlama yapılmadan her tarafta mantar gibi açılan üniversiteler ve öğretmen ihtiyacının çok üstünde alım yapan eğitim fakülteleri, mezun olduktan sonra atama bekleyen öğretmen adayı sayısında yığılmalara sebep oluyor. Bu da öğretmen kalitesini düşürdüğü gibi toplumda öğretmenlere karşı duyulan saygıyı da azaltıyor.

Yılların eğitimcisi ve idarecilik yapmış bir ağabeyimiz şöyle demişti:

“12 yıllık kesintisiz mecburi eğitim, insan kalitemizi çok kötü etkiledi. Eskiden ilkokul eğitimi mecburi iken, öğretmenler öğrencilerinin bir kısmının eğitime devam etmeyebileceğini düşünür ve ne kadar fazla şey öğretebilirse onu kâr sayardı. Şimdi ise ilkokul öğretmeni ‘nasıl olsa aynı konuları ve daha genişini ortaokulda öğrenecekler’ diyerek fazla önemsemiyor. Ortaokul hocaları, ‘ilkokulda öğrenmemişse ben nasıl anlatayım, üniversiteye hazırlanırken kendisi öğrenmek zorunda kalacak’ düşüncesiyle fazla ehemmiyet vermiyor. Liseye kadar gelmiş ve temel bilgileri sağlam olmayan öğrenciler ise özel ders ve dersane ile telafi etmeye çalışıyor. Okumak mecburi ama kimi çocuklarda hiç istek ve heves yok, kendileri bir şey öğrenemediği gibi diğer çocukların ortamını da bozuyorlar. Belli yaşlarda öğrenilebilecek ve beceri isteyen işlerde çırak yetişmiyor artık, yakında usta da kalmayacak... ”

Öğretmenlere beyaz önlük ve öğrencilere ucuz telefon vererek inşallah, eğitimin bütün meselelerini çözeceğiz, az kaldı...

 Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/egitim-meselesi_588182

 

Çileli Eğitim

Çileli Eğitim
İbrahim Özdabak Karikatürü

 

Bir yaz mevsimi daha sona erdi ve okullar açıldı. Okullarla birlikte veliler için dertli günler sayfası da... Özel okulların yıllık ücretleri küçük servetlerle yarış halinde. Kimseyi zorla sokmuyorlar ya o okullara, parası olan okusun ve laf etmesin, değil mi ama...

Fahiş okul fiyatlarının sebebi fırsatçı okullar. Hükümetimiz, her konuda olduğu gibi tamamen vatandaş lehine karar alarak özel okul fiyatlarının artış oranına sınırlamalar getiriyor, daha ne yapsın? Üstelik bu sınırlamalar, yarısının ölçülmediği bilinen enflasyon oranlarının da altında. Bundan iyisi can sağlığı! Ama o doymak bilmeyen özel okullar yok mu, daha önce okul ücretine tabi olan bazı ürün ve hizmetleri de ayrı ücrete tabi etmesin mi? Servisine ayrı para alıyor, kitaplar için üç yıl öncesinin okul ücretleri kadar masraf çıkarıyor mesela. Kırtasiye, yemek, üniforma... Say say bitmez. Üstelik bunlar için belirlenen fiyatlar için bir sınır yok. Okul ücreti zam oranı sınırlı ama velilerin cebinden çıkan paranın haddi hesabı yok.

Paralı okutmaya gücü yetmeyenler için, hamdolsun, ücretsiz devlet okullarımız var ama kayıt olmaya gidenlerden para isteniyor. E, hani kayıtlar ücretsizdi deyip şikayet ediyorsunuz. Milli Eğitim Bakanlığı, her sene yaptığı gibi şiddetle karşı çıkıyor, vermeyin diyor velilere: “Kimse sizden kayıt parası alamaz, isteyenin alnını karışlarım!”

Okul yöneticileri dert yanıyor. Temizlik ve güvenlik hizmetleri için kadro yok, ödenek de gönderilmiyor bakanlıktan. Diyelim, yıl boyu ısınma için 20 ton kömüre ihtiyaçları olsun. Devletten gelen para ile 5 ton anca alınabiliyor. Gerisi? Onu da siz halledin deniyor okullara. Para basma yetkisi henüz okullara verilmediği için işletmecilik konusunda kendilerini geliştirmeleri isteniyor. Daha durun, kağıdı, kalemi, temizlik malzemesi ve bir sürü ıvır zıvırı da eklemedik. Hepsi için para veya ayni yardım gerekiyor.

Velilerin ekonomik profili, içinde bulunulan semtin sosyo-ekonomik durumu, okula duyulan rağbet gibi farklı parametrelerle bağış için bir rayiç bedel tespit ediliyor. Tabii ki bu bir kayıt parası değil, o yasak zaten. Yayınevleri ile anlaşarak öğrencileri belli kitapları almaya yönlendiriyorlar. Okul forması olarak belirledikleri kıyafet sadece belli satış noktalarından temin edilebiliyor, kimi okullar bu satışlardan komisyon alıyor. Müze, sergi ve oyun alanları gibi yerlerin ziyareti için etkinlik düzenleniyor, katılmak isteyen öğrenciler parasını ödemek durumunda. Ders saatleri bitiminde etüt çalışmaları için kalmak isteyen öğrencilerden sosyal faaliyetler adı altında yine ücret alınıyor. Çalışan anne-babalar için çocuk okuldan eve ne kadar geç gelse o kadar iyi, canlarına minnet.

Çetrefilli yollardan ticaret yapmaya zorlanan okulların yöneticileri öğretmenlerden oluşuyor. Bu kadar alışverişi yaptıktan sonra eğitim işlerine zaman ayırabilen müdürlere helal olsun. Madem okulların ekmeğini taştan çıkarmasını istiyorlar, okullara iki adet müdür tayin edilsin, biri işletme yeteneği ve tecrübesi olan, gelir getirici faaliyet geliştirecek olan bir müdür olsun, diğeri de öğrenci, öğretmen ve ders gibi eğitim işleri ile ilgilensin.

Yok, okulları ticarethane olmaktan kurtaralım deniyorsa, bakanlıktan veya mahalli belediyeden okulun ihtiyaçlarına göre ödenek ayrılsın, müdürler de veliler de rahat etsin. Aksi halde Çileli Eğitim işi devam eder.

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/cileli-egitim_587601

O kulların dertleri...

 

O kulların dertleri
İbrahim Özdabak Karikatürü

Okullarda çalan eğitim öğretim yılının ilk zili, öğrencilerin eteklerinde zil çalma etkisi oluştururken, velilerin eteklerinde ise tutuşmaya yol açtı.

Çantası-defteri, kalemi-silgisi, cetveli-gönyesi, yapıştırıcısı-renkli kartonları, top top kağıtları, oyun hamurları, tahta kalemleri ve kurusu sulusuyla envai çeşit boyaları derken, okulların velilerden istediği kabarık kırtasiye listesini temin etmek için Allah’ın veli kullarının gösterdiği kerametlere benzer performans sergilemek gerekiyor, kırtasiye ürünleri enflasyonunun yüzde ikiyüzlere dayandığı günlerde...

Bakanlığın bedava dağıttığı ders kitaplarını yeterli görmeyen öğretmenler, yardımcı kitap setleri alınmasını şiddetle tavsiye ediyor. Bu kitaplar yetersizse neden dağıtılıyor, ciddi masrafların döndüğü bu kitapların hazırlanması işini kim denetliyor, bu işten kim, ne kazanıyor?

Kıyafetleri okullar belirliyor, genellikle anlaşmalı kırtasiye ve mağazalarda, piyasadaki benzer kalitedeki ürünlerin, bazı yerlerde 2-3, bazı yerlerde 4-5 katına satılıyor.

Personel maaşı ve en temel ihtiyaçlarının sadece bir kaçı için okullara ödenek gönderen bakanlık, okul yöneticilerinden, diğer ihtiyaçlarını “mahalli imkanlarla” temin etmesini istiyor. Velilerden bağış almak haricinde hangi devlet okulu nasıl bir mahalli imkan bulabilir? Halbuki, her sene, zorla bağış toplamanın yasak olduğunu ve toplayan müdürleri şikayet etmemiz gerektiğini duyuruyorlar. Devlet okulları, neden bağış toplamak, yayınevleri ve kırtasiyelerden, giyim mağazalarından komisyon almak, sosyal faaliyet adı altında etüt/proje sınıflarından ücret almak gibi dolambaçlı yollara tevessül etmek zorunda kalıyor?

Lise ve üniversite imtihanlarına hazırlanmak için okul müfredatı kesinlikle yeterli değil, yardımcı kaynak edinmek, ek ders almak ve/veya dersaneye gitmek gerekiyor. Okulda öğretilenler neden o sınavlarda sorulmuyor, ya da o soruları çözebilecek bir eğitim neden okullarda verilmiyor? Lisenin ikinci ve üçüncü sınıflarına kadar örgün eğitim veren okullarda okuyup, sonrasına açık liseye devam eden öğrenci sayısı bir hayli fazla. Üniversite sınavına daha rahat hazırlanmak için yapıyorlar bunu. Lise mezunu olmak sadece üniversiteye giriş için bir formalite olarak görülüyor. Gereksizse, neden komple bütün liseleri kapatıp tasarruf etmiyoruz?

Eskiden, özel okulların sayısı azdı. Devlet okulu ile özel okullar arasında eğitim kalitesi açısından fazla bir fark yoktu. Zengin-fakir, herkes devlet okuluna rahatlıkla çocuklarını gönderebiliyordu. Maalesef, artık parası olmayanın iyi bir eğitim alması veya parasını vererek iyi eğitim alanlarla rekabet edebilmesi mümkün değil.

Sadece eğitim değil, her konuda, parası olanın, iyi hizmetler alabildiği bir ülke olduk, ki onların da iyiliği tartışılır. Hizmet olsun diye değil, birilerine kazanç kapısı olsun diye iş yapılan memleketimizde alternatif bakanlıklar ihdas edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Mesela;

Salık Bakanlığı: Hastane randevusu vermeme, türlü hinlik deneyip randevu alabilen hastalara bu sefer tahlil ve görüntüleme için aylar ve yıllar sonrası için gün verme, elindeki doktorları kaçırarak insanların özel hastane kullanmasını salık verme bakanlığı.

Baldır Kültür Bakanlığı: Tarihi eserleri paldır küldür restore etme ve kendi otellerine 2.5 milyar lira teşvik verme bakanlığı. Ne demişler, bal tutan parmağını yalar...

Çevre, Hemşehricilik ve Kimlik Değişikliği Bakanlığı: Çevresi, hemşehrisi kısacası torpili olanın her işini halledebildiği, parası olanın da kimliğini değiştirerek çevre edinebildiği bakanlık.

Milli Savurma Bakanlığı: Paraları oraya buraya savurup sonra da bir tank palet fabrikası için 50 milyon dolar bulamama bakanlığı.

Hazin Ameliye Bakanlığı: Paramızın kıymetini olabildiği kadar düşürüp ucuz bir ülke haline getirme, bütün bir ülkeyi karın tokluğuna çalışan amelelere dönüştürme bakanlığı.

Dişleri Bakanlığı: Dişleri bileme ve iç politikaya malzeme çıkarmak için bilenmiş dişleri yabancı ülkelere gösterme bakanlığı.

Oran Bakanlığı: “Oranların gümbürtüsü başıma vurur, sarayların fermanı karşımda durur. Oranları aşağı, aşağı keserim, gerçekliğimi kaybettim ağlar gezerim” türküsünü söyleyen bakanlık. Vatandaş da “aman orancı, canım orancı, köyümüze getirdin çoktan bir acı” türküsüyle karşılık vermekte...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/o-kullarin-dertleri_570044

Büyük Boş'un Derdi Büyük Olur...

 


Önce değerlerin içi oyuldu... Günlük siyasetin girdapları içine çekilen, üç beş oy için yem olarak kullanılan manevi değerler artık “değmez” oldu.

Uygulanabilirlikleri zamana, zemine, şartlara ve menfaatlere göre değişen prensipler, haliyle prensip olmaktan çıktı. Düşmanların ismi ve sayısı günlük olarak değişti. Düşman için adalet işlemedi, dostlar için liyakat aranmadı. Kul hakkı ve Allah korkusundan dem vurup, sahabelerin hayatından menkıbeler anlatan bazıları, dava dedikleri bir şeyi bahane ederek rüşvet alıp vermekten, yolsuzluk ve hırsızlık yapmaktan, kamu mallarını gasp etmekten imtina etmedi.

Elektrik veya kütle çekim hesaplarını kolaylaştırmak için, üç boyutlu nesnelerin küresel simetri özelliğini kullanarak bütün yükün yüzeyde toplandığını kabul eden “Gauss Yüzeyi” yaklaşımına benzer şekilde, kurumların içi boşaldı ve kurum deyince akıllarına sadece yüzeysel olan özellikleri geldi. Devasa ve gösterişli binalar inşa edilince, şatafatlı kutlamalar yapılınca kurumsallığın arttığı zannedildi.

Mesela, her ile bir üniversite açıldı ama bazılarında rektör, altı fakülteye birden dekanlık yapmaya mecbur kaldı. Bazı rektörlerin, üniversiteyi aile çiftliği gibi kullandığı haberleri hiç eksik olmuyor. Yeni üniversitelerin yönetim ve öğretiminde kalite problemi çıkınca, kontenjanları da boş kaldı. Eski ve iyi üniversitelere yaklaşamadıkları anlaşıldı, neyse ki, yöneticilerimiz adaletli davranmayı seçip, sistemi oturmuş üniversiteleri bozarak dengeyi sağlamaya çalışıyor. Boğaziçi Üniversitesi’ne malum rektör tayini sonrası gelişen olaylar hala tazeliğini koruyor. İdari yapılanmayı keyfince şekillendirebilmek adına ihtiyaç olmayan yeni fakültelerin ihdası, yeni ve alternatif vakıfların kurulması, üniversite genel sekreterliğine lisans öğrencisinin yerleştirilmesi sanki Boş Boğaziçi oluşturma maksadına matuf çabalar gibi görünüyor.

Üniversite sınavlarında baraj puanlar da kaldırıldı, boş üniversite mefhumunun içi dolduruldu. 19.90’dan başlayan puanlarla, karşınızda “Boş Boğaziçi Üniversitesi” diye bir kampanya görsek şaşırmayız yani... 10 milyona yakın genci fakültelere doldurunca nasıl eğitim verilecek, okulu bitiren öğrencilere nasıl istihdam sağlanacak soruları şimdilik sorulmuyor. Yeter ki, dünyanın en büyük binalarına en çok öğrenciyi yerleştirdiğimiz bilgisi ile hava atalım, gençleri politik tartışmalardan ve iş aramaktan bir süre uzak tutalım...

Şehirlerin dışına, koca koca hastane binaları dikildi. İnşaat ve işletme maliyetlerinin yüksekliği ve ihalelerinin kimlere hangi şartlarla verildiği kamuoyunda tartışılan şehir hastaneleri bunlar. Kampüse girişte restoranlar karşılıyor sizi. Hastane kapısında sağlı sollu kafeler, içerisinde ise oyuncak dükkanları falan... Şehir HastAVM’leri desek daha doğru belki de.

Şiddete maruz kalabilen, maaş ve özlük haklarının yetersizliğinden şikayet eden doktorlar, özel hastanelere ve yurtdışına kaçıyor. Bazı şehirlerde, bazı bölümler için doktor randevusu almak imkansız hale gelmiş. Alarmlarını 15.59’a kuran vatandaşlar, 16.00’da açılacak ve saniyeler içerisinde kapışılacak randevuları gözlüyor. Randevu alacak kadar şanslı olanlar, beş dakika sürecek muayene hakkı kazanıyor. Tahlil ve tetkikler için bazen aylar sonrasına gün veriliyor. Devlet hastanelerindeki doktor sayısı azaldıkça kalan doktorların iş yükü artıyor, bu da kaliteyi ve memnuniyeti düşürüyor. Hasta memnuniyeti azalınca sağlık çalışanlarına şiddet vakaları patlıyor. Doktor memnun değil, hastane çalışanları memnun değil, hasta ise hiç memnun değil ama sorarsanız İngiltere’yi kıskandıran bir sistem var.

Hekim dışı sağlık personelinin hekim olabilmesi için kanuni yolların açılmasını isteyen Anadolu Sağlık-Sen yöneticisi, sanırım “sağlık sisteminin içini daha çok nasıl boşaltabiliriz?” sorusuna cevap vermeye çalıştı. Temennisi gerçekleşirse muhtemelen “her işin boşu sağlık” deriz artık...

İlaç alma kısmı ise daha çetrefilli. SGK bazı ilaçları ödüyor, bazılarını belli bir kısma kadar karşılıyor, bazılarına da hiç karışmıyor. Eczaneye faturasında öyle kalemler var ki, kafadan hesaplayabilmek veya anlamak mümkün değil. Reçeteye yazılmadan alırsanız 10 lira ödeyeceğiniz bir ilacı, reçeteye yazılırsa 25 lira ödeyerek almanız gerekebilir. O kadar çok istisna ve fark ödemesi var ki, insan sağlık sigortasının ne işe yaradığını anlamıyor.

İnsanların hayatına en çok dokunan eğitim ve sağlık konusu yazıyı kapladı, güvenlik ve adalet kurumlarına yer kalmadı.

Son aşamada ekonomi de boşaldı. Zedelenen adaletle güven duygusu kaybedildi, yabancılar kaçtı, rezervler ve kasalar boşaldı. Enflasyon arttı, tencereler boşaldı. Baklavaların kilosu 200 liraların üstüne çıkınca, boş baklava satılır oldu. Boş baklavayı takiben boş tostlar çıktı piyasaya. İnşallah, kaşarlı tostun boşu ile sucuklu tostun boşu aynı fiyata satılır da “tostumsal fiyat eşitliği” sağlanır. Bu gidişle, boşmacun, laf salatası ve boş dürüm-dü(ş)rüm gibi ürünlerin çıkması da yakın...

Bu kadar içi boşalan değer, prensip ve kurumları ve dolayısıyla ekmekleri doldurmak için altı dolu çözümler gerekir. Altı dolu’nun toplandığı yuvarlak masada inşallah bu çözümler geliştirilecektir, Türkiye “boş”tan büyüktür...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/buyuk-bos-un-derdi-buyuk-olur_559020

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: