Bu Blogda Ara

Arşiv

Şrinkler Köyü

 

Şrinkler Köyü
Şrinkler Köyü

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel yükseklerden uçup, düze inen gönüllerin yaşadığı zaman içinde, kalbur saman içinde, eski zamanların birinde bir ülke varmış.

Varlık-yokluk muhasebesi yapıldığında; bu ülkede yaşayanların yüklüce borçları varmış, ödemek için rezervleri yokmuş. Aslında bir zamanlar rezervleri de varmış ama ne olduysa, aniden buharlaşıvermiş. Pahalı ve lüks araçlar içerisinde binbir koruma eşliğinde seyahat eden amirleri ve onların altın varaklarla süslü odaları olan sarayları varmış ama halkın bir kısmının yiyecek ekmeği yokmuş. Bir kısım safdillere göre bu itibarmış ve itibardan tasarruf edilmezmiş ama ehl-i aklın nazarında bunların itibarla alakası yokmuş. 

Uzun uzun yıllar boyunca uzun uzun ekonomistlerin yönettiği ormanlarının derinliklerinde, küçük üreticilerin yaşadığı bir köy varmış. Kimsenin önünde “mahfi” olarak “eğilmez” iktisatçılar onlara “Şrinkler” diyormuş. Çünkü enflasyonla karşılaştıkları ilk anda, ürettikleri mal ve hizmetlerin boyutunu çaktırmadan küçültür ve aynı fiyata satarlarmış. Buna da “şrinkflasyon” deniyormuş. Böylelikle, ahali eşyanın fiyatının arttığını hissetmezmiş. Hep elli liralık ürün alan millet nasıl hissetsinmiş zaten... 

Biraz uyanır gibi olan vatandaşlar çıkmaz değilmiş tabii. Eskiden bir ekmek 250 gram iken neden şimdi 200 gram oldu diye sorgulamalar başlayınca halkın sağlığını düşündükleri için azalttıklarını söylermiş Şrinkler. KoMEDYA da durur mu, hemen başlarmış çöplere atılan ve israf edilen ekmek haberleri yayınlarmış. Bir iki uzmanı ekranlara çıkarır ve fazla ekmek yemenin insan sağlığına zararlı etkilerini gözler önüne serermiş.

Rüesa takımı da Şrinkler’in bu tavrından memnunmuş çünkü şrinkleme, görünürde enflasyonu arttırmazmış. Buluttan nem, havadan zam kaptıkları anda mantar gibi bir anda çoğalırmış Şrinkler, çünkü mantar evlerde yaşarlarmış. 

Bununla kalsalar iyiymiş, bir de ürünlerin kalitesini düşürüyorlarmış. Meselâ tereyağının içine patates püresi katıyorlar, baklavalara fıstıktan daha fazla bezelye ekliyorlar, limonata yerine limon tadı veren katkı maddeli ve boyalı sıvı veriyorlarmış. Halkın dondurma diye aldığı şeyin ambalajında dondurma yazmıyormuş bile ama küçük harflerle yazdığından kimsenin dikkatini çekmiyormuş. Tüm bunların yanında, miktarı ve kalitesi düşürülmüş ürünlerin fiyatını enflasyonu bahane ederek de yükseltiyorlarmış. 

Ve sonra, korkunç enflasyon büyütücü ENAGargamel varmış, amirlere göre o kötüymüş. “Aaah, Şrinkler, bir gün sizi yakalayacağım, o gün çok pişman olacaksınız” diyormuş.

Tabii, bir de KÖTÜİK varmış. KÖTÜİK allem eder, kullem eder insanların gözlerini boyarmış. Hokus pokus, kırksekiz kırkdokuz diyerek türlü türlü numaralar çekermiş. ENAGargamel ile aynı işi yapıp nasıl farklı sonuçlar bulduğunu soranlar olunca “Bizim hesabımız doğru, ölçülen enflasyonun gerçek değerini biz buluyoruz. Bir de hissedilen enflasyon var, o farklı çıkabilir. Sıcaklık bir şey değil de, nem var nem...” diyormuş. 

Bir gün marketlere yolunuz düşerse etrafı dikkatlice dinleyin, reyonlara dikkatlice bakın. Belki ENAGargamel’in ilan ettiği enflasyon oranlarını fiyat etiketlerinden anlayabilirsiniz. Ve iyi bir tüketici olup, almak istediğiniz ürünlerin ambalajlarını güzelce okursanız, içeriğindeki maddelerin hangileri olduğu ve bu maddelerin oranları, paketlerin gramajları gibi bilgilerden yola çıkarak belki Şrinkleri bile görebilirsiniz...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/srinkler-koyu_593065

Emekli Yıl(d)ı

 

Emekli Yıl(d)ı
İbrahim Özdabak Karikatürü

Türkiye Yüzyılı’nın başladığı ilan edilen 2023 yılının Aralık ayında devlet bütçesi 842.5 milyar TL açık vermiş. Yılın tamamına baktığımızda ise bütçe açığının yekûnu tam bir trilyon 375 milyar TL olmuş. Eski parayla değil bu tutar, lütfen alıcılarınızın ayarlarıyla oynamayınız!

Bir önceki sene olan 2022’de de bütçeyi tutturamamışız. Ama 2023’deki bütçe açığının belirgin özelliği, 2022’dekinin neredeyse 10 katı kadar fazla gerçekleşmiş olması. “Bütçe” bir dil olsa ve biri bu bütçeyi hazırlayanlara “bütçe biliyor musun?” diye sorsa, “anlıyoruz fakat konuşamıyoruz” derler herhalde. “Okuyoruz ama yazmamız yok” da diyebilirler, yazdıkları bütçelerin tutmama oranlarına bakarsak.

Mehmet Hoca ile Hafize Ana Özel “Zamlıca” Lisesi’nde ekonomi dersinin başına geçtikten sonra rasyonel politikalara geçiş yapılmış ve kamuda tasarruf tedbirleri uygulanmasına karar verilmişti. Tedbirlere fazla uyulmadı belli ki. Anlaşılan, “Ye Babam” sınıfı yine bildiğini okudu. Tabii, sayıların şişmesinde mal ve hizmet fiyatlarının yükselmesi, dolayısıyla enflasyon etkisi de var.

Kayıtlı işçi sayısı azalırken ve iş yerleri kapanırken işsizlik oranlarının da düştüğü bir ülkedeyiz. Sanayide kapasite kullanım oranları ve üretimde kullanılan enerji miktarı düşerken ülke ekonomisi büyüme çizgisinden asla taviz vermeyebiliyor, maşallah, sübhanallah... Ölçülen enflasyon ile çarşı pazarda yüzümüze bir tokat gibi çarpan alım gücü düşüklüğü arasındaki ilişkiyi de aynı şekilde düşünebiliriz. Fiyatlar arşa doğru yükselirken enflasyonun düşmesi veya düşük çıkması da normal bu hesaplarla.

Önemli olan isimlendirme zaten. Enflasyon yok ama hayat pahalılığı ile mücadele halindeyiz dediğiniz zaman iş değişiyor. Fiyat artışlarından bahsederken “zam” demek çok itici ve korkutucu. Onun yerine güncelleme, ayarlama veyahut da kalibrasyon tabirlerini kullandığınızda herkes usulca kabullenir. Vatandaşımız kira ödeyemeyecek hale gelebilir, pazara çıkmaya parası yetmeyebilir ve bu durumları  sineye çekip sesini çıkarmayabilir. Ekonomik kriz var dendiğinde ise şalteri atar ve kabullenemez. Merhum Müslüm Gürses bir filminde “Kavga etmeye, adam öldürmeye hazırım ama cinayet işleyemem” gibi bir cümle kuruyordu, aynı mantıkla.  

Vaktiyle, köyün birinde, lakabı “öküz” olan bir adam varmış. Hanımı, bir gün dayanamamış ve bu lakabını ne yapıp edip değiştirmesi gerektiğini söylemiş. Arkadaşlarını toplayan “öküz” bu isteği onlara aktarmış. Onlar da mükellef bir sofra istemişler. Arkadaş çevresini toplayıp şehirde güzel bir lokantaya götürmüş, yedirmiş içirmiş. Yemek faslından memnun kalan arkadaşları lakabını değiştirmeye karar vermişler.

Adam koşarak eve gitmiş ve hanımına müjdeyi vermiş: “Arkadaşlarım artık benim lakabımı değiştirdiler. Bundan sonra bana Tosun diyecekler” demiş. Karısı da “Ah, benim öküz kocam... İki yıl sonra o tosun gene öküz olacak, boşuna sevinme” diye cevap vermiş.

2024 başı itibarıyla SGK ve BAĞ-KUR emeklilerinin maaşlarına yapılan zam, memur emeklilerinkinden yaklaşık 12 puan aşağıda olmuştu. Yükselen tepkiler üzerine emeklilere bir yüzde beş daha zam yapılacağı müjdesi verildi ve 2024 yılının “Emekliler yılı” olacağı duyuruldu.

Gerçek değeri ne kadar yansıttığı herkesin malumu olan enflasyon oranından bile daha düşük seviyede yansıtılacak zamlar emeklilere kaç ay için derman olur, bilemiyoruz. Daha zamlı maaşlar ceplere girmeden fiyatlar aldı başını gidiyor, doları tutmak ise mümkün görünmüyor. Emekli yılı yerine “emekli yıldı” desek daha doğru olur herhalde...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/emekli-yil-d-i_592783

Ekran Zorbalığı

 

Ekran Zorbalığı
Ekran Zorbalığı

Ortalık şiddet haberinden geçilmiyor. Kiracı-ev sahibi arasında çıkan çatışmalar, boşanma aşamasına gelince karısını öldüren adamlar gazete ve televizyon haberlerinden eksik olmuyor. Trafikte yaşanan yol verme kavgalarını canlı olarak takip edebilirsiniz, herhangi bir bültene değil sokağa bakmanız yeterli. Alacak verecek davası sebebiyle sokaklara taşan çatışmalar bile alelade kabul ediliyor artık.

Bu tarz haberleri duyunca üzülüyor ve genellikle böyle olayların cehalet sebebiyle gerçekleştiğine kanaat getiriyoruz. Geçtiğimiz hafta içinde duyduğumuz iki enteresan haber vardı: Birinde kelime-i tevhid bayrağı taşıyan bir vatandaş yumruk yedi ve yüzü gözü kan içinde kaldı. Diğerinde ise Koç Üniversitesi yurdunda, iddialara göre “alt ırka” mensup olduğu öne sürülen bir öğrenci, oda arkadaşları tarafından işkence gördü ve darp edildi. Tam olarak ne olup bittiğini bilmiyoruz, adli mercilere intikal eden olayların ayrıntılarını muhtemelen mahkeme süreci sonrası öğrenebileceğiz.

İki olayda da aktörler, Türkiye’de en yüksek puanlara sahip üniversitelerde ve bölümlerde okuyorlar. Yani, salt cehalet ile olayı izah etmek çok doğru olmayabilir. Evet, yüksek tahsil kazanmak ve okuyabilmek için belli bir bilgi ve zekâ seviyesi gerekiyor olabilir. Lakin, ırkçılık ve tarafgirlik gibi cahiliye devrinden kalma duygular, kültür ve tahsil seviyesi ne olursa olsun insanları iptidaî ve cahilce davranışlar sergilemeye yöneltebilir. 

Gençler bu hale nasıl geliyor?

Telefon, tablet veya bilgisayar fark etmiyor, maalesef bütün ekranlar şiddet görüntüleriyle dolu. Çocukların oynadığı öyle oyunlar var ki, el bombasından otomatik silaha, tabancadan rokete, kullanmadıkları silah yok. Veli toplantısı için gittiğimiz okulda öğretmenler çocukların birbirlerine karşı düşmanca denebilecek kadar kötü davrandıklarından yakınmıştı. Şiddet içerikli oyunlarda gasp, hırsızlık ve hile gibi ahlak bozacak öge olarak ne ararsanız var. Çevrimiçi oynanan oyunlarda oyuncular avatar ve takma isimler kullandıkları için, yüz yüze iken yapmaya çekinecekleri davranışları rahatça birbirlerine karşı sergileyebiliyorlar. Uzun süreler boyunca bunlara maruz kalan çocukların gerçek hayatta da davranış kalıpları bozuluyor. 

Televizyon derseniz, gündüz programları, Palu ailesi gibi hangi ferdinin hangi ferdine ne kötülük yaptığını anlamak için emniyetin cinayet bürosu gibi çalışma gerektiren çarpık örneklerle dolu. Gelinini kesen kayınpeder, eniştesini vuran kayınço gibi üçüncü sayfa haberleri gırla gidiyor. Diziler derseniz, mafya dizilerinde her bölüm bir kamyon dolusu adam ölüyor. Onları geçtim, mafya temasının işlenmediği yapımlarda sürekli birbirine bağıran tipler var. Aşırı zenginlik ve lüks içinde yaşayan insanlar birbirlerinin kuyusunu kazmakla meşgul. Haberleri açıp bakalım diyenler de siyasetçilerin asık suratları ile karşılaşıyor. Kahvehane köşesinde söylese dayak yiyeceği sözleri siyasi hasımlarına hitaben televizyon ekranlarından söyleyip 85 milyona duyuruyorlar. Siyasetçilerin dili nefret dolu. 12 yaşındaki çocukları bile milletin karşısına çıkarıp birilerine hakaret ettirebiliyorlar. Rahmetli Demirel zamanının o incelikli, muzip, hiciv dolu göndermeleri siyaset sahnesinde yer almıyor artık. Hayır, yapan olsa, mevzuyu anlayacak siyasetçi yok piyasada. 

Kısaca, analog veya dijital bütün ekranları sıkarsanız çamur, çirkef, nefret, saygısızlık, hoşgörüsüzlük ve şiddet damlayacak. Tam da en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanda, ortaokul ve liselerde saygı, nezaket ve görgü kurallarının anlatılacağı “Adab-ı muaşeret” derslerinin müfredata eklendiği haberini aldık. İnşallah bu ders, hakkı verilerek işlenir de, gençlerimiz “ekran zorbalığı”ndan kurtulur...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ekran-zorbaligi_592540

Öne Çıkan Yayın

M'Ako Ağa

  M'Ako Ağa M’Ako Ağa, sıra sıra selvilerin dizildiği bölgenin hemen aşağısında, yeşil yeşil çamların arasında kalan sinemada gösteril...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: