Bu Blogda Ara

Arşiv

Ezberabim

Ezberabim


PISA Direktörü Andreas Schleicher, son PISA sınavında Türk öğrencilerin başarı durumunu değerlendirirken, öğrencilerimizin bir şeyi ezberlemek ve onu kâğıda dökmek konusunda başarılı olduklarını, fakat bilgiyi kullanmaları gerektiğinde zorlandıklarını söyledi.
Kısaca, ezberci bir eğitimden uzaklaşılması gerektiğini ifade etti. Bu eleştiriye cevap veren Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin, “Ezber mantığı ve yöntemi bizim geleneğimiz için önemli bir öğrenme yöntemidir. Buna Batılı bir normda yaklaşıp ‘tu kaka’ hale getirmemek gerekir” dedi.
Getirilen eleştiri ile verilen cevap arasında sanki uyumsuzluk var gibi. “Hababam Sınıfı” filminde, müfettiş Hüseyin Şevki Topuz’un okula teftiş için geleceğini öğrenen müdür, bu müfettişin itiyadi olarak sorduğu soruların cevaplarını öğrencilere ezberletmeye çalışır. Müfettiş geldiğinde, sorduğu soruları hiç dinlemeden ezberledikleri cevapları sırasıyla veren öğrenciler komik durumlara düşerler. Bana kalırsa, Schleicher, bu tarz bir eğitim modelini eleştirmektedir.

Üniversiteye ilk başladığım yıllarda bize “Bilgisayara Giriş” dersinde manası öğretilmeden ezberletilen “Setver komutunun çalışması için config.sys içinde device ile tanımlanmalıdır” cümlesi vardı ki, hâlâ aklımdadır. Sınavda, verdiğim cümledeki Türkçe olmayan kelimeler yerine noktalar konulmuş ve boşlukları doldurmamız istenmişti. Şu anda bu bilgiyle ne yapacağımı cidden bilmiyorum.

Liseyi bitirdiğimde muhtemelen Newton’un bulduğu bütün formülleri sayabilecek durumdaydım, ama asla kendimin Newton kadar bilgili olduğunu düşünemedim. Karmaşık sayılabilecek bir formülü ezberlemek ve formül değişkenlerinden biri hariç diğerlerinin verildiği sorularda, formülün matematiksel uygulaması ile verilmeyeni bulmak fizik öğrenmek değildir. Bir kilo, bir metre gibi bazı ölçü birimlerinin ne anlama geldiğini hissi olarak biliyoruz. Yani az mı, çok mu bir şekilde bize bir şey ifade ediyor. Peki, fizikte enerji birimi olan joule’ü ele alalım. Lisede okuyan bir kardeşimize annesi o gün ne iş yaptığını sorduğunda “5 joule” diye cevap verirse, kendisi de lise mezunu olan anne bu işin çok mu yoksa az mı olduğunu anlayabiliyor mu? Halbuki kaba bir hesapla 5 joule, bir kg ağırlığındaki bir cismi yerden alıp yarım metre yüksekliğe çıkarmak için harcanan enerji miktarına eşittir. (potansiyel enerji formülü olan E=m.g.h formülünü kullandım, yerçekimi ivmesini de yuvarlayarak 10 aldım).

Ezberci sisteme karşı çıkılırken, hiçbir şeyin ezberlenmemesi gerektiği söylenmiyor. Ancak bütün bilim dallarında uzmanlıkların arttığı bir zamanda ansiklopedik bilgileri anlamlarını bilmeden ve nerede nasıl kullanılacağını idrak etmeden saymak artık bir meziyet değil. İlmî istibdat uygulayarak, sorgu sual kabul etmeden, salt bilgiyi kendi ifade tarzıyla insanlara dayatmak modeli artık işe yaramıyor. Aamir Khan’ın rol aldığı “3 idiots/3 aptal” filmi böyle dogmatik öğretim metodlarına eleştirel ve eğlenceli bir tarzda yaklaşan güzel bir filmdir.

Toplu taşıma araçlarında bazen liseli öğrencilere rast geliyorum. Yaşlarının verdiği heyecanla biraz yüksek sesle konuşabildikleri için sohbetleri kendi aralarında kalmayabiliyor. Tabiî ki hepsi için aynı şeyi söylemek mümkün değil, ancak genel olarak dinlediğim sohbetlerinden anladığım kadarıyla gündemleri şöyle; karşı cinsle olan münasebetler, cep telefonu modelleri, sosyal medya üzerinden birbirlerine yolladıkları mesajlar ve resimler, futbol bahisleri, bahis tüyoları veren ve tutturduğu söylenen web siteleri… Şu ana kadar geleceğe dair fikirler veya hayallerin, güzel işler yaparak insanlığa fayda getirecek projelerin konuşulduğuna denk gelmedim. Kısa yoldan köşeyi dönme, emek harcamadan para kazanma, lüks içerisinde yaşama gibi konular maalesef o yaştaki çocukların zihnini meşgul ediyor.

Hal böyle olunca, dolandırıcılara da yiyecek ekmek çıkıyor. 4-5 ay içerisinde yatırılan paranın amorti edileceğini vaat eden adamlar piyasadan para topluyor. Hem de bilgisayar oyunu görünümlü sitelerde bunu yapıyorlar. Ülkemiz ekonomik şartlarında hiçbir yatırım aracının veremediği kâr oranlarını garanti eden bu sitelere bazı insanların bankalardan kredi çekmek suretiyle borç para alıp yatırdığı söyleniyor. Farklı versiyonları geçmişte defalarca denenmiş olan saadet zincirleri, yeni denemeler yapmaktan vazgeçmiyor ve her seferinde başarılı olabiliyorsa, mantık, tarih ve matematik derslerinden de gerekli feyzi alamadığımızı göstermiyor mu? Bunun bir aldatmaca olabileceğini tahmin ettiği halde dahil olan, sisteme katılan yeni kişiler oldukça patlamayacağını bildiği için gittiği yere kadar kârını almayı düşünen kişiler, insanlık dersini de ezber yaparak geçmiş olmalı…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ezberabim_447330

Ekmek Ya da Ekmemek

Ekmek ya da ekmemek

1940’lı yılların Türkiye’si hakkında yazılan “Önce Ekmekler Bozuldu” isimli hikâye kitabı ve kitaba ismini veren ilk hikâye “önce ekmekler bozuldu, sonra her şey…” cümlesiyle başlar, “her şey ekmekle başladı, ekmekle bitecek” cümlesiyle biter. Savaş psikolojisi içerisindeki insanların yoklukla geçen hayatlarından bahseder. Toplumsal bozulmanın ve çürüme başlangıcının simgesi haline gelen bu söz, neredeyse artık deyimleşmiştir.
Samanı ve buğdayı bile ithal eder hale geldiğimiz ülkemizde, genetiği ile oynanmış organizmalarla üretilmiş katkı maddelerinin de eklendiği ekmeklerimiz haberlere konu oluyorsa ekmeklerimizin sağlığı konusunda ciddî endişeler taşımalıyız her halde. Yani ekmeğimiz bir kez daha bozuldu!
Türkiye’de her sosyal dönüşüm ekmek kaynaklı bozulma sebebiyle olmuş değilse de ekmek kaygısı ne zaman tavan yaptıysa hemen akabinde bir dönüşüm yaşandığı görülmüştür. Belli bir kesimin sırtından eksik olmayan devlet sopası bütün bir topluma yayılınca, tek parti iktidarı bile ilk adil seçimde koltuğu kaybetti, hem de öğretmeninden askerine, kaymakamından valisine bütün memur ve bürokrat tayfası kendisini destekliyorken.

Siyaset kurumuna duyulan güvenin zedelendiği, yapılan anketlerde en güvenilen kurum olarak askeriyenin çıktığı 28 Şubat döneminde ideolojik bir duruşu olan partilere ilkelerinin tam zıddı hareketler yaptırıldı. Muhafazakâr kimlikleriyle bilinen partiler döneminde dinî eğitimi önleyen sekiz yıllık kesintisiz eğitim modelinin temelleri atılırken, milliyetçi partinin iktidar ortağı olduğu zamanda da idam cezası kaldırıldı. Üstüne, devalüasyonla bir gecede döviz borcu olan herkesin borcunun ikiye katlandığı ekonomik bir kriz yaşanıp acı reçetelerle sıkı ekonomik politikalara geçildiği bir anda denenmemiş olan ve yeni şeyler söylediğini iddia eden parti iktidara geldi.

Yeni parti, acı ekonomik reçetelerin devamını sağladığı gibi meyvelerini de topladı. Küresel olarak esen finansal rüzgârı da arkasına alarak belli bir mesafe kaydetti. Kucağında bulduğu zaferin sarhoşluğu ile üretimi ve istihdamı arttıracak tedbirler yerine kendine tabi olanları ihya etti ve günü kurtarmayı tercih etti. Memleketinden belli bir süre uzakta kalan ve dünyaya dağılan dolarlar, somon balıkları gibi şu anda doğdukları yere dönme eğilimi gösteriyorlar. FED’in önümüzdeki dönemlerde muhtemelen yapacağı faiz arttırımları ile okyanusları aşıp eve gidecek olan dolar somonları, bizim de somunlarımızı etkiliyor tabiî ki.

İç ve dış politikalardaki belirsizlikler dolayısıyla yabancı sermaye ülkemizden temkinli adımlarla uzaklaşıyor. Artan ithalatla dışa bağımlılığı her geçen gün katmerleşen ülkemizde finansal kaynak bulma maliyeti gittikçe artıyor. İtibardan da tasarruf edecek değiliz ki, örtülü örtüsüz harcamalarımız kısılmadığı için tulumbalarımız suyunu çekmeye başladı. Ben demiyorum, yöneticilerimiz diyor bunu.

Tulumbayı doldurmak için vatandaşın vergilerine yükleniliyor. Motorlu taşıtlar vergisi konusunda yapılabilecek zam oranı yasayla belirlenmişken (% 15), bu oranın yaklaşık iki buçuk katı kadar yükseltilip % 40’lık bir zam yapıldığı kararı açıklanmıştı. Gelen tepkiler sonrası devletin en tepesi konuya müdahale ederek bu oran % 25’e indirildi. Bu zam filmi çok tutunca, devamı olan cam filmi de çekildi.

Bir başka film de ekmekte çekiliyor. Milletimizi israf bataklığından kurtarmak ve sağlıklı bir hayata kavuşturmak gibi ulvî gayelerle ekmek gramajları düşürülüyor. Türkiye Fırıncılar Federasyonu başkanı bunun gizli bir zam olmayacağını söylüyor, hayata geçirildiğinde görürüz artık. Gram/fiyat oranında bir değişiklik olmayacak olsa bile, bunun daha az ekmek almaya vesile olup olmayacağı, israfı ne kadar önleyeceği şimdilik meçhul. Normalde iki somun ekmek alan bir aile, yeni gramajlı ekmeklerden iki somun alınca ihtiyacını karşılamayacak, üç tane alınca da yarım ekmek fazla gelecek. Hayır, fazla ekmeği atmayıp kendi yese, bu sefer de vücuduna israf etmiş olacak. Ondan sonra gelsin bakalım, fazla göbek, diyabet, kalp ve damar hastalıkları…

Döviz karşısında değer kaybeden TL, fiyatlara ve vergilere gelen zamlar, vatandaşın gittikçe artan borcu ve yiyeceği ekmeğin gramajına kadar ince ayar getirilip, altlarında kayıtdışı paraların aktığı vergi cennetlerinde yatırım yapılması, “herşeyin ekmekle başladığı ve ekmekle biteceği” öngörüsünü doğruluyacak mı, göreceğiz…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ekmek-ya-da-ekmemek_446881

Terk-i Dünya, Terk-i Tech

Terk-i dünya terk-i tech

Bugünkü akıl yapısıyla geçmişte yaşamak varmış. Hayatın devamını sağlamak için gerekli minimum şartların çok az, yeryüzünün geniş ve henüz parsellenmemiş durumda olduğu zamanlardan bahsediyorum. AROG filmindeki Arif gibi, fakat kendi isteğiyle ve yanında bugüne dair hiçbir ekipman olmadan gidip orada ömrünün sonuna kadar kalmak… İstediğin yere göç, kon. Kabilene, köyüne ya da kavmine gelen peygambere de iman ettin mi sorun yok. Ki, peygamberlik davasında bulunanlar apaçık delillerle ortaya çıkıyor ve üstelik neredeyse ayağına geliyor. Tabiî, bugünkü imkânlar ve konfordan vazgeçmek kolay değil, bu da işin bir maliyeti.

Bütün ihtiyaçlarını kendi becerisi ile karşılamaya çalışan, her an düşman saldırısı ile karşılaşmaya hazır bir şekilde tetikte duran, beslenme işini standart öğünlerde değil, ne zaman yiyecek bulabilirse halledebilen, hastalandığında veya yaralandığında kendinin doktoru olan, çok sık bir şekilde ölüm tehlikesi atlatan bir insan düşünün. Dünya hayatının fanîliği, insanoğlunun aczi ve fakirliği üzerine çok bir derse ihtiyacı var mı? Her ânı olmasa bile günlük hayatında bu kavramları ona hatırlatacak o kadar çok şey yaşıyor ki. Bir de İlahî mesajın farkında ve iman etmişse, “sevapları leblebi gibi toplar” (Bir Umut Sarıkaya karikatüründe Stephan Hawking’i İslâm’a davet eden kişinin ikna için kurduğu cümlede geçen bir ifadedir). Perde arkasında kendisini esas doyuran, koruyan, hastalandığında şifa veren, kendisini terbiye eden, hayatı ve ölümü Vereni, yani O’nun isimlerini, sıfatlarını ve fiillerini daima hisseder. İbadeti, duası samimâne ve ihlâslı olur.

Zamanla ilim ve teknik gelişti. Buharlı makineler ve sanayi inkılâbı ile birlikte üretim araçları boyut ve kapsam olarak çok değişti. Artık herkesin kendi tarlasında veya atölyesinde bireysel olarak ve el gücüyle çalıştırılan aletlerle yaptığı üretim tarzının sonu geliyor gibiydi. Fabrikalar kuruldu, yüz binlerce insan gittikçe sanayileşen dünyanın üretim süreçlerinde emek-yoğun bir şekilde yer aldı. Uzun çalışma saatleri, ağır çalışma şartları, artan üretim kapasiteleri, stokları eritmek için pazarlama çalışmaları, hesaplar ve dünyevî işler için durmadan çalışma başladı. Ev kirası, faturalar, mutfak harcamaları, eğitim giderleri, ulaşım ve sağlık harcamaları gibi ödeme yükümlülükleri insanları hep daha fazla çalışmaya itti. Durmadan akan sayılar, dönen hesaplar, sayılara indirgendikçe ruhunu kaybeden değerler, somutlaştıkça arzîleşen duygular etrafımızı sardı.

Tıbbî alanda inanılmaz gelişmeler oldu. Eskiden çok ciddi ölümlere sebep olan bulaşıcı hastalıklar bugün çok basit bir şekilde atlatılabiliyor. Aşılar, antibiyotikler, gelişmiş tetkik ve teşhis cihazları, mikro cerrahi, nanoteknoloji derken hastalık ve yaralanmalara bağlı ölümler oldukça azaldı. Ulaşım imkânlarındaki gelişme, üretimin endüstriyelleşmesi, ambalajlama ve saklama sürelerinin iyileştirilmesi sayesinde gıdaya erişim hem ucuzladı, hem de arttı. Zulmen mahrum bırakılanlar hariç açlıktan ölen insan neredeyse kalmadı.

“Sapiens” ve “Homo Deus” isimli kitaplarıyla insanlığın tarih içindeki gelişimlerini evrimsel bakış açısıyla anlatan ve geleceğe dair tahminler yapan Yuval Norah Harari, bu gidişi “hayvanlardan tanrılara” gibi yanlış bir tanımlamayla ifade ediyor. İnsanlığın zaman içinde sağlıkta, bilimde, teknolojide, ticarette, ulaşımda ve sanatta harikulade tekâmül gösterdiği doğrudur. Bu tekâmül neticesinde insanlığın Yaratıcı ile olan ilişkisini zayıflattığı, arada bulunan sebepler katmanını çoğalttığı ve onları sahiplendiği, böylece gaflet perdesini kalınlaştırdığı ve giderek dünyevîleştiği de doğrudur. Sadece boyu uzadığı için artık düğmesine ulaşabildiği ve o düğmeye basmak suretiyle harekete geçirdiği asansörü, arka planında işleyen mekanik, elektronik, malzeme bilimi, endüstri ve bilumum mühendislik aşamalarını inkâr ederek salt kendi bilgi ve birikimiyle yönettiğini zanneden çocuk misali insanlık, İlahî isim, sıfat ve fiillerin rollerini çalmak ve üstlenmek istemektedir. Asansör örneğindeki çocuk, düğmeye basarak yukarılara çıkması ve oradaki vazifelerini ifa etmesi gerekirken, kendine ait olmayan vazifeler üstlendiği ve asansördeki her ayrıntı ile fazladan zaman harcadığı için asansörîleşir ve esas görevini ihmal eder.

Peki, bizi dünyevîleştirmesi tehlikesine binaen endüstri 4.0, yapay zeka, nanoteknoloji, mekatronik gibi konularda Müslümanlar kendini geliştirmesin mi? Ürünlerini kullanmasın mı? Elbette yapsın, fakat bunu yaparken Yaratıcı’sını unutmasın ve bu nimetlerin şükrünü artırsın. Bediüzzaman Hazretleri’nin On Dokuzuncu Lem’a’da anlattığı Gavs-ı Azam’a ait kerameti hatırladım. Keramet, her tarafta tekkelerin bulunduğu zamanlarda geçiyor. Bunu, bugün onlara mukabil “tech”keler bulunması ve “teşbihte hata olmadığı” prensibinden yola çıkarak konumuza uyarlayacak olursak şöyle bir hikâye olabilir:

Bir zaman Gates-i Azam Şeyh Bilal’in Microsofî techkesine çocuğunu gönderen yaşlı bir anne varmış. Oğlunu ziyarete gidince onu 256 mb ram, 40 gb harddisk ve internet bağlantısı olmayan bir eski bilgisayarla uğraşırken görüp acımış, Şeyh’e şekva için gittiğinde ise onu Twitter’larda Facebook’larda gezerken görüp kızmış: “Benim oğlum teknolojisizlikten kırılıyor sen ise tweetler atıyorsun.” Gates-i Azam, “kuş biiznillah” deyince mavi Twitter kuşu telefonun içinden holografik bir animasyonla çıkarak uzaklaşmış. Gates demiş ki, “Senin oğlunun da ne zaman işletim sistemi donanımına hâkim olursa, teknolojiyi kendi zevk ve eğlencesi için değil şükür için isterse, lezzetli tweetler atabilir…”

Microsofî tarikatının esasları “Der tarik-i Microsofî, lazım amed çar terk: terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hostî, terk-i tech” şeklinde ifade edilse de biz onlar gibi yapmaya mecbur değiliz. Bu da Mackî techkesinin sloganı olsun: “İbad olarak İPAD’ı şükür için istiyorsak, tefekkürümüzü artırıyorsa neden kullanmayalım?”
Link: http://www.gencyorum.com.tr/terk-i-dunya-terk-i-tech/

Elon Musk Ziyareti

Elon Musk Ziyareti

Geçtiğimiz haftanın en dikkat çekici olaylarından biri, girişimcilik ve teknoloji konularında akla ilk gelen ve yenilikçi projeleri ile bilinen Elon Musk’ın Türkiye ziyareti oldu. Ziyarette konuşulan konularla ilgili fazla bir ayrıntı verilmese de, Türksat 5A ve 5B uydularının uzaya fırlatılması, Elon Musk’ın sahibi olduğu SpaceX firmasının bu konuda tedarikçi olup olmayacağı, uzayla ilgili projelerde yapılabilecek işbirliği ve elektrikli araçlar gibi konuların gündeme geldiği söylendi.
Hemen akabinde Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, Türk astronotu yetiştirmek için çeşitli ülkelerden teklifler aldıklarını açıkladı.

Yıllar önce göklere çıktığı söylenen yerli uçağımız gibi sadece seçim çalışmalarında afiş süsleme işinde kullanılmayacaksa, bu tarz çalışmalar önemli ve gereklidir. Uzun vadede neticeleri ancak alınabilecek ve masrafları çok yüksek çalışmalardan bahsediyoruz. Bakan’ın ifadesine göre Japonların teklifinde bir astronot yetiştirme maliyeti 25 milyon dolar olarak belirtilmiş. Son 15 yılda defalarca değişen ve en son nitelikli-niteliksiz okul tartışmaları ile gündeme gelen, PISA gibi uluslararı sınavlardaki başarısız sonuçlarla “niteliğini” gösteren eğitim sistemimiz, tulumbada suyun bittiği açıklamaları, 400 milyar doları geçen dış borçlar ve son dönemlerde ekonomik kırılganlık konusunda ilk beş ülke arasında olmamız sebebiyle kaynak ayırmada yaşanabilecek zorluk ve siyaseten yorulmuş kadrolarla bu projeleri hayata geçirmek mümkün olabilir mi? Kısaca, müspet netice için eğitimde nitelik, cepte metelik ve idarecilerdeki dinçlik metalik olmalıdır.

Vatandaşa ucuz et yedirmek için yabancı ülkelerle anlaşan ve et ithal eden yöneticilerimiz, roket konusunda da ucuz maliyet arayışıyla Musk ile görüşmüş olabilir. Bilindiği gibi SpaceX firması yeniden kullanılabilir araçlar geliştirmeye ve böylece uzay seyahatlerindeki maliyeti düşürmeye çalışıyor. Ucuz etin yahnisi hakkında çok olumlu kanaatler bulunmadığı açıktır. Ucuz roket neler getirecektir şimdilik bilmiyoruz, uydularımızı da götürmesini bekliyoruz. Tam da bu noktada, aklıma bir kaç soru geldi: University of Pennsylvania, School of Arts and Sciences’da fizik alanında lisans eğitimi alan Musk’a ne kadar güvenilebilir? Ya soyadının okunuşundaki gibi maske takıyor ve gizli emellerini bizden saklıyorsa? Elin adamı sonuçta… Pennsylvania’da okurken “masklube” partilerine katılmadığını nereden bilelim? Türksat 5A uydusunun yer alacağı roketi iyi kontrol etmek lazım derim. İsmi “A” harfi ile başlayan bir uzay imamı rokette gizlenmiş olabilir. Yakalandığında da “Mars’a bakmaya gidiyordum” diyebilir.

İthal mallarla piyasayı düzenlemeyi düşünen hükümetimiz teknoloji konusunda da aynısını yapsa nasıl olur? Ucuz etin devlet eliyle satıldığı marketlerde acaba ucuz telefon da satılabilir mi mesela? Hatta, o marketlerden birinin, piyasada bilinirliği yüksek ve marka değeri olan ürünlerin ikamesini üretip satarken kullandığı strateji takip edilerek “La phone ten” ismiyle de pazarlanabilir. “La phone ten” marka telefonlar da “Fabble” isimli yerli ve milli şirket tarafından üretilebilir. Saab firmasına 40 milyon euro verip bir araç prototipi alındığı gibi Apple firmasına da aynı şekilde para verilip yerli ve milli telefon prototipi satın alınabilir. Hatta adı masalları andıran “La phone ten” değil, “Uzayfon-İks” gibi daha yerli bir kelime olarak seçilebilir. Tek proje ile hem uzay hem de telefon teknolojilerine göz kırpılmış olur.

***

NEO-KEMALİSLAMİST AKIM

Hükümet partisinin son zamanlarda “Ne o, Kemalist ideolojiyle siyasal islamı mı entegre etmeye çalışıyorsunuz?” sorusunu sorduran tutum ve davranışlarına kısaca “neo-kemalislamist akım” denir.
Bu akımın en büyük tezahürleri 10 Kasım civarlarında hissedilmeye başlanmıştır. Malum olduğu üzere, bu seneki 10 Kasım, Cuma gününe denk gelmiştir. Yıllardır geçilmekte olan kış saatini bir kararname ile değiştiren, Danıştay’dan gelen kararı tanımadan Meclis’ten geçirdiği yeni bir torba yasayla bunu kalıcı olarak hükme bağlayan hükümet, bundan sonraki bütün 10 Kasım’ların Cuma gününe denk gelmesini sağlayacak yerli ve milli bir takvim arayışına girerse hiç şaşırmayacağım. Merak ettim; “uzay, zaman” derken, Elon Musk ile böyle bir takvim konusu da konuşulmuş olabilir mi?
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/elon-musk-ziyareti_446473

Lambalı Siyasetten Yarıiletken Dirensistörlere

Lambalı Siyaset

Benzin ve mazot fiyatlarında son yapılan zamlardan sonra konuşan Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, “Benzin ve mazotla ilgili otomatik olarak kurulmuş olan bir sistem var, buna ne bakanlıklar karar veriyor, ne hükümet karar veriyor, ne de Enerji Bakanlığı karar veriyor. Gerek kur gerekse dünyadaki enerji fiyatlarıyla ilgili artış ne ise o doğrudan oraya yansıtılıyor. Otomatik olarak çalışan bir mekanizma var” dedi.

Bugünlerde her işi yapay zekâya yaptırmak da yeni moda oldu. Bakanlıkların ve hükümetin karışamadığı, otomatik olarak çalışan, belli parametrelere göre karar verebilen bir çeşit yapay zekâ olabilir bakanın bahsettiği bu mekanizma. Asgarî ücretin, işçi ve memur maaşlarının bu mekanizmaya dahil edilmemiş olması, kur ve enerji birim fiyatlarındaki düşüşleri aynen yansıtmaması sebebiyle iktidar lehine “zekice” çalıştığı söylenebilir ve eminim ki bu haliyle Almanya’nın kıskançlık damarını tahrik etmiştir. Araba yapımında ne kadar usta da olsalar, benzin fiyatlarını otomatik olarak sürekli arttırmak ve benzinden alınan ücretin % 67’sini vergi olarak almak bizimkilerin uzmanlık alanı.

Her ne kadar her ilimizde en az bir üniversite bulunsa ve üniversite öğrencilerimizin sayısı geçen sene itibarıyla 7 milyonu aşmış olsa da bahsedilen otomatik mekanizmanın yapay zekâ destekli değil, mekanik çalışma mantığında kurgulandığını zannediyorum. Yanlış anlaşılmasın, yapamayacağımızdan değil de, mekanik ve istendiğinde manuel müdahalelere açık bir sistemin iktidarın işine daha çok geleceğini sandığımdan böyle düşünüyorum. Yapay zekâya bir kural tanıtırsınız, kuralı anladı mı herkese ve her yerde aynı seviyede uygular. Bizde ise nerdeyse her bir kural kişiye, yere ve şartlara göre değişen şekillerde uygulanır. O kadar istisna çıkar ki yapay zekâ kafayı yer, sonunda işletmekten vazgeçer.

Mekanik sistemler metal aksamı bol olan makinelerden ve hareketi iletmeye yarayan dişli çarklar gibi parçalardan oluşur. Fizikî güce dayanır. Her bir parça kendisine gelen hareketi bir sonrakine sorgusuz sualsiz aktarmalıdır. Aktarımda sıkıntı yaşandığında ilgili parça değiştirilir. Eskiden tamir etmek de mümkündü, ama günümüzde tamir için çalışmak hem daha maliyetli olabiliyor, hem de tamir sonrası parçalar eskisi kadar verimli çalışmayabiliyor.

Siyaset cenahında en meşhur sözlerimizden biri “emir demiri keser”dir. Silikon Vadimiz yoktur, kurtlar vadimiz vardır. Dijital yapılardan çok “dişliler” ve “çarklar” bizde muteberdir. İşlerini aksatan memurları tarif için “metal yorgunluğu” ifadesini kullanırız. Kısaca, pek çok işimiz mekanik sistemle işler.

İş makinelerini nefes almamacasına seyretmeyi seven bir ümmet olarak, hareketinin başlangıç ve bitiş noktası belli olmasına rağmen büyük bir heyecanla çarkları takip ediyoruz. Çarkların yarı çapı büyüdükçe, açısal hızlarını korumak için çizgisel hızları da büyür. Yani en büyük çarkları izleyen ümmetin başı dönüyor, kimi bu dönüşlere yetişemiyor bile. Bir de, bazı çarklar dönerken (Çarkıfelek yarışmasında olduğu gibi) bir bakıyorsunuz “PAS” geliyor. Pas ise metal aksamın en büyük düşmanıdır. Metal aksama zarar verir, inceltir, kolayca yorulabilir hale getirir. Ondan sonra, al sana metal yorgunluğu!

20. Yüzyılın en büyük icatlarından biri olarak kabul edilen transistörlerin kullanılmaya başlanmasıyla elektronikte çağ atlandı. Hesap makineleri, bilgisayarlar, uzay araçları ve cep telefonları gibi nice gelişmiş cihaz, lambalar yerine yarı iletkenlerden yapılmış transistörlerin kullanılmasıyla geliştirilebildi. Ne dersiniz, siyaset alanında da çabuk kırılabilen, pahalıya mal olan, ısınması için belirli bir sürenin geçmesi gereken ve ayrıca bir hayli de elektrik sarfiyatı olan lambaların değişme zamanı gelmedi mi? “Yeter, söz milletindir” diyen dirensistörler bir an önce piyasaya çıkmalıdır ki, yapay zekâlara geçebilelim…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/lambali-siyasetten-yari-iletken-dirensistorlere_446085

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: