Bu Blogda Ara

Arşiv

okul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
okul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Dezenflasyon ve Dezenfeksiyon

Dezenflasyon ve Dezenfeksiyon
İbrahim Özdabak Karikatürü
Yine bir enflasyon açıklama zamanı, aldı bu TÜİK, gönlümü... Krediler, faizler ve işsizlik oranları hızla düşüyordu, birinciliği enflasyona verdiler. Ee, müjdesini aylar öncesinden vermiş, “Dezenflasyon süreci başlamıştır” demiştik.

“Madem enflasyon düşüyor, neden her gün her şeye durmadan zam geliyor?” diyenler için meseleyi izah edelim: Enflasyon fiyat artış hızının göstergesidir. Yani, beşinci viteste gitmekte olan bir araba, vitesini dörde düşürdüğü an durmaz, yine hızla yol almaya devam eder. Önemli olan düşüş yoluna girmek; daha üç, iki ve birinci vites var. Acelemiz yok, Türkiye Yüzyılı diye boşuna ilan etmedik, bazı şeyler imkânsız değil ama bazen zaman alıyor işte.

Enflasyonu kolayca yeneriz aslında ama şu fırsatçılar yok mu... Vergi oranı artınca veya yeni bir vergi gelince, hiç utanmadan fiyatlara hemen zam yaparlar. Devlet neden mi vergi koyar, canım, taş mı yesin devlet? Yahu, devlet o vergiyi senden almak için yaptı, sen de onu doğrudan vatandaşa yansıtınca vergi vermiş olmuyorsun ki... Kredi oranı düşünce ev fiyatlarını otomatik yükseltenlere, doların bir kuruş artmasını fırsat bilerek raflardaki etiketleri yenileyenlere ne demeli? Millet maaşını dolarla mı alıyor?

Marketçilerin bahanesine bak: “Zam yapmazsam, sattığım ürünün aynısını alıp yerine koyamam” Sattığının ayısını yerine koyabilme garantisini kim verdi ki sana? Aynı ürünü almak için biraz daha sermaye artıracaksın, yapacak bir şey yok. Ya da 10 tane ürün mü sattın, o parayla 5 tane ürün alabiliyorsan, sadece o kadar al. Bütün marketçiler aynısını yapsa, toptancılar mecburen fiyat düşürür.

Ekonomiyi düzeltmesi için “Gel başa Şimşek bakan” deyip çağırdığımızda “Kel başa şimşir tarak” diyenler vardı. Şimşek gözlü bakanımızın elinde sihirli değnek yok tabii... İş bizde bitiyor. Dikkat buyurunuz; 2023 yılı boyunca her 100 işletmeden 28’inin fahiş fiyat artışı yaptığını tespit etti arkadaşlarımız. 2024 yılı daha bitmedi ama Eylül itibarıyla 100 işletmeden 45’i fahiş bir şekilde fiyat artırmış. Açıkladığımız enflasyon oranına uymayan ve işimize gelmeyen bütün fiyatlar fahiştir, aksini iddia eden hemen ispatlasın!

Herkes fiyatını bir nebze düşük tutsa el birliğiyle enflasyon düşecek, dolayısıyla da ekonomi düzelecek. Tıpkı, herkes kendi evinin önünü temizlediğinde bütün sokağın temiz olacağı gerçeği gibi...

Temizlik demişken, okullarda temizlik yapılmadığı yolunda şikayetler var. Kıymetli kardeşlerim, tasarruf dönemine girdiğimizi nasıl da unuttunuz? Temizlik maddeleriydi, personeldi derken bir dünya para gidiyor. Sonra, öğretmenler odasında içilen çayların masrafını üst üste yığsak Uhud Dağı’na kadar yükselir. O yüzden okullarda birtakım tedbirler aldık. Öğretmenlerimiz, bir zahmet kendi çayını yapsın ya da evden getirsin. Zaten dışarıda içilen çaylar sağlıklı da değil, içine ne koyuyorlar bilmiyoruz. Getirmişken arkadaşlarına da ikram etsin, herkes çay içmiş olur. Öğrencilerimize sosyal sorumluluk kazandırmak için de temizlik işlerini onlara bırakıyoruz. Beğenmeyen veli varsa gidip kendisi temizlesin. Japonya’da çocuklara neler yaptırıyorlar, bir görseniz şaşar kalırsınız.

Her öğrencimiz masasını temizlese, her hafta bir veli okul tuvaletlerini yıkasa okullar tertemiz olur, şahane bir tasarruf da yapılmış olur. Dezenfeksiyon bahanesiyle okullara girmek isteyen belediyelere de pabuç bırakmayacağız.

Kıymetli veliler, değerli tüketiciler! Dezenfeksiyon, dezenflasyon ve tasarruf işi sizlerde, aman  aksatmayın. Çocukları okula göndermekle iş bitmiyor, lütfen derslerini de takip edin, anlamadığı konuları anlatın. Sokakta kendinize dikkat edin, uyuşturucu satıcıları, dünyanın yetmiş ki milletine mensup mafyalar, şantaj çeteleri kol geziyor. Ev sahibine, kiracıya çatıp da başınızı derde sokmayın. İyisi mi siz bir ruhsatlı silah, olmadı biber gazı bulundurun yanınızda. Sanal aleme dikkat edin, iti kopuğu, sapığı dolandırıcısı gırla... Paranızı ve bilgilerinizi kaptırmayın. Mikroplara yakalanmamak suretiyle hasta olmadığınız zaman da sizden iyisi yoktur. Sağlıcakla kalın...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/dezenflasyon-ve-dezenfeksiyon_602171

 

 

Eğitim Meselesi

İbrahim Özdabak Karikatürü

 

Öğrencilerinin kendisine yazdığı küfürlü notu sesli okuduğu görüntüyü internet mecralarında yayınlayan öğretmen, eğitim sistemimizdeki bazı çarpıklıkları ortaya serdi.

Değil bir öğretmene, hiç kimseye etmemesi gereken lafları bir ilkokul üçüncü sınıf öğrencisinin rahatlıkla yazabilmesi çok vahim bir durum. Demek ki ya ailesinden yeterli terbiye alamamış (bazı aileler çocuklarına terbiye namına bir şey vermeyip okula gidince adam olmasını bekliyor) veya okul eğitimi bir öğretmene nasıl hitap edilmesi gerektiğini öğretememiş (bazı öğretmenler de ailesinden hiçbir şey öğrenmeden gelen öğrencilere verecek eğitimi olmadığını söyleyebiliyor). Çocuklar da boşluğu internet ve oyunla doldurunca böyle bir nesil çıkabiliyor ortaya.

Öğretmen arkadaş, muhtemelen olayın örtbas edileceğinden veya suçlu çocukların yeterince ceza almayacağından endişelenip bütün dünyaya ilan etmiş. Bu olaydaki tutumunda da maalesef yanlışlıklar var. Öncelikle, videodan anlaşıldığı kadarıyla ilgili notu sınıfta sesli bir şekilde okumuş. Galiz küfürlü ifadeyi vurgulayarak ve tekrar ederek okuması, olayla ilgisi olmayan çocukların bu ifadelere maruz kalması son derece yanlış.

İkincisi, internet ve sosyal medyada görüntüleri paylaşması doğru değil. Birilerinin telkiniyle veya internet videolarında/oyunlarında gördüğü yanlış davranışları örnek alarak o yazıyı yazmış olan öğrencilere karşı mağlubiyetini bütün cihana duyurmak anlamına gelir. Suç işleyenlere prim yaptırmamak gerekirdi.

Üçüncüsü, böyle bir kabahatin milyonlarca insanın erişebileceği mecralarda ifşası, kötülüğün sıradanlaşmasına ve yayılmasına hizmet eder. “Pembe renkli görünmez filleri düşünmek yasaktır!” cümlesi bize fillerin görünmez olduğunu ve onları düşünmenin yasaklandığını bildirse de, bu cümleyi duyan zihinlerde ilk belirecek şey pembe bir fil olacaktır.

Dördüncüsü, “Notu yazan çocuğu sınıfımda istemiyorum” demiş öğretmenimiz. Zor olduğu muhakkak ama keşke öğretmenimiz o çocuk/ların eğitiminde neleri düzeltebileceğini düşünse ve onları topluma kazandırmak için elinden geleni yapacağını söylemiş olsaydı. O çocukları istememek, hakkı olsa bile en zahmetsiz seçim olmuş.

Planlama yapılmadan her tarafta mantar gibi açılan üniversiteler ve öğretmen ihtiyacının çok üstünde alım yapan eğitim fakülteleri, mezun olduktan sonra atama bekleyen öğretmen adayı sayısında yığılmalara sebep oluyor. Bu da öğretmen kalitesini düşürdüğü gibi toplumda öğretmenlere karşı duyulan saygıyı da azaltıyor.

Yılların eğitimcisi ve idarecilik yapmış bir ağabeyimiz şöyle demişti:

“12 yıllık kesintisiz mecburi eğitim, insan kalitemizi çok kötü etkiledi. Eskiden ilkokul eğitimi mecburi iken, öğretmenler öğrencilerinin bir kısmının eğitime devam etmeyebileceğini düşünür ve ne kadar fazla şey öğretebilirse onu kâr sayardı. Şimdi ise ilkokul öğretmeni ‘nasıl olsa aynı konuları ve daha genişini ortaokulda öğrenecekler’ diyerek fazla önemsemiyor. Ortaokul hocaları, ‘ilkokulda öğrenmemişse ben nasıl anlatayım, üniversiteye hazırlanırken kendisi öğrenmek zorunda kalacak’ düşüncesiyle fazla ehemmiyet vermiyor. Liseye kadar gelmiş ve temel bilgileri sağlam olmayan öğrenciler ise özel ders ve dersane ile telafi etmeye çalışıyor. Okumak mecburi ama kimi çocuklarda hiç istek ve heves yok, kendileri bir şey öğrenemediği gibi diğer çocukların ortamını da bozuyorlar. Belli yaşlarda öğrenilebilecek ve beceri isteyen işlerde çırak yetişmiyor artık, yakında usta da kalmayacak... ”

Öğretmenlere beyaz önlük ve öğrencilere ucuz telefon vererek inşallah, eğitimin bütün meselelerini çözeceğiz, az kaldı...

 Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/egitim-meselesi_588182

 

Çileli Eğitim

Çileli Eğitim
İbrahim Özdabak Karikatürü

 

Bir yaz mevsimi daha sona erdi ve okullar açıldı. Okullarla birlikte veliler için dertli günler sayfası da... Özel okulların yıllık ücretleri küçük servetlerle yarış halinde. Kimseyi zorla sokmuyorlar ya o okullara, parası olan okusun ve laf etmesin, değil mi ama...

Fahiş okul fiyatlarının sebebi fırsatçı okullar. Hükümetimiz, her konuda olduğu gibi tamamen vatandaş lehine karar alarak özel okul fiyatlarının artış oranına sınırlamalar getiriyor, daha ne yapsın? Üstelik bu sınırlamalar, yarısının ölçülmediği bilinen enflasyon oranlarının da altında. Bundan iyisi can sağlığı! Ama o doymak bilmeyen özel okullar yok mu, daha önce okul ücretine tabi olan bazı ürün ve hizmetleri de ayrı ücrete tabi etmesin mi? Servisine ayrı para alıyor, kitaplar için üç yıl öncesinin okul ücretleri kadar masraf çıkarıyor mesela. Kırtasiye, yemek, üniforma... Say say bitmez. Üstelik bunlar için belirlenen fiyatlar için bir sınır yok. Okul ücreti zam oranı sınırlı ama velilerin cebinden çıkan paranın haddi hesabı yok.

Paralı okutmaya gücü yetmeyenler için, hamdolsun, ücretsiz devlet okullarımız var ama kayıt olmaya gidenlerden para isteniyor. E, hani kayıtlar ücretsizdi deyip şikayet ediyorsunuz. Milli Eğitim Bakanlığı, her sene yaptığı gibi şiddetle karşı çıkıyor, vermeyin diyor velilere: “Kimse sizden kayıt parası alamaz, isteyenin alnını karışlarım!”

Okul yöneticileri dert yanıyor. Temizlik ve güvenlik hizmetleri için kadro yok, ödenek de gönderilmiyor bakanlıktan. Diyelim, yıl boyu ısınma için 20 ton kömüre ihtiyaçları olsun. Devletten gelen para ile 5 ton anca alınabiliyor. Gerisi? Onu da siz halledin deniyor okullara. Para basma yetkisi henüz okullara verilmediği için işletmecilik konusunda kendilerini geliştirmeleri isteniyor. Daha durun, kağıdı, kalemi, temizlik malzemesi ve bir sürü ıvır zıvırı da eklemedik. Hepsi için para veya ayni yardım gerekiyor.

Velilerin ekonomik profili, içinde bulunulan semtin sosyo-ekonomik durumu, okula duyulan rağbet gibi farklı parametrelerle bağış için bir rayiç bedel tespit ediliyor. Tabii ki bu bir kayıt parası değil, o yasak zaten. Yayınevleri ile anlaşarak öğrencileri belli kitapları almaya yönlendiriyorlar. Okul forması olarak belirledikleri kıyafet sadece belli satış noktalarından temin edilebiliyor, kimi okullar bu satışlardan komisyon alıyor. Müze, sergi ve oyun alanları gibi yerlerin ziyareti için etkinlik düzenleniyor, katılmak isteyen öğrenciler parasını ödemek durumunda. Ders saatleri bitiminde etüt çalışmaları için kalmak isteyen öğrencilerden sosyal faaliyetler adı altında yine ücret alınıyor. Çalışan anne-babalar için çocuk okuldan eve ne kadar geç gelse o kadar iyi, canlarına minnet.

Çetrefilli yollardan ticaret yapmaya zorlanan okulların yöneticileri öğretmenlerden oluşuyor. Bu kadar alışverişi yaptıktan sonra eğitim işlerine zaman ayırabilen müdürlere helal olsun. Madem okulların ekmeğini taştan çıkarmasını istiyorlar, okullara iki adet müdür tayin edilsin, biri işletme yeteneği ve tecrübesi olan, gelir getirici faaliyet geliştirecek olan bir müdür olsun, diğeri de öğrenci, öğretmen ve ders gibi eğitim işleri ile ilgilensin.

Yok, okulları ticarethane olmaktan kurtaralım deniyorsa, bakanlıktan veya mahalli belediyeden okulun ihtiyaçlarına göre ödenek ayrılsın, müdürler de veliler de rahat etsin. Aksi halde Çileli Eğitim işi devam eder.

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/cileli-egitim_587601

Sahte Doktor

 

Yiğit Özgür Karikatürü
 
Sahte doktor haberi gündemden düşmedi, her gün başka bir ayrıntısının ortaya çıkmasıyla adeta yeni baştan yazılıyor.

Üniversite sınavını kazanamadığı halde, ailesine tıp fakültesine yerleştiği yalanını söylemesiyle başlıyor hikaye. Yalanı sürdürebilmek adına sahte sonuç kağıdı düzenlemiş, yalanını yaşayabilmek adına yurda taşınmış, hatta sahte kartlar oluşturup okula gidip gelmiş. Akabinde, bir hastanede asistan doktor gibi takılmaya başlamış ve bazı ameliyatlara gözlemci olarak da katılmış. Anlaşıldığı kadarıyla hasta kabulü yapmamış ve bu iş için bir maaş almamış. Bazı hastalara yapılan müdahalelere gerçekten katıldı mı yoksa doktormuş gibi görünmek için mi bir hastaya dikiş yaparmış gibi resim çektirdi bilemiyoruz. Kendine, doğum gününde, okulundan gelmiş gibi çelenk gönderen birinden o da beklenir sonuçta. Whatsapp yazışmalarında uzun nöbetlerden, hasta sayısının çokluğundan, ameliyatların zorluğundan şikayet etmiş. Sahtesi bile canından bezdiyse, gerçek doktorlarımız ne durumdadır, siz düşünün. 

Sahte doktou ayıplayanlar olduğu gibi, haberi “helal olsun” diyerek karşılayanlar da var. Memleketimizde dolandırıcılığı bir zeka göstergesi sayıp dolandırıcıyı takdir edenlerin sayısı az değil maalesef. Zamanında, Motorola’yı dolandırdığını duyduğu için Cem Uzan’a oy verenler oldu, Amerikalıları kandırdıysa kafası çalışıyordur diyerek. “Gerçekten dolandırdıysa, sana bana neler yapmaz” sorusunu sormadılar tabii...

Her meslekte bir sahteci haberi var neredeyse. Avukat, savcı, öğretmen, polis, asker... Hatta kaymakam ve vali gibi davrananlar oldu. Neden, çünkü okumak ve diploma sahibi olmak uzun ve meşakkatli. Bitirenler ne yapıyor, sınavdan sınava koşuyor ve atanmayı bekliyor. Atananlar, çalışma şartlarının ağırlığından-ücretlerin azlığından şikayetçi.

Hukukun işlemediği bir yerde, adamı olan ya da parasını kullanarak adamını bulan her türlü dalavereye bulaşabilir. Mallarına ihtiyati tedbir konulan kara para aklayıcısı parasıyla birlikte yurtdışına çıkabilir, uyuşturucu baronları bir anda tahliye olup kaçabilir, mafya babaları milletvekillerini maaşa bağlayabilir vs.

Kendi sahte belgesini üretenler, sıkı bir teftişle diyelim ki kolayca yakalanabiliyorlar... Hiç okula gitmeyenlere bile, para karşılığında gerçek üniversiteden mezun olmuş gibi diploma hazırlayanlar var. Bunları tespit etmek daha zor. Peki, üniversite sınavlarında, eksi sayıda neti olup baraj puanının kaldırılması sebebiyle okullara yerleşenlere ne demeli? Sayıları ve kontenjanları plansız ve programsız bir şekilde artan üniversitelerde, doğru düzgün bir eğitim aldığından emin olamadığımız kişiler mezun olup iş hayatına atıldığında ne yapacağız?

Çözüm olarak küçük bir test yapmayı önerenler var. Doktora gittiğimizde tıbbi bilgisini ölçen bir kaç soru sorabilirmişiz. Aklıma, şu fıkra geldi: Seksenli yılların öncesinde, Karslı ve Erzurumlular ideolojik olarak pek anlaşamazlar, sağ-sol kavgaları olur. Kars’a giden bir yolcu otobüsünü Erzurum’da gençler durdurur. Gençlerden biri, dinini bilip bilmediğini ölçmek maksadıyla Karslı bir yolcuya “Hele Ayet-el Kürsi’yi ohu bahalım gardaş!” der. Yolcu Ayet-el Kürsi’yi bilmediğini ancak “Kulhü’yü” okuyabileceğini söyler ve okumaya başlar. Soran genç, kendi arkadaşına seslenir: “Zeçi ağabey, hele bir dinle, bakah gulhü’yü doğru ohir mi?”

Diyelim doktorlara soru sorduk, verecekleri cevabı değerlendirebilecek miyiz? O seviyedeysek zaten, bizim doktora ihtiyacımız olmadığı anlamına gelmez mi... Sonra, doğru cevabı ile birlikte soruları sosyal medyadan paylaşmanın mantığı olur mu? Dolandırıcılar da bu memlekette yaşıyor ve onlar da bu paylaşımları rahatlıkla görüp öğrenebilirler. Neyse, Rabbim hepimizi, tahsili ve diploması olmayıp kendine bir uzmanlık alanı ihdas edenlerin verebileceği zararlardan muhafaza etsin...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/sahte-doktor_574132


O kulların dertleri...

 

O kulların dertleri
İbrahim Özdabak Karikatürü

Okullarda çalan eğitim öğretim yılının ilk zili, öğrencilerin eteklerinde zil çalma etkisi oluştururken, velilerin eteklerinde ise tutuşmaya yol açtı.

Çantası-defteri, kalemi-silgisi, cetveli-gönyesi, yapıştırıcısı-renkli kartonları, top top kağıtları, oyun hamurları, tahta kalemleri ve kurusu sulusuyla envai çeşit boyaları derken, okulların velilerden istediği kabarık kırtasiye listesini temin etmek için Allah’ın veli kullarının gösterdiği kerametlere benzer performans sergilemek gerekiyor, kırtasiye ürünleri enflasyonunun yüzde ikiyüzlere dayandığı günlerde...

Bakanlığın bedava dağıttığı ders kitaplarını yeterli görmeyen öğretmenler, yardımcı kitap setleri alınmasını şiddetle tavsiye ediyor. Bu kitaplar yetersizse neden dağıtılıyor, ciddi masrafların döndüğü bu kitapların hazırlanması işini kim denetliyor, bu işten kim, ne kazanıyor?

Kıyafetleri okullar belirliyor, genellikle anlaşmalı kırtasiye ve mağazalarda, piyasadaki benzer kalitedeki ürünlerin, bazı yerlerde 2-3, bazı yerlerde 4-5 katına satılıyor.

Personel maaşı ve en temel ihtiyaçlarının sadece bir kaçı için okullara ödenek gönderen bakanlık, okul yöneticilerinden, diğer ihtiyaçlarını “mahalli imkanlarla” temin etmesini istiyor. Velilerden bağış almak haricinde hangi devlet okulu nasıl bir mahalli imkan bulabilir? Halbuki, her sene, zorla bağış toplamanın yasak olduğunu ve toplayan müdürleri şikayet etmemiz gerektiğini duyuruyorlar. Devlet okulları, neden bağış toplamak, yayınevleri ve kırtasiyelerden, giyim mağazalarından komisyon almak, sosyal faaliyet adı altında etüt/proje sınıflarından ücret almak gibi dolambaçlı yollara tevessül etmek zorunda kalıyor?

Lise ve üniversite imtihanlarına hazırlanmak için okul müfredatı kesinlikle yeterli değil, yardımcı kaynak edinmek, ek ders almak ve/veya dersaneye gitmek gerekiyor. Okulda öğretilenler neden o sınavlarda sorulmuyor, ya da o soruları çözebilecek bir eğitim neden okullarda verilmiyor? Lisenin ikinci ve üçüncü sınıflarına kadar örgün eğitim veren okullarda okuyup, sonrasına açık liseye devam eden öğrenci sayısı bir hayli fazla. Üniversite sınavına daha rahat hazırlanmak için yapıyorlar bunu. Lise mezunu olmak sadece üniversiteye giriş için bir formalite olarak görülüyor. Gereksizse, neden komple bütün liseleri kapatıp tasarruf etmiyoruz?

Eskiden, özel okulların sayısı azdı. Devlet okulu ile özel okullar arasında eğitim kalitesi açısından fazla bir fark yoktu. Zengin-fakir, herkes devlet okuluna rahatlıkla çocuklarını gönderebiliyordu. Maalesef, artık parası olmayanın iyi bir eğitim alması veya parasını vererek iyi eğitim alanlarla rekabet edebilmesi mümkün değil.

Sadece eğitim değil, her konuda, parası olanın, iyi hizmetler alabildiği bir ülke olduk, ki onların da iyiliği tartışılır. Hizmet olsun diye değil, birilerine kazanç kapısı olsun diye iş yapılan memleketimizde alternatif bakanlıklar ihdas edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Mesela;

Salık Bakanlığı: Hastane randevusu vermeme, türlü hinlik deneyip randevu alabilen hastalara bu sefer tahlil ve görüntüleme için aylar ve yıllar sonrası için gün verme, elindeki doktorları kaçırarak insanların özel hastane kullanmasını salık verme bakanlığı.

Baldır Kültür Bakanlığı: Tarihi eserleri paldır küldür restore etme ve kendi otellerine 2.5 milyar lira teşvik verme bakanlığı. Ne demişler, bal tutan parmağını yalar...

Çevre, Hemşehricilik ve Kimlik Değişikliği Bakanlığı: Çevresi, hemşehrisi kısacası torpili olanın her işini halledebildiği, parası olanın da kimliğini değiştirerek çevre edinebildiği bakanlık.

Milli Savurma Bakanlığı: Paraları oraya buraya savurup sonra da bir tank palet fabrikası için 50 milyon dolar bulamama bakanlığı.

Hazin Ameliye Bakanlığı: Paramızın kıymetini olabildiği kadar düşürüp ucuz bir ülke haline getirme, bütün bir ülkeyi karın tokluğuna çalışan amelelere dönüştürme bakanlığı.

Dişleri Bakanlığı: Dişleri bileme ve iç politikaya malzeme çıkarmak için bilenmiş dişleri yabancı ülkelere gösterme bakanlığı.

Oran Bakanlığı: “Oranların gümbürtüsü başıma vurur, sarayların fermanı karşımda durur. Oranları aşağı, aşağı keserim, gerçekliğimi kaybettim ağlar gezerim” türküsünü söyleyen bakanlık. Vatandaş da “aman orancı, canım orancı, köyümüze getirdin çoktan bir acı” türküsüyle karşılık vermekte...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/o-kullarin-dertleri_570044

Öne Çıkan Yayın

Şair Tüikî

Bu haftaki misafirimiz, şiirlerindeki serbest ölçüsü ile meşhur olmuş Şair Tüikî... Her ayın 3. günü yayınladığı şiirler toplumun bütün ke...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: