Bu Blogda Ara

Arşiv

banka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
banka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Düğün ve Düyûn Kördüğümü

Düğün ve Düyûn Kördüğümü
Yiğit Özgür Karikatürü
Bulunduğumuz coğrafyada kendisine en çok kıymet atfedilen organizasyonlardan biri düğündür. Pek çokları için düğün, hayatının en önemli olayıdır; toplumsal hayatta en çok göz önünde bulunacağı bir faaliyettir.

Düğünlerin en önemli mesajı, başkalarına “duyun” demektir, “evlendiğimizi duyun ve bize hayır duanızı edin”. Bununla birlikte, günümüzde başkalarının düğün hakkında ne diyeceğine kulak kesilmek evlenen taraflar için daha öncelikli hale gelmiş. Zamanın ruhu “Eller ne der, el diline düşmeyelim” gibi endişelerle hareket etmeyi ve yaptığı her işi ışıltılı bir gösteriş içinde sunmayı telkin ediyor. Ancak bu gösterişin bir bedeli var ve umumiyetle bu bedelin ödenmesi düğün sonrası birkaç yılı düyunu-u umumiye şartları altında yaşamayı gerektirebiliyor.

“Düğünyevîleşme” başlıklı yazımızda bu süreçten bahsetmiştik. Özetle anlatacak olursak; birbirini seven iki gencin evlilik süreci, iki 14 Şubat’ın toplamının bir 28 Şubat etmesi durumuna benzetilebilir. Sürecin başından sonuna kadar, aile büyüklerinin oluşturduğu Milli Gelinlik Kurulu (MGK)’nun tavsiyelerine(!) paşa paşa uyulmalıdır. Aksi takdirde, özellikle damat adayımız, MGK etkisiyle üzerine yürüyen “kaynatank”lar ile kendisine bir balans ayarı çekilmesi işlemine maruz kalabilir. Gelin kızın arkadaşları tarafında Bacı Çalışma Grubu (BÇG) da ayrı bir faaliyet yürütür ve düğün hazırlıklarını titizlikle takip eder.

(NOT: Kaynata ve tank kelimelerinin kaynatılmasıyla ortaya çıkan “kaynatank” mefhumunu yazıda kullanabilmek için atılan takladan dolayı, incinmesi muhtemel kayınbabalardan özür dileriz. Bu süreçte en çok yükü çeken ve hiç sesi çıkmadan her şeyi kabul eden cefakâr kahramanlar varsa onlar da genelde kayınbabalardır. Yine muhtemel bir kayın valideler saldırısından korunmak için, validelere mizahî yönü olan bir yazıyı okuduklarını hatırlatır ve kendilerinin anlayışlarına sığınırız.)

Birlikte kurulacak aile hayatının devamı noktasında reel hiçbir katkısı olmayan, tek bir gün/gece için alınan ve bir daha giyilmeyecek kıyafetler, aksesuarlar, süsler, bir dolu masraf yüklü gereksiz âdetler, adım atılan her yere dağıtılan bahşişler ve “her şeyin en iyisini alalım” düşüncesiyle alınan eşyalar, nakit paraların suyunu çekmesiyle tarafları kredi kartlarına yüklenmeye sevk eder. Satıcılar, cihazları uzatırken, şifreyi görmemek için başlarını “çevik bir” hareketle yana çevirir. Bin ay sürecek taksitleriyle bir “POS-modern” darbe gerçekleşmektedir.

Düğün müessesesine sadece gerektiği kadar ehemmiyet veren ve mâlâyânî israfata bulaşmayan nezih insanlarımızı tenzih ederiz, ancak sosyal medyanın yükseliş devri ile birlikte maalesef pek çokları nezdinde düğün işleri yukarıda anlattığımız minvalde işliyor. Düğünlere davetli olarak gidenler de hediye takma derdine düşüyor. Kendi imkanlarının çizdiği sınır ile diğer davetlilerin takacağı hediyelerin rayiç bedeli uyuşuyorsa ne âlâ!

Diyeceksiniz ki, bayram değil, seyran değil, düğün mevsimi hiç değil. Nereden çıktı şimdi bu mevzu?

Efendim, geçtiğimiz hafta, ülkemizde bankaları denetlemek ve onlarla ilgili mevzuatı düzenlemekle görevli kurulda çalışan bir yöneticinin düğünü olmuş. Düğüne banka ve finans kurumları gibi çevrelerden davetliler iştirak etmiş. Laf aramızda, bazı küçük bankalar davet edilmemiş bile ama davet edilmemiş olanlar açısından bu bir kayıp değil, zira davetli bankalar düğün öncesi aralarında küçük bir anlaşma yaparak 150 bin ile 350 bin lira arasında değişen hediyeler sunmaya karar vermişler. Hediyelerin maddi değerinin yüksekliğine mi yanalım, denetleyen-denetlenen ilişkisi içerisindeki taraflar arasındaki hediyeleşmenin çarpıklığından ve etik problemlerden mi dert yanalım, bilemedik, tam bir kördüğüm... Demokrasisi gelişmiş ülkelerde benzer bir olay yaşansa mahkemeler devreye girer, soruşturmalar açılır. Bizim memlekette de milletin gözünün önünde cereyen eden bu vakalar iftihar konusu olarak sunulur. Demokrasi geliştikçe eğlence anlayışı düşüyor mu ne...

 Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/dugun-ve-duyun-kordugumu_601948

Hayatın Olağan Akışı

Hayatın Olağan Akışı
İbrahim Özdabak Karikatürü

Gün geçmiyor ki bir hırsızlık, kaçakçılık, mafya çatışması, gasp veya dolandırıcılık haberi almayalım.

Telefonlarımıza nereden geldiğini bilmediğimiz bahis reklamları yağıyor. Engellemekten biz bıktık, gönderenler bıkmıyor. Bunca şikayete rağman nasıl hala serbestçe mesaj gönderiyorlar bilmiyoruz.

Kargonuzun takip numarası şudur diye SMS yollayanlar var. Vatandaş da “ben sipariş vermedim, kargo beklemiyorum, SMS yollayan platformu tanımıyorum o zaman sileyim” demeden, merakından veya yanlışlıkla gelmiş bedava bir gönderiyi almak hevesiyle linke tıklıyor ve banka hesaplarını boşaltacak uygulamaları farkında olmadan indiriyor.

Araba alım satım işlerinde dolandırıcılık alabildiğine. İnternette gördüğü bir ilanı kopyalayıp daha düşük fiyatla aynısını veren dolandırıcılar, hemen bir alıcı bulup parasını tahsil ediyorlar. Gerçek satıcı ile noterde karşılaşan alıcı parayı bir başkasına gönderdiğini anlayınca iş işten geçiyor.

Sosyal medya hesaplarında ve internet sitelerinde yorum ve beğeni bırakılması karşılığında para kazandırmayı vaat edenler var.

Tabii ki akıl almaz oranlarda kazanç sözü veren saadet zincirlerini unutmadık. En çok ses getireni de Deniz gibi bir bankada yüzdürecek kadar parası olup Büyükdere’de boğulan futbolcu ve işadamlarının hikayesi. Fonunu düşüren kahraman olamadı, Arda –düzeltiyorum arka fonda büyük ve güvenilir isimleri görüp kısa sürede 3 kat kazanmayı hayal edenler “dipteyim, fondayım, depresyondayım” şarkısını söylemeye başladı.

Banka, uzun bir açıklama yaptı ve tabii ki sorumluluğu almadı. Banka müşterisi kişilerin böyle oyunlara gelmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu söyledi.

İnsan merak ediyor haliyle, ülkemizde “hayatın olağan akışı” nedir diye...

Ne diyorsa tersini yapmak ve ne yapıyorsa tersini söylemek; hayat mıdır, olağan mı, yoksa akışına mı bırakalım? Birkaç AK’ışa bakalım:

  • ·         Kişi başı 25 bin dolar milli gelir vaat edip 10 bin doların altına düşmek.
  • ·         2023’te 500 milyar dolar ihracat hedefleyip yarısına bile ulaşamamak.
  • ·         Memuriyet sınavlarında mülakatı kaldıracağına söz verip tam gaz mülakata devam etmek.
  • ·         Vizesiz Avrupa seyahatleri vaat etmek (gerçi kısmen gerçekleşti gibi; “vizesiz” kısmı şimdilik tamam, Türk vatandaşları için AB vizesi almak neredeyse imkânsız...)
  • ·         1400 yıl önce dinen yasaklanmış faizi 20 yıl işlettikten sonra haram olduğunu hatırlayıp kontrolsüz bir şekilde indirirek dövizi ve enflasyonu arşa çıkarmak, işler sarpa sarınca din hükmünü unutup alabildiğine faizi yükseltmek ve bunu yaparken faziletli yolu seçtiğine kanaat getirmek.
  • ·         İhale kanununda yüzlerce defa değişiklik yapmak, ihalelerde mücbir sebep yokken, istisnai hallerde uygulanacak usullerle alım yapmak.
  • ·         Hürriyetleri artıracağını, vesayeti kaldıracağını iddia ederken en çok hapishane açan iktidar olmakla övünmek, en çok gazetecinin tutuklandığı dönem olarak tarihe geçmek.
  •  ·         Askeri vesayetten şikayet edip saray vesayeti inşa etmek.

Bu akışları gören vatandaş, parasını ve varlıklarını korumanın derdine düşüyor. Hangi ürüne ne çeşit ek vergi geleceğini kestiremiyor. MTV bu sene iki defa ödendi, seneye kaç kere alınır, Allah bilir. İhracatta KDV indirimi pat diye kaldırıldı, ticaret ehli şaşkın. Yeni geçen torba yasa ile vergileri %40 artırma yetksi Cumhurbaşkanı’na verildi. Devlet, alacağı kiraları istediği kadar artırabilirken ev sahipleri sadece %25 artırabiliyor. Vatandaşın 5 kuruşu bile affedilmezken büyük holdinglerin yüzlerce milyon vergi borcu siliniyor.

Hayat artık olağan bir biçimde akmıyor ve bu da vatandaşları olağandışı yöntemlere sürüklüyor. George Orwell’in 1984 romanındaki meşhur sözü hatırlayalım:

"Aslında hiçbir şey yasa dışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu"

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/hayatin-olagan-akisi_590800

İnsider Tradingonun Ahırı

 


Merkez Bankası’nın politika faizi indirimi sonrası döviz kurları hızla yükselmeye başladı. Ekonomimizi yöneten zevatın açıklamalarından anladığımız, bunu iyi bir şey olduğuydu. Çin modeli bir ekonomiye geçmiştik, yüksek kur ve düşük faiz ekonomik büyümemizin lokomotifi olacaktı. 19 senedir bu programa hazırlanıyorlardı ve her şey kontrol altındaydı. İhracatçı bayram edecekti.

Dolar 10 lira seviyelerini geçtikten sonra iyice hızlanarak rekorlar kırmıştı. İğneden ipliğe her gün her şeye usul usul zamlar yağıyordu ama 6 ay dişimizi sıkmamız gerekiyordu, meyvelerini o zaman toplayacaktık. Çinliler mi arayıp “Allah aşkına bizi bulaştırmayın” dedi bilmiyoruz ama Çin modeli isminin ömrü bir hafta kadar oldu. Yeni Ekonomi Modeli (YEM) telaffuza başlandı ve Merkez Bankamız yükselen dolara müdahalelerde bulundu.

Birileri doların iyice yükselmesini istiyordu ki, “Katar’la swap anlaşmasında dolar 22 TL alındı”, “dolar 20 liraya koşuyor” gibi söylentiler yayıldı. Cumhurbaşkanı, her bulduğu sınırsız konuşma fırsatlarında durmadan nass’dan bahsetti, faize karşı olduğunu dile getirdi. Bu arada, bankaların vatandaşlara verdiği kredilerin faizleri ve hazinenin bankalardan aldığı borçların faizi düşmek bir yana yükselmeye devam etti.

Doların 18 lirayı gördüğü günün gecesinde açıklanan bir mevduat sistemi ile birlikte ciddi bir düşüş başladı. Parasını TL faizli hesaplarda tutanlara vade sonunda, faiz kur getirisinin altında kalırsa kur getirisi kadar kazanç garantisi vaat ediliyordu. Gece vakti, piyasalar ve döviz büroları kapalıyken vatandaş, nasıl olduysa, dolar satıyordu (öyle dediler, benim ifadem değil). Hem de ayrıntılarını bilmediği bir faiz paketinin büyüsüne kapılarak! Üstelik, müteakip 4 günde de her gün farklı bir açıklama yapılacak, MB ile Hazine ve Maliye Bakanlığı açıklamaları birbiri ile çelişecek, durmadan güncelleme gelecekti.

Faize karşı olmasını dini sebeplere bağlayanlar ve ilgili ilgisiz her konuda yerli milli nutukları atanlar, insanları faizli hesaplarda para tutmaya çağırıyor ve nemalarını dolar kuruna endeksliyor, fakir edebiyatı yapanlar, parası olup bankaya yatırabilenlere kazanç garantisini hazineden yani halkın parasından ödemeyi taahhüt ediyor, ne ironi ama... Bu fark ödemeleri fakr artıracak. Ne diyorlarsa tam tersini yapıyorlar! Aklıma hemen bir ayet geldi: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?”(Saff Suresi, 2. Ayet) Nass’ı dilinden düşürmeyenlerin kulakları çınlasın...

18 liraya çıkmış olan dolar kurunu adeta “Kur deşen Jack” edasıyla, şak diye bir gecede indirenler kahraman ilan edildi, yurdun çeşitli yerlerinde halay çekilerek ve kasap satırıyla dolar kıyması çekilerek kutlandı. 7 gün önce, rekabetçi görülen kur da alkışlanmıştı. Kur deşme kabiliyeti, acaba neden dolar 12 lira seviyelerinde iken kullanılıp da 5 liraya düşürülmedi, hiç bilmiyorum.

Sosyal medyada dolaşan ve kim tarafından yazıldığını bilemediğim, bir Bulgar’a dair ve “gara gara” düşündüren bir soru var: “20 Aralık günü, cebindeki 1000 dolarla Edirne’den giriş yapan Bulgar, parasını 18 TL üzerinden çevirmiş, gün boyu 6000 lira ile yiyip içmiş ve gece vakti 12 liraya inen kur üzerinden yine 1000 dolar satın alıp evine gitmiştir. Bulgar’ın yiyip içtiğinin parasını kim ödemiştir?”

Sorunun Bulgar için hazırlandığına bakmayın, dolar 6-7 lira seviyelerinde iken dolarları toplayıp, 18’e çıkınca satan kişiler de aynı şekilde kazanç elde etmişlerdir. Bakan Nebati şöyle dedi: “15 liradan, 16 liradan, 17 liradan dolar alanlar büyük finansörler değil. Büyük finansörler, bu işin bir şekilde döneceğini bilir. Ama çarpılan kim oldu? Küçük yatırımcılar. Şimdi kara kara düşünüyorlar”

Demek ki kim ödemiş, küçük yatırımcılar! Çoğunluğu faizden uzak duran ve parasının değerini korumak için altın/dolar alan yurdum vatandaşları. Büyük finansörler nereden biliyormuş acaba “bu işin bir şekilde döneceğini”, kim söylemiş, merak ettik.

Vikipedi’de “Sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek, henüz kamuya açıklanmamış bilgileri şahsa veya üçüncü şahıslara menfaat sağlamak amacıyla kullanarak sermaye piyasasında işlem yapanlar arasında fırsat eşitliğini bozacak şekilde haksız yarar sağlamak veya bir zararı bertaraf etmek” diye tarif edilen “insider trading” denen bir kavram var. İnsider trading’in hedefine ulaşabilmesi için küçük ve acemi yatırımcıların çarpılması gerekir.

Doları 6-7 lira aralığında tutmak için yakıldığı söylenen 128 milyar dolar tam olarak kimlere ve nasıl satılmış acaba? 18 liradan yüklü dolar bozduranlar, içerden bilgi alarak mı yaptılar? Böyle bir durum varsa, insider trading kavramı hafif gelir, memleket insider tradingo’nun ahırına dönmüş demektir!

Bu arada, faizlere destek paketinin açıklandığının ertesi günü ve bir gün sonrasında Merkez Bankası rezervlerinin 7 milyar dolar eridiği söyleniyor. Doları baskılamak için halka açık yollardan değil, arka kapı tabir edilen kamu bankaları vasıtasıyla satışlar yapmışlar.

Merkez Bankası ile ilgili sorulara Bakan Nebati “Farklı enstrümanları kullanmamızın sebebi, insanları gıdıklamak. Alışkanlık var, paramı kasada tutayım. Ya da dövize çevireyim” şeklinde cevap vermiş. Gıdıklanan küçük yatırımcılar panik halinde, dolar daha da düşmeden, zararına da olsa satayım derdine düşmüş. Büyük finansörler için alım fırsatının doğması anlamına gelir bir de...

Mevduatta yeni sistemle ilgili rakamların kendisine sorulduğu bakan, “gözlerime bakın, ne görüyorsunuz?” sorusuyla karşılık verdi. Ben olsam, şöyle cevap verirdim:

“Dolarlı gözler hülyalı
Bakışların çok manalı
Rezerv yakıcı o kurlar
Meğer ezelden ayarlı”

Ekonomi güven işi dedi, gözlerdeki ışıltıya bakın dedi... Vatandaşın cevabı yine sanat müziğinden geliyor: “Ne gözlerin yeşili, ne saçların sarısı, gitti rezervlerin yarısı, çekilmez oldu ömür!”

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/insider-tradingonun-ahiri_555583



Öne Çıkan Yayın

Şair Tüikî

Bu haftaki misafirimiz, şiirlerindeki serbest ölçüsü ile meşhur olmuş Şair Tüikî... Her ayın 3. günü yayınladığı şiirler toplumun bütün ke...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: