Bu Blogda Ara

Arşiv

Drone, Orda Durun!


Drone orda durun

İngilizce adı “drone” olan ve dilimize “insansız hava aracı” şeklinde çevrilmiş fakat “dron” şeklinde kullanımı daha yaygın olan araçlar, giderek günlük hayatımızın bir parçası oluyor. Drone’ları kabaca tarif edecek olursak; uzaktan kumanda aracılığıyla, radyo frekanslarını kullanarak insansız bir şekilde havada uçurulabilen nesnelerdir. Çok gelişmiş olanları otonom hareket edebilme kabiliyetine bile sahiptir. Yani otonom hareket edebilen bir aadrona gitmesi gereken koordinatları tarif ediyorsunuz, herhangi bir operatör kontrolü olmadan kendisi kalkıp oraya gidebiliyor.

Drone’lara kamera veya başka aparatlar takıp pek çok alanda faydalanma imkânı bulunması insanları heyecanlandırıyor. Mimariden, sinemaya, tarımdan, arama kurtarma faaliyetlerine, güvenlikten lojistiğe pek çok alanda drone kullanarak yeni ve hızlı hizmetler tasarlanabiliyor. Tabii bu arada insana ve çevreye verebileceği zararlar, uçuş izinleri, özel hayatın gizliliği gibi pek çok sorun da beraberinde akla geliyor. Kız öğrencilerin kalmakta olduğu yurt binalarının pencerelerine drone yaklaştırıp içeriden görüntü almaya çalışmak, hastalıklı bünyelerin eline drone geçince yapabilecekleri çirkin fiillerden sadece biridir.

Hayatımıza giren her yeni kavram, nesne veya teknoloji, belirli bir kabullenme seviyesine ulaşıncaya kadar travmatik bir süreçten geçer. Bu süreç Kübler-Ross modeli olarak bilinen üzüntünün kabullenme aşamaları ile benzerlik gösterir. Kübler-Ross modeli ölümcül bir hastalık haberi alındığında bu gerçekle nasıl yüzleşildiğini anlatır, aşamaları şunlardır:
  1. İnkâr
  2. Öfke
  3. Pazarlık
  4. Depresyon
  5. Kabullenme
Drone’ların hayatımıza dâhil olması sürecini Kübler-Ross modeli ile açıklarsak:

İlk Aşama: İnkâr (küçümseme ve alay ile birlikte)

İnsanımız görmediği şeyi inkâr etmeye meyillidir. Örnek tepkiler:
-Olmaz abi, havada insansız uçacak… yok artık!
**
-Drone’lar mı? Nedir onlar?
**
-Ne dron’lar gördüm, içinde insan yok… şarkısını da yapayım mı Duran abi?
“Ne dronlar sevdim, zaten yoktular..
Böyle bir uçmak görülmemiştir…”


İkinci Aşama: Öfke

Bu aşamada drone’ların sebep olabileceği zararlar vurgulanarak şiddetle karşı çıkılır. Örnek tepkiler:
-Sadece insansız değil, insafsız hava aracı bunlar!
-Katil dronlar! Canidir onlar…
**
-Dronaaa direneee, kazanacağız! (dron karşıtı eylemler sırasında atılacak “sologanlardan”)
-Dıııron uçurmaaaa, sabrımızı taşırmaaaaa!

Üçüncü Aşama: Pazarlık

Kısmi olarak bir kabullenme olsa da, bu aşamada bir uzak durma söz konusudur:
-Benden uzak, Allah’a yakın olsun…
+Uçsun diyorsun yani drone?
-Ne yaparsa yapsın…


Dördüncü Aşama: Depresyon

Bu aşamada gerekli olursa amaca uygun olarak kullanılmak üzere:
Gerektiğinde ambulans drone’lar…
Gerektiğinde itfaiye drone’lar…

Beşinci Aşama: Kabullenme

Drone’lar günlük hayatın bir parçası olarak yerleşmiş ve iyice ayağa düşmüştür… Merdiven altı üretim olmasa bile neredeyse seyyar satıcılarda satılmaya başlanmıştır:
-Drone lazım mı, drone? Nasıl bir şey baktın sayın abim?
+ Sağlam bir cihaz bakıyordum ben…
-Şimdi hemen arkadaşlar sana ayakları yere sağlam basan, güzel bir dron paketlesinler…
+Abi iyi bir drone’un ayakları yere değmemeli, uçuracağız biz… Neyse, bırak, iyice ayağa düştü bu drone işi…
-Bizde drone ayağa düşmez evelallah… “dronunu düşüren kahraman olamaz…”
**
Atasözleri, bilmeceler içerisinde kendisine yer bulmaya başlar:
**
-Çok gürültülü çalışan drona ne denir?
+Senin de dırdıron hiç çekilmiyor!
-Haksızlığa uğrayan drona ne denir?
+”Mağdrone”
-Bilmece bildirmece, dam üstünde uçurmaca?
+Cevabı belli değil mi? Drone işte...
**
“Drone bir saat bile… havada durur, yeter ki şarjı olsun.”
**
"Seyyar satıcı ve drone’cilerin girmesi yasaktır!" (Site giriş yazısı)
**
Şarkılar türküler yazılır:
**
“Kara drone gecikir, belki hiç gelmez…”
“Drone’a, ay drone’a,
Dron’a yar dron’a,
Drone sana gelmiyorsa
Durma sen, yardır ona!”
**
“Rüya gibi uçan yıllar…drone biraz! (Bülent Ersoy ile drone’un imtihanı…)
**
“Dronumu kaçırdılar, damdan dama uçurdular…”
**
“Drone’umun gelir kendi, ne ağa der ne efendi
Bak yine şarjım tükendi, yolun sonu görünüyor…
**
“Drone gelir hoş gelir, ley ley lümü ley…”

Köylü Köylü, Hu Hu!

köylü köylü hu hu

Bingöl’ün Sarıçiçek köyüne düşen göktaşları, köylüleri ihya etti diyor ajanslar. “Nasıl olmuş? Bize de var mı ki?” düşünceleri içerisinde haberleri okudum: göktaşları, bilimsel araştırmalarda kullanılmak üzere Amerikan ve Rus bilim adamları (bilim adamı demeye devam edeni dövüyorlarmış diye duydum, artık “bilim insanları” dememiz gerekiyormuş ama ben alışamadım. Bilim dediğin şey seni “adam” yapmazsa, kim veya ne yapacak? “Oku, adam ol baban gibi, eşşek olma!” sözü atalarımızdan kalma değil midir? Her neyse çok okumuş ve okuduğu bilgiler ışığında adam olmuş bilimcileri kastederek “bilim adamı” diyorum) tarafından köylülerden satın alınıyormuş. Günahı gazetelerin boynuna, gramı 60 dolardan gidiyormuş. Milyonlarca dolar tutarında para harcayarak gökte aradıkları taşlar, yerde bulunmaya başlayınca ecnebiler de üzerine düşeni yapıp köyün üzerine düşen taşları toplamak için, adeta bir overlokçu titizliğiyle köylülerin ayağına gitmiş, beş dakikada taşları almış ve parayı hemen teslim etmiş.  Mevzu emeksiz ve sermayesiz para kazanmak olunca duymayan kalmamıştır herhalde ama internetlerini sonradan açmış olan okuyucular için bir özet geçmiş olayım dedim.

Herkes konuyu kendi meşrebince değerlendirmeye başladı tabii.  “Ne güzel olmuş, keşke bize de düşse” diyenler olduğu gibi, çekemeyenler de,  gariban köylülerin “Allah vergisi” yöntemiyle elde ettiği gelirin vergisini tartışmaya başladı. Neymiş efendim; “bu adamlar havadan gelen taşları sattılar, acaba vergisini ödediler mi?” Tabi bu düşünceler maliyecileri de iştahlandırmış durumda. Neticede bu, “yerli” değil semavi de olsa, bir “milli gelir” olmalıdır, maliyeci kafası ile düşününce. Çünkü milli gelirin en önemli özelliği “kişi başına düşmesi”dir ki, bu taşlar başa düşmek için ellerinden geleni yapmış görünüyor! Köylüler “gayr-i safi” olduklarından büyük bir ihtimalle sattıkları taş için fatura veya herhangi bir başka resmi belge düzenlememişlerdir.  Bu durumda yapılacak en iyi şey, olayın geçtiği yere bir maliye müfettişi yollayıp tahkikat yaptırmak olacaktır.
Vergi tahkikatı yapmak üzere köye giden maliye müfettişi ile köylü arasında geçmesi muhtemel sonsuz diyalog ihtimallerinden birini ben şöyle düşünüyorum:

(-:Maliye Müfettişi , +: Topladığı göktaşını satan masum köylü)

-Köylü köylü!
+Hu hu…
-Meteorun geldi mi?
+Geldi geldi
-Ne getirdi?
+Göktaşı, çakıl
– Kime kime?
+Bana sana… ama biz hepsini sattık: RSA, NASA
-Başka kime?
+Valla başka kimse de ilgilenmedi yani… Zaten meteorun atmosfer dışındaki parçaları şeye doğru gidiyordu… sen söyle…  hah, kara deliğe!
-Kara delik nerede?
+Solucan deliğini bildin mi? Onun diğer ucunda.  Bu sene de ilaçlayamadık tarlaları, hep solucan bastı.
-Solucan nerde?
+Gücün karanlık tarafına geçti
-Karanlık taraf nerde?
+Paralel evrenlerde!
-İşte aradığım cevap!

Maliyeci raporuna şöyle başlar: “Göktaşının kaynağı araştırıldığında paralel yapı ile ilişkisi tespit edilmiş olup… ”

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: