Türkiye’de görsel-işitsel, yazılı-basılı velhasılı bütün haber kaynaklarında en çok kendisinden bahsedilen ilimiz İstanbul’dur. Ülke nüfusunun neredeyse beşte biri burada yaşıyor. Anadolu’da
yaşayan herkesin ya bir akrabası veya bir yakın tanıdığı vardır
İstanbul’da.
Böyle olunca İstanbul’un dertleri bütün memleketin derdine dönüşüyor.
Çorum’da yaşayan biri bile İstanbul’daki içme suyu barajlarının
rezervlerini ezbere biliyor ve “72 günlük suyu kaldı İstanbul’un”
diyebiliyor meselâ.
İstanbul’da yaşamanın en dertli kısmı ulaşım. Yerli yersiz göçlerle
sürekli artan nüfus, her geçen gün daha da artan araç sayısı, trafik
keşmekeşini arttırıp tam bir çileye dönüştürüyor. Eskiden belli
saatlerde belli yollar kilitlenirdi. Artık hangi yolun hangi saatte
kilitlendiği bile belli değil. Özel bir şoför veya servis kullanmayanlar
için en iyisi toplu taşıma kullanmak. Zaten çevresini düşünen, bilinçli
bir “vatan şaşmaz” toplu taşımadan.
Toplu taşıma denince İstanbul’da akla ilk gelen araç metrobüstür.
Hizmet ettiği güzergâhın kritikliği ve kat ettiği mesafenin uzunluğu
sebebiyle onu kullanan pek çok kişi için vazgeçilmezdir, hatta bazıları
için maalesef, alternatifsizdir. Esir kamplarını aratmayan bir kalabalık vardır, bazen içeri
girebilmek için insanlıktan çıkmak gerekebilir. Koltukların dolma süresi
milisaniye mertebesine yakındır. Merkezi bir kaç durak haricinde,
oturanların inmek için kalktığı neredeyse görülmemiştir. Bindiğinizde
ayakta kaldıysanız, o yolculuk boyunca ayakta kalacaksınız demektir.
Metrobüs, minyatür bir İstanbul’dur aslında, kendisinden yaka silkinen,
ama onsuz da olunamayan haliyle…
Boş bir koltuk bulup oturarak seyahat etme ideali, bazı metrobüs
yolcuları için uğrunda fedakârlıklar yapmaya da değerdir. Meselâ gitmek
istediği yönün tersine, birkaç durak geri gelerek başlangıç noktası olan
Beylikdüzü durağına ulaşıp “kaynaktan su içmeye” çalışan yolcular
vardır. Bu yolcular, geçen hafta acı bir sürprizle karşılaştı; indikleri
yerde yeni İstanbul kart turnikeleri onları bekliyordu. Yani İETT,
“çakallık” yaptığını düşündüğü bu yolcular için, artık ekstra bir ücret
almak suretiyle “metrobüse” kondurmak yöntemini seçmişti!
Metrobüs sisteminde itiş kakış anlayışına saplanıp kalmamak için
konuyu duraklarüstü bir yerde incelemeye karar verdim. Şirinevler
istasyonu üzerindeki üst geçide merdivenlerden yürüyerek çıktım, çünkü
tabelâlarda engelli vatandaşların kullanabileceği bir durak olarak
gösteriliyor olsa da, bu durakta herhangi bir asansör yok. Bırakın
asansörü, Zincirlikuyu durağında bulunan ve yağmurlu havalarda
“yürüyemeyen” merdivenlerden bile yok. Alman malı en kaliteli
merdivenlerden kullanılmış olmasına rağmen bu merdivenlerin bazıları,
havada bulut göründü mü, yürüyememeye başlıyor. Ben romatizmadan
şüpheleniyorum! Duraklar üstü bir noktadan bakan biri olarak dedim ki:
“Yerli ve millî bir ‘Boşkoltuk Sistemi’ gelmeden metrobüs problemi
çözülemez. Eyyy İETT! En az 400 koltuklu bir metrobüs verin, bu iş huzur
içinde çözülsün… Diyelim 400 koltuklu olmadı da 335 koltuklu oldu, o da
olumlu.”
Metrobüste oturarak gidebilmek için hiç uğraşmıyorum, daha doğrusu
uğraşamıyorum. Araç içerisine giriş mücadelesini kazanmak bana yetiyor.
Bir seferinde, başucunda ayakta beklediğim koltukta hiç kalkmayacak ve
inmeyecekmiş gibi uyuyan yolcu vardı. Ben de elimdeki telefonla uğraşıp
dalmışken, birden başım çevrilir gibi önüme baktım, kurt kuş ilişmemiş
bir boş koltuk duruyor. Adamın ne ara kalkıp gittiğini görmemiştim ve
işin garip tarafı, başka kimse de görmüyor gibiydi. Geçip oturdum ve
şükrettim, mutluydum. Kimsenin kafasını gözünü yarmadan ve iki bilet
ödemeden oturabilmiştim! Velâkin, bir problem vardı; koltuklar arası
mesafe dardı ve rahat edemiyordum. Ayakta giden o kadar insan varken
zaten rahat oturulamaz. Kısa bir süre sonra ayaklarımda karıncalanma ve
uyuşma başladı. Boş koltuk, metrobüs, İstanbul ve dünya… Üç günlük
dünyada hiçbir “koltuk” için kalp kırmaya değmezmiş, onu anladım.
Özetle; raylı bir sistem öncesi pansuman bir tedbir olarak duyurulan
metrobüs, zaman içerisinde raylı bir sistem yapılması bir yana, mevcut
banliyö treninin iptal edilmesi ve metrobüsle aynı güzergâhtaki
otobüslerin sayısının oldukça azaltılması sonucu, kapasitesinin
üstündeki sayıda yolcuya hizmet etmek durumunda kalmıştır. Sosyal
medyada adına parodi hesaplar açılmış, televizyon programlarında mizah
programlarına konu olmuştur. “Havasız insan aracı” tanımlaması ve
“winrar’ın İETT’den öğreneceği çok şey var” sözü yaşanan sıkışıklık ve
kalabalık hakkında yeterince fikir veriyor olmalı. Faruk Çakır
Ağabeyimiz de konu ile ilgili gazetemizde bir yazı yazmış ve feryat
niteliğinde bir tweet atmıştı: “Otobüs ve metrobüsler; ilmen, dinen,
fıkhen binilmeyecek derecede yoğun. İmdat!”
Sosyal medya hesaplarımda bir kaç defa benim de metrobüs ile ilgili
gönderilerimi görüp beni tenkit eden dostlarım oldu. Metrobüse çok
yüklendiğimizi düşünen arkadaşlara söylüyorum: “Problem de bu zaten; çok
yükleniyoruz, onu söylüyoruz biz de…”
Link:
http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/metrobus-ve-boskoltuk-sistemi_386403
Tarih: 22 Şubat 2016