Bu Blogda Ara

Arşiv

Dış Güçler...

 


İftardan önceki saatlerde sokağa çıkma yasaklarının başladığı, teravihsiz-camisiz ve bayramı ziyaretsiz-el öpmesiz, değişik bir Ramazan yaşadık bu sene. Minareler arasına asılan mahyaların değil, videoları internete atılan mafyaların konuşulduğu bir Ramazan...

Eski Ramazan’larda sahurda tok tutan gıdalardan bahsedilir, “Hakan Peker, tahin-pekmez” şakaları yapılırdı. Bu sene, yok satan Sedat Peker videoları tartışıldı.

Videolarda pek çok ifşaat var; siyaset-mafya-iş dünyası ile ilgili çarpık ilişkiler, uyuşturucu ticareti, kara para aklama, haraç almak için bir yerlere çökme, cinayetler, adam dövmeler, mekân basmalar ve akla gelebilecek türlü türlü ahlaksızlıklar...

Dehşet verici bu iddiaların bir kısmına karşı yalanlama gelmiş olmakla birlikte, vatandaşlar, yapılan açıklamalardan tatmin olmuşa benzemiyor, daha fazla bilgi ve belge bekliyor. Her işte olduğu gibi cumhur reisinin resmi açıklamasına göre kendini konumlayan çevreler, 25 gün boyunca beklediği işareti aldıktan sonra özetle şunları dedi: “Bütün bu olanlar dış güçlerin oyunları, ezanlar susmayacak ve bayrağımız inmeyecek...”

Başları her sıkıştığında dış güçlere vurgu yapan kesim öncelikle şu soruların cevabını vermeli; ülke olarak dışardan güçlerin saldırısını celbedecek özelliğimiz ne? İştah kabartacak bir servet vaat eden maden-tabiî kaynağımız mı var, dünyanın başka yerinde yetişmeyen hayati öneme sahip zirai ürünler mi yetiştiriyoruz, kimselerin sırrına vakıf olamadığı teknolojik ürünler mi geliştiriyoruz, sanat ve kültür alanında dünyanın hayran olduğu eserlerimiz mi var?

Enerji ve hammadde konusunda çok büyük oranda dışarıya bağımlıyız. Tarım üretiminde, yanlış tohum politikası, verimli arazilerin heba edilmesi, kaynakların verimli kullanılamaması, üreticilere destek olunmaması, kısıtlı desteklerin yanlış uygulanması, samandan buğdaya, arpadan pirince her ürünün ithal edilmesi gibi sebeplerle gün geçtikçe daha kötüye gidiyoruz. Dünya üretiminin büyük çoğunluğunun ülkemizde yapıldığı mahsüllerin bile borsası ülkemizde değil, fiyatını başka ülkeler belirliyor. Ham ürünü bizden 10 liraya alıp işledikten sonra 100 liraya satıyorlar, o derece yani.

Yandaşlık esasına dayalı kadrolaşan üniversitelerimizin akademik başarısı malum. Hiçbir uluslararası yayına makale göndermemiş üniversitelerimiz var, kütüphanesindeki kitap sayısı öğrenci sayısından az olan okullarımız var... İyi-kötü, eskiden kalma akademik başarısı olan üniversiteleri de bozma eğilimindeyiz. PISA sınavlarında son sıralarda yer bulabiliyoruz. Yerli teknolojik üretim iddiasında olanların büyük bir kısmı, Çin’de merdiven altında ürettirdiği parçaları, ülkemizdeki montaj hattından geçirerek birleştiriyor.

Sanat hiç demeyin, atalarımızdan miras kalan eserlerin restorasyonlarındaki rezaletler yeteri kadar fikir veriyor. Hiç dokunmasak çok daha güzel kalacaklar. En gözümüzün bebeği Ayasofya’da bile 1500 yıllık kapı parçalanmış, giriş kapısının üzerinden kablolar sarkıyor, yönlendirme tabelalarının üzerindeki yazılar İngilizce’ye kötü çevrilmiş, yazım yanlışları var. Şehirlerin girişlerinde yaptırılan devasa karpuz, kavun, semaver, kol saati, bilezik gibi estetikten yoksun mimari faciaları muhtemelen görmüşsünüzdür. Sokaktaki vatandaşın hayatını yansıtmayan, ahlaki değerlerimizle bağdaşmayan bazı dizi filmlerimizin yurtdışına ihracını saymazsak, o alanda da bir başarımız yok. Kısaca, yeni bir eser oluşturamadğımız gibi, var olan eskileri de hızla bozuyoruz.

Elde kalan, en iddialı olduğumuz inşaat ve emlak işleri. Oradan da elde edilebilecek kazanç sınırlı ve sorunlu. Tarım ve orman alanlarını dönüştürdükçe ekosisteme zarar veriyoruz. İklimi bozuyor, hayvan ve bitki türlerini yok ediyoruz. Tarımsal ürün çeşitliliği ve kalitesi bozuluyor, üretim azalıyor. Bir toprak veya bina bir kere satılıyor nihayetinde, peki sonra ne yapacağız? Son ağaç kesildiğinde, son nehir kuruduğunda, son balık öldüğünde paranın ve betonun yenmeyen bir şey olduğunu anlamayı mı bekleyeceğiz?

Bütün bunları boşverelim, diyelim ki, sebebini veya kaynağını bilmesek de çok güçlü olduğumuz için dış güçler bize saldırıyor olsun. Bize saldıran tam olarak kim? Güçlüysek, korkmadan onları ifşa edebilmeli değil miyiz?

Bize nasıl saldırıyorlar ve neden bu saldırılardan etkileniyoruz? Bize sürekli aynı yerden saldırıyorlarsa, o yöndeki zayıflığımızı neden gidermiyoruz? Farklı yönlerden saldırıyor ve her seferinde bizi etkilemeyi başarıyorlarsa, çok fazla zayıf noktamız olduğu anlamına gelmiyor mu, güçlülük iddiamızı gözden geçirsek mi acaba?

Yabancı etkisinden bu kadar şikayet ediyorken, neden Londra’daki yatırımcılara şirin görünmek için taklalar attık? ABD şirketlerine nasıl güvenip de yatırım için çağırıyor ve onlara güvence vermeye çalışıyoruz? Onlara muhtaç mıyız? Ülkemizi karıştırmaları için mi çağırıyoruz?

En önemlisi, köfteci-etçi gibi esnafın haraca bağlandığı, yat limanlarına “çöküldüğü”, iş adamlarının, gazetecilerin cinayete kurban edildiği, basına saldırı dahil her türlü hukuksuz cezalandırma sisteminin işletildiği iddialarını duyan, gece yarısı hangi kararname ile hangi yükümlülükler altına gireceğini kestiremeyen yabancı yatırımcı ülkeye gelir mi?

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/dis-gucler_543712

Aşılara Tutunmak...


 

AKP ve MHP kongrelerine denk gelen zamanlarda girilen normalleşme, Nisan ayında virüs bulaşması vak’alarının sayısını arşa çıkarınca, bazı ülkeler bize uçuş yasakları uyguladı ve vizeleri askıya aldı. Ramazan dönemi boyunca teravihlerin iptal edilmesi ve tam kapanma tedbirlerinin bayram günlerini kapsayacak şekilde uygulanmasının turizm sektörümüzü kurtarmaya matufen yapıldığı açıkça ifade edildi.

Aşıişleri –düzeltiyorum, Dışişleri – Bakanı’mız, Almanya’da turizmle ilgili konuşurken teminat verdi, “turistin göreceği herkes aşılanacak” dedi. Tepkili sesler yükselince “turist dediysek neden sadece yabancıları anladınız ki, yerli turistler için de söyledim” manasında bir tevil getirdi ama bu açıklama önceliğin paraya verildiği gerçeğini değiştirmedi. Kafası karışanlar için nihai nokta Erdoğan tarafından kondu: “Turist zaten gelmiyor, gelene yasak mı uygulayalım? Oradan 3-5 dolar gelecekse bırak gelsin!”

Turizm Bakanlığı, geçtiğimiz hafta çok tartışılan bir video sundu. Videoda, “eğlenmenize bakın, ben aşılıyım” anlamına gelen ingilizce bir ifadenin yazılı olduğu maskeler takan personel vardı. Aşılanma reklamı yapmak istediler ama vatandaş tarafından durum aş”ağ”ılanma olarak anlaşılınca video apar topar silindi.

Aşılanma meselesini ön plana çıkardık ama memlekette o kadar aşı var mıydı ki? Aman bir terslik çıkarmasın diye huyuna suyuna gittiğimiz, Uygur Türklerine yapılan mezalime ses çıkarmadığımız, çıkaranları susturduğumuz veya elimizle kendisine teslim ettiğimiz Çin, kim bilir neye kızıp da söz verdiği aşıları göndermeyince, aşı randevuları iptal edilenler, ikinci doz randevusu 8 hafta sonrasına atılanlar oldu. Neyse ki, bir zamanlar “acı vatan” denilen ve şimdilerin “aşı vatan”ı Almanya’dan aşı müjdesi geldi. Koca Sağlık Bakanı’mız 120 milyon doz aşı haberini verirken, “o ki bana inanmıyorsunuz, aha da sahabına sorun” dercesine Uğur Şahin’den rakamları teyit etmesini istedi.

Alternatif Maske Mesajları

Madem artık bol bol aşı gelecek, yerli yabancı bütün tursitlerin görebileceği kişilere, üzerinde ilginç mesajlar taşıyan yeni maskeler tasarlamak lazım. Yeni formlümüz HMMM: Hijyen, mesafe, maske, mesaj.

"Aşılarımız turizm zoru, Allah'ım sen turisti koru!", "aşı bir otobüstür; binmesini bilmeli, son kafile gitmeden turiste görünmeli", “çağırdım gelmediler, sen aşısızsın dediler” veya "turiste can feda, aşı olmayana elveda!" gibi kamyon arkası yazılara benzer eğlenceli maske sloganları geliştirebiliriz. Ya da, “He-man” etkisini gösterebilecek “maskelerin gücü adına, ben aşılıyım artık!” yazısına ne dersiniz?

Bazı meşhur şarkı sözlerine benzer yazıları kullanmak da mümkün, mesela:

“Virüse bulamıyor kimse derman
Öyle zor ki dövizsiz olmam
Devletten geldi büyük ferman
Aşıların çocuğuyum, ben aşılar çocuğuyum”

“Gözümde canlanır koskoca mazi,
Turistler nerede, ben neredeyim
Suçumuz neydi, aşımızı da olduk işte
Gel gör aşılandım, ben ne haldeyim

Corona birikti sığmaz içime
Bin maske taksam da azdır virüse
Dövizi unutan turizmciye,
Mutluluktan haber ver direkt aşı”

“Sevdim seni inanamayacağın kadar paralı turist
Damarlarımda dolaşan şu aşılı kanımda koronanın adı yok
Aşılanmışım, aşım eşkalim bilinmekte
Üstelik maskem de tam şuramda...
Kirli sakalıyla turist kafilesi gezinmekte
N'eylersin ki çember daralmakta
Yasal injektörüyle bir Aşişleri bakanı yaklaşmakta...”

“Aşı olmak özgürlükse
Özgürüz ikimiz de
Turist, yuvasız çalı kuşu
Bense kafeste kanarya
O dolaşmış ülke ülke
Savurmuş dövizini
Ben yetirememişim gelirimi
Başvurmuşum hibelere!”

 Turizmi yaşatırız belki bir kaç yıl, aşılara tutunarak... Fena mı olur?

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/asilara-tutunmak_543328

P(H)aramparça...

 


Kitle iletişim araçlarının gelişmesi sayesinde, eski zamanlara kıyasla uzaklar artık daha yakın. Dünyanın öbür ucunda olup biten şeyleri saniyesi saniyesine takip edebilme imkanı geldi. Cebinde kamerası olan araçlarla isteyen herkes kendi hayatındaki ve çevresindeki gelişmeleri dünya ile paylaşabiliyor. Bunun yapılabileceği pek çok sosyal medya aracı mevcut.

Sosyal medya ortamında yapılan paylaşımlarda göze çarpan şöyle bir genel husus var: Herkes mutlu, herkes zengin, herkes kraliyet ailesine mensup gibi asil bir tavır takınmış, lüks arabalar, şatafat, debdebe alabildiğine… Televizyon ve internette gördüğü bu hayatları yaşamak isteyen gençler özeniyor tabi: Yalılarda geçen hayatlar, bitmeyen bir tatil ve eğlence…

Elindeki imkanlarla bu lüks hayatı yaşayamayacağını idrak eden gençlerden bazıları iyi bir tahsil ile güzel fırsatları yakalayacağını düşünebilir. Uzun süren, ortaokuluna, lisesine, üniversitesine girmek için bitmek bilmeyen sınav maratonlarından geçecek kadar meşakkatli ve masraflı bir eğitim süreci sonunda çok da hayat pratikleri ile uymayan ve kalitesi tartışmalı bir eğitim aldığını fark edene kadar… Bitmedi, ağır iş sınavları, mülakatlarda kaybetmeler, atama beklemeler, kadro peşinde koşturmalar… Hadi, kamu olmadı, özel sektörde şansını denemek isteyenler en az beş senelik tecrübe duvarı ile karşılaşıyorlar. Herkes tecrübe arıyorsa bu tecrübe nerede ve nasıl elde edilecek ki? İstediği gibi bir iş bulmasını geçtim, bulabildiği ya da çalışmaya razı olduğu işte en temel insanî ihtiyaçlarını karşılayacak bir ücret alıp almayacağı belli değil. “Sigortası tam yatacak mı, fazla mesaiye kalacak mı, tamamlaması için kendisine verilen hedefler üzerinden baskı yiyecek mi, görev tanımı ile ilgisiz bir sürü başka iş kendisinden istenecek mi?” gibi pek çok soru var cevap bekleyen.

Bunun yanında, sınava girmeden veya girmişse soruları önceden temin etmişlerin en güzel kurumların en güzel makamlarına yerleştiğini görmek, sadece birilerinin yakını olduğu için mülakat sınavlarında kendisine torpil yapılanları duymak, belediye ve devlet ihalelerini en iyi rüşveti verenlerin aldığını haberlerde okumak kişilerde geleceğe dair umutları kırıyor. İyi bir mevkiye gelmenin ve yüksek hayat standartlarına yetecek maaşlar almanın çok çalışarak elde edilebilecek şeyler olmadığını anlayıp buna isyan edenler, ya çalışmalarının takdir göreceği ülkelere göç ediyor ya da en kısa yoldan para ve itibar kazanacakları işler peşinde koşuyor.

Düğünyevîleşme

İşi gücü bir şekilde yoluna koydu diyelim gencimiz, sıra geldi mi evlenmeye… Altın, çeyiz ve ev eşyaları, hadi diyelim evlenecek gençler kullanacağı için, onlara yapılan yatırım kayıp değil. Kıyafetler, hediyeler, ikramlar ve bahşişler gibi masraflar ele güne karşı birer gösteriş vasıtası. En mazbut insanların içinde bile konu düğün olunca en dünyevî endişelerle hareket edenleri görebiliyoruz maalesef. Söz konusu düğün olunca en dünyevî duyguları takınmaya “düğünyevîleşmek” diyebiliriz. Düğünyevî masraflar öyle çok olur ki şöyle düşünün: İki 14 Şubat, bir 28 Şubat eder ki, o da neredeyse 1000 ay sürecek taksitleri kredi kartına getiren “POS” modern bir darbe olarak maaşa yansır. Pos cihazlarını uzatan tezgahtarların şifreyi görmemek için “çevik bir” hareketle başlarını yana çevirmeleri bile ironiktir.

Kısaca, hayatının her devresinde gençler, bir şekilde kısa yoldan çok para kazanma arayışlarına sürüklenirler. Yapılan iş ne olursa olsun, kanuna ve ahlaka aykırı hareket edilerek çok para kazanılabilir. Allah’tan korkusu ve kuldan utanması olmayan herşeyi yapabilir. Sattığı süte su katmak, tereyağına patates ezmesi karıştırmak, inşaat yaparken malzemeden çalmak gibi. Bunların dışında, “legal” görünen ama “etik” olarak tartışmaya açık olan bahis oynama, arsa, borsa, coin gibi alternatifler maalesef gençler arasında oldukça yaygın. Etik olarak tartışmaya açık olması, sistemde birilerinin kazancının diğerlerinin kaybından oluşması sebebiyledir. 10 kişi para yatırır, sekizi kaybeder, ikisi kazanır ama sonuçta kasa hep kazanır.

Alınan emtianın haddizatında katma değer üretecek yapısal olarak bir değişim olmadığı halde spekülasyonla değer kazanması durumu vardır. Bir devlet başkanı veya iş adamının attığı tweet sebebiyle kazanılan değer, başka bir tweetle veya söylenti ile de pekala bir anda kaybedilebilir. Kârlı bir yatırım yaptığını düşünen kişiler üşüşür, araç balon gibi şişer ve zamanı gelince de patlar. Patlayan balonda kaybedenler, zararlarını telafi etmek için olmadık yöntemlere başvururlar, Allah korusun. Haram bir parça peşinde koşarken, paramparça olma tehlikesi var.

İşine hile-hurda karıştırmadan, kolayca para kazandıracak yöntem, yazılım, mobil uygulama veya teknolojinin imkanlarından faydalanarak en az emekle en çok parayı kazandıracak yeni bir araç geliştirme arzusunda bir beis yok. Yeter ki, “helâl ya da haram, yeter ki artsın param” denilerek haram yollara tevessül edilmesin. Kazanırken şunu düşünelim: param mı artıyor yoksa haram mı?

Link: https://www.gencyorumdergisi.com/2021/05/pharamparca/

TÜVİK

 

Sefer Selvi Karikatürü

Anayasa değişikliğinin konuşulduğu şu günlerde, istediğinde sorumluluk sahibi olmadan iktidar ortağı olarak güç ve yetki kullanan ve istemediğinde “muhalefetimsi hareket” eden cenahın yüze yüze kuyruğuna getirdiği, 100 maddelik olduğu söylenen anayasa taslağında teklif edilen Türkiye Liyakat Kurumu diye bir kurum varmış.

Tam olarak nasıl çalışacağının ayrıntıları tabiî ki henüz kamuoyuyla paylaşılmadı. “Özeleştirme Genel İdaresi” ile birlikte düşünülürse müsbet neticeler verebilir, neden olmasın. Eleştirileri hep dışarıdan ithal etmek yerine yerli ve millî öz eleştirilerimizi kullansak fena mı olur? 

Hakkıyle işletilecek olduktan sonra kurumların anayasa içerisinde olmasına da gerek yok aslında. Sağolsun iktidarımız, gerek torba yasaları ile olsun, gerek genelgelerle olsun, anayasal haklara aykırılıklarına bakmadan, aklından geçirdiği herşeyi Resmî Gazete’de yayınlıyor. Her gün, gece yarısını biraz “genelgeçer” bir saatte, yeni bir genelge ile biz kullara neyi yapıp neyi yapamayacağımız bildiriliyor. “Bu da genel, bu da geçer ağlama” türküsüyle karşılıyoruz biz de genelde... Çek tahsilatları ile ilgili son dakika torbası ile geçen bir kanun, piyasaları allak bullak edip ödeme-takas sistemlerini kilitleyince hemen bir genelge ile düzeltme yoluna gidildi, ama telâfi edilmesi zor hasarlar bıraktı. 

“Tam kapanamama” döneminde marketlerde satılabilecek-satılamayacak ürünler hususunda çıkan genelge de kafa karıştırdı. Tıpkı, yasaklı günlerde çalışma izin belgesi almadaki süreç gibi. Yasağın başlamasına saatler kala, e-devlet üzerinden başvuru yapılması gerektiği duyurulunca sistem kilitlendi. Israrla belgeyi almak isteyen bazı şirket çalışanları belgeyi günler sonra da olsa alabilirken şirket sahiplerinin muafiyeti olmadığı gibi garabetler ortaya çıktı. Şirketlerin faaliyet kodlarının yanlış eşleşmesi sonucu izin alamayanlar oldu, alt işverene bağlı olduğu için, muafiyet kapsamındaki bir yerde çalışsa bile belge çıkaramayanlar oldu, velhasıl, saç baş yolduran süreçte en son, elle yazılmış belgelerin de geçerli olduğuna dair genelge çıktı. 

O KURUM

Tabiî, daimiyen her can ermez bu sırra, bir bakarsın “masasına oturmayız” denilen Sisi ile ilişkileri normalleştirmek için diplomatik bir heyet gider Mısır’a... Koyun olup ağladılar ardı sıra, bu da genel, bu da geçer, ağlama!

Anayasada yer almamış ve hiçbir kanunda ya da genelgede adı konmamış olsa da işlediğine inandığım gizli bir kurumumuz var, TÜVİK: Türkiye Virüs İşleri Kurumu. Bu kurumun en önemli görevi, virüsle ilgili başta istatistiki bilgilerin yayınlanması olmak üzere her türlü düzenlemeyi yapmak. Aşısızlık oranları, “en filyasyon” rakamları, geçerli vak’a sayıları, vak’aların illere göre dağılımı, sürece güven endeksi gibi istatistikî veriler hep TÜVİK işi gibi geliyor bana. “Test sayısı sebeptir, vak’a sayısı sonuç... Öncelikle test sayısını düşürmeliyiz” yaklaşımı ile hesap yapılıyor olmalı. 

Salgının en başında, dünyanın her köşesine virüs bulaştığı halde bizde yok dedi TÜVİK. DSÖ tarafından pandemi ilân edilip ülkelere vak’alara göre yardım yapılacağı duyurulunca biz de açıkladık. Cümle âlem, başta Çin olmak üzere uluslar arası uçuşlara kısıtlama getirirken biz Çin uçuşlarını en son kapatan ülke olduk. Virüsle mücadele için müteahhitleri koruma tedbirleri getirildi. Maske dağıtımını devlet yapacak, satışı yasak dendi, e-devlet kilitlendi, kimse alamadı. PTT ile evinize gelecek dendi, gelmedi. Eczaneler eliyle bedava dağıtılacak dendi türlü aksaklıklar çıktı. En son satışına izin verildi de millet rahat bir nefes aldı, maske ile ne kadar rahat alınabiliyorsa... 

Başlamasına iki saat kala ilk sokağa çıkma yasağı ilân edildi, insanlar panikle sokağa fırladı. Tatil günlerinde kısıtlama yapıldı, iş günlerinde serbestçe dolaşıldı. Turist çekmek için normalleşmeye geçildi, bulaşma vak’aları tavan yaptı. Vak’a sayıları gizlendi, halkın iyiliği için dendi. Aşılar için geçen yazdan beri ülkeler sipariş verdi, anlaşmalar yaptı, TÜVİK bu sipariş işinde kime nasıl kıyak geçeceğine karar veremediği için geç kaldı. Elli milyon-yüz milyon, bugün-yarın, yaza-bahara gelecek diyerek sürekli farklı bilgiler verildi. 

Turistlerin göreceği bütün Türklerin aşılanacağı bilgisi ile rahatladık doğrusu. Cem Yılmaz’ın meşhur sorusu geliyor akla tabii: “Peki, biz de turistleri görebilecek miyiz?” Ülkemize gelecek turistlerden PCR testi istemeyecekmişiz. Yeter ki gelsinler, biz Ramazan’da teravihleri de iptal ederiz, bayramda eve kapanırız, isterlerse bir süreliğine ülkeyi boşaltıp gidebiliriz, biz kimiz ki turistler yanında. ‘Gel, ne olursan ol’larla çağrılan her turist cebi dolu dollar’la gelse iyi olur, 128 milyar doları denkleştirmek gerekecek. 

Otel sahibi Kültür ve Turizm Bakanımız, turizmi canlandırmak adına, 17 Mayıs’ta günlük beş bin vak’a siparişi verdi. Göreyim seni TÜVİK, aslansın sen, ne yapar eder, bu sayıyı (y/t)utturursun...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/tuvik_542476

Hayrat Eve Sığar mı?

 

İ. Bülent Çelik Karikatürü

Hafta içi akşam saatlerinde başlayıp sabaha şafak vaktinde biten, dini ve milli bayramlarda devreye giren, yıl içinde haftasonları uygulanıp hafta içi çalışma saatlerinde yüzüne bakılmayan kısıtlama-kapanma-dışarı çıkma yasağı 17 gün boyunca tam uygulanmak üzere başladı. Yalnız kızlar, hadi erkekler derken cümbür cemaat ve bütün mahalle moduna geçildi yani.

Geçildi geçilmesine de, tam kapanma  denilen şeyden muaf tutulan kişiler 42 maddede sayıldı. Geçen sene, kapanmalar resmi olarak başlamadan önceki dönemlerde sokakta dolaşan kişi sayısı bile tam kapanma günlerinde olduğundan çok daha azdı. Evde kalması gerekenler listesi o kadar maddeden oluşmuyor, onları sayıp geri kalan herkes çıkabilir dense daha açıklayıcı olabilirdi. Nasreddin Hoca’nın meşhur türbe kapısı geliyor akıllara, duvarları olmayan türbeye dikilmiş kapı... Ne kadar etkili olur bilinmez, en azından “bakın, sert önlemler aldık” deyip turist toplamaya faydası olabilir. Dış siyasetteki başarıızlıklarımıza virüs vak’alarını da ekleyip bize kapıları kapatan, uçuşları yasaklatan pek çok ülke oldu zira.

Evet, insanların neredeyse yarısı dışarıda ise de, diğer yarısı evde. Evde tutulan yüzde elliyi bayram öncesi kara düşünceler kaplamıştır: dükkan kirası, elektrik, su, doğalgaz, internet ve telefon faturaları, borç çekleri, eleman çalıştırıyorsa maaşları, kredisi, kredi kartı borçları nasıl ödenecek? Kapat demesi kolay da, taş mı yiyecek bu insanlar? Bugüne kadar virüsle mücadele kapsamında konut kredilerinin oranlarının düşürülmesi, esnafa kredi verilmesi, işsizlik sigortası fonlarının kullanılması gibi ultra etkili yöntemler kullanıldı. Hatta, esnafa “hazinemiz milletin emrinde” dendi ve İBAN numarası verilerek milletin ödeme emirleri beklendi. Bu desteklerin hiçbirini beğenmeyen kıskanç İMF, bütçesine oranla vatandaşına en az sosyal yardım yapan ülkeler arasında saydı bizi.

Salgının başladığı ilk günlerde tam kapanma çağrısı yapanlara terörist muamelesi yapanlar vardı. Onlara göre insanları sokaklara çağıran da darbe iması yapıyor, (her nasıl oluyorsa) evlerde kalınmasını isteyen de. Hükümetçe alınan her kararı istisnasız alkışladıkları için bu tam kapanma hakkında ne düşündüklerini de merak etmiyoruz doğrusu. Muhakkak kendilerince bir tevili vardır.

Şimdilerde, bütün muhaliflerin kapanma günlerinde Bodrum’a gittiğini zannedenler var. Onlara göre Türkiye’de fakirlik diye bir şey yok, sakın ekmek bulamadığınızı söylemeyin, “biraz onlara abartı gibi” geliyor. Ak tav-şanla şöhret kapılarının kendilerine açıldığı, “Ailece Harikalar Diyarında” dolaşan bu kişiler genellikle bir kaç farklı yerden yağlı ballı maaşlar alıyorlar. Sadece kendileri değil, aile fertlerinin hepsi cafcaflı makam ve mevkilerde dolaşıyor. Yirmili-otuzlu yaşlarda büyük büyük, uçan kaçan kurumların genel müdür yardımcılığına getirilenler var mesela. Genç işsizliğin tarihi zirvelerde dolaştığı bugünlerde şair Necip Fazıl gibi şunu dedirtiyorlar insana:

“Bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir maaş

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa

Yaşasın, kefenleriyle mitinge gelen yalakaraborsa!”

Aldığı birden fazla maaşı yasal ve etik bulanlar var. Ne de olsa “tek maaşla geçineni etmeli takdir,
çok sayıda maaş alanın hakkı etiktir” diye bir şey var. Birileri de aldıkları maaşları hayır hasenat işlerine harcadıklarını söyledi. İnsan gerçekten “hayrat” ediyor demek ki. Hayat eve sığar derler ama hayratının boyutuna bakarak bu zevata hitaben “hayrat eve sığmaz” diyebiliriz. Allah, hepimize eve sığmayacak hayrat yapma fırsatı versin inşallah...

Ticarete bakanlık yapacağı yerde kendi ticaretine bakan kişiler, nüfus müdürlüklerini kullanarak yurtdışına kaçanlar, iktidar sahiplerine yakınlıkla elde ettiği nüfuzu kullanarak gayrımeşru işler çevirenler alabildiğine... Tekerlemesi bile var:

“Ampül yandı
Sinekleri çekti
Tombul keş
Lüks arabaya koş
On asgari ücrete bedel, arabanın bir tekeri
Pudraların şekeri
Hop mop

128 milyar dolar, oldu 159 altın top
Bundan başka oyun yok”

Bunlara başka oyun yok, değil mi vatandaş?

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/hayrat-eve-sigar-mi_541990

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: