Bu Blogda Ara

Arşiv

adalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
adalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Liya-katline ferman...

 

Liya-katline ferman
İbrahim Özdabak Karikatürü

Bir zamanlar Türkiye’de, Anadolu’nun dağ köylerinde doğan çoban Sülü, kısıtlı imkânlar altında tahsil görmesine rağmen ülkenin en iyi okullarından birine girebilmiş, DSİ genel müdürü olup siyasete atılabilmiş, başbakan ve dahi cumhurbaşkanı olabilmişti.

Aynı şekilde, memur çocuğu olarak doğanlardan başarılı olanlar müsteşar, genel müdür makamlarına gelebiliyorlardı.

Birilerinin “Yeni Türkiye” dediği günümüz Türkiye’sinde iyi denebilecek devlet okulu sayısı azaldı ve kalitesi tartışmalı olan özel okullarda okumanın maliyetleri yüksek. Özel dersane, etüt merkezi ve özel ders imkânından mahrum olan ve kendi becerisi ile aradan sıyrılarak iyi bir yüksek tahsil yapabilenlere pek nadir rastlanıyor artık. 

Yıllardır, üniversite sınavları, askeri okul ve polislik sınavları, memurluğa giriş sınavları (KPSS), kısaca neredeyse bütün sınavlarda soruların önceden birileri tarafından alındığı ve çeşitli gruplara dağıtıldığı şaibeleri dolaşıyor. En son yapılan KPSS ile ilgili şayialar artınca, muhtemelen yaklaşan seçimler öncesi iyi bir intiba vermek isteyen iktidar sınavı iptal ettirdi. Karar Gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, 9 ağustos tarihli yazısında 2022 KPSS ile ilgili iddiaların çürük olduğunu göstermiş olsa da, kamuoyunda oluşmuş olan “hiç kimse çalmamış olsa bile kesin birileri soruları çalmıştır” inancı hâlâ varlığını koruyor. Bu sınavda olmadıysa da, başka sınavlarda olmadığını kim rahatlıkla söyleyebilir? Önümüzdeki sınavlarda birilerinin çalmayacağının garantisi var mı?

KPSS’den iyi bir puan almış olmak tek başına bir anlam ifade etmiyor. İstediğiniz puanı alın, mülakatlarda, alım yapan kişlerin listesinde değilseniz eleniyorsunuz. O listede olmak için iktidara yakın birilerinin “selam ve dua ile” kalıbıyla biten bir mektubu veya makbul kişlerden birinin yeğeni-kuzeni olmak yeterli olabiliyor. 

Tahsili veya uzmanlık alanına bakmadan önemli kurum ve makamlara yapılan atamalar da fikir veriyor bize: Tübitak’a hayvanat bahçesi müdürünün tayini, PTT genel müdürünün Danıştay üyesi olması, güreş sporu ile iştigal etmiş birinin bir kamu bankasında yönetim kurulu üyeliği yapması, Türkiye Uzay Ajansı’nda başkanlık müşavirliğine Sebze Üretim Tekniği bölümü mezunu birinin atanmış olması... Rektörlük şartlarını taşımayan birileri için kanunda değişiklik yapıp atama sonrası kanunun tekrar eski haline getirilmesi... Şoförün milletvekili yapılması... Partiye yakın kişilerin çocuklarının kurumlarda en alt seviyeden istisnai girişlerinin yapılıp, bir gün içerisinde yönetim kademesine çekilmesi... Örnekler çok, ancak bu kadarı kâfi zannedersem.

Uzunca bir süre AKP içinde görev alan bakanlık ve başbakanlık yapan fakat artık kendi partilerini kurmuş olan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi isimler için Erdoğan, “O makamlara layık oldukları için gelmediler” dedi. Demek ki, AKP’de çalışmak için liyakat sahibi olmak değil, Erdoğan’ın görevlendirme şerefine mazhar olmak gerekiyor. Milletvekilleri yoktur, bakanların kudret ve ehliyeti de yoktur, konuşan yalnız Erdoğan’dır. Erdoğan’ın talimatı olmasa yangınlar bile söndürülemeyebilir, depremde ilk yardım çalışmaları başlamayabilir.  

Eski zamanlarda nizam-ı âlem için kardeş katline cevaz veren kanunnameler yayınlanmıştı. Bugün liyakat katli (söylenişi kolaylaştırmak için liya-katli diyelim) için ferman yayınlayan zümrenin motivasyon kaynağı nizam-ı âlem değil “nizam-ı ailem” olsa gerek...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/liya-katline-ferman_568414

Askıda “Future”

 

Askıda Future
Sefer Selvi Karikatürü
 

Zaman zaman şöyle haberler duyarız: “kendilerini polis, hakim, savcı, istihbarat görevlisi veya yetki kullanabilecek seviyede başka bir devlet görevlisi olarak tanıtan kişiler, vatandaşı tuzağa düşürüp milyonlarca lira parasını aldı..”

Bu işlere muhatap olmayanlar, genelde kandırılan kişileri ayıplar, böyle basit numaralara nasıl inanmışlar diye düşünür. Bu şekilde dolandırılmış olanlar arasında kimler yok ki: televizyona çıkıp insanlara akıl veren ünlü akademisyenler, gazeteciler, hukukçular, doktorlar, ev hanımları, emekliler, işçiler, çiftçiler... Kısaca, okumuş ve akıllı diyebileceklerimiz de dahil olmak üzere her kesimden insan var. Demek ki, bu mesele “akılsızlık etmişler işte” denip geçilecek kadar basit değil.

Öncelikle, dolandırıclar, aklı devre dışı bırakacak damarlar bulurlar. Kimi insan korkunca rasyonel davranmayı bırakır, kimi de çok büyük kazanç vaadi ile tabir caizse “avlanır”. TC kimlik no, kimlik seri no, telefon numarası, adres, sigorta bilgileri, maaş durumu ve daha bir çok bilgimizin elden ele dolaştığı söyleniyor. 500 lira gibi ücretlerle sınırsız sorgulama yapılabilecek platformlar olduğundan bahsedenler var.

Sosyal medya ve internet gibi açık kaynakları da kullanarak, elde ettikleri bilgileri sonuna kadar kullanan dolandırıcılar, sosyal mühendislik tabir edilen yöntemlerle kişinin kendisinden de birtakım verileri alıyorlar ve kıvama getirdikleri kişiye istediklerini yaptırabiliyorlar. Kendinden emin olan insan, atılan iftiranın, hakkaniyetli mahkemelerde çürütüleceğini bilir, dolandırıcılara pabuç bırakmaz. Adalet sisteminin düzgün işlemediğini bilen insanlar, haklı olsalar bile dertlerini kimseye anlatamayacaklarını düşündüklerinden, neyse parası, verip belâdan kurtulmak telâşında olurlar.

Tek adamın ağzından çıkan her sözün kanun kabul edildiği, hâkim-savcı kadrolarının parti sözcüsü gibi hareket ettiği bir yerde hukuk ortadan kalkar, korku iklimi hakim olur. At izi, it izine karışır, mafyalar ortada cirit atar, kim kimin malına kimin adına “çöker” belli olmaz. Mafya siyasetçileri maaşa bağlar, gazeteciler rüşvet için kaçakçılara aracılık eder. Kimsenin mevkii garantili değildir, parti için mitingler düzenlerken kahraman ilan edilenler, bir bakmışsınız terörist diye aranmaya başlar.

Hakkında müşahhas deliller olmasa bile, yıllarca tutuklu yargılananlara müebbet hapis cezası verilebiliyorsa, dokuz yıl önceki davadan beraat edenler, tekrar muhakeme edilip ceza alabiliyorsa, diplomasi kabiliyetini kullanmak yerine, ülkedeki yabancılar ajanlık suçlamasıyla rehin alınıp ülkeleri ile pazarlık yapılıyorsa, yetmiş iki milletin gözü önünde, topraklarımızda canice işlenen cinayetin faillerine dosyası devredilebiliyorsa, bakanı, yabancı yatırımcıları çekmek için, isterlerse yerleşik bürokratik teamülleri anında değiştirebileceklerinin sözünü veriyorsa, yerli ya da yabancı hiç kimse kendini güvende hissetmez.

Tulumbada su bittiği için, para sahiplerini sıkıştırmak adına türlü tedbirler alınıyor. İhracat gelirlerindeki dövizlerin anında TL’ye çevrilmesi isteniyor, bankaların verdiği kredilerle döviz alınması neredeyse yasaklanacak. Kira ödemeleri de artık döviz cinsinden yapılamayacak. Elektronik ticaret yapan yabancı şirketlere, sektördekilerin tabiriyle “haraç” gibi vergi uygulamaları getirilecekmiş. Yabancı sermaye niye ve nasıl gelsin ülkeye?

İtibar, sermaye ve mevki açısından kimse yarınından emin olamıyorsa, gelecek askıya alınmış demektir. Yabancı sermayeden bahsetmişken ingilizce ile karışık bir tabir bulalım: Askıda “future”

Çağrımız masadaki altıya, çıkarmayın hiçbir “future”yi askıya...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/askida-future_563140


Büyük Büyük Sayılar


Büyük Büyük Sayılar
İbrahim Özdabak karikatürü

 

Dünyevi işlerin yönetilebilmesi için ölçme ve değerlendirme önemlidir. İlgilenilen nesne veya olayın sayısı, şiddeti veya büyüklüğü sayılarla ifade edilir. Bir önceki dönemle veya benzer başka bir olayla karşılaştırılır ve yorumlanır.

Sayılar objektiftir ve genellikle yalan söylemez. Tabii; neyi, nasıl ölçtüğünüz ve kullandığınız birimler ölçüm sonuçlarını etkiler. Mesela, bir çukur ayna kullanıyorsanız, elde edeceğiniz görüntü, cismin aynaya olan uzaklığına göre uzayıp kısalabilir. Hatta, cisim düz durduğu halde tepetaklak olmuş bir görüntü bile oluşabilir. Gerçek cismi istediği yere konumlandıran bir gözlemci, işine geldiği zaman cismin, gelmediği zaman ise görüntünün ölçülerini kullanarak çok sayıda farklı büyüklük hikayesi çıkarabilir.

Mevcut iktidarın en çok sevdiği şeylerden biri, açıklama yaparken bolca sayı vermek. Olumlu bir gelişmeyi nazara vermek istediklerinde büyük ve küsuratlı rakamlar veriyorlar. Böyle olunca hem gerçeğe daha yakın duruyor hem de hesaplaması daha zor geldiği için yıldırıcı bir etkiye sahip oluyor. Adeta, “ortaya öyle bi’ rakam bırakam ki, akılları baştan alsın” diyorlar.

Mesela, 5 milyar ağaç diktiklerini iddia ediyorlar. İnanmayan, gitsin saysın diye de ekliyorlar. Ülkenin yüzölçümü belli, iktidarda kalınan süre belli... Bundan beş altı sene önce söylendiğini hatırlıyorum ama diyelim ki bu söz, bugün söylenmiş olsun. 19 yıllık iktidar süresini de 20 olarak yuvarlayalım. O kadar ağaç sayısına ulaşmak için günde ortalama 694 bin kadar ağaç dikilmiş olması lazım. Üstelik 814578 km2 alana sahip ülkemizde (değişmiş olabilir, denizlere yapılan dolgularla sürekli büyüyoruz) çölleri, kayalık alanları, binalarla kaplı yerleri, gölleri ve akarsuları da ağaç ekilebilir alan olarak kabul edersek, yaklaşık olarak 12 metreye bir ağaç dikilmiş olmalı. Bu kadar ağacımız olsa adımız Ormanlı Cumhuriyeti olurdu herhalde...

“Üçüncü ayın 15’inde tam 315 tesisin toplu açılışını yapıyoruz” gibi duyurular yapıyorlar, tesislerin adını bilen yok! Çok alay konusu olduktan sonra, liste yayınlamaya başladılar. Listede 50 yıl önce açılmış olan da,  üç beş yıl önce açılan da, hatta henüz ortada olmayan tesisler de bulunabiliyor.

Mültecilere 40 milyar dolar para harcadık diyorlar, harcama kalemlerini gösteren faturayı bugüne kadar gören olmadı. 128 milyar dolar rezervi erittiler. Gittikçe düşen rakamları her seferinde artırdıklarını söyleyerek ilan ettiler. Ekonomik küçülme yaşansa negatif büyüdük deyip işin içinden çıkıyorlar. İşyerleri iflas ediyor, işsizler her geçen gün artıyorken nasıl oluyorsa ekonomik büyüme kaydediyoruz. Son çeyrek büyüme oranımız %21.7 çıktı. Geçen seneye göre geliri bu oran ve üstünde artan vatandaşlar el kaldırabilir mi? Yok mu? En son hangi düğünde evlenen çifte düğün hediyesi olarak çeyrek altın taktığını hatırlayan var mı?

Saraylar yapıp odalarıyla övünüyorlar. İhtişamımız, itibarımız arttı diyorlar. Okul binalarını sayarak eğitime ne kadar önem verdiklerini anlatıyorlar ama okuduğunu anlamaktan aciz öğrencilerin nasıl yetiştirildiğinden bahsetmiyorlar. Devlet okulları kayıt alırken, gerekli belgeler listesine İBAN numaraları da ekliyor. Yeni açılan devasa hastane binalarını gösterip sağlık alanındaki gelişimimize işaret ediyorlar ama MHRS kullanarak bazı bölümlerden randevu almak için aylarca beklediğimizden hiç söz eden yok. Beklemeye tahammül edemiyorsan, yallah özel hastanelere!

Dünyanın en büyük adalet sarayı bizde, Avrupa’nın en geniş adliyesini inşa ediyoruz diyerek adalet sistemini geliştirmekle övünüyorlar. Adaletin artık merdiven altında olmadığının ispatı mı bilmiyorum, İstanbul Anadolu yakasındaki adliye binasında merdiven yokmuş. Adana adliyesini ise cam tavanlı yapmışlar, harareti ile meşhur Adana adliyesinde yaz aylarında sera etkisi altında çalışmak zorunda olan insanlara Allah sabırlar versin.

Adli yıl açılışı ile birlikte hizmete açılan yeni Yargıtay binalarının hayırlara vesile olmasını dileriz. Mafyaların cirit attığı, siyasileri maaşa bağladığı ve işadamlarının mallarında alenen “çöktüğü”, uyuşturucu tacirlerinin, hatırlı kişilerin tavassutuyla serbest bırakıldığı, kara paracı ve dolandırıcılara gazetecilerin aracılık ettiği, ortada bir mahkeme kararı olmaksızın fişleme dosyalarına istinaden işinden kovulmuş veya hapis cezası almış kişilerin haklarını almak için dava bile açamadığı, sesini duyurmak için sosyal medyadan başka hiçbir şansı kalmamış olan insanların olduğu bir ülkede, Hz. Ali’ye atfedilen “devletin dini adalettir” sözüne binaen, Allah devletimizi ADAİST* olmaktan korusun...

*: Adaist, “adalet istemeyen” ifadesinin kısaltmasıdır.

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/buyuk-buyuk-sayilar_549053

“He” demeli normalleşme

 


Bazı şeylerin normalleştiği, bazı eski normların da şeyleştiği bir hafta geçirdik.

Malum salgın sebebiyle getirilmiş olan ve günlük hayatımızı etkileyen kısıtlamalardan bir kısmı kaldırıldı, bazıları da esnetildi. Şehirlere risk puanı verildi, derecesine göre bir harita üzerinde farklı renklerle gösterildi. Vatandaş olarak kafamız karıştı tabi; hangi okul, hangi bölgede açıldı, kim saat kaçta dükkanı açıp kaçta kapatacak, sokağa ne zaman çıkılabilip, ne zaman eve dönülebilecek... Kademeli normalleşme denilen yeni düzenlemenin ilk açıklandığı günlerde ilkokullarda yüz yüze eğitim başlamışken 20 yaş altı vatandaşların toplu taşıma kullanması hala yasaktı. Neyse ki, bir kaç gün sonra o yasak kaldırıldı.

İllere göre risk dağılımını gösteren renkli Türkiye haritası seçim zamanlarını hatırlattı, renkli seçim esprileri yapıldı. Geçersiz testler bir daha sayılacak mı, AA virüs akışını keser mi, hangi seviyede keser, mühürsüz-faz sayısı eksik aşılar geçerli mi, hiçbir aşı olmasa bile mutlaka bir aşı olacak mı? Hangi aşılar barajı geçecek, aşı ittifakı mümkün mü? Faz sayısı düşük aşıları teşvik için “faz sebeptir, enfeksiyon sonuçtur, fazları düşürmeye çalışmalıyız” denecek mi? Restoran ve kafelerde %50-1 doluluk nasıl sağlanacak? Lokantalarda 45 dakika dolduran müşteriler için uzatmalara gidilecek mi?

Neyin nasıl uygulanacağı tam olarak anlamayan insan ne yapmalı? Kafasını yormadan kademeli normalleşmeye “he” demeli, hatta “yav, he he!” demeli... Nasıl olsa yöneticilerimiz ve kolluk kuvvetlerimiz konuya hakimdir, en doğrusunu onlar bilir ve uygular. Alın size örnekler:

Lebaleb dolu kongrelerde, ne dediği anlaşılamayan vatandaşlar maske çıkarmaya davet edilirken, Hatay il gençlik kolları halaylı kutlamalar yaparken yayılmayan virüsün sıradan vatandaşları günlük işlerini yaparken etkilediği ortaya çıktı. Metrodan çıktıktan sonra açık alanda maskesini azıcık indirip hava aldıktan sonra maskeyi düzelten bir hanım, polisin ısrarlı takibi sonucu son anda yakalandı ve kimseye virüs bulaştırmadan etkisiz hale getirildi!

Bir başka görüntüde, hanımıyla birlikte motorsikletle dolaşan bir kişi vardı. Muhtemelen kendileri de o görev alanına aynı şekilde motorla veya ekip otosuyla gelmiş olan polisler motorsikleti durdurdu ve motordakilere mesafe uyarısı yaptı. Motorsikleti kullanan adam “eşimdir” dese de, polis arkadaşlardan biri “en çok eşler birbirine virüs bulaştırıyor” şeklinde muazzam bir tespit yaparak ilerideki otobüs durağında eşini indirmesini istedi. Etrafı açık motorda eşinden virüs kapmaktan son anda kurtulan kadıncağız, muhtemelen 30-40 kişinin oturduğu kapalı otobüs ortamında güvenle seyahat imkanına kavuştu.

Dağ taş dolup taşarken korona virüsüyle, dağ başındaki köyde koyun sürüsüyle dolaşan bir teyzeyi de hastalık kapmaktan son anda jandarma ekibi kurtardı.

Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde denetim yapan kaymakam, bir eczanede çay içerken maskelerini indirmiş çalışanlar hakkında maske takmadıkları ve sosyal mesafeye uymadıkları için tutanak tutulmasını istedi. Üç çalışanın bulunduğu eczaneye, kaymakam ve ekibinin (dört kişi, kameramanı da sayarsak beş kişi) yanyana girdikleri görüldü. Mesafe ihlali pahasına vazifesini yapan kaymakam beyi ne kadar tebrik etsek azdır.

Vali, kaymakam, polis, jandarma ve bekçi... İnsan, haklarında kötü düşünebilir mi? Hem de, İnsan Hakları Eylem Planı’nın açıklandığı zamanlarda. Sloganı “özgür birey, güçlü toplum, daha demokratik bir Türkiye” olan, 11 temel ilke ve 50 amaç barındıran bu planı beğenmeyenler olmuş. Neymiş, bunların hiçbiri yeni bir husus değilmiş; ceza hukukunda, anayasada, imza attığımız ve hükümlerine uymayı kabul ettiğimiz uluslararası sözleşmelerde zaten varmış! Afedersiniz ama uzaydan mı gelecekti eylem planı? Vatandaş isterse, yakında çıkacağımız uzay macerası ile onu da yaparız evelallah... Ne demişler, reformu an aya sayı hazırla...

İktidarımız, sadece işi düşünce veya oyları düşünce, düşünce suçlarını gündeme getirenlerden hiç olmamıştır, olmuyordur, olmayacaktır. Serbest piyasa şartları işliyor, insan haklarına talep arttığı için bulmakta zorlanıyoruz, bu kadar basit. Kıymeti yükselmiş, piyasada az bulunan şeyleri PTT vasıtasıyla temin etmeye başlamışken, demokrasi, adalet, insan hakları, şeffaflık, liyakat ve reform paketlerini PTT Kargo evimize kadar getirse diyorum, harikulade bir hizmet olmaz mı?

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/he-demeli-normallesme_538267

Aşı’kanlık Sistemi ve Adalet Momenti

 

Aşı'kanlık Sistemi ve Adalet Momenti

Dünyayı kasıp kavuran Covid-19’la daha etkili mücadele edebilmek için sabırsızlıkla beklenen aşı’kanlık sistemine geçişler başladı.

Bütün umutların ve kuvvetlerin tek bir noktada toplandığı bu sistemde aşı,“kol”luk kuvvetlerinin de desteğiyle adeta “bu fakir kardeşinize verin yetkiyi, virüse karşı mücadelede görün etkiyi”, “en az 0.4 mililitrelik bir doz verin, bu iş huzur içinde çözülsün” ve “antikor üretimini bana bırakın” gibi akıl çelici sloganlarla kendine taraftar topladı. Aşıların pahalı olduğu eleştirilerini de “ihtiyattan tasarruf olmaz” vecizesiyle karşıladı. 

Pek çok ülke, gücüne göre aşı tedarik edip uygulamaya koyuldu. Ülkemizde aşı tedariği ve uygulanması süreci, maske dağıtım işine benzemeye başladı. “Bugün başlıyor”, “yarın başlanacak”, “gelecek ay kesin başlarız”, “Mart’a kadar 27 milyon kişiyi aşılarız”, “aşıyı beğenmezsek parasını vermeyiz, anlaşmayı ona göre yaptık”, “50 milyon doz Çin’den, 25 milyon Almanya’dan geliyor”, “ilk aşamada 3 milyon geldi, peyder pey gelmeye devam edecek”, “günde bir buçuk milyon kişiye aşı vurabiliriz”, “10 günde 800 bin kişiye aşı vuruldu” gibi günü kurtarmayı hedefleyen ve çelişkilerle dolu açıklamalar yapılıyor. 

Bizim de millet olarak aklımıza şu sorular takılmadı değil: Türk tipi aşı’kanlık sisteminde bir aşının halk meclisine girebilmesi için yüzde on barajını aşı’ması yeter mi, yoksa yüzde 50 +1 formülü mü geçerli? Bir kısmı Çin’den, bir kısmı Avrupa’dan getirilerek yapılan itti’vac (aşıların ittifakına itti’vac denir, buradaki vac eki aşının İngilizcesi olan vaccine kelimesinden geliyor) başarılı olabilecek mi? Beğenilmezse ödeme yaptırmayacak olan Çin menşe’li aşı kendine çok güvendiğinden mi bunu söylüyor yoksa bu güvenceyi vermezse satış yapamayacağından mı korkuyor? Başka ülkelerin aşıları neden böyle bir teminat vermiyor? 

2020’nin son günleri de olsa aşıların ilk partisi memleketimize geldi. Sağlık çalışanları ve yüksek risk grubundaki kişilerle başlanacağı söylenirken bir de baktık ki ilk parti aşıdan adaleti ve kalkınmasıyla meşhur bazı partililer ve ittifak ortakları da nasiplenmiş. Çin aşısı mevzu-u bahis olunca “Çoğu Derinpek”gillerin fırsatı kaçırması düşünülemezdi tabiî... Hatta bir dönem siyasî mevkilerde bulunmuş olup şu anda kendilerine aktif bir görev verilmeyen ve sosyal medyada trollük yapma peşinde koşan bazı kişiler de aşı olmuş. 

Adalet Momenti

Fizikte, atalet momenti denilen bir mefhum vardır. Kısaca, “bir cismin açısal hız değişimlerine karşı gösterdiği direnç” şeklinde tanımlanır. Konunun anlaşılması için genellikle bir buz pisti üzerinde kendi etrafında dönme hareketi yapmak isteyen patenci örneği verilir. Patencinin kolları yanlardan vücuduna yapışık veya başınının üstünde yukarı kaldırılmış (dönme eksenine yakın olacak şekilde) olduğunda dönme hızı, kolları veya ayaklarından birini yanlardan yere paralel olacak şekilde açarak yaptığı dönme hızından daha fazladır. Bir partinin, merkezine yakın noktalardaki kişilerin “aşısal” hızlarının büyümesi de “adalet momenti” ile alâkalıdır. 

Kuvvetin döndürme etkisi anlamına gelen moment, adalet ile birlikte kullanılınca kuvvetli olanın adaleti kendine doğru döndürmesini ifade eder. Adalete moment kazandıran kişi, muhalifi olan siyasetçilere, işine gelmeyen şeyler söyleyen veya yapan akademisyenlere, avukatlara, doktorlara, mühendislere velhasıl kafasını bozan herkese ve her şeye aklına gelen her türlü hakareti rahatlıkla sıralayıp, onları işbirlikçilik, hainlik, teröristlikle suçlayabilir. Hakaret ve suçlamalara maruz kalan taraf onu mahkemeye çoğunlukla veremez, verse bile adalet momentçisi ifade hürriyetini ve eleştiri hakkını kullanmıştır, dâvâ hemen düşer! Meselâ bir bakanın bir gazeteciye “alçak” ve “uşak” demesi eleştiri hürriyeti kapsamında değerlendirilip, aynı bakana “kel” demek suç sayılabilir. 

Muhalif siyasetçi ve gazetecilere yönelik hakaret ve tehditler bir yana, yaralamaya kadar varan saldırıları/linç girişimlerini “tepkisel” diye vasıflandırarak önemsizleştirip, “bunu hak edecek ne yaptık diye kendilerini sorguluyorlar mı?” derken, kendileri ve yandaşları için edilmiş en ufak imalı iğnelemeleri dâvâ konusu yapıp cezalar yağdırmak... İşte bunlar, hep “adalet momenti” eksenli bakış “aşı”sının tezahürleri...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/asi-kanlik-sistemi-ve-adalet-momenti_535733

Uçuyoruz...

Uçuyoruz
 
Geçtiğimiz hafta ilginç bir gelişme oldu:
Avusturya İçişleri Bakanı, Avusturya’da Türk hükümeti karşıtı kişilerle ilgili bilgileri Türkiye’ye sızdıran bir casus yakaladıklarını açıkladı.

Uyum Bakanı Susanne Raab da "Türkiye, Avusturya’yı bölmek istiyor" dedi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Avusturya Uyum Bakanı Susanne Raab'a "Sadece Avusturya'yı mı? Ne ayıp... (Gülücük emojisi gülücük emojisi gülücük emojisi)" şeklinde cevap verdi.

Raab haklıysa, bir ay kadar önce İbrahim Kalın’ın twitter hesabında yaptığı "Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır" paylaşımında geçen hikâyeden hallice, kalın bir romana doğru koşar adım gittiğimizi söyleyebiliriz, hamdolsun. Eskiden nasıldı, dış mihraklar elini kolunu sallaya sallaya ülkemiz üzerinde oyun oynuyordu! Dış mihRock’n Roll yapanlar mı dersin, adamlarını üzerimize “Salsa” diye korktuklarımız mı... Bugün, gerektiğinde yabancı memleketler üzerinde oyun kuran bir seviyeye gelmiş olmak az bir şey değildir. Onların mihRock’n Roll oyunları varsa bizim de H-Alay’ımız var. “Mihrakım diyerek sana yüz vurdum” diyen ülkelerin umudu olduk, Akdeniz’de nav-i teximize münhasır hareket edebiliyoruz, daha ne olsun?

En doğru tesbiti Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni yaptı:
“Türkiye, Batı'nın müdahale edeceği tüm alanları kapattı; en zayıf alan ekonomiydi, o da doğal gaz keşfiyle kapatıldı” dedi.

Daha bunun üzerine söz söylenmez, anca şerh edici örnekler verilebilir. İfade ve basın hürriyetinde o kadar ileriyiz ki, Fahrettin Altun son derece rahat bir şekilde Cumhurbaşkanı’nı eleştirdi ve amiyane tabirle kendisine “ayar” verdi, üstelik başına herhangi bir kötü şey gelmedi.
Korkmayın canım, Fransa Cumhurbaşkanı’nı eleştiren İletişim Başkanı Fahrettin Altun “Fransa’nın gazeteciler için giderek daha tehlikeli bir yer hâline geldiği ortadadır. Sayın Macron kendisinin eleştirilmediği, gerçeklerden kopuk bir dünya hayal ediyor; gazetecilerin, kendisinin keyfini kaçıran haberler yapmadığı bir düzen istiyor; sırf kendisi çok arzuladığı için Libya’da bir savaş suçlusunun galip gelmesine tamah ediyor” dedi. Sorarım size, kaç Fransız iletişimci buna benzer sözleri söyleyebilir?

“Zayıf alan ekonomi” bile yüzümüzü güldürmeye devam ediyor. Büyüme rakamları açıklandı meselâ, varlığımızın % 90’ını muhafaza ediyoruz. Enflasyon desen % 11-12 civarlarında, o kadarı kadı kızında da olur. İşsizlik oranlarımızdaki düşüş umut verici, tek eksiğimiz çalışan kişi sayısındaki azalmalar. Bulduğumuz gazın haberi bile bizi o kadar heyecanlandırdı, bir de çıkardıktan sonra görün bizi, kimse tutamaz artık. Eğitimde de o biçim hamleler yapacağız, ama gel gör ki eğitim bütçesindeki bütün parayı öğretmenlere veriyormuşuz, bakan öyle söyledi. Para lâzım, o yüzden araba ÖTV’lerini mazur göreceksiniz. Hem zaten o vergiler yabancı araçlar için geldi, bizlik bir durum yok. Hep yabancılar mı bize operasyon çekecek, biraz da biz onları te’dip edelim.
Buradan yabancı odaklara sesleniyorum: “you can not mute ezans, you can not mute ah hit!” (Anlayacakları dilden konuşmak lâzım, o yüzden İngilizce seslendim)


Adalet konusundaki ilerleme de muazzam. Kuvvetler ayrılığı gayrılığı dinlemeyen yerli ve millî hukukumuzu geliştirdik, daha da önemlisi ihraç etmeye başladık. Rahip Brunson ve Alman gazeteci Deniz Yücel meselâ, hemen ihraç edildi, kapış kapış gittiler. Dünyanın ve Avrupa’nın sayılı büyüklükteki adalet sarayları bizde. Yeni yeni hapishaneler inşa ediyoruz.

IŞİD Türkiye sorumlusu olduğu söylenen kişi defalarca tutuklanmasına rağmen somut delil bulunamadığı için her  seferinde serbest bırakılabildi. İntihar bombacılarının hepsini biliyoruz, ama kendilerini patlatmadıkları sürece onlara dokunamıyoruz. Patladıkları zaman maalesef ilk kendileri öldükleri için onları yine tutuklayamıyoruz. Nalet olsun içimizdeki insan sevgisine...

Herkese ve her şeye verecek cevabımız var, ama önce muhatabımızı kontrol ediyoruz. Cevap vermeye lâyık değilse, onu cevaplama lütfunu kendisine bahşetmiyoruz. Diyelim Kızılay’ın fakir-fukaraya dağıtmak için hazırladığı kavurma etleri bizim şahsî otelimizin mutfağında mı bulundu, iddialara cevap vermiyoruz. Suskunluğumuz, asaletimizdendir çünkü.
Asalet ve Kavurma Partisi olmak bunu gerektirir...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ucuyoruz_527584

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: