Bu Blogda Ara

Arşiv

Miyavgate


2014 yılı 30 Mart tarihinde yapılan yerel seçimler sırasında, bakan düzeyinde bir itiraf ile gündeme bomba gibi düşen ve halk arasında “MiyavGate” olarak bilinen skandal (açıkçası benden başka kimse bu tabiri kullandı mı bilmiyorum, “halk arasında” kalıbıyla kullanınca havalı duruyor) ile ilgili bomba haberlere ulaştım. Hatırlanacağı gibi seçim gecesi, oyların sayım işlemleri devam ederken yurdun çeşitli yerlerinde eş zamanlı elektrik kesintileri olmuş, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, kesintilerin nedenini açıklarken, kedilerin trafolara girdiğini ve trafolarda arızalar meydana getirdiğini itiraf etmişti.

Neden trafolara giriyorlar?

Tam olarak nerede olduğunu şimdi size söylememin çok uygun olmadığı, kedilerin kendi aralarında “Old Trafford” dedikleri trafoya sizin için girdim. Aklımda deli bir soru vardı: “neden trafo?”
Kediler aslında ilk zamanlarda kendilerini tehdit eden düşmanlardan ve soğuktan korunmak için trafolara girmeye başlamış. Mart aylarında, vücutlarında birikmiş olan elektrik yükünü trafolara aktarmak için giren kediler bile olmuş, ülke ekonomisine katkıda bulunup cari açığı düşürmeye çalışmışlar, sağ olsunlar. Ancak zamanla trafoların paylaşımı kediler arasında bir problem haline gelmiş.

KPSS İle girilen trafolar

Trafolar A grubu (elit yerleşim birimlerinin trafoları) ve B grubu (kırsal kesim trafoları) olarak iki kategoriye ayrılmış durumda. A grubu trafolara girebilmek için KPSS şartı aranıyor. (Tabi her yerde olduğu gibi burada da KPSS’ye hiç girmemiş olduğu halde istediği trafoya yerleşen kediler de yok değil!) Tahsil ve kültür seviyesi yüksek kedilerin yerleştiği bu trafolarda, üretime dayalı projeler gerçekleştiriliyor. Mesela, Japon bir kedi firmasının yapımını üstlendiği, İstanbul Boğazı’ının iki yakasındaki ana trafo merkezlerinin bağlantılarını yenileme projesinde sona yaklaşılmış durumda. Geçtiğimiz sene, enerji ana nakil halatlarından biri kopunca, Karate Cat filminden de tanıdığımız sempatik kedi Bay Miyavgi, halat kopması olayındaki bütün sorumluluğu üstlenerek intihar etmiş ve millet olarak bizi derinden üzmüştü. (İçimizdeki İrlandalı sokak kedileri de “değer mi yav?, hahah miyav!” diyerek kafa bulmuşlardı garibim Bay Miyavgi ile)
B grubu trafolara giriş sınavsız, ancak buralar tam olarak kurtlar sofrasına dönüşmüş durumda. Bazı bölgeler tamamen mafya denetiminde bulunuyor. Liderleri Ak Sarman olarak bilinen bir Ankara kedisi. Gençlik yıllarında bir jedi olduğu bilinen Sarman (bazı kaynaklarda Saruman diye de geçiyor) gücün karanlık trafosuna girdikten sonra yedi jeddine ihanet etmiş ve jedilikten atılmıştır. Özellikle seçim zamanlarında trafolara daha çok girdikleri biliniyor.

Listeler trafolara asılıyor

B grubu trafolara girmek isteyen kediler, ikamet ettikleri bölgeye en yakın trafolara yerleştiriliyor. Seçimlerden önce aday kedi isimleri trafolara asılıyor. İtirazlar ve nakiller için bir aylık süre bekleniyor ve kesinleşmiş listeler oluşuyor. Listelere girmek her babayiğidin harcı değil, Ak Sarman’a biat etmeyenlerin işi oldukça zor…

“Ekmeğimizin Peşindeyiz…”

Yoksul bir mahalle trafosunun, emektar kedisi Tekir Amca, işlerinin kolay olmadığını ve her seçim görevinde ölümle burun buruna geldiklerini anlatarak şunları söyledi: “Neticede ekmeğimizin peşindeyiz… Evet, çok arkadaşımızı trafolarda kaybettik ama bu da bizim işimizin fıtratında var”. Yaktıkları trafolar karşılığında aldıkları ise sadece bir ay yetecek kadar balık…

Kadrolu Karınca İle Outsource Böceği

kadrolu karınca ile out source böceği

Çalışma hayatına ilişkin çocuklara bir davranış dersi vermek üzere kurgulanmış “Karınca ile Ağustos Böceği” masalı vardır. Bu masalda karınca çalışkanlık timsali olarak “yazın başı, kışın aşı pişen” bir bireyi temsil etmektedir, ağustos böceği ise yazı aylaklık yaparak geçirmekte ve çalışıp yiyecek biriktirmediği için kışın aç kalmaktadır, günlük hayatta tembel ve tutumsuz insanı simgelemektedir. Çocuklara çalışmanın ve tutumlu davranmanın önemini anlatmak için iyi bir masaldır, çocuklar büyüyüp iş hayatını yakından tanıdıkça, gerçeklerin masaldakinden farklı olduğunu görmeye başlarlar.

İş dünyasında da başka her yerde olduğu gibi belli kavramlar veya yöntemler bir dönem moda olur, bilir bilmez herkes bu yöntemleri kendi anladığı şekilde kullanmaya çalışır. Bunlardan biri de ingilizcesi “outsource” olan ve Türkçe tam karşılığı “dış kaynak kullanımı” olarak çevrilebilen yöntemdir. Bu yöntem kısaca bazı işleri başka bir kurum veya kişilere devredip parası, masrafı neyse ona katlanmak suretiyle iş yapmaktır.

Daha anlaşılır bir ifadeyle bazı işleri taşerona yaptırmak da diyebiliriz. Temizlik, güvenlik,  yemek hizmetleri gibi özel bir yetkinlik isteyen işler genelde bu yöntemle halledilir.  “Sahip olma ve onu sürdürme maliyetine katlanmaktansa kirala, kullan, istemezsen atarsın” diye fısıldarlar patronun kulağına, İyi bir şey olduğuna karar verdikten sonra bir bakmışsın ki patron aklına gelen her işi “outsource” etmeye başlamış! Outsource sadece hizmetlerle sınırlı kalmaz, ekipman ve personel de pekala outsource edilebilir. Fiziksel olarak çalıştığı işyeri, odası, masası ve iş tanımı hiç değişmediği halde bir anda kendini “outsource” edilmiş bulabilir çalışanımız.

Çok buruk bir histir, bir anda kümes dışına atılmış bir tavuk gibi hisseder kendini. Hemen avutmaya çalışır, insani kaynaklar üretmeye çalışan departmanın elemanı:“büyütme be oğlum, bütün hakların baki kalacak, aslında senin açından hiçbir şey değişmeyecek!”. En kötüsü de bunların tamamen doğru olmadığını bilmektir. Çalışanımızın bordrosunda işveren olarak artık muhtemelen bir insan kaynakları firmasının ismi geçecektir. Beyaz yakaya sahip olan bu outsource’un yemek kartı değişebilir, değişmese bile kartına yüklenen kredi azalabilir, yol yardımı, özel sağlık sigortası gibi yan haklarda kısıtlamalar gelebili ve artık “outsource” böceği olduğunu hisseder. İlk anda hiçbir kısıtlama olmasa bile ilk zam döneminde karşılaşacaktır kısıtlamalarla. Karınca ile ağustos böceği masalının ikinci evresindedir artık ve kadrolu karıncalar keyif sürmektedir. Outsource böceğimiz kadrolu karıncalara bakıp bakıp iç geçirecektir.

Peki her şey outsource edilebilir mi, veya outsource edilmesi faydalı olur mu? Bence olmaz. Misal, Diyanet İşleri Başkanlığı tutup “artık kadrolu imam istihdam etmeyeceğiz, taşeron firmalardan imam tedarik edeceğiz” dese hiç olur mu? Düşünsenize, imam outsource’sa cemaat ne yapmaz? Ordunun taşeron sistemi ile asker istihdam etmesi durumunda “ucuz asker” bahanesiyle Çin’den adam getirecek “dayıbaşlar” çıkar emin olun. Eee, insan “made in...” dememeli...

Taşeron sisteminin uygulayıcısı ister özel sektör olsun ister kamu kurumu olsun, aracı insanların emeksiz para kazanmasına, çalışan insanların sosyal haklarının kaybına, adam kayırmacılığa, sömürüye neden oluyorsa kötüdür. Maalesef ülkemizde taşeron sistemi ile ilgili ciddi rahatsızlıklar mevcuttur. Devletin outsource ettiği bir maden ocağında yaşanan  ve yüzlerce işçinin ölümüne neden olan facia buna en somut örnektir. Yine aynı firmanın çıkarıp devlete sattığı kömürün yarısının taş çıktığı sayıştay raporlarında işlenmiş ve haberlere konu olmuştu. Sonuçta ranta gebe bir sistem taşererse, taşeron da kendisine kömür yerine taş verecektir!

Drone, Orda Durun!


Drone orda durun

İngilizce adı “drone” olan ve dilimize “insansız hava aracı” şeklinde çevrilmiş fakat “dron” şeklinde kullanımı daha yaygın olan araçlar, giderek günlük hayatımızın bir parçası oluyor. Drone’ları kabaca tarif edecek olursak; uzaktan kumanda aracılığıyla, radyo frekanslarını kullanarak insansız bir şekilde havada uçurulabilen nesnelerdir. Çok gelişmiş olanları otonom hareket edebilme kabiliyetine bile sahiptir. Yani otonom hareket edebilen bir aadrona gitmesi gereken koordinatları tarif ediyorsunuz, herhangi bir operatör kontrolü olmadan kendisi kalkıp oraya gidebiliyor.

Drone’lara kamera veya başka aparatlar takıp pek çok alanda faydalanma imkânı bulunması insanları heyecanlandırıyor. Mimariden, sinemaya, tarımdan, arama kurtarma faaliyetlerine, güvenlikten lojistiğe pek çok alanda drone kullanarak yeni ve hızlı hizmetler tasarlanabiliyor. Tabii bu arada insana ve çevreye verebileceği zararlar, uçuş izinleri, özel hayatın gizliliği gibi pek çok sorun da beraberinde akla geliyor. Kız öğrencilerin kalmakta olduğu yurt binalarının pencerelerine drone yaklaştırıp içeriden görüntü almaya çalışmak, hastalıklı bünyelerin eline drone geçince yapabilecekleri çirkin fiillerden sadece biridir.

Hayatımıza giren her yeni kavram, nesne veya teknoloji, belirli bir kabullenme seviyesine ulaşıncaya kadar travmatik bir süreçten geçer. Bu süreç Kübler-Ross modeli olarak bilinen üzüntünün kabullenme aşamaları ile benzerlik gösterir. Kübler-Ross modeli ölümcül bir hastalık haberi alındığında bu gerçekle nasıl yüzleşildiğini anlatır, aşamaları şunlardır:
  1. İnkâr
  2. Öfke
  3. Pazarlık
  4. Depresyon
  5. Kabullenme
Drone’ların hayatımıza dâhil olması sürecini Kübler-Ross modeli ile açıklarsak:

İlk Aşama: İnkâr (küçümseme ve alay ile birlikte)

İnsanımız görmediği şeyi inkâr etmeye meyillidir. Örnek tepkiler:
-Olmaz abi, havada insansız uçacak… yok artık!
**
-Drone’lar mı? Nedir onlar?
**
-Ne dron’lar gördüm, içinde insan yok… şarkısını da yapayım mı Duran abi?
“Ne dronlar sevdim, zaten yoktular..
Böyle bir uçmak görülmemiştir…”


İkinci Aşama: Öfke

Bu aşamada drone’ların sebep olabileceği zararlar vurgulanarak şiddetle karşı çıkılır. Örnek tepkiler:
-Sadece insansız değil, insafsız hava aracı bunlar!
-Katil dronlar! Canidir onlar…
**
-Dronaaa direneee, kazanacağız! (dron karşıtı eylemler sırasında atılacak “sologanlardan”)
-Dıııron uçurmaaaa, sabrımızı taşırmaaaaa!

Üçüncü Aşama: Pazarlık

Kısmi olarak bir kabullenme olsa da, bu aşamada bir uzak durma söz konusudur:
-Benden uzak, Allah’a yakın olsun…
+Uçsun diyorsun yani drone?
-Ne yaparsa yapsın…


Dördüncü Aşama: Depresyon

Bu aşamada gerekli olursa amaca uygun olarak kullanılmak üzere:
Gerektiğinde ambulans drone’lar…
Gerektiğinde itfaiye drone’lar…

Beşinci Aşama: Kabullenme

Drone’lar günlük hayatın bir parçası olarak yerleşmiş ve iyice ayağa düşmüştür… Merdiven altı üretim olmasa bile neredeyse seyyar satıcılarda satılmaya başlanmıştır:
-Drone lazım mı, drone? Nasıl bir şey baktın sayın abim?
+ Sağlam bir cihaz bakıyordum ben…
-Şimdi hemen arkadaşlar sana ayakları yere sağlam basan, güzel bir dron paketlesinler…
+Abi iyi bir drone’un ayakları yere değmemeli, uçuracağız biz… Neyse, bırak, iyice ayağa düştü bu drone işi…
-Bizde drone ayağa düşmez evelallah… “dronunu düşüren kahraman olamaz…”
**
Atasözleri, bilmeceler içerisinde kendisine yer bulmaya başlar:
**
-Çok gürültülü çalışan drona ne denir?
+Senin de dırdıron hiç çekilmiyor!
-Haksızlığa uğrayan drona ne denir?
+”Mağdrone”
-Bilmece bildirmece, dam üstünde uçurmaca?
+Cevabı belli değil mi? Drone işte...
**
“Drone bir saat bile… havada durur, yeter ki şarjı olsun.”
**
"Seyyar satıcı ve drone’cilerin girmesi yasaktır!" (Site giriş yazısı)
**
Şarkılar türküler yazılır:
**
“Kara drone gecikir, belki hiç gelmez…”
“Drone’a, ay drone’a,
Dron’a yar dron’a,
Drone sana gelmiyorsa
Durma sen, yardır ona!”
**
“Rüya gibi uçan yıllar…drone biraz! (Bülent Ersoy ile drone’un imtihanı…)
**
“Dronumu kaçırdılar, damdan dama uçurdular…”
**
“Drone’umun gelir kendi, ne ağa der ne efendi
Bak yine şarjım tükendi, yolun sonu görünüyor…
**
“Drone gelir hoş gelir, ley ley lümü ley…”

Köylü Köylü, Hu Hu!

köylü köylü hu hu

Bingöl’ün Sarıçiçek köyüne düşen göktaşları, köylüleri ihya etti diyor ajanslar. “Nasıl olmuş? Bize de var mı ki?” düşünceleri içerisinde haberleri okudum: göktaşları, bilimsel araştırmalarda kullanılmak üzere Amerikan ve Rus bilim adamları (bilim adamı demeye devam edeni dövüyorlarmış diye duydum, artık “bilim insanları” dememiz gerekiyormuş ama ben alışamadım. Bilim dediğin şey seni “adam” yapmazsa, kim veya ne yapacak? “Oku, adam ol baban gibi, eşşek olma!” sözü atalarımızdan kalma değil midir? Her neyse çok okumuş ve okuduğu bilgiler ışığında adam olmuş bilimcileri kastederek “bilim adamı” diyorum) tarafından köylülerden satın alınıyormuş. Günahı gazetelerin boynuna, gramı 60 dolardan gidiyormuş. Milyonlarca dolar tutarında para harcayarak gökte aradıkları taşlar, yerde bulunmaya başlayınca ecnebiler de üzerine düşeni yapıp köyün üzerine düşen taşları toplamak için, adeta bir overlokçu titizliğiyle köylülerin ayağına gitmiş, beş dakikada taşları almış ve parayı hemen teslim etmiş.  Mevzu emeksiz ve sermayesiz para kazanmak olunca duymayan kalmamıştır herhalde ama internetlerini sonradan açmış olan okuyucular için bir özet geçmiş olayım dedim.

Herkes konuyu kendi meşrebince değerlendirmeye başladı tabii.  “Ne güzel olmuş, keşke bize de düşse” diyenler olduğu gibi, çekemeyenler de,  gariban köylülerin “Allah vergisi” yöntemiyle elde ettiği gelirin vergisini tartışmaya başladı. Neymiş efendim; “bu adamlar havadan gelen taşları sattılar, acaba vergisini ödediler mi?” Tabi bu düşünceler maliyecileri de iştahlandırmış durumda. Neticede bu, “yerli” değil semavi de olsa, bir “milli gelir” olmalıdır, maliyeci kafası ile düşününce. Çünkü milli gelirin en önemli özelliği “kişi başına düşmesi”dir ki, bu taşlar başa düşmek için ellerinden geleni yapmış görünüyor! Köylüler “gayr-i safi” olduklarından büyük bir ihtimalle sattıkları taş için fatura veya herhangi bir başka resmi belge düzenlememişlerdir.  Bu durumda yapılacak en iyi şey, olayın geçtiği yere bir maliye müfettişi yollayıp tahkikat yaptırmak olacaktır.
Vergi tahkikatı yapmak üzere köye giden maliye müfettişi ile köylü arasında geçmesi muhtemel sonsuz diyalog ihtimallerinden birini ben şöyle düşünüyorum:

(-:Maliye Müfettişi , +: Topladığı göktaşını satan masum köylü)

-Köylü köylü!
+Hu hu…
-Meteorun geldi mi?
+Geldi geldi
-Ne getirdi?
+Göktaşı, çakıl
– Kime kime?
+Bana sana… ama biz hepsini sattık: RSA, NASA
-Başka kime?
+Valla başka kimse de ilgilenmedi yani… Zaten meteorun atmosfer dışındaki parçaları şeye doğru gidiyordu… sen söyle…  hah, kara deliğe!
-Kara delik nerede?
+Solucan deliğini bildin mi? Onun diğer ucunda.  Bu sene de ilaçlayamadık tarlaları, hep solucan bastı.
-Solucan nerde?
+Gücün karanlık tarafına geçti
-Karanlık taraf nerde?
+Paralel evrenlerde!
-İşte aradığım cevap!

Maliyeci raporuna şöyle başlar: “Göktaşının kaynağı araştırıldığında paralel yapı ile ilişkisi tespit edilmiş olup… ”

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: