Türkiye’de, iyi bir gelecek kurmanın
yolunun iyi bir üniversiteyi bitirmek olduğuna ilişkin yaygın bir inanış
hâkimdir. Doğru ya da yanlış olduğu tartışılabilir, ama ülke
gerçeklerine uygun olduğu kesin. İyi
firmalar, iş ilanlarında hep iyi üniversitelerden mezun olma şartını
koyuyorlar. Gerçi, ayrımcılığa neden oluyor diye bu konuda yasal bir
düzenleme getirildi, ama anlayış değişmediği sürece, o firmaların insan
kaynakları muhtemelen, başvuruları ilk turda üniversitelere göre ayırır,
ikinci turda belirli üniversitelerden mezun olanları değerlendirir. Bir
arkadaşım anlatmıştı; Kadının biri dolmuşta giderken, yanında oturan ve
yolda tanıştığı diğer bir kadına oğlunun ODTÜ’yü kazandığını anlatıyor
ve bütün dünyanın duymasını istercesine bağıra bağıra bunu yapıyormuş.
“Zaten şekerim, Türkiye’de ODTÜ, İTTÜ ve BOĞAZİTTÜ haricinde okunacak
okul mu var?” dediğinde dolmuş kopmuş haliyle…
İlkokuldan itibaren hayat bu
istikamette şekillendirilmeye çalışılır. İyi bir ilkokulda, iyi bir
ortaokula, iyi bir ortaokulda iyi bir liseye ve iyi bir lisede de tabiî
ki iyi bir üniversiteye gidecek bir yol vardır. Doksanlı yılların
başında lise bittikten sonra, üniversite kazanılmadıysa dersaneye
gidilirdi. İkinci el bir araba fiyatı ölçüsü hiç değişmediği hâlde,
dersaneler gittikçe hayatımızın parçası oldu. Okumaya niyeti ve yeteneği
olsun olmasın, herkes, diğer herkes dersaneye gittiği için gitmeye
başladı. İmkânı olanlar tabii bunun yanında özel ders de alıyor.
İlkokulun sonundan başlayıp üniversiteye kadar gelen ve hayatlara ipotek
koyan bu sınavlar silsilesi, çoktan seçmeli sorulardan oluşunca, çocuk
ve gençlerimiz beyinlerini “test food” denebilecek bilgi gıdasıyla
dolduruyorlar.
Mevcut sınav sistemi, her ne kadar bizi
memnun etmese bile, ehven-i şer kabilinden uygulanabilir en adil
çözümlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Açık uçlu soru yöntemiyle
lise sonu sınavların yapıldığı ve bu sınavların sonuçlarının doğrudan
üniversiteye yerleşimde kullanılmadığı ülkeler yok değil. Lise notlarına
ve öğretmenlerin öğrencileri hakkındaki referans mektubuna bakarak
üniversiteye yerleştirmek gibi yöntemler kullanan ülkeler bile var. Adam
kayırma, hemşericilik ve rüşvet gibi suistimal tekniklerine, hayat
tarzı ve sosyal ilişkiler bakımından çok müsait bir toplumumuz olduğu
için, maalesef bu tarz yöntemler şimdilik bize göre değil.
Öğrencimiz en kısa zamanda, en çok sayıda sorularda istenen şıkları
bulmak zorunda olunca, buna yönelik teknikler öğretiliyor. Bu da kişiyi
kolaycı ve ezberci yöntemlere itiyor. Şöyle bir teknik geliştiren
adamları gördüm; “Bir soruda şıklardan biri “0” (sıfır) ise, o şıkkın
doğru olması ihtimali yüksektir ve hiç çözüm için bir denklem kurmadan
veya formül hatırlayıp iteratif (tekrarlamalı) bir şekilde çözüme gitmek
gibi yükü fazla olan yöntemlere başvurmadan, sıfır değerini doğru değer
kabul edip sağlama yapmaya çalışın.” Ya da: “Çözüm yolu olarak aklınıza
hiçbir şey gelmediyse ve zamanınız da varsa, bütün şıkları teker teker
deneyin ve değerini yerine koyun”. Gördünüz mü? Nerede kritik bilgi? Bu
yazıyı okuyan ve sınavlara girecek olan genç kardeşlerime tavsiye
etmiyorum bu yöntemleri, ama aklınızın bir kenarında kalsın, olur ya
sınavda unutursunuz falan… Zor durumda kalmadan kullanmak yok böyle
şeyleri! Sözelci arkadaşlar kusura bakmasın, ben sayısalcı olduğum için,
bu kadar yardımcı olabiliyorum. Böylesi “çakallıklarla” bazı sınavlar
kazanılabilir veya en azından küçük de olsa bir fark sağlanıp onun
avantajı ile iyi bir bölüm kazanılabilir. Ancak bu, öğrencimizin iyi bir
mühendis olmasına yardımcı olmayabilir.
Mühendislik fakültesinde okuyan böyle birini düşünün, size ne
kadarlık iş yaptığınızı sorsa ve sizden “5 joule” şeklinde bir cevap
alsa, bunun çok mu, yoksa az mı olduğu konusunda bir fikri olmayabilir.
Hesap-kitap işlerine girmeden sezgisel olarak herhangi bir yargıda
bulunamayabilir demek istiyorum. Kabaca 5 joule büyüklüğündeki iş, bir
kilo ağırlığındaki bir kütleyi yarım metre kadar havaya kaldırmaya
yarar. Bir kilo ve yarım metre birimlerini duyduğumuzda nasıl bize azlık
ve çokluk konusunda bir fikir veriyorsa, bana göre iyi bir mühendislik
öğrencisi de fiziksel birimler ve büyüklüklerini sezgisel boyutta
anlamlandırabilmelidir. (Ben de aynı sistemle okuduğum için
kondansatörlerde kullanılan birimler olan Farad ve Henry’yi sadece
sınavlarda çözebilecek kadar öğrendim ve bu birimleri duyduğumda bende
hiçbir duygusal tepki oluşmuyor ne yazık ki…)
Hafta içi okul, hafta sonu dersane/özel ders, akşamları test çözme
derken, maalesef gençlerimiz hayatlarının o döneminde yapılmazsa,
ileride yapılamayacak veya yapılsa bile aynı etkiyi oluşturamayacak
aktivitelerden mahrum kalıyorlar. Bir hobi edinemiyorlar, yabancı dil
öğrenemiyorlar, bir müzik enstrümanı kullanmayı deneyemiyorlar ve en
tehlikelisi, dinî vecibelerini öğrenmeyi bile erteleyebiliyorlar.
Teessüf ederek söylüyorum, buna daha çok anne baba ön ayak olabiliyor.
Her dünya görüşünden insanda aynı şeyi gözlemleyebilirsiniz.
Oysa asıl içerisinde olduğumuz ve ebedî
saadet veya ebedî azap ile sonuçlanabilecek sınavımızı ihmal etmeyelim
ve unutmayalım ki, “LeYSe lil insani illa ma se’a”, yani “Muhakkak ki
insana çalıştığından başkası yoktur.” (Necm suresi 39. Ayet)