Bu Blogda Ara

Arşiv

akademisyen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
akademisyen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Parlak Beyin Göçü


Beyin göçü
Bugünlerde parlak beyinlerin ülkemizden terk-i diyar etmeleri konusu konuşuluyor.
Vakıa, ülkemiz başta olmak üzere İslâm âlemi bu dertten muzdarip. Bunun pek çok sebebi var. Parlak beyinler münbit bir arazi arayışındalar ve nerede onu bulurlarsa orada filizleniyorlar. Kanaatimce, bilimsel ve ekonomik özgürlüğün üst seviyede yaşandığı, liyakatin belirleyici olduğu ve insana öncelik verilen yerleri tercih edip orada boy veriyorlar.

Bizde üniversite yıllarında başarılı olan kişiler öncelikle ekonomik getirisi çok daha fazla olan piyasada çalışmayı tercih ediyor. İnsanları akademik çalışmalara iten en öncelikli sebep, bedenli askerlik vazifesini olabildiğince erteleyip, bir şekilde “bedelli” çıkmasını beklemek oluyor. Tezsiz yüksek lisans programları patlama yapmış durumda ve üniversiteler bunun ekonomik avantajını kullanma konusunda yarışıyor maalesef. Çalışma hayatına devam ederken arada master ve doktora çalışmasını lâf olsun diye yapan insanlar, bilimsel bir katkı sunabilir mi? Tez konularına bakın meselâ, çoğu daha baştan başarısız olmak üzere kurgulanmış oluyor. Örnek vermek gerekirse, “Her akşam güneşin batması ile burnumuzun kaşınması arasında bir korelasyon var mıdır?” gibi ispatlanmayacağı belli olan önermeleri konu ediniyor ve çalışmanın sonunda ilgi bulunmadığı ortaya konmuş oluyor.

Hayatını akademik ve bilimsel çalışmalara adamak da çok kolay değil. Öncelikle düşük maaş ve çalışma için ödeneklerin çok az olması veya hiç olmaması en önemli faktör. Bugün üniversitelerimizde sadece öğretim üyeliği geliriyle yaşamak zor olduğundan çoğu akademisyen, piyasadaki firmalara danışmanlık hizmeti vermek durumunda kalıyor. Diyelim, parlak beyinli bir gencimiz bunu göze aldı ve ne olursa olsun kendini ilmî çalışmalara vakfetmek istedi. Rektörlerin parti il başkanlarıyla partizanlıkta yarıştığı ortamda “birilerinin adamı” olmadan bunu yapabilir mi?
2008 yılında yapılan bir değişiklikle üniversitelere istedikleri kişiyi nokta atışı tarif ederek seçme imkânı tanınmıştır. Yani üniversite yönetimleri, çok özel niteliklere sahip olunması gereken kadrolarda bu özel nitelikleri ek şart olarak öne sürebiliyor. Böyle “efradını cami ve ağyarını mani” ilânlar ile fikren kendilerine yakın kişileri tarif edebiliyorlar.

Gazete haberlerine konu olmuş iki örnek verelim, ilki Düzce Üniversitesi’nden geliyor; 31.12.2015 tarihinde verdiği ilânda üniversite, tıbbî biyokimya alanında açılacak kadro için kök hücre çalışmaları yapmış olmak ve veteriner hekim olmak şartlarını eklemiş. Konuyu haberleştiren kişiler, Nobel ödüllü Aziz Sancar’ın bu kadroya başvurmasının bile mümkün olmadığına dikkat çektiler. İkincisi Aksaray Üniversitesi’nden. Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı için açtığı “Yardımcı Doçentlik” kadrosu için verdiği ilânda “Fatma Karabıyık Barbarosoğlu üzerine çalışmış olmak” kriterini de eklemiş. Saydıkları kriterlerin toplamına bütün Türkiye’de uyan sadece bir kişinin olduğunu söylemeye gerek var mı?
686 numaralı KHK ile muhalif duruşlarıyla bilinen tam 330 akademisyen görevden uzaklaştırıldı. Öncesinde ve sonrasında kaç kişi daha atıldı, toplam sayı ne oldu bilmiyorum. Henüz atılamamış olanlar da kanlarının oluk oluk akıtılması ve bu kanlarla duş alınacağı fantazisinin tehdidi ile karşı karşıya.

Efendim, yerli ve millî parlak beyinlerimizi elimizle kapı dışarı ederken mülteci olarak bize gelmiş kişilerin değerini bilip kullansak ayıp olurdu. 13 Aralık 2015 tarihli Milliyet Gazetesi haberine göre, Suriye’den iltica etmiş olan ve Türkiye’de geçinme imkânı bulamayan akademisyene ABD sahip çıktı. Kendi ifadesi şöyle: “2 yıldır İstanbul’dayım, şu evin kirasını bile ödeyemiyorum. Hayatım, saygınlığım yok oldu. Doktoram var, ama çalışmama izin verilmiyor. İstanbul’da bir üniversitede benim yazdığım kitap okutuluyor, ama orada ders veremiyorum. Geçinebilmek için tasarımlar yapıp Türklere veriyorum. Onlar da kendi isimleriyle kullanıyorlar. 270 konutluk bir projenin çizimlerini yaptım. Ama bir Türk mimarın kazanacağının yüzde 1’ini bile alamadım. Mide kanseri oldum. Sigortam olmadığı için tedavi göremiyorum. ABD’deki arkadaşlarım basit bir ameliyatla kurtulabileceğimi söyleyince iltica başvurusunda bulundum ve kabul edildim.”

Bu şartlar altında hâlâ “parlak beyin göçü neden oluyor?” diye hayıflanmak timsah gözyaşı dökmek anlamına gelmiyor mu?
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/parlak-beyin-gocu_442754

Yerli Bir Uçak: AK-330

Geçtiğimiz hafta, AK-330 tipi bir uçağa bindirilen tam 330 akademisyen, KHK-686 sefer sayılı uçuşla üniversitelerden uzaklaştırıldı.
 
AK-330 yerli bir uçak modelidir. Hayır, aklınıza 2011 yılı seçimlerinde bilbordları süsleyen ve göklerde olduğu söylenen uçak gelmesin, o değil. Araçlık hayatına bir tramvay olarak başlayan, uçuk bir fikirle iki tane kanat takılarak uçacağı sanılmış demokrasinin bir modelidir. Yerlidir. O kadar yerlidir ki, yerden kalktığı hâlâ görülmemiştir. “FairBAAS” firmasının ürünüdür. Yerliliğin yanında millî midir? Bilemedim şimdi, kanat takarak ilk uçan insanlardan birinin Hezarfen Ahmet Çelebi oluşu iki kanat takılmış ve uçabilen herşeye millîlik katar mı? Ayrıca “millî” sözü öyle yersizce ve hunharca kullanıldı ki son zamanlarda… Adam Çin’de yapılmış parçaları tek tek toplayıp ithal ediyor, burada birleştirip bitmiş ürün haline getiriyor ve bunun adı millîleştirme oluyor. Siyasilerimiz ne zaman bir üründen bahsedip yanına millî sıfatını iliştirse, aklıma “gözlerine mil çekilmiş ama gibi evler” mısrası geliyor. “Sanıyorum, her sokak başını kesmiş” siyasî devler var, “yerli ve millî filanca şey” diye milleti kandırıp, hayalî projeler anlatarak insanların gözlerini mil ile dolduruyor ve kör ediyorlar… Esas “millî”, onları dinleyip körleşmiş insanlar oluyor.

Ülkemizde yaşanan darbe girişimi, muhtıra, ihtilâl ve benzeri yollarla zorla idareci veya idarenin değiştirildiği dönemler olmuştur. Her bir değişiklikte muktedirler devlet kadrolarını kendi fikirlerine uygun adamlarla doldurmak istemiş ve ona göre önce tasfiye işlemleri yapmıştır. Ancak hiçbir dönemde şimdiki gibi tek seferde 330 akademisyen sayısına ulaşılamamıştır. Tasfiye edilenlerin çoğunluğu sol fikirlere mensup gibi görünse de, dindar kişiliği ile tanınan akademisyenlerin de varlığı, muhalif duruş sergileyen herkesin hedef alındığı intibaını uyandırıyor; Barış Bildirisi’ne imza atan ve imzasını çekmeyen herkes var. Barış Bildirisine attığı imza sebebiyle linç kampanyalarına kurban giden akademisyenlere yardımcı olmak için destek bildirisi yayınlayan ve altına imza atanlar var, HAS Parti’nin kurucularından muhafazakâr kimliği ile bilinen biri de var. Akademi çevresi Barış Bildirisi yayınladığı zamanlarda, akan dem istemek, hem de oluk oluk akacağını söyleyip bu kanla duş alacağını ifade etmekte ise bir beis görülmemişti.

AK-330 uçağına alınmamış kişiler tarafından “Varış İçin Akademisyenler bildirisi” olsa keşke… Bu uçuşun, bu gidişin nereye varacağı konusunda endişelerini dile getirseler bildiride. Her kesimden itiraz yükselince hükümet yetkilileri “YÖK ve üniversiteler bize liste verdi” dedi. YÖK de mağdur olduğunu düşünen kişilerin KHK mağduriyet komisyonuna başvurmaları gerektiğini ve suçsuzlarsa muhakkak bunun anlaşılacağı gibisinden bir açıklama yaptı.

Yanlış anlaşılmasın, sayıları yüzbini geçen memuriyetten ihraç vak’alarına dair bahsedilen pek çok mağduriyet hikâyesi var. Hakkın büyüğü küçüğü olmaz, hak haktır. Lâkin toplum nezdinde bilinirliği çok olan kişilerin yaşadığı mağduriyetlerin ispatlanması ve görülmesi daha kolaydır. Hele ki, eğitim alanında uluslar arası sınavlarda aldığımız puanlar ve onbeş yıldır en zayıf halkamızın eğitim ve kültür olduğuna dair itiraflar, bu alanda atılacak yanlış adımların neticesinin vahim olacağının göstergesidir.

Dünya, sürücüsüz ve çevre dostu arabalar, nesnelerin interneti, sanayi 4.0, insan beyni ile bilgisayarlar vasıtasıyla iletişim ve Mars’a yolculuk gibi konuları tartışırken biz elimizdeki bütün insan kaynaklarını siyasî mülâhazalarla eritiyor ve yönetim mekanizmalarımızın bütün yetkilerini tek bir kişiye bağlamayı tartışıyorsak, almamız gereken çok yol var demektir.
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yerli-bir-ucak-ak-330_423674

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: