2 Ağustos 2017 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan bir
kararla, genetiği değiştirilmiş üç soya ile bir mısır çeşidi ve
bunlardan elde edilecek ürünlerin hayvan yemlerinde kullanılmasına izin
verildi.
“Gene ti’ye alınacak bir konu” demeyin, Yeni Asya Gazetesi’nin
manşetten verdiği habere göre; Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları
Birliği Derneği’nin (BESD-BİR) başvurusunu değerlendiren Biyogüvenlik
Kurulu, Bilimsel Risk Değerlendirme Komitesi ve Sosyoekonomik
Değerlendirme Komitesi’nce hazırlanan raporları değerlendirerek bu
kararı almış. İzinler yemle sınırlı olsa bile, ülkemizde bu sınırlara ne
kadar uyulacağı ve bunun denetiminin ne kadar ciddî yapılacağı ile
ilgili şüpheler maalesef yok değil vatandaşın kafasında. 2013 yılında
Mersin Gümrüğü’nde GDO ihtiva eden pirinç skandalı yaşanmıştı. Rüşvet
karşılığı sahte belge düzenlenerek ithal edilmeye çalışılan 23 bin
tonluk pirinçlerin akıbeti ne oldu meselâ? İç piyasaya mı sürüldü, yoksa
“ziyan olmasın” denilerek fakir fukaraya mı dağıtıldı, bilmiyoruz. 17
Mart 2017 tarihli Burak Coşan imzasıyla Hürriyet’te yayınlanan bir
haberde de Adana’da bir fırında, ekmek üretiminde kullanılan bir katkı
maddesinde GDO bulunduğu bilgisi vardı. Haberde ayrıca, katkı maddesini
üreten firmanın Adana’da bulunan fırınların yüzde seksenine aynı maddeyi
sattıkları yer alıyordu.
İzinsiz bir şekilde, gıda maddelerine genetiği değiştirilmiş bitki karıştıranların alfabetik sırayı gözettiklerini ve henüz “Adana” sırasında olduklarını zannetmek yanlış olur. Her an, her yerde karşımıza GDO katkılı gıda maddesi çıkabilir. Peki, GDO zararlı mı ki, gıdalarımızı korumaya çalışıyoruz böyle? Bu konuda kafalar karışık; çok ciddî sağlık problemlerine yol açacağını söyleyenler de var, henüz ispatlanmış bir zararının olmadığını savunanlar da. Fareler üzerinde yapılan deneylerde karaciğer ve böbrek zehirlenmelerine yol açtığı söyleniyor. Aksini iddia edenler de, hormonsuz üretim yapıldığını söylüyor. Neticede kâr maksimizasyonu gözetilerek yapılan ve organizmaların tabiatının değiştirilmesine dayanan bu yöntemin mutlak zararsız olduğu söylenemez her halde.
Kaynakları ve üretim potansiyeli yüksek ülkemiz gibi yerlerde, sentetik müdahalelerle tarımsal üretime ihtiyaç olması esef vericidir. Bakanlar kurulu, aldığı kararlarla 975 bin canlı hayvan, 75 bin ton kırmızı et ve 750 bin ton buğday, 700 bin ton arpa, 700 bin ton mısır ithalatının önünü açmak için gümrük vergisini sıfırladı. Stokçuları te’dip amaçlı ve fiyatları aşağı çekmek için alındığı söylenen bu kararların küçük üreticileri bitme noktasına getireceği aşikâr. “Kurbanlık fiyatlarını rahatlatmak için kolumuzu değil, vücudumuzu, canımızı ortaya koyacağız” gibi iddialı ve üzerinde hunharca espri yapılabilecek (bu arada böyle bir espri yapmayı uygun bulmuyorum) bir söz söyleyen çiçeği burnunda yeni Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanımız’ın konuya daha yapısal ve köklü bir çözüm bulmasını ümit ediyorum.
Fıtrî seyrini değiştirdiğimiz her şeyden gördüğümüz zararlar nedense aklımızı başımıza hâlâ getirebilmiş değil. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda bardağın “dolu” tarafını görmek isteyenler, “cennet” İstanbul’un bir eksiği olan altlarından ırmaklar akan metroları temaşa etti meselâ… Üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen karasal iklimi andıran dondurucu kışlar, bunaltıcı sıcaklıkta yazlar, seller, çatı uçuran ve ağaçlar deviren fırtınalar, cam kıran ve araba kaportalarını yamultan ceviz büyüklüğünde tanelere sahip dolular, yetersiz ve iyi planlanmamış altyapı sistemleri kadar, yerini beton grisine terk eden yeşil alanlar, imara açılmış dere yatakları ve kısaca rant uğruna tahrip edilmiş tabiatın sonucudur. Bu musîbetlerin başımıza gelmesinin maddî manevî sebepleri üzerinde düşünmenin zamanı gelmedi mi?
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/gdo-karistirmislar-yeme_439904
İzinsiz bir şekilde, gıda maddelerine genetiği değiştirilmiş bitki karıştıranların alfabetik sırayı gözettiklerini ve henüz “Adana” sırasında olduklarını zannetmek yanlış olur. Her an, her yerde karşımıza GDO katkılı gıda maddesi çıkabilir. Peki, GDO zararlı mı ki, gıdalarımızı korumaya çalışıyoruz böyle? Bu konuda kafalar karışık; çok ciddî sağlık problemlerine yol açacağını söyleyenler de var, henüz ispatlanmış bir zararının olmadığını savunanlar da. Fareler üzerinde yapılan deneylerde karaciğer ve böbrek zehirlenmelerine yol açtığı söyleniyor. Aksini iddia edenler de, hormonsuz üretim yapıldığını söylüyor. Neticede kâr maksimizasyonu gözetilerek yapılan ve organizmaların tabiatının değiştirilmesine dayanan bu yöntemin mutlak zararsız olduğu söylenemez her halde.
Kaynakları ve üretim potansiyeli yüksek ülkemiz gibi yerlerde, sentetik müdahalelerle tarımsal üretime ihtiyaç olması esef vericidir. Bakanlar kurulu, aldığı kararlarla 975 bin canlı hayvan, 75 bin ton kırmızı et ve 750 bin ton buğday, 700 bin ton arpa, 700 bin ton mısır ithalatının önünü açmak için gümrük vergisini sıfırladı. Stokçuları te’dip amaçlı ve fiyatları aşağı çekmek için alındığı söylenen bu kararların küçük üreticileri bitme noktasına getireceği aşikâr. “Kurbanlık fiyatlarını rahatlatmak için kolumuzu değil, vücudumuzu, canımızı ortaya koyacağız” gibi iddialı ve üzerinde hunharca espri yapılabilecek (bu arada böyle bir espri yapmayı uygun bulmuyorum) bir söz söyleyen çiçeği burnunda yeni Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanımız’ın konuya daha yapısal ve köklü bir çözüm bulmasını ümit ediyorum.
Fıtrî seyrini değiştirdiğimiz her şeyden gördüğümüz zararlar nedense aklımızı başımıza hâlâ getirebilmiş değil. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda bardağın “dolu” tarafını görmek isteyenler, “cennet” İstanbul’un bir eksiği olan altlarından ırmaklar akan metroları temaşa etti meselâ… Üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen karasal iklimi andıran dondurucu kışlar, bunaltıcı sıcaklıkta yazlar, seller, çatı uçuran ve ağaçlar deviren fırtınalar, cam kıran ve araba kaportalarını yamultan ceviz büyüklüğünde tanelere sahip dolular, yetersiz ve iyi planlanmamış altyapı sistemleri kadar, yerini beton grisine terk eden yeşil alanlar, imara açılmış dere yatakları ve kısaca rant uğruna tahrip edilmiş tabiatın sonucudur. Bu musîbetlerin başımıza gelmesinin maddî manevî sebepleri üzerinde düşünmenin zamanı gelmedi mi?
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/gdo-karistirmislar-yeme_439904