Çocukluğumda sıkça duyduğum bir kelime vardı. O dönem
çok popüler olan “Kara Şimşek” dizisinde kendi kendine hareket
edebilen, suçluları yakalayabilen, bu işlemleri yapabilmesi için
düşünebilen, yeri geldiğinde göğe doğru hareket edip uçabilen (ki
seyircileri en çok heyecanlandıran kısmı burasıydı ve her bölüm yeri
gelirdi) siyah renkli arabanın ismi olan bu kelime, Kamu İktisadî
Teşekkülleri ifadesinin de kısaltmasıydı.
Kamu İktisadî Teşekkülleri olan KİT’ler, tamamı devletin olan veya
büyük ortağının devlet olduğu ticarî işletmelerdi ve Kara Şimşek’teki
adaşına hiç benzemiyordu. Bir kere çok hantal yapılarıyla uçmak şöyle
dursun, bir kısmı yerde sürünüyordu. Her dönem iktidara gelenler
eş-dostlarını buralarda istihdam ettiği için, Maykıl Nayt’ın arabasının
aksine, kadroları çok kalabalıktı. Verimlilik oranlarının düşük olduğu
yönünde eleştiriler vardı. Kendilerinden bahsederken “devletin
sırtındaki kambur” diyenler vardı. “Bu işletmeler satılmalı, devletin
borçları ödenmeli ve kamunun ortak olarak ücretsiz yararlanacağı altyapı
projelerine daha fazla kaynak ayrılabilmeli” diye eleştiriliyorlardı.
AKP iktidarıyla birlikte hız kazanan özelleştirme rüzgârı KİT’leri önüne
katıp “uçurdu”, 2016 yılına geldiğimizde, ekonominin an itibariyle
patronu olan Mehmet “Kara” Şimşek’in ifadesiyle “satacak bir şey
kalmamıştı”.
Satışların öncesinde, sonrasında dedikodular ve tartışmalar hiç eksik olmadı. Özelleştirme ihalelerinin hakkaniyete uygun yapılıp yapılmadığı, satılan kurumların birilerine peşkeş çekilip çekilmediği hep tartışıldı. Bugün geldiğimiz noktada; dış borçlarımız 400 milyar dolar seviyesini aştı, altyapı projelerimiz onlarca yıllık süreler boyunca ve hangi hesaba dayandığı belirsiz bir şekilde işletme garantisi verilerek özel şirketlere yaptırılıyor. İşletim ücreti hesabı döviz üzerinden ve yüksek meblâğlarda vatandaşa fatura ediliyor. Emniyet, pahalı bulduğu için Osmangazi ve Yavuz Sultan Selim köprülerinin kullanımını personeline yasakladı. Merak ediyorum, polisin takip ettiği bir suçlu bu köprülerden birini kullanarak kaçmaya kalkarsa ne olacak? Kullanımı yasak diye takipten vaz mı geçecek?
“Vizontele” filminde “müteahhit Fikri” adında bir tipleme vardır. Müteahhit Fikri, Belediyeden ihaleler alır, fakat işleri bir türlü bitirmez. Sebebi sorulduğunda “işçiler parasız çalışmıyor” diye kendini savunmaktadır. Avans olarak aldığı paraları şahsî işlerinde harcamıştır ve projeyi teslim etmek için ek ödenek istemektedir. Bu “fikri” kendisine örnek aldığını düşündüğüm hükümetimiz de, altyapı projelerinin bedellerinin yüksek olduğunu ve devletin kasasından bir ödenek ayrılmadan yap-işlet-devret modeliyle geliştirildiğini söylüyor, “para olsa biz yapmaz mıydık?” diyor. Vatandaş olarak bizim de “sattığın kurumların parasını ne yaptın?” diye sorma hakkımız yok mu?
14 yılı aşkın bir zamandır tek başına iktidarda olan yöneticilerimiz, ekonomide ciddî tehlike sinyalleri çalmaya başlayınca bütün vatandaşları topyekûn bir seferberliğe dâvet edip elindeki bütün dövizleri bozdurmasını ve ekonomiyi düze çıkarmasını istedi. Terör saldırılarına yüzlerce can kurban giderken, sorumluluk üstlenmek bir yana, bütün vatandaşlardan çevresindeki “terör” ile iltisaklı kişileri ihbar etmesi beklendi. Gerektiğinde polis olması istenen esnafa övgüler dizildi. Numan Kurtulmuş, geçen hafta vatandaşların korkmamasını istedi ve teröre karşı tedbirini alması gerektiğini söyledi. Dolandırıcılar telefonla aradığında, vatandaşın küfür edip telefonu kapatmasını salık veren emniyet müdürleri oldu. Adalet Bakanı, “eşler arasındaki ihtilâfa devlet olarak bizim taraf olmamız ne kadar doğru?” diye sordu.
Kısaca yöneticilerimiz şunu mu diyor: “Devletten artık bir şey beklemeyin, herkes kendi işini kendi yöntemiyle çözmeye çalışsın!” Neye benziyor biliyor musunuz? Yüksek hizmet kalitesi vaat eden, lüks görünümlü bir restorana gidiyorsunuz, girişte, bahşişi dahil belli bir ücreti peşin veriyorsunuz. Sipariş vermek istediğinizde garson size “Maalesef yemek pişirmek için hiçbir malzeme yok, o yüzden yemek yapamadık. Üstelik önceki günlerden kalma bulaşıklar var. Bir el atın, hep beraber bulaşıkları yıkayalım, sonra siz gidip biraz alış veriş yapın ve mutfakta istediğiniz yemeği pişirin” diyor. “İyi de kardeşim, restorant olarak siz ne iş yapıyorsunuz?” diye sormadığımız sürece, hem masrafını karşılayarak yemeğimizi kendimiz hazırlar, hem de restoran sahibine bahşişi ile birlikte hesabı öderiz.
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/muteahhit-fikri_420536
Satışların öncesinde, sonrasında dedikodular ve tartışmalar hiç eksik olmadı. Özelleştirme ihalelerinin hakkaniyete uygun yapılıp yapılmadığı, satılan kurumların birilerine peşkeş çekilip çekilmediği hep tartışıldı. Bugün geldiğimiz noktada; dış borçlarımız 400 milyar dolar seviyesini aştı, altyapı projelerimiz onlarca yıllık süreler boyunca ve hangi hesaba dayandığı belirsiz bir şekilde işletme garantisi verilerek özel şirketlere yaptırılıyor. İşletim ücreti hesabı döviz üzerinden ve yüksek meblâğlarda vatandaşa fatura ediliyor. Emniyet, pahalı bulduğu için Osmangazi ve Yavuz Sultan Selim köprülerinin kullanımını personeline yasakladı. Merak ediyorum, polisin takip ettiği bir suçlu bu köprülerden birini kullanarak kaçmaya kalkarsa ne olacak? Kullanımı yasak diye takipten vaz mı geçecek?
“Vizontele” filminde “müteahhit Fikri” adında bir tipleme vardır. Müteahhit Fikri, Belediyeden ihaleler alır, fakat işleri bir türlü bitirmez. Sebebi sorulduğunda “işçiler parasız çalışmıyor” diye kendini savunmaktadır. Avans olarak aldığı paraları şahsî işlerinde harcamıştır ve projeyi teslim etmek için ek ödenek istemektedir. Bu “fikri” kendisine örnek aldığını düşündüğüm hükümetimiz de, altyapı projelerinin bedellerinin yüksek olduğunu ve devletin kasasından bir ödenek ayrılmadan yap-işlet-devret modeliyle geliştirildiğini söylüyor, “para olsa biz yapmaz mıydık?” diyor. Vatandaş olarak bizim de “sattığın kurumların parasını ne yaptın?” diye sorma hakkımız yok mu?
14 yılı aşkın bir zamandır tek başına iktidarda olan yöneticilerimiz, ekonomide ciddî tehlike sinyalleri çalmaya başlayınca bütün vatandaşları topyekûn bir seferberliğe dâvet edip elindeki bütün dövizleri bozdurmasını ve ekonomiyi düze çıkarmasını istedi. Terör saldırılarına yüzlerce can kurban giderken, sorumluluk üstlenmek bir yana, bütün vatandaşlardan çevresindeki “terör” ile iltisaklı kişileri ihbar etmesi beklendi. Gerektiğinde polis olması istenen esnafa övgüler dizildi. Numan Kurtulmuş, geçen hafta vatandaşların korkmamasını istedi ve teröre karşı tedbirini alması gerektiğini söyledi. Dolandırıcılar telefonla aradığında, vatandaşın küfür edip telefonu kapatmasını salık veren emniyet müdürleri oldu. Adalet Bakanı, “eşler arasındaki ihtilâfa devlet olarak bizim taraf olmamız ne kadar doğru?” diye sordu.
Kısaca yöneticilerimiz şunu mu diyor: “Devletten artık bir şey beklemeyin, herkes kendi işini kendi yöntemiyle çözmeye çalışsın!” Neye benziyor biliyor musunuz? Yüksek hizmet kalitesi vaat eden, lüks görünümlü bir restorana gidiyorsunuz, girişte, bahşişi dahil belli bir ücreti peşin veriyorsunuz. Sipariş vermek istediğinizde garson size “Maalesef yemek pişirmek için hiçbir malzeme yok, o yüzden yemek yapamadık. Üstelik önceki günlerden kalma bulaşıklar var. Bir el atın, hep beraber bulaşıkları yıkayalım, sonra siz gidip biraz alış veriş yapın ve mutfakta istediğiniz yemeği pişirin” diyor. “İyi de kardeşim, restorant olarak siz ne iş yapıyorsunuz?” diye sormadığımız sürece, hem masrafını karşılayarak yemeğimizi kendimiz hazırlar, hem de restoran sahibine bahşişi ile birlikte hesabı öderiz.
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/muteahhit-fikri_420536