Bu Blogda Ara
Arşiv
Mağmağay
Mağmağay:
Doğalgaz faturalarının dağlar gibi geldiği 2020 Ocak ayı itibarıyla milyonlarca vatandaşımızın aklındaki öncelikli soru: "Doğalgaz yakmadan nasıl ısınabilirim?"
Kısa söylenişi ile Game Of Thrones'una güvenen ejderha tutabilir ama bu zamanda nereden bulacaksın ejderhayı? Haydi, buldun diyelim, ne yer ne içer, masrafı ne olur bu ejderhanın? Ejderha sürmek öyle kolay mı? Ehliyeti falan nasıl alınır, ejderhadan sürekli 50 liralık ateş alırsak zamlardan korunabilir miyiz:? Bakım işleri zahmetli midir? Egzoz muayenesinden geçer mi? Sızdırmazlık raporu her sene alınmalı mı? Yoğuşmalı ejderhalar her ölçekteki eve uygun mudur? (Sonra astarı yüzünden pahalıya gelmesin yani) Farkedebileceğiniz gibi, bu sorular daha uzar gider...
Enerji probleminin çözümü var: Mağma tabakasına kadar inen bir tünel kazmak! Böylece yüzeye çıkacak olan mağmanın ısı enerjisini kullanarak evlerimizin ısınma ve sıcak su ihtiyacını karşılayacağımız gibi, elektrik enerjisi de üretebiliriz. Bu projeye "Mağmağay" diyebiliriz. Mağma, kızgın yapısı sebebiyle basınçlı bir şekilde yüzeye çıkmak isteyecektir, buna dikkat edilmeli ve deli mağma kontrol altında tutulmalıdır. İstanbul Havalimanı'nın bir yıllık kira bedeli ile bu tünel kazılabilir, hesaplamadım ama bana öyle geliyor. İsteyen hesaplasın, hesapladıktan sonra bize de söylesin...
Harfiyat Kanyonu ana sayfası
TÜFE
Geçtiğimiz haftalarda yayınlanan bir yazım için TÜİK
tarafından bir düzeltme metni geldi. Mizahi bir yazıda enflasyon ve TÜİK
üzerine yazılan cümlelere benzer bir metin gelince şaşırmadım değil. Suyu
görünce teyemmüm bozulurmuş, aşağıda okuyacağınız bu düzeltme metni sebebiyle
bu hafta komik şeyler yazmayacağım:
"Termodinamiğin İkinci Yasasını Veto Ediyorum!"
başlıklı köşe yazısında; "TÜİK'lik ilkesi" başlığı altında
"TÜİK'lik, devlet sayı işleri ile halkın yaşayışlarının birbirine
karışmaması her birinin kafasına göre takılması demektir. Mesela, TÜİK bir
enflasyon rakamı açıklar, halkın sadece yüzde sekizi bunu inandırıcı bulur.
Zaman zaman aynı rakam olabilirler, ama halkın markete pazara gittiğinde
yaşadığı fiyat artışı miktarını, TÜİK enflasyon rakamına uygulamak istemesi
yanlış olur. Nerede görülmüş ayakların baş olduğu? Herkesin kendine göre bir
enflasyon rakamı var, onu ne yapacağız? Enflasyon dediğin tek olur, herkes ona
uyar. Uymayanın da keyfi bilir. TÜİK'i dinlerseniz vatandaşa şöyle hitap
ettiğini anlarsınız:
"Ben buna mecburum, sen bilemezsin
Büyüdükçe büyüyor
ekonomin
Hedefleri mıh gibi tutturuyorum
Ben buna mecburum, sen
bilemezsin"
TÜİK'te enflasyonu hesaplayan birimin başındaki arkadaş
eskiden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 'nda çalışıyormuş, söyleyeyim artık
enflasyonun yanında ülke olarak entropi rakamımızı da hesaplasın. "
ifadeleri yer almaktadır.
2005 yılında yürürlüğe giren 5429 Sayılı Türkiye İstatistik
Kanunu, Birleşmiş Milletler tarafından 1992 yılında kabul edilen resmi
istatistik temel ilkeleri ve Avrupa Komisyonu tarafından 2005 yılında kabul
edilen Avrupa İstatistikleri Uygulama Esaslarını içermekte olup Türkiye
İstatistik Kurumu'nun mesleki ve teknik bağımsızlığını teminat altına
almaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ürettiği tüm
istatistiklerde olduğu gibi tüketici fiyat endeksini (TÜFE) uluslararası
normlarda; mesleki bağımsızlık, şeffaflık, karşılaştırılabilirlik, tarafsızlık
ve doğruluk ilkelerine bağlı olarak, Avrupa Birliği ve dünya genelinde geçerli
olan, uluslararası kurumlar tarafından tavsiye edilen yöntem, tanım ve
kavramları kullanarak hesaplamaktadır. Söz konusu kavram ve yöntemler ile
uygulama sonuçları yerli ve yabancı kurum ve kuruluşlardaki uzmanların
değerlendirmelerine açık olduğu gibi, en ayrıntılı düzeyde de kamuoyu ile
paylaşılmaktadır. TÜFE hesaplamalarında kullanılan ağırlıklar, madde sepeti ve
fiyatlar şeffaflık politikası gereği Türkiye İstatistik Kurumu internet
sayfasında da yayımlanmaktadır. Bu alanda TÜİK, dünyada en şeffaf kurumlar
arasında yer almaktadır.
Tüketici fiyat endeksi, belirli bir gelir grubunu dikkate
alarak değil, tüm Türkiye'yi kapsayacak şekilde hesaplanmaktadır. Ne enflasyon
sepeti ne de açıklanan değişim oranları tek bir bireyi yansıtmamakta, ülke
ortalamasını ifade etmektedir. Diğer ülke enflasyon rakamlarında olduğu gibi
Türkiye rakamları da belirli bir gelir grubuna ait olmayıp ülkenin tamamına
yönelik bir göstergedir. Bu durum sadece Türkiye için değil tüm ülkeler için
geçerli bir durumdur. TÜİK, bu anlamda daha sağlıklı değerlendirmelerin
yapılabilmesi açısından ana harcama grupları (12 ana harcama grubu-gıda ve
alkolsüz içecekler, giyim ve ayakkabı, eğitim vb.) ve daha alt kırılımlarda
TÜFE sonuçlarını yayınlamaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu tüketici fiyat
endeksi hesaplamalarında uluslararası alanda önerilmeyen hiçbir yöntem
kullanılmamaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu, TÜFE dahil bütün istatistiklerini
uluslararası normlar çerçevesinde üretmek için gerekli kurumsallaşmayı
gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla TÜİK tarafından hesaplanan TÜFE kişilerden ve
makamlardan bağımsız olarak hesaplanmaktadır ve hesaplanmaya devam edecektir.
Konu ile
ilgili olarak, milli şairimiz Mehmet Akif’ten ilhamen aklıma gelen birkaç
mısra:
“Ayın on
beşi oldu ki mu’tada inkıyad ile ben
Sabahleyin
maaşı çekmiştim erkenden
Asgari ücret
yoksulluğun kenarı demek
Pazarda
dolaşılmaz ki öyle sepeti “full”eyerek
-Ayakta
durmaya el birliğiyle gayret eden
Lisân-ı hâl
ile amma rükûa niyyet eden-
O sâl-hûrde,
harap maaşın alacaklarına
Sığınmış
öyle giderken, hemen ayaklarına
Delilimin
koca bir şey takıldı... Baktım ki:
Genişçe bir
tüfe yatmakta, hem epey eski.
Bu bir
enflasyon tüfesiymiş... Aceb kimin?
Derken;
yüzde on üç civarında bir tüvik gelip öteden,
Gerildi,
tekmeyi indirdi öyle bir tüfeye
Tekermeker
tüfe bitâb düştü ta öteye...”
Evergi
Ekonomimiz öyle “şah”ane gidiyor ki, her gün bunu nasıl
farklı ifade edelim diye tatlı bir telaş içine giriyoruz. Bir gün şahlanış ve
yükseliş dönemine geldik diyoruz, başka bir gün sıçrama noktasına geldiğimizi
ifade ediyoruz. En önemlisi, en kötüyü her zaman geride bırakmış olmamız. Çok
şükür, o “en kötüyü” ne zaman yaşadığımızı hissetmiyoruz bile. Önemli yerlerin
altını çizmesi ile meşhur bakanımız çıkıp “oldu da bitti maşallah, nazar değmez
inşallah” demeye başlayınca anlıyoruz ki, büyük bir badire atlatmışız.
2019 yılı da “YEP”isyeni ekonomik planlar ve hedeflerle
başlamıştı. Gözümüz hep daha büyük hedeflerde olduğu için Nisan-Mayıs aylarında
Merkez Bankası’nın aktaracağı paraları Ocak’a aldık. Belediye seçimleri Mart
sonu yapılacaktı ve bu seçimler suyla kazanılmıyor sonuçta. Yani mecburen
kesenin ağzı açıldı. Sonra, birilerinin kesin olarak yaptığı ve ne olduğunu
bizim bilemediğimiz bir şeyler oldu, İstanbul seçimleri yenilendi.
(Düzeltiyorum; seçimi, çünkü çok şükür, dört adet pusulanın bulunduğu sandıklardan
sadece büyükşehir belediye başkanlığı seçimi için kullanılan oylar çalınmıştı! Çaldıkları
belli olmasın diye öyle yaptıklarından eminim. O yüzden sadece o seçim
yenilendi) İnşallah o oyları çalarak seçimlerin yenilenmesine sebep olanlar hak
ettikleri cezalara çarptırılmışlardır. “İstanbul sevdamız” diyen
kardeşlerimizden zafer şarkıları beklerken “Göçtü sevdalarla bütçem, ihtiyat
akçesine muhtaç oldum bugün / Ak pak olmuş seçmenim de bîkarar oldu bugün”
şarkısı çıkmadı mı... Gel de Merkez Bankası’nın ihtiyat akçesini kullanma!
“Vosvos’ül Hannas”
İhtiyat akçesi, bedelli askerlik, değerli konut ve imar
barışı gibi hamleler de bütçe açığımızın 124 milyar liraya çıkmasına engel
olamadı. Ama sorun bi’, neden? Çünkü Almanlar bizi kıskanıyor! Neredeyse bizim
verdiğimiz açık kadar adamlar fazla verdi... Yahu, biz bunlarla tarihten beri
müttefik değil miydik? Almanlar kaybedince biz de mağlup sayılmadık mı? Neden
kazanınca aynı kural işlemiyor artık? Bizim benzinli değil pilli, yerli ve
milli arabamızı çıkarma hususunda ciddi olduğumuzu anladıkları anda, tuttular
Türkiye’de fabrika açmaya karar verdiler. Biz de Volkswagen’in Türkiye’de
yatırım kararını duyunca safça sevinmiştik. Meğer, bizim araba satmasın diye
yapmışlar. Adamların içinden resmen “Vosvos’ul Hannas” çıktı Rıza Baba!
Senenin başında olduğumuz şu günlerde ekonomik şahlanma ilan
ettiysek, artık dönüşü olmaz, mecburen yapacağız. O zaman pamuk ellerimizi cebe
atma zamanıdır. Yeni yeni vergiler ihdas etmeli, var olanları ikiye üçe
katlamalıyız. Geçen hafta, Erdoğan’ın evlilik müessesesi hakkındaki sözlerinden
sonra 30 yaşını aşmış bekar kişilerin vergi vereceğine dair muhabbetler
dolaşmaya başladı. Erdoğan, “bekara-mekara sallıyoruz, iyi makara çıkıyor”
diyor mudur bilmem, ciddi ciddi köşelerinde bekarların daha çok vergi vermesi
gerektiğini yazanlar oldu!
“Ever gitsin, masrafı
bitsin”
Maliyeciler mabeyninde meşhur “eski vergi iyidir” sözü
vardır. Yeni vergiye alışmak kolay değildir, sevdirerek alıştırmak lazımdır.
Misal, bekarlık vergisi alınacak derseniz çok kişiyi küstürürsünüz. Derdinizi
de anlatmak zor olur. Ülkemizde düğün masraflarını kim karşılar? Genelde
anne-babalar. O zaman vergiyi de onlar vermeli. Çocuklara bıraksan hem vergiyi
vermezler, hem de evlenmezler. Anne-baba vergiyi verince çocukların da belki
yüzü kızarır. Verginin adını “Evergi” koyarız. Elektronik vergi gibi modern bir
şey zannedilsin diye E-vergi de diyebiliriz. “Ever gitsin, masrafı bitsin!”
diye bir slogan da bulduk mu tamamdır. Vergiden bir an önce kurtulmak isteyen
ebeveynler, emin olun hemen evlendireceklerdir çocukları.
Ekonomik şahlanma için daha fazlası lazım dediğinizi duyar
gibiyim. Ne demişler, “işten artmaz, dişten artar”. Yani kısacası, boğazımızdan
kesmemiz şart. Boğazdan kesme deyince hemen anladınız değil mi, o kanalı
yapmamız şart. 5 milyar dolar diyorlar senelik... Haydi, kazmalar elimizde,
uzun ip belimizde...
“İntiHAARP”
Ortadoğu kart dağıtım merkezinin fazla mesai yaptığı
günlerdeyiz. Gün geçmiyor ki kartlar yeniden dağıtılmasın. Devletlerarası
karşılıklı tehditler, saldırırlar, analizler, komplo teorileri havada uçuşuyor.
Ülkelerin iç-dış politikaları birbirine geçmiş durumda: Azil
soruşturması geçiren ve genel olarak atmosferin ülkesinde aleyhine döndüğü
Trump, bugünü kurtarmanın yanında yakında gireceği seçimin de hesaplarını
yaparak İran’la dalaşa giriyor. Aylardır halk hareketlerinden ve protestolardan
bunalan İran için, şeytan ABD’yi işaret edip kitleleri bu ortak düşmana karşı
galeyana getirmek zamanında Hızır gibi yetişen çok kullanışlı bir tablo. Siyasi
darboğaza giren, kendine yapay bir kanal açıyor demek ki...
Böyle bakınca komplo teorilerinin ardı arkası gelmiyor.
İran’ın aslında Süleymani’den kurtulmak için yem ettiğini söyleyenler, halkının
gazını almak için ABD ile danışıklı olarak boş üslere füze saldırısı
düzenledğini iddia edenler, daha neler neler... Süleymani’nin cenazesi sırasında
izdihamdan ölen 80 kişi var ve Irak’taki ABD üssüne füzeler gönderen İran 80
askeri öldürdüğünü söylüyor, bu sayıların eşitliği de komplocuların ekmeğine
yağ sürüyor. Üstüne, nasıl düştüğü belirsiz olan bir Ukrayna uçağı gelmesin mi?
Kimi İran’ın düşürdüğünü söylüyor, kimi de ABD’nin vurduğunu... Peki, nükleer
santral yakınlarında meydana gelen depremlere ne demeli? Az daha unutuyordum,
İran’da devrilen otobüs de oldu aynı günlerde. Saydığımız olayların her
birisinde onlarca insan öldü.
HAARP
Ne zaman böyle alışılmadık olaylar meydana gelse, gündeme
getirilen bir HAARP projesi var. HAARP, ABD’nin Alaska eyaletinde konuşlandırdığı
ve atmosferin iyonosfer tabakasına elektro manyetik dalgalar göndermek
suretiyle çalıştığı söylenen bir istasyon projesi. Dediklerine göre
Amerikalılar, bu dalgaları dünyanın istediği noktasına düşecek şekilde
yansıtabiliyorlar. Dalgalar, düştükleri yerde deprem tetiklemekten tut, insan
zihinlerini uzaktan kontrol etmeye kadar pek çok maksat için
kullanılabiliyormuş. İran’daki olayların da arkasında HAARP projesi var
diyenler çıktı. Aklıma takıldı, madem ABD’nin elinde böyle bir silah var, neden
istediği yerde ve istediği zaman kullanmıyor da, pahalı ve meşakkatli olan
asker ve silah sevkiyatı yapıyor, operasyonlar düzenliyor? Öyle ya, gönder
dalgaları uzaktan, kendini yormadan ortalığı birbirine kat! Dalga cihazını
kullanmak masraflı mı acep, ne kadar yakıyordur ki? Hep elli dolarlık
çalıştırdıkları için mi cılız depremler oluşturuyorlar?
Zaman zaman ülkemiz üzerinde de HAARP tekniklerinin kullanıldığı
iddia ediliyor. İster misiniz, son zamanlarda dalga dalga gelen intihar
olaylarının arkasında HAARP olsun? Böyle bir durum varsa HAARP tekniklerini
kullanarak insanları intihar ettirmek suretiyle girişilen harp manasında buna
“intiHAARP” diyebilir miyiz?
Kimi tek tek, kimi de ailece gelen intihar olaylarını
hükümet ve ona yakın medya açıklarken meselenin bozuk ekonomik durum ile ilgili
olmadığını, müntehirlerin ruhsal ve psikolojik bozuklukları olduğunu
söylüyorlar. İntiharın eşiğine gelmiş bir insanın ruhen çok sağlıklı
olmayabileceğini söylemek mümkün ama o hale nasıl gelindiği de sorgulanmayacak
mı? Silahla vurulmuş bir insanın ölüm sebebi için sadece kan kaybı ve organ
zedelenmesi tespiti yapmak gibi bir şey. Sorgulamak isteyenleri de ölüm vakalarını
muhalif siyasete alet etmekle suçluyorlar. İyi vallahi, işlerine gelmeyen her
konu, siyaset üstü olup, tartşılmamalı. Hele “beka” ile ilgiliyse herkes bir
safta durmalı fakat muktedirler tabutların başında durup elini üstüne koyarak
konuşup siyaseten nemalanabilmeli. Vakt-i zamanında Erdoğan, ABD’de katledilen
üç müslüman genç hakkında sessiz kalan Obama yönetimini topa tutarak “..bizler
yani siyasiler halkın oylarını alarak 'ki halk o oyları can güvenliklerini, mal
güvenliklerini sağlanılsın' diye veriyorlar. Eğer ki siz siyasiler, bu tür
olaylar karşısında sessiz kalırsanız bütün dünya da sizlere her zaman
sessizliklerini koruyacaklardır..." demişti. Dileriz, bu haklı çıkışının
hakkını, işsizliğin zirvelere çıktığı, kepenklerin kapatıldığı, iflasların ve
konkordatoların ardı ardına geldiği ülkemizde versin, psikolojisi bozuk
insanların sayısının neden arttığını araştırsın...
KAnTAR'ın Tapusunu Kaçırmak
KAnTAR'ın Tapusunu Kaçırmak:
Kanal İstanbul ile ilgili tartışmaların sürdüğü şu zamanlarda, en çok konuşlan konulardan biri, ileride toplayacağı parsaları düşünerek, kanal güzergahında yer alan arsaları Katarlı dostlarımızın toplaması oldu. Kanal ve Katar kelimelerinin birleşiminden "KAnTAR" elde edebiliriz. Türkiye'den kimsenin Kanal İstanbul güzergahıyla ilgili net bilgisi yokken Katarlıların tapu toplama konusunda kantarın topuzunu kaçırmasına "KAnTAR'ın tapusunu kaçırmak" denir. (Daha ayrıntılı bir yazı için bkz:Katar-Akt ) Kimsenin demeyelim tabii, muhakkak birilerinin bilgisi vardı ama kamunun kanal güzergahı konusunda yakın zamana kadar bilgisi yoktu.
Olayın gündeme gelmesinden sonra, tapu kayıtlarına erişimin kısıtlandığı tartışmaları aldı başını gitti. Böyle bir durum varsa, tapuları gözlerden kaçırma konusunda kantarın topuzu yine kaçırılmış olur ki bu da başka bir yönden KAnTAR'ın tapusunu kaçırmak şeklinde yorumlanabilir.
Harfiyat Kanyonu ana sayfası
Kurtar Vadisi
Dış politikamızda “Kurtar Vadisi”ne geçiş yapmış
bulunuyoruz, Allah sonumuzu hayır etsin. Olay şu şekilde işliyor: yardıma
ihtiyacı olan yabancı ülkeler “bizi kurtar!” diye sesleniyor. Bölgenin ve asrın
lider ülkesi olmak kolay değil tabi, biz hemen yardım elimizi uzatıyoruz. Parlamenter
sistemimizin atanan son başbakanı ve şimdilerde adı Cumhurbaşkanı Yardımcılığı
için geçen Binali Yıldırım şöyle dedi: “Etrafımızda yer alan 1,5 milyar insan
mağdur ve mazlum sorumluluğunu taşıyoruz. Suriye’de, Irak’ta, Katar'da ve yakın
coğrafyada bütün sorunlar bizi ilgilendirir.”
En son, Libya’dan gelen yardım isteğini kabul ettik
meselâ... Erdoğan’ın tespitiyle “artık şehirlerimizin güvenliğini sadece kolluk
kuvvetleriyle koruyacak durumda değiliz” ama ne yapalım, söz vermiş bulunduk
bir kere. Şehirlerimiz böylesi riskler altındayken, onları nasıl koruyacağız
bilmiyorum. Kurtar Vadisi’nin Ortadoğu sefiri Fuat Oktay Kaynarca “sonunu
düşünen kahraman olamaz” dedi. Acaba sırada hangi aforizma var? Ben Kurtlar Vadisi
dizisinden aklımda kalan birkaç tane aforizmadan alternatif sunayım: “çok
dostumuz olmaz, hasmımız çok yaşamaz”, “iki gazetecinin bildiği tır değildir”,
“çok büyüğü olan büyüyemez”, “bir dış mihrakı sabah görsem bir şey demem, öğlen
görsem tesadüf derim ama akşam da görürsem hiç düşünmem, öldürürüm”...
Kutuplaştırma siyasetimizdeki başarımızdan yola çıkarak mı
bilmiyorum ama nihai hedefimizde Antarktika’nın geleceğinde söz sahibi olma
iddiamız var. Gel gör ki, 2 Ocak günü İstanbul Fatih’te bir vatandaşımızın
soğuktan donarak ölmesine engel olamamışız.
Avrupa’da, Fransa’da insanların polisler tarafından
coplandığını söylediğimiz gün, İstanbul Üniversitesi öğrencileri copla
dağıtılıyordu. Halbuki öğrencilerin istediği yemek yemekti. İstanbul Üniversitesi,
öğrencilerin indirimli yemek yeme hakkını günde bir öğüne indirdiği için
öğrenciler okul önünde toplanmış ve havadan indirimli copların tadına
bakıyordu.
GSS prim borcu olana
sağlık hizmeti yok
Öğrencilerden bahsetmişken, okulu bitirdikten sonra işsiz
kalanların tanıştıkları GSS (Genel Sağlık Sigortası) prim borcu olanlar, borçlu
oldukları sürece 2020 yılı başı itibarıyle artık sağlık hizmeti alamayacaklar.
“Abi ben iş bulamadım, atanamadım” demek bu borçtan kurtarmıyor. Tatar Ramazan
filmindeki Abdurrahman Çavuş’un hapishanede çay borcu yüzünden ezdiği garibana
söylediği gibi “Vardır elbet sizi bir kollayan, o gelsin...” diyerek aile
reisinin maaşına bakılıyor. Ailenin yaşadığı evden ve ailede kazanılan toplam
paradan bütün fertlerin yararlandığı düşünülüyor ve hesaplanıyor da, nedense
aile reisinin sağlık sigortasından bütün fertleri yararlandırılmıyor.
Birilerine akıl vermek gibi olmasın ama, hükümete muhalefet
edenler de fişlenip sağlık imkanlarından faydalandırılmazsa hiç şaşırmayacağız.
Düşünsenize, diş hekimine gittiniz, dişinize kanal tedavisi ve dolgu yapılması
gerekiyordur. Aniden doktor kayıtlara bakar ve “siz Kanal İstanbul için
hazırlanan ÇED raporuna itiraz dilekçesi vermişsiniz, kanala karşı olanlara
kanal tedavisi yapmıyoruz” diyor...
Yoldaki Menfaatler...
Yazının başında konuşmasını alıntıladığımız Binali Yıldırım, o konuşmaya partisinden ayrılıp yeni parti kuranları isim vermeden eleştirmekle
başlamış ve şöyle demişti: "Biz hiçbir zaman yoldan çıkmadık. Bazıları
menfaatinin bittiği durakta inmiştir. Allah selamet versin. Biz yolumuza aynı
kararlıkla devam edeceğiz” Durakta iniş olduğuna göre toplu taşıma yapan ve
"durmak yok yola devam" sloganıyla ilerleyen bir araçtan bahsediliyor
muhtemelen. Akla gelen sorular şunlar:
- Araç içinde olmak ne gibi bir menfaat sağlıyor acaba?
- Bu menfaatten araçtaki herkes faydalanabiliyor mu?
- Bahsedilen durakta inenlerin, inmeden önce menfaat sağladığı biliniyor muydu? biliniyorsa neden o an engel olunmadı?
- Adamlar indikten sonra, içerdeyken menfaat temin ettikleri nasıl anlaşıldı?
- Şu anda araçtaki kimler, hangi menfaatleri temin ediyor?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
Yoksuzluklar Ülkesi
İbrahim Özdabak Karikatürü “Kışlık” olarak inşa edilen ve Malazgirt Zaferi kutlamaları vesilesiyle senede bir defa, yaz ortasında ziyare...