Kuantum fiziğinde “Schrödinger’in kedisi” ismiyle bilinen
bir deney vardır. Efendim, Schrödinger denilen zat, bir kutu hayal etmiş. Bu
kutu dışarı ile hava alışverişi yapabilmeye elverişli ve içinde bir kedi var.
Kedinin yanında da bir düzenek. Düzenek dediğimiz, bir foton darbesiyle
tetiklenecek bir tabanca ve foton fırlatan bir kaynaktan oluşuyor. Kuantum
mekaniği ile hareket eden foton tetiğe aynı anda hem çarpar hem de çarpmaz. Çarpması
durumunda tabanca patlayacak ve karşısında bulunan kediyi öldürecektir.
Schredinger der ki, kutuyu açıp kedinin durumunu gözlerimizle görmeden kedinin
yaşıyor mu yoksa ölü mü olduğunu kesin olarak bilemeyiz. Kutu kapalı olduğu
sürece kedi ya ölüdür, ya diridir ya da hem ölüdür hem de yaşıyordur.
Şimdi diyeceksiniz ki, bu deneyden tam olarak ne anlamamız
gerekiyor? İnanın, ben de sizin gibiyim, anladığım kadarını söyledim.
Anlaşılmaz Kuantum Partisi olarak biz de kesin olarak anlamaya çalışmıyoruz. Kuantum
fiziğinin olayı budur, kesinlik yoktur, o yüzden fazla kafayı yormamak lazım.
Kutunun içerisinde hiçbir şey olmasa bile bir şeyler olduğu kesin ama ne
olduğunu bilmiyoruz. (Yerli ve milli kuantum anlayışı ile bakacak olursak; yahu
silah patlarsa sesini duyarız en azından... Atalarımız ne güzel söylemiş:
Kediyi merak öldürür! Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü! Olay bu kadar basitken,
Schrödinger’in yaptığı da iş mi diye sormuyor da değilim!)
Yakın zamanda biz de bir seçim yaşadık. Sandığı bir açtık
ki, ne görelim... Aynı zarfın içerisinden çıkan üç pusulanın ikisinde
istediğimiz gibi sonuçlar varken birinde maalesef yoktu. Bir şeyler olmuştu, ya
da hiçbir şey olmasa bile bir şeyler olmuştu ve biz ne olduğunu, nasıl olduğunu
anlayamamıştık. Ünlü bir teknik direktörümüzün şimdi Türkçeye çeviremeyeceğim
bir sözü aklıma geldi: “Everything is something happened!” Sandığımız tam bir
Schrödinger’in kutusuna dönüştü!
Kuantumcu olduğumuzdan, sandığın içini açmadan tam olarak
sonuçların bilinmeyeceğinin gayet farkındaydık ve ilk açtığımızda kedimizin ölü
olduğu sonucuyla karşılaşmıştık. Deney bize ne diyordu? Kapalı sandıkta kedimiz
hem ölü hem de diriydi! Biz de sandığı kapatıp “ya nasip!” çekerek yeniden açıp
saymaya başladık. Yine istediğimiz sonucu alamadık. Kuantum mekaniğini
bilmeyenler bizimle alay etti, “yahu, tekrar tekrar saymayla sonuç değişir mi?”
diye. Cahiller işte, bal gibi de değişebilir halbuki!
Geriye bir tek ihtimal kalıyor: Sandık başkanı olarak
görevli olanların bazıları, partimizin sandık temsilcilerini kandırıp oyalamış
ve o sırada çaktırmadan sandıktaki oyları değiştirmiş olabilir! Aklınıza,
Vizontele filminde Deli Emin tiplemesinin Müteahhit Fikri’nin çırağını,
dikkatini dağıtmak suretiyle kandırdığı sahne gelsin:
(SB: Sandık Başkanı, AKradaş: Partimizin temsilcisi)
SB: “AKradaş,
sen vezirle filin hikâyesini biliyor musun?”
AKradaş: “Evet?”
SB: “Vezirle
kaplumbağa?”
AKradaş:
“Evet?”
SB: “Yalnız
vezir?”
(AKradaş boş
boş bakar)
SB: “Heee onu bilemezsin çünkü onu
ben de yeni uydur... Eee.. Yeni öğrendim, gel bak sana anlatayım...”
Bizim AKradaş dediğimiz parti
temsilcilerimiz çabuk ayıldıkları için, başkanlar zarflardaki pusulalardan sadece
birini değiştirebilmeye fırsat bulmuşlar. Seçim sandığında bulunan kedimiz aynı
anda trafoda da mı bulunuyordu, o başka kedi miydi yoksa... Kediler çoğalınca
iş çığrından çıktı ve Schrödinger’in kutusu olan seçim sandığımız (ya da bizim
öyle sandığımız) Şuradingo’nun Ahırı’na dönüştü.
Ama işin peşini bırakmaya
niyetimiz yok, tam üç bavul belge hazırlayıp gönderdik, içlerine birer de kedi
koyduk, baklım işin içinden çıkabilecekler mi?