Bu Blogda Ara

Arşiv

sayısallama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sayısallama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sayı-sallama


Sayı-sallama
Günümüz modern matematiğine gelen yolun, çakıl taşları ile yapılan hesaplamalarla başladığı söylenir. Tabiî en eski zamanları düşünürsek; insanların etrafta ilişkili olacağı nesne, kavram, olgu sayısı için yeterli bir araç çakıl taşı…

Eski çağ insanının, yaşadığı bir muhitte avlayabileceği mamut sayısı en fazla ne kadardı ki? Ya da ona saldırabilecek aslan, kaplan, kurt gibi yırtıcıların kaydını tutmak için Excel tablosu gerekir miydi? Yahu, etrafta kaç insan vardı, kaçının diğerlerinden haberi vardı? Haberi olsa umurunda olur muydu, bilemiyorum. Etkileşim içine girmedikten sonra bir anlam ifade etmeyebilir, büyükleri değilse o insanları “say”mayabilirdi muhtemelen.

Zamanla çevreyle etkileşim ve diğer insanlarla iletişim arttıkça, çakıl taşı metodunun yetersizliği anlaşılmış ve adetleri temsil eden resimler olarak sayılar kullanılmıştır. Buna sayı-sallama diyebiliriz. Yani büyüklük, adet, şiddet, etki gibi ölçülebilen her şeye bir değer verilmesi durumu. Tabiî bu sayıları bilmek ve kayıt etmek yetmemiş, birbirleri ile yapılabilecek işlemlerin de hesap edilebilmesi problemi doğmuştur. Takas sistemi ve paranın bulunması ile birlikte alacak-verecek hesabı, mesafe ve alan ölçümü…

Sayılar ve hesaplamalar karmaşıklaştıkça bu iş bir disiplin içerisinde yürütülmeye başlanmış, bilinen doğrulardan (aksiyom) yola çıkarak çeşitli ispatlar yapılmış ve ispatlanan her bir olgu yepyeni ispatların oluşturulmasında kullanılmış, böylece bir bilim dalı olarak matematik ortaya çıkmıştır. Matematik dünyasının en büyük âlimlerinden biri olan El-Harezmî, cebir ve algoritmanın kurucusudur. Bilgisayar programlamasının da temelini oluşturan algoritma, belirli amaca ulaşmak için izlenmesi gereken yol, yapılması gereken işlemlerin adım adım sıralanması demektir.

Üniversitelerin mühendislik-fen bilimleri bölümlerinde okuyan öğrenciler ilk senelerinde Calculus 151/Mat 151 dersini alırlar. İşte buradaki calculus, Latince çakıl taşı anlamına gelir. Bir nevi, çakıla vefa çalışması gibi. Çoğu öğrencinin o derste “çakıl”masının ironik bir anlamı vardır belki de. Sayılarla hızlı işlem yapma gücüne indirgendiği için midir bilmiyorum, ülkemizde matematik deyince öğrencilerin üzerine matem çöküyor. Zor olduğunu düşünen öğrencilerimiz çok fazla. Makinelerin yapabildiği hesapları kafadan yapan insanlara zeki, kafası çalışan gözüyle bakıyoruz da, o makinelere o hesapları kaydeden veya onları yapmayı öğretenin yine insanlar olduğunu unutuyoruz.

Matematiğe hep yardımcı bilim gözüyle bakılıyor, ama temel eğitim ve üniversitede aldığımız fen bilimleri derslerini daha iyi anlamak için bir matematik öğretilmedi bize. Aksine, fizik ve kimya öğrenimi benim o derslerdeki becerimi geliştirmek yerine matematiğimi ilerletmemi sağladı. Uzun formülleri ezberletip, sordukları problemlerde bir değişken hariç formülün bütün parametrelerini vererek bilinmeyen değişkenin bulunmasının istenmesi, fizik veya kimya öğretmek değildir bence. Nasıl bir sistem varsa, matematiği kendi dersinde öğretemiyor, fen bilimleri derslerinde de o dersler değil matematik gelişiyor. En kestirmeden gitmeyi seven bir millet olduğumuz için formülü ezbere bilmeyi ve probleme uyup uymadığına bakmadan hemen uygulayıp bir sonuç üretmeyi marifet sanıyoruz.

Ortaokulda okuyan bir öğrencimize sorun, size bir dünya formül sayabilecektir. O formülleri kimin ve nasıl bulduğunu, dahası hangi durumlarda uygulanması gerektiğini öğretmeden PISA sınavlarında iyi dereceler beklemeyelim derim.

Matematik yalan söyler mi?

Sayılarla yapılan işlemler ve bu işlemlerin içerisinde yürüdüğü kurallar her yerde aynıdır. Bir üçgeni kâinatın hangi köşesine götürürseniz götürün, kenar uzunluğu değişmeyecektir. İki ile ikiyi Ay’da toplayanlar, Dünya’dakinin altıda biri değerinde bir sonuç bulmaz. Sayılar yalan söylemez, ama sayıları el çabukluğu marifetiyle karıştırıp istediğini önümüze koyan kişiler bize yalan söyleyebilir. Alış fiyatı 80 lira olan bir ürün 100 liraya satılırsa, yüzde 25 kâr elde edilmiş olur değil mi? Yüz liraya alan müşteri %25 oranını fazla bulursa satıcı “Olur mu ağbiciğim, ürün maliyeti satış fiyatının yüzde 20 altında” derse yalan söylemiş olur mu? Herkes yüzdeyi kendine bakan yüzde görür. Kayserili bir tüccara atfedilen şöyle bir deyiş var: “Üç liraya alıp beş liraya satıyoruz, yüzde iki kârla geçinmeye çalışıyoruz.”

Günümüzde sayı-sallama işi fevkalade bir sürat kesbetti. Eskiden kâğıt üstünde tutulan hesap ve kayıtların neredeyse tamamı sayısal veri şeklinde bilgisayar tabanlı sistemlerde tutulup işleniyor. Bunun için milyonlarca masaüstü-web uygulaması ve mobil uygulama kullanılıyor.
Sanal ortamlarda dijital kimliklerimizle işlemler yapıyor, yapılan işlemleri onaylıyoruz. Para artık neredeyse tamamen kaydî bir hâl alma yolunda hızla ilerliyor. Yakında artık nakit para diye bir kavram kalmayabilir. Makine öğrenmesi ve yapay zekâ konularındaki gelişmelerle, bugüne kadar insanlar tarafından icra edilen pek çok meslek artık yazılımlar ve robotlar tarafından yürütülecek. Resim, müzik gibi sanat dallarında bile eserler veren yapay zekâlar geliştirildi. Çok hızlı veri toplayıp işlemesi, öğrenebilmesi ve hızlı karar verebilmesi sebebiyle yapay zekâlara teveccüh artabilir. Ancak vicdan ve gönül gibi kavramlar nasıl sayısallaşabilecek ya da sayısallaşabilecek mi, onu merak ediyorum. Robotokrasi, kendi etik ve estetik değerlerini oluşturup insanlara dayatacak mı? Matrix filmindeki meşhur replik geldi aklıma:

“Makinelerin, leziz buğdayın tadını nereden bildiğini merak ediyorsundur. Belki yanlış yaptılar. Belki leziz buğdayın tadı yulaf ezmesi ya da ton balığı gibiydi. Bu durumda insanın aklına çok şey takılıyor. Örneğin tavuk, belki tavuğun tadına karar veremediler, bu yüzden tavuk etinde her şeyin tadı var.”

Link: http://www.gencyorumdergisi.com/2020/07/sayi-sallama/

Sayısal İslam

Belli zamanlarda bazı şeyler moda olur ve bakarsınız ki herkes o şeylerden bahseder ve yine herkes hemen o konunun uzmanı oluverir.
Öyle ki, bazen çok yeni bir mefhum da gündeme düşüp popüler hale gelebiliyor, “Hayır, konu zaten yeni, uzmanları nerede ve ne zaman yetişti?” diye sormadan edemiyor insan. Sosyal medya kavramı ilk duyulduğu anda, “bismillah” deyip konuya eğilemeden, sosyal medya uzmanlarının ortalıkta cirit attığını öğrendik meselâ.

Seminerler, paneller, forumlar ve daha bir çok faaliyetler düzenlenir “uzmanlar” tarafından… Akıllıları da hemen konunun danışmanlık ve eğitim hizmetini vermeye başlar.
Özellikle iki konu vardır ki, ülkemizde pek çok dinî cemaat ve grupta çok rağbet gördü:

1. Toplam Kalite Yönetimi
2. Kişisel Gelişim

Kâr amaçlı kurulan ve tamamen dünyevî hedefleri olan şirketlerde başarı seviyesini yükselttiklerine inanılan bu iki mefhum, pekâlâ dinî cemaatlerimizi kurumsallaştırmaya yardımcı olabilirdi. Din hizmetleri bu sayede daha profesyonel yönetilebilirdi. “Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedennî dünyası olsun?” diyerek terakki etmek istemiş olabilirler. Yani niyet halistir muhakkak.

Kalite yönetimi yapabilmek için ölçme yapmak şarttır. Üretim yapan bir firma için, üretilecek ürüne olan talep, firmanın o ürünün pazarı içerisindeki payı, üretimin hatasız gerçekleşmesi, ürün ve hizmetlerin zamanında ilgili yere eksiksiz ulaşması ve müşteri memnuniyeti gibi konular için durmadan ölçümler yapılır, hedefler tanımlanarak belli metriklere bağlanır, raporlar üretilir, karşılaştırmalar yapılır, sonuçlar notlandırılır ve olgunluk seviyeleri belirlenir. Kısaca her süreçte bir ölçüm ve “sayısallama” vardır. Sayısallama yapmanın mümkün olmadığı zamanlar, bir sayı sallamakla problem halledilir. Sallanan sayı ne kadar küsuratlı ise inandırıcılığı o nispette artar.

Dinî hizmetlerin iki türlü sonucu vardır: Ahirete müteallik sevapları ve Allah’ın rızası. Amellerin, niyetlere göre değerlendirildiğini biliyoruz. Aynı eylemi yaptığını gördüğümüz iki ayrı kişiden biri Cenneti kazandıracak sevap alırken diğeri Cehennemdeki yerini perçinlemiş olabilir, bu tamamen o kişilerin niyetlerine ve ihlâslarına bağlıdır.Bu şuna benzer: Kanser hastası bir insanın, bir hükümet bakanından yardım isterken bakanın o hastayı hiç dinlemeden cebine 200 TL sıkıştırıp göndermesi hakaret sayılırken, o hastaya elindeki bütün malvarlığının yarısı olan 20 TL’yi veren yoksul çocuk, kalbinin büyüklüğünü göstermiş olur.

Peki, dinî hizmet süreçlerini profesyonel ve dünyevî kalite anlayışıyla yönetmek için nasıl hedefler konuluyor ve bu hedeflere ulaşılıp ulaşılamadığı nasıl ölçülüyor? Hizmete kazandırılan insan sayısı, açılan dersane ve yurt sayısı, “o gün Allah için kaç gazete abonesi bulunduğu”, kaç dergi ve kitap satıldığı gibi ölçüler, ulaşılan Allah rızası seviyesinin göstergesi olabilir mi? İçtimaî hayatın özel ve kamusal her alanında kendi müntesiplerinin sayıca fazla olmasına çalışmak, başlıbaşına kötü bir şey olmayabilir. Sayıca çoğalmak bir sonuçtur ve kesinlikle dinî hizmetin makbuliyetinin işareti veya rıza-yı İlâhinin mutlak bir göstergesi değildir. O şekilde kabul etmek, bu sonuçlara ulaşmak için meşrû olmayan yöntem ve usûllere tevessül etmeyi makul ve mübah görmeye sebep olabilir.

Aylık periyotlarla basılan “Genç Yorum” dergisinin Mart 2016 sayısında “Sayısallaştırmak Siyasallaştırmaktır” başlıklı bir yazım yayınlanmıştı. Bu yazıda soyut ve özellikle ahirete müteallik hizmetlerde, hizmet sonuçlarını metriklere bağlama ve sayılarla ifade etme, yani kısaca sayısallaştırmanın, o hizmeti siyasallaştıracağı düşüncesi üzerinde durmuştum. Her dinî cemaat veya grup, meşrû olmak kaydıyla, kendi meşrebince irşad ve tebliğ vazifesini yapıp sonucu Allah’a havale etmelidir. “Her işimizi doğru yaptığımız ve çok çalıştığımız halde neden sayıca çok azız? Yoksa biz yanılıyor muyuz?” veya “Gazetemizin okur sayısı neden düşük?” şeklinde sorular sormak, ilâhî vazifeye karışmaktır. Bize düşen sadece çalışmaktır. Sonuçları veren Allah’tır. Nice peygamber gelmiştir ki kendilerine inanan insan sayısı çok az olmuştur. Dünya’da, sadece bir baharda yaratılan sineklerin sayısı, Hz. Adem’den (as) bugüne kadar yaratılan insan sayısından fazla diye, dünya yönetimine ilişkin işlerde karar mekanizmasını sineklere bırakma düşüncemiz yoksa, sayısal üstünlüğün çok da önemli bir şey olmadığını söyleyebiliriz.

Eskinin nefsini ve enesini sıfıra yakın addederek “enel Hakk” diyenlerine mukabil, verdiği gazlarla “ene”leri şişiren ve “enelpi” diyen şahsî gelişim hikâyelerinin ne kadar İslâmî karşılığı olduğu da ayrı bir tartışma konusudur.
Kısaca “Sayısal İslâm” ile “Siyasal İslâm” ikiz kardeşlerdir. Neredeyse aynı harflerden oluşuyor olmaları da ayrı bir ironiktir…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/sayisal-islam_406933

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: