Bu Blogda Ara

Arşiv

Mağmağay



Mağmağay:

Doğalgaz faturalarının dağlar gibi geldiği 2020 Ocak ayı itibarıyla milyonlarca vatandaşımızın aklındaki öncelikli soru: "Doğalgaz yakmadan nasıl ısınabilirim?"

Kısa söylenişi ile Game Of Thrones'una güvenen ejderha tutabilir ama bu zamanda nereden bulacaksın ejderhayı? Haydi, buldun diyelim, ne yer ne içer, masrafı ne olur bu ejderhanın? Ejderha sürmek öyle kolay mı? Ehliyeti falan nasıl alınır, ejderhadan sürekli 50 liralık ateş alırsak zamlardan korunabilir miyiz:? Bakım işleri zahmetli midir? Egzoz muayenesinden geçer mi? Sızdırmazlık raporu her sene alınmalı mı? Yoğuşmalı ejderhalar her ölçekteki eve uygun mudur? (Sonra astarı yüzünden pahalıya gelmesin yani) Farkedebileceğiniz gibi, bu sorular daha uzar gider...

Enerji probleminin çözümü var: Mağma tabakasına kadar inen bir tünel kazmak! Böylece yüzeye çıkacak olan mağmanın ısı enerjisini kullanarak evlerimizin ısınma ve sıcak su ihtiyacını karşılayacağımız gibi, elektrik enerjisi de üretebiliriz. Bu projeye "Mağmağay" diyebiliriz. Mağma, kızgın yapısı sebebiyle basınçlı bir şekilde yüzeye çıkmak isteyecektir, buna dikkat edilmeli ve deli mağma kontrol altında tutulmalıdır. İstanbul Havalimanı'nın bir yıllık kira bedeli ile bu tünel kazılabilir, hesaplamadım ama bana öyle geliyor. İsteyen hesaplasın, hesapladıktan sonra bize de söylesin...

Harfiyat Kanyonu ana sayfası

TÜFE




Geçtiğimiz haftalarda yayınlanan bir yazım için TÜİK tarafından bir düzeltme metni geldi. Mizahi bir yazıda enflasyon ve TÜİK üzerine yazılan cümlelere benzer bir metin gelince şaşırmadım değil. Suyu görünce teyemmüm bozulurmuş, aşağıda okuyacağınız bu düzeltme metni sebebiyle bu hafta komik şeyler yazmayacağım:
"Termodinamiğin İkinci Yasasını Veto Ediyorum!" başlıklı köşe yazısında; "TÜİK'lik ilkesi" başlığı altında "TÜİK'lik, devlet sayı işleri ile halkın yaşayışlarının birbirine karışmaması her birinin kafasına göre takılması demektir. Mesela, TÜİK bir enflasyon rakamı açıklar, halkın sadece yüzde sekizi bunu inandırıcı bulur. Zaman zaman aynı rakam olabilirler, ama halkın markete pazara gittiğinde yaşadığı fiyat artışı miktarını, TÜİK enflasyon rakamına uygulamak istemesi yanlış olur. Nerede görülmüş ayakların baş olduğu? Herkesin kendine göre bir enflasyon rakamı var, onu ne yapacağız? Enflasyon dediğin tek olur, herkes ona uyar. Uymayanın da keyfi bilir. TÜİK'i dinlerseniz vatandaşa şöyle hitap ettiğini anlarsınız: 

"Ben buna mecburum, sen bilemezsin 
Büyüdükçe büyüyor ekonomin 
Hedefleri mıh gibi tutturuyorum 
Ben buna mecburum, sen bilemezsin" 

TÜİK'te enflasyonu hesaplayan birimin başındaki arkadaş eskiden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 'nda çalışıyormuş, söyleyeyim artık enflasyonun yanında ülke olarak entropi rakamımızı da hesaplasın. " ifadeleri yer almaktadır.

2005 yılında yürürlüğe giren 5429 Sayılı Türkiye İstatistik Kanunu, Birleşmiş Milletler tarafından 1992 yılında kabul edilen resmi istatistik temel ilkeleri ve Avrupa Komisyonu tarafından 2005 yılında kabul edilen Avrupa İstatistikleri Uygulama Esaslarını içermekte olup Türkiye İstatistik Kurumu'nun mesleki ve teknik bağımsızlığını teminat altına almaktadır.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ürettiği tüm istatistiklerde olduğu gibi tüketici fiyat endeksini (TÜFE) uluslararası normlarda; mesleki bağımsızlık, şeffaflık, karşılaştırılabilirlik, tarafsızlık ve doğruluk ilkelerine bağlı olarak, Avrupa Birliği ve dünya genelinde geçerli olan, uluslararası kurumlar tarafından tavsiye edilen yöntem, tanım ve kavramları kullanarak hesaplamaktadır. Söz konusu kavram ve yöntemler ile uygulama sonuçları yerli ve yabancı kurum ve kuruluşlardaki uzmanların değerlendirmelerine açık olduğu gibi, en ayrıntılı düzeyde de kamuoyu ile paylaşılmaktadır. TÜFE hesaplamalarında kullanılan ağırlıklar, madde sepeti ve fiyatlar şeffaflık politikası gereği Türkiye İstatistik Kurumu internet sayfasında da yayımlanmaktadır. Bu alanda TÜİK, dünyada en şeffaf kurumlar arasında yer almaktadır.

Tüketici fiyat endeksi, belirli bir gelir grubunu dikkate alarak değil, tüm Türkiye'yi kapsayacak şekilde hesaplanmaktadır. Ne enflasyon sepeti ne de açıklanan değişim oranları tek bir bireyi yansıtmamakta, ülke ortalamasını ifade etmektedir. Diğer ülke enflasyon rakamlarında olduğu gibi Türkiye rakamları da belirli bir gelir grubuna ait olmayıp ülkenin tamamına yönelik bir göstergedir. Bu durum sadece Türkiye için değil tüm ülkeler için geçerli bir durumdur. TÜİK, bu anlamda daha sağlıklı değerlendirmelerin yapılabilmesi açısından ana harcama grupları (12 ana harcama grubu-gıda ve alkolsüz içecekler, giyim ve ayakkabı, eğitim vb.) ve daha alt kırılımlarda TÜFE sonuçlarını yayınlamaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu tüketici fiyat endeksi hesaplamalarında uluslararası alanda önerilmeyen hiçbir yöntem kullanılmamaktadır.

Türkiye İstatistik Kurumu, TÜFE dahil bütün istatistiklerini uluslararası normlar çerçevesinde üretmek için gerekli kurumsallaşmayı gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla TÜİK tarafından hesaplanan TÜFE kişilerden ve makamlardan bağımsız olarak hesaplanmaktadır ve hesaplanmaya devam edecektir.

Konu ile ilgili olarak, milli şairimiz Mehmet Akif’ten ilhamen aklıma gelen birkaç mısra:

“Ayın on beşi oldu ki mu’tada inkıyad ile ben
Sabahleyin maaşı çekmiştim erkenden
Asgari ücret yoksulluğun kenarı demek
Pazarda dolaşılmaz ki öyle sepeti “full”eyerek
-Ayakta durmaya el birliğiyle gayret eden
Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden-
O sâl-hûrde, harap maaşın alacaklarına
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına
Delilimin koca bir şey takıldı... Baktım ki:
Genişçe bir tüfe yatmakta, hem epey eski.
Bu bir enflasyon tüfesiymiş... Aceb kimin?
Derken; yüzde on üç civarında bir tüvik gelip öteden,
Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir tüfeye
Tekermeker tüfe bitâb düştü ta öteye...”

Evergi


Evergi

Ekonomimiz öyle “şah”ane gidiyor ki, her gün bunu nasıl farklı ifade edelim diye tatlı bir telaş içine giriyoruz. Bir gün şahlanış ve yükseliş dönemine geldik diyoruz, başka bir gün sıçrama noktasına geldiğimizi ifade ediyoruz. En önemlisi, en kötüyü her zaman geride bırakmış olmamız. Çok şükür, o “en kötüyü” ne zaman yaşadığımızı hissetmiyoruz bile. Önemli yerlerin altını çizmesi ile meşhur bakanımız çıkıp “oldu da bitti maşallah, nazar değmez inşallah” demeye başlayınca anlıyoruz ki, büyük bir badire atlatmışız. 

2019 yılı da “YEP”isyeni ekonomik planlar ve hedeflerle başlamıştı. Gözümüz hep daha büyük hedeflerde olduğu için Nisan-Mayıs aylarında Merkez Bankası’nın aktaracağı paraları Ocak’a aldık. Belediye seçimleri Mart sonu yapılacaktı ve bu seçimler suyla kazanılmıyor sonuçta. Yani mecburen kesenin ağzı açıldı. Sonra, birilerinin kesin olarak yaptığı ve ne olduğunu bizim bilemediğimiz bir şeyler oldu, İstanbul seçimleri yenilendi. (Düzeltiyorum; seçimi, çünkü çok şükür, dört adet pusulanın bulunduğu sandıklardan sadece büyükşehir belediye başkanlığı seçimi için kullanılan oylar çalınmıştı! Çaldıkları belli olmasın diye öyle yaptıklarından eminim. O yüzden sadece o seçim yenilendi) İnşallah o oyları çalarak seçimlerin yenilenmesine sebep olanlar hak ettikleri cezalara çarptırılmışlardır. “İstanbul sevdamız” diyen kardeşlerimizden zafer şarkıları beklerken “Göçtü sevdalarla bütçem, ihtiyat akçesine muhtaç oldum bugün / Ak pak olmuş seçmenim de bîkarar oldu bugün” şarkısı çıkmadı mı... Gel de Merkez Bankası’nın ihtiyat akçesini kullanma!

“Vosvos’ül Hannas”

İhtiyat akçesi, bedelli askerlik, değerli konut ve imar barışı gibi hamleler de bütçe açığımızın 124 milyar liraya çıkmasına engel olamadı. Ama sorun bi’, neden? Çünkü Almanlar bizi kıskanıyor! Neredeyse bizim verdiğimiz açık kadar adamlar fazla verdi... Yahu, biz bunlarla tarihten beri müttefik değil miydik? Almanlar kaybedince biz de mağlup sayılmadık mı? Neden kazanınca aynı kural işlemiyor artık? Bizim benzinli değil pilli, yerli ve milli arabamızı çıkarma hususunda ciddi olduğumuzu anladıkları anda, tuttular Türkiye’de fabrika açmaya karar verdiler. Biz de Volkswagen’in Türkiye’de yatırım kararını duyunca safça sevinmiştik. Meğer, bizim araba satmasın diye yapmışlar. Adamların içinden resmen “Vosvos’ul Hannas” çıktı Rıza Baba!

Senenin başında olduğumuz şu günlerde ekonomik şahlanma ilan ettiysek, artık dönüşü olmaz, mecburen yapacağız. O zaman pamuk ellerimizi cebe atma zamanıdır. Yeni yeni vergiler ihdas etmeli, var olanları ikiye üçe katlamalıyız. Geçen hafta, Erdoğan’ın evlilik müessesesi hakkındaki sözlerinden sonra 30 yaşını aşmış bekar kişilerin vergi vereceğine dair muhabbetler dolaşmaya başladı. Erdoğan, “bekara-mekara sallıyoruz, iyi makara çıkıyor” diyor mudur bilmem, ciddi ciddi köşelerinde bekarların daha çok vergi vermesi gerektiğini yazanlar oldu! 

“Ever gitsin, masrafı bitsin”

Maliyeciler mabeyninde meşhur “eski vergi iyidir” sözü vardır. Yeni vergiye alışmak kolay değildir, sevdirerek alıştırmak lazımdır. Misal, bekarlık vergisi alınacak derseniz çok kişiyi küstürürsünüz. Derdinizi de anlatmak zor olur. Ülkemizde düğün masraflarını kim karşılar? Genelde anne-babalar. O zaman vergiyi de onlar vermeli. Çocuklara bıraksan hem vergiyi vermezler, hem de evlenmezler. Anne-baba vergiyi verince çocukların da belki yüzü kızarır. Verginin adını “Evergi” koyarız. Elektronik vergi gibi modern bir şey zannedilsin diye E-vergi de diyebiliriz. “Ever gitsin, masrafı bitsin!” diye bir slogan da bulduk mu tamamdır. Vergiden bir an önce kurtulmak isteyen ebeveynler, emin olun hemen evlendireceklerdir çocukları. 

Ekonomik şahlanma için daha fazlası lazım dediğinizi duyar gibiyim. Ne demişler, “işten artmaz, dişten artar”. Yani kısacası, boğazımızdan kesmemiz şart. Boğazdan kesme deyince hemen anladınız değil mi, o kanalı yapmamız şart. 5 milyar dolar diyorlar senelik... Haydi, kazmalar elimizde, uzun ip belimizde...

“İntiHAARP”


intiHAARP

Ortadoğu kart dağıtım merkezinin fazla mesai yaptığı günlerdeyiz. Gün geçmiyor ki kartlar yeniden dağıtılmasın. Devletlerarası karşılıklı tehditler, saldırırlar, analizler, komplo teorileri havada uçuşuyor. 

Ülkelerin iç-dış politikaları birbirine geçmiş durumda: Azil soruşturması geçiren ve genel olarak atmosferin ülkesinde aleyhine döndüğü Trump, bugünü kurtarmanın yanında yakında gireceği seçimin de hesaplarını yaparak İran’la dalaşa giriyor. Aylardır halk hareketlerinden ve protestolardan bunalan İran için, şeytan ABD’yi işaret edip kitleleri bu ortak düşmana karşı galeyana getirmek zamanında Hızır gibi yetişen çok kullanışlı bir tablo. Siyasi darboğaza giren, kendine yapay bir kanal açıyor demek ki...

Böyle bakınca komplo teorilerinin ardı arkası gelmiyor. İran’ın aslında Süleymani’den kurtulmak için yem ettiğini söyleyenler, halkının gazını almak için ABD ile danışıklı olarak boş üslere füze saldırısı düzenledğini iddia edenler, daha neler neler... Süleymani’nin cenazesi sırasında izdihamdan ölen 80 kişi var ve Irak’taki ABD üssüne füzeler gönderen İran 80 askeri öldürdüğünü söylüyor, bu sayıların eşitliği de komplocuların ekmeğine yağ sürüyor. Üstüne, nasıl düştüğü belirsiz olan bir Ukrayna uçağı gelmesin mi? Kimi İran’ın düşürdüğünü söylüyor, kimi de ABD’nin vurduğunu... Peki, nükleer santral yakınlarında meydana gelen depremlere ne demeli? Az daha unutuyordum, İran’da devrilen otobüs de oldu aynı günlerde. Saydığımız olayların her birisinde onlarca insan öldü.

HAARP

Ne zaman böyle alışılmadık olaylar meydana gelse, gündeme getirilen bir HAARP projesi var. HAARP, ABD’nin Alaska eyaletinde konuşlandırdığı ve atmosferin iyonosfer tabakasına elektro manyetik dalgalar göndermek suretiyle çalıştığı söylenen bir istasyon projesi. Dediklerine göre Amerikalılar, bu dalgaları dünyanın istediği noktasına düşecek şekilde yansıtabiliyorlar. Dalgalar, düştükleri yerde deprem tetiklemekten tut, insan zihinlerini uzaktan kontrol etmeye kadar pek çok maksat için kullanılabiliyormuş. İran’daki olayların da arkasında HAARP projesi var diyenler çıktı. Aklıma takıldı, madem ABD’nin elinde böyle bir silah var, neden istediği yerde ve istediği zaman kullanmıyor da, pahalı ve meşakkatli olan asker ve silah sevkiyatı yapıyor, operasyonlar düzenliyor? Öyle ya, gönder dalgaları uzaktan, kendini yormadan ortalığı birbirine kat! Dalga cihazını kullanmak masraflı mı acep, ne kadar yakıyordur ki? Hep elli dolarlık çalıştırdıkları için mi cılız depremler oluşturuyorlar? 

Zaman zaman ülkemiz üzerinde de HAARP tekniklerinin kullanıldığı iddia ediliyor. İster misiniz, son zamanlarda dalga dalga gelen intihar olaylarının arkasında HAARP olsun? Böyle bir durum varsa HAARP tekniklerini kullanarak insanları intihar ettirmek suretiyle girişilen harp manasında buna “intiHAARP” diyebilir miyiz?

Kimi tek tek, kimi de ailece gelen intihar olaylarını hükümet ve ona yakın medya açıklarken meselenin bozuk ekonomik durum ile ilgili olmadığını, müntehirlerin ruhsal ve psikolojik bozuklukları olduğunu söylüyorlar. İntiharın eşiğine gelmiş bir insanın ruhen çok sağlıklı olmayabileceğini söylemek mümkün ama o hale nasıl gelindiği de sorgulanmayacak mı? Silahla vurulmuş bir insanın ölüm sebebi için sadece kan kaybı ve organ zedelenmesi tespiti yapmak gibi bir şey. Sorgulamak isteyenleri de ölüm vakalarını muhalif siyasete alet etmekle suçluyorlar. İyi vallahi, işlerine gelmeyen her konu, siyaset üstü olup, tartşılmamalı. Hele “beka” ile ilgiliyse herkes bir safta durmalı fakat muktedirler tabutların başında durup elini üstüne koyarak konuşup siyaseten nemalanabilmeli. Vakt-i zamanında Erdoğan, ABD’de katledilen üç müslüman genç hakkında sessiz kalan Obama yönetimini topa tutarak “..bizler yani siyasiler halkın oylarını alarak 'ki halk o oyları can güvenliklerini, mal güvenliklerini sağlanılsın' diye veriyorlar. Eğer ki siz siyasiler, bu tür olaylar karşısında sessiz kalırsanız bütün dünya da sizlere her zaman sessizliklerini koruyacaklardır..." demişti. Dileriz, bu haklı çıkışının hakkını, işsizliğin zirvelere çıktığı, kepenklerin kapatıldığı, iflasların ve konkordatoların ardı ardına geldiği ülkemizde versin, psikolojisi bozuk insanların sayısının neden arttığını araştırsın...

KAnTAR'ın Tapusunu Kaçırmak


KAnTAR'ın Tapusunu Kaçırmak:

Kanal İstanbul ile ilgili tartışmaların sürdüğü şu zamanlarda, en çok konuşlan konulardan biri, ileride toplayacağı parsaları düşünerek, kanal güzergahında yer alan arsaları Katarlı dostlarımızın toplaması oldu. Kanal ve Katar kelimelerinin birleşiminden "KAnTAR" elde edebiliriz. Türkiye'den kimsenin Kanal İstanbul güzergahıyla ilgili net bilgisi yokken Katarlıların tapu toplama konusunda kantarın topuzunu kaçırmasına "KAnTAR'ın tapusunu kaçırmak" denir. (Daha ayrıntılı bir yazı için bkz:Katar-Akt ) Kimsenin demeyelim tabii, muhakkak birilerinin bilgisi vardı ama kamunun kanal güzergahı konusunda yakın zamana kadar bilgisi yoktu.

Olayın gündeme gelmesinden sonra, tapu kayıtlarına erişimin kısıtlandığı tartışmaları aldı başını gitti. Böyle bir durum varsa, tapuları gözlerden kaçırma konusunda kantarın topuzu yine kaçırılmış olur ki bu da başka bir yönden KAnTAR'ın tapusunu kaçırmak şeklinde yorumlanabilir. 

Harfiyat Kanyonu ana sayfası 

Kurtar Vadisi


Kurtar Vadisi

Dış politikamızda “Kurtar Vadisi”ne geçiş yapmış bulunuyoruz, Allah sonumuzu hayır etsin. Olay şu şekilde işliyor: yardıma ihtiyacı olan yabancı ülkeler “bizi kurtar!” diye sesleniyor. Bölgenin ve asrın lider ülkesi olmak kolay değil tabi, biz hemen yardım elimizi uzatıyoruz. Parlamenter sistemimizin atanan son başbakanı ve şimdilerde adı Cumhurbaşkanı Yardımcılığı için geçen Binali Yıldırım şöyle dedi: “Etrafımızda yer alan 1,5 milyar insan mağdur ve mazlum sorumluluğunu taşıyoruz. Suriye’de, Irak’ta, Katar'da ve yakın coğrafyada bütün sorunlar bizi ilgilendirir.”

En son, Libya’dan gelen yardım isteğini kabul ettik meselâ... Erdoğan’ın tespitiyle “artık şehirlerimizin güvenliğini sadece kolluk kuvvetleriyle koruyacak durumda değiliz” ama ne yapalım, söz vermiş bulunduk bir kere. Şehirlerimiz böylesi riskler altındayken, onları nasıl koruyacağız bilmiyorum. Kurtar Vadisi’nin Ortadoğu sefiri Fuat Oktay Kaynarca “sonunu düşünen kahraman olamaz” dedi. Acaba sırada hangi aforizma var? Ben Kurtlar Vadisi dizisinden aklımda kalan birkaç tane aforizmadan alternatif sunayım: “çok dostumuz olmaz, hasmımız çok yaşamaz”, “iki gazetecinin bildiği tır değildir”, “çok büyüğü olan büyüyemez”, “bir dış mihrakı sabah görsem bir şey demem, öğlen görsem tesadüf derim ama akşam da görürsem hiç düşünmem, öldürürüm”...

Kutuplaştırma siyasetimizdeki başarımızdan yola çıkarak mı bilmiyorum ama nihai hedefimizde Antarktika’nın geleceğinde söz sahibi olma iddiamız var. Gel gör ki, 2 Ocak günü İstanbul Fatih’te bir vatandaşımızın soğuktan donarak ölmesine engel olamamışız. 

Avrupa’da, Fransa’da insanların polisler tarafından coplandığını söylediğimiz gün, İstanbul Üniversitesi öğrencileri copla dağıtılıyordu. Halbuki öğrencilerin istediği yemek yemekti. İstanbul Üniversitesi, öğrencilerin indirimli yemek yeme hakkını günde bir öğüne indirdiği için öğrenciler okul önünde toplanmış ve havadan indirimli copların tadına bakıyordu. 

GSS prim borcu olana sağlık hizmeti yok

Öğrencilerden bahsetmişken, okulu bitirdikten sonra işsiz kalanların tanıştıkları GSS (Genel Sağlık Sigortası) prim borcu olanlar, borçlu oldukları sürece 2020 yılı başı itibarıyle artık sağlık hizmeti alamayacaklar. “Abi ben iş bulamadım, atanamadım” demek bu borçtan kurtarmıyor. Tatar Ramazan filmindeki Abdurrahman Çavuş’un hapishanede çay borcu yüzünden ezdiği garibana söylediği gibi “Vardır elbet sizi bir kollayan, o gelsin...” diyerek aile reisinin maaşına bakılıyor. Ailenin yaşadığı evden ve ailede kazanılan toplam paradan bütün fertlerin yararlandığı düşünülüyor ve hesaplanıyor da, nedense aile reisinin sağlık sigortasından bütün fertleri yararlandırılmıyor. 

Birilerine akıl vermek gibi olmasın ama, hükümete muhalefet edenler de fişlenip sağlık imkanlarından faydalandırılmazsa hiç şaşırmayacağız. Düşünsenize, diş hekimine gittiniz, dişinize kanal tedavisi ve dolgu yapılması gerekiyordur. Aniden doktor kayıtlara bakar ve “siz Kanal İstanbul için hazırlanan ÇED raporuna itiraz dilekçesi vermişsiniz, kanala karşı olanlara kanal tedavisi yapmıyoruz” diyor... 

Yoldaki Menfaatler...

Yazının başında konuşmasını alıntıladığımız Binali Yıldırım, o konuşmaya partisinden ayrılıp yeni parti kuranları isim vermeden eleştirmekle başlamış ve şöyle demişti: "Biz hiçbir zaman yoldan çıkmadık. Bazıları menfaatinin bittiği durakta inmiştir. Allah selamet versin. Biz yolumuza aynı kararlıkla devam edeceğiz” Durakta iniş olduğuna göre toplu taşıma yapan ve "durmak yok yola devam" sloganıyla ilerleyen bir araçtan bahsediliyor muhtemelen. Akla gelen sorular şunlar: 

  1. Araç içinde olmak ne gibi bir menfaat sağlıyor acaba?
  2. Bu menfaatten araçtaki herkes faydalanabiliyor mu?
  3. Bahsedilen durakta inenlerin, inmeden önce menfaat sağladığı biliniyor muydu? biliniyorsa neden o an engel olunmadı?
  4. Adamlar indikten sonra, içerdeyken menfaat temin ettikleri nasıl anlaşıldı?
  5. Şu anda araçtaki kimler, hangi menfaatleri temin ediyor?
Link:https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/kurtar-vadisi_509795


Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: