Bu Blogda Ara

Arşiv

Çayerlok Makinesi

 

Çayerlok Makinesi
 
 
Değerli kardeşlerim, bir haftayı aşkın bir süredir gündemimizi meşgul eden orman yangınlarından bahsetmek istiyorum. Birileri, her konuda olduğu gibi, bizi suçlamaya, sorumluluğu bize yıkmaya başladı.

Öncelikle, bu yangınların ortaya çıkmasında en büyük sorumluluk sahibi olan kurum Meteoroloji Genel Müdürlüğü’dür! Henüz ortada yangın falan yokken ne dediler, kuru ve sıcak hava gelecek dediler, yangın tehlikesinden bahsettiler. Nereden biliyorlardı acaba? Bunların işi hep havayla ya, Hans ile George mu üfledi bunların kulağına? 

Ülkemiz, artık önüne gelenin hava atacağı bir yer değildir, böyle biline... 

Hadi, bir şekilde çıktı diyelim. Söndürme sorumluluğu kimde, belediyelerde! Belediye deyip geçmeyin, her işe koşardı bizim zamanımızda. Kendi aranızda şakalaşırken “bana bak” diyen arkadaşınıza “sana belediye baksın” diyorsunuz ya meselâ, o şaka değil ve onu biz yaptık! ABD’de yüksek lisans yapan bir hanım kızımızın uçak masrafı dahil, her şeyini biz karşıladık, İBB bursu ile 155 bin dolar ve 59 bin lira para verdik. Paraları su gibi saçan belediyeden, yangın için su bile serpemeyen belediyelere... Nerdeeen nereye!

Yangınların çıkışında da söndürülmesinde de sorumluluğumuz olmadığı halde, kulağımızın üstüne yatmadık, hamdolsun. Canla başla çalıştık. Bizim alanımız ekonomi, biliyorsunuz. Bu yangın işleri de ekonomi yönetimine benzer zaten. Ya da, bizim ekonomimiz yangına benziyordur, her neyse... Kuru sıcak, döviz kuru gibidir. Aniden yükseldi mi, tehlike çanları çalıyor demektir. Nem, adı üstünde, nemaya benzer. Enflasyon dediğimiz şey de enflamasyon, yani alev-yangı... Nem sebeptir, enflamasyon sonuç. Suyun eski adı neydi, ab, yani kriz alevlerini söndürmekte kullandığımız AB likit fonları gibi. Beyaz et, kırmızı et, etler arasından gelir. Yarım porsiyon kanat az ya, geri kalanı Cuma namazından sonra gelir. Kimin ne geliri gideri varsa, hepsinin zararını karşılayacağız. Yangınları da ekonomiyi yönetir gibi kontrol ettik, bütün dünya bizi konuşuyor şu anda. Duydum ki bazı ülkeler, “keşke biz de yansak da, Türkiye bize yardıma gelse” diyormuş.  

Bütün bu çabalarımızı görmeyenler, “#HelpTurkey” diye bir tag açmışlar. Yahu, el insaf! Bizim yardıma ihtiyacımız mı var? “Help ordaysa, arşın buradadır” diye bir atasözümüz var, biliyorsunuz. Onu diyen arkadaşların boyunun ölçüsünü almak için buradaki arşını kullandık, bakalım bir daha böyle bir şeye kalkışabilecekler mi?

Afet bölgelerini ziyaret ederken vatandaşa çay verdik, yine birilerinin zoruna gitti. Neymiş, yangın, sel deprem ve  bunlar gibi her afet sonrası çay dağıtılır mıymış! Yahu, çay sıcaklarda harareti alır, soğukta da adamın içini ısıtır. Bunu nasıl yapıyor derseniz, sadece ehliyet sınavlarında çıktığı için bildiğimiz ve motoru kışlık mod ve yazlık modda çalıştırmaya yarayan jikle vardır ya? Eskiden kolu vardı, elle çevrilirdi. Artık yeni motorlar, ortam sıcaklığına göre kendini otomatik ayarlıyor. Çayda da onun gibi bir şey var her halde. 

Çayın içinde bulunan etkin maddesi nedir, tein. Profesyonelce dağıtılan çay pro-tein desteği sağlar. Açlık şikâyeti ile gelen kişiye, şikâyetinde abartı olup olmadığına bakmaksızın, keyif çayı içmesini önermemizin sebebi budur. Hiç olmazsa protein alsın, fena mı olur...

Askerlik yaparken bir arkadaşımız elini yakmıştı, revire gittiğinde ona Fito krem verdiler. Başka bir arkadaş ayağındaki mantar için gittiğinde ona da Fito krem yazdılar. Kesik sebebiyle ayağı kanayan asker de Fito kremden nasibini aldı. Sonra, parmak kemiği kırılan arkadaşımıza bilin bakalım hangi ilâç verildi? Evet, Allah’ın bir lütfuna dönüşen Fito! Bir krem, bu kadar farklı derde deva olabiliyor da çay neden olmasın? 

İhtiyaç duyan bütün vatandaşlarımızın istifade edebilmesi için bir çayerlok makinesi yapılsa iyi olur. Bu makine otobüslerin üstüne monte edilecek ve dağıtım noktasına gelince otomatik olarak dağıtım yapacak. 

Tabiî ki, şu anons eşliğinde çalışacak: “Afetzedelerin dikkatine, çayerlok makinesi ayağınıza geldi... Deprem, sel, yangın, eve ekmek götürememe problemlerinizin kenarına çayerlok yapılır. Otobüs üstünden atılır, hemen adrese teslim edilir!”

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/cayerlok-makinesi_547532

ÜçAk Meselesi

 

Üçak meselesi
Yiğit Özgür Karikatürü

Koronavirüs tedbirlerinde gevşetme, ekonomide Almanya ve Fransa’yı kıskandıracak şahlanma, bayram, yurdun bir kısmında sel felâketleri, Afgan mülteciler, tekrar keskin bir yükselişe geçen virüs vak’aları, kavurucu sıcaklar ve orman yangınları gibi yoğun gündemi olan bir Temmuz ayı geçirdik.

Ciğerlerimizi yakan, ormanlarımızın yanması en sıcak konu. İtalya, İspanya ve Yunanistan başta olmak üzere, sıcak ve kuru havanın etkisiyle Avrupa’nın güneyi büyük yangınlarla boğuşuyor. Muhtemelen aynı coğrafya ve benzer iklim şartlarına sahip ülkeler olarak bizim nasibimiz de aynı. Eş zamanlı gerçekleşen devasa büyüklükteki yangınlarla mücadele etmek zor bir iş. Küresel iklim değşikliklerini ve hava durumunu iyi takip edip tedbirlerini ona göre alanlar, bu felâketle daha iyi başa çıkabiliyorlar. 

Hazırlıklarını yapmayan veya müdahale ederken ihmalleri ortaya çıkanlar için en konforlu yol, meseleyi bir düşman üzerine yıkıp ortadan sıyrılmak her halde. Olayın hemen başındayken ve ortada somut bir delil yokken bu işi yapabilecek tıynete ve geçmişe sahip birilerini işaret ederseniz, taraftarlarınızı konsolide ettiğiniz gibi eksikliklerinizin konuşulmasını da önlersiniz. Resmî beyan olarak ifade edilmese de, Cuma vaazlarında ve yandaş trol hesaplarda aynı şeyin söylenmesi yeterlidir. 

Meselâ, iktidara yakın isimlerden biri, “Yangınları Yunanistan’ın talimatıyla PKK yakıyor. Bunu MİT ‘çok gizli’ damgalı raporuyla CB’na bildirdi” diye tweet attı. MİT damgalı böyle bir rapor varsa ve gazeteci böyle rahat açıklayabiliyorsa çok da gizli olmasa gerek. Ayrıca, bu sözde sanki aldığı raporun gereğini yerine getirmeyen bir CB iması var gibi, yalakalık yapayım derken kendi başını yakacak bu gidişle. 

Tabiî ki, sabotaj dahil her ihtimal titizlikle değerlendirilmeli ve varsa failler bulunup hak ettikleri ceza verilmeli. Bu durum ihmallerin ve eksikliklerin konuşulmasına engel olmamalı. En çok eleştirilen husus, THK bünyesindeki uçakları kullanmak yerine Rus uçaklarının kiralanması ve bu uçakların sadece üç tane olması. THK uçaklarının kullanılamayacak seviyede olduğu söylenmişti geçen yıl. “Uçak bulacağım demedim, ‘üçAk’ bulacağım dedim” deseler yeridir.

Gerçekten THK uçakları bozuksa, 20 yılı aşkın süredir iktidarda olanlar bu uçakların bakımını neden yaptırmadılar acaba? Bakımla düzelemeyecek durumdaysa, yerlerine yeni uçaklar alınamaz mıydı? Bunlardan biri yapılabilse, dışarıdan 3 uçak kiralamak gibi pahalı ve yetersiz bir tercihten daha iyi olmayacak mıydı? 

Eleştirileri cevaplarken, “uzay aracı gerekirse onu da alacağız” dedi bakar gibi olan. Bakan diyecektim, ama neredeyse bütün işlerini Cumhurbaşkanından talimat alarak yaptığını kendisi söylüyor. Her işi yaptıran bizzat cumhurbaşkanı ise, kendisi de muhtemelen bakan değil, bakar gibi yapan biridir. Acaba herhangi bir iş konusunda, cumhurbaşkanının bir bakana talimat göndermesi için yeterli ve gerekli şartlar nelerdir? En az kaç newton.metre veya joule’lük iş bir talimat gerektiriyor? Fizikte iş, bir kuvvetin bir cisime kat ettirdiği yol olarak tarif edilir ve iş=kuvvet x yol formülüyle hesaplanır. “Adamlar yol yabdı” cümlesinden yola çıkarsak yol cepte. Değişken olan kuvvet olmalı, bu durumda. 

Cumhurbaşkanı, her bakana görev tanımlarını verip, bunların gereğini yerine getirin talimatı verse daha kolay olmaz mıydı? Öbür türlü, Cumhurbaşkanı talimat vermeyi unutsa, veya memleket meselelerinin çokluğununun verdiği yorgunlukla uyuyakalsa meselâ, bakanlar, yetki ve sorumluluklarındaki işleri yapmayacaklar mıdır? 

Keşke, ziyaretlerine “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” ifadesini iliştirmek yerine “cumhurbaşkanımızın tahsisatıyla” diyerek, yangın söndürme çalışmaları için gerekli sayıda uçak tahsis edebilselerdi... Kıbrıs’a giderken bile sekiz ayrı uçak kullanan, Cumhurbaşkanlığına ait iki haneli sayılarda uçak bulunduğu söylenen, ki bir tanesi, üretildiği ülke olan ABD’de devlet başkanında bile olmayan lüks bir uçak, yerli uçağı her seçim öncesi göklere çıkabilecek seviyede olan, uçan arabalar konusunda iddialı konuşmalar yapan ülkemizde böyle bir tahsisatı yapmak çok zor olmasa gerek...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ucak-meselesi_547193

Beyinler Göçü

Beyinler Göçü

 

Değerli kardeşlerim, 

Geçen gün bir haber gördüm, Belçika’da Laurent Simons adındaki 11 yaşında bir çocuk, Anvers Üniversitesi’nin 3 yıllık fizik bölümünü bir yılda ve en iyi dereceyle bitirmiş. İleride ne yapmak istediğini sormuş olmalılar ki cevaben “Hedefim ölümsüzlük. Vücutta mümkün olduğunca fazla sayıda parçayı mekanik parçalarla değiştirmek istiyorum. Bunun için bir yol hazırladım. Bulmacanın ilk parçası kuantum fiziği” demiş. 

Öncelikle, gayretleri için kendisini ve ailesini takdir ediyoruz. Bakıyorum, ülkemizin eğitim sistemini eleştirmek isteyen mahfiller hemen harekete geçmiş, buradan bize saldırıyor. Bizim ülkemizde neden böyle çocuklar yetişmiyormuş, bu kadar yetenekli çocuk bizde olsa harcanırmış falan... 

Hamdolsun, eğitim sistemimiz o kadar iyi seviyede ki, Laurent gibi binlerce çocuk var bizde, sayısı çok fazla olunca, haber konusu olmaktan çıkıyor, bizim için vak’a-yı âdiye yani. Şimdi diyeceksiniz ki, neden duymuyoruz, hani neredeler? Pek tabi, aileleri çocuklara nazar değsin istemedikleri için gizli tutuyorlar, biz de kendilerine saygı duyuyor ve açıklamıyoruz. Boğaziçi Üniversitesini 6 ayda komple bitiren biri var mesela, arayan Bulu’r...

Şimdi, bu kadar övülen Laurent ne yapmış, 10 yaşında üniversiteye girmiş. Yetenekli çocuklarımız için aynısını yapalım desek, yetenekli olup olmadıklarını anlayacak yetenekte bir kadro lâzım bize. O işi yapması beklenen insanlar maalesef eski Türkiye şartlarında eğitim gördüler. “Yahu, parasıyla değil mi, dışarıdan uzman getirsenize!” dediğinizi duyar gibiyim. Yurtdışından gelecek kişiler tahkim sigortası görmek ister, dahi çocuk sayısının garanti edilmesini ister... Neyse, olmadı bizim Alicengiz şirketi ile görüşürüz bu mevzuyu, bir şekilde çözerler. 

Diyelim, dahi çocukları tesbit edip onlara sınıf atlatmaya başladık, bakanı, milletvekili, valisi, kaymakamı sıraya girip, “bizim oğlan da çok zeki, bilgisayarda oynayamadığı oyun yok”, “iki yaşında tableti çözdü, benden iyi kullanıyor” deyip çocuklarına iltimas geçilmesini istemeyecek mi? Müsteşarlar, hâkimler ve savcılar bahsetmiyorum bile. Sadece kendi çocukları için isteseler yine iyi, yeğenleri, kuzenleri ve komşuları için de “sınıf atlatılacak üstün zekâlı” belgesi almaya kalkarlar... 

Sınıf atlatılan çocuklar çok mutlu olacak mı sanıyorsunuz? Atlatıldıkları sınıftaki diğer çocuklar yaş ve beden olarak daha büyük olacağından, yeni çocuklarla dalga geçip onları dövmeye kalkarlar, al başına belâyı! Hatırlarsınız, Atakan diye bir çocuk çıkmıştı haberlere, felsefe kitaplarını okumuş yorum yapıyordu. Ne oldu, kameraların odağı haline gelip eleştiri yağmuruna tutulunca devamı gelmedi... Yok kardeşim, kimseye haksızlık olmasın diye bütün çocuklarımızı aynı tornadan geçirmeye devam edeceğiz, kimse kusura bakmasın...

Meşhur Laurent’in okuduğu üniversite aklıma takıldı, adı Anvers. İngilizce “answers” kelimesi cevaplar demek. Dünyaya hava atmak için cevapları bu çocuğa önceden sınav sorularının cevaplarını vermiş olmasınlar? Biz, Belçikalıların ciğerini biliriz, ciğerini! Ne belli çakallık yapmadıkları?

Şükürler olsun ki, bizim kendi çocuklarımıza olan inancımız tamdır. Cumhurbaşkanı yardımcımız “Uçan araçlarda dünya liderliğine oynayan bir Türkiye olacak” sözleri ile bunu ifade ederken, Teknoloji ve Sanayi bakanımız da boş durmadı ve “Türkiye kendine inanmış, ufku samanyolu galaksisi kadar geniş, çalışkan gençleriyle uçan arabalarda da dünya liderliğine oynayacak. Nasıl ki insansız hava araçlarındaki başarımız şu anda bütün dünyanın dilindeyse, bütün yenilikçi alanlarda da gençlerimizle birlikte iddiamızı ispatlayacak başarı hikâyelerini yazacağız. Ufku samandan öteye geçemeyen muhalefet inansa da inanmasa da biz bu başarı hikâyelerini yazacağız. Bizim potansiyelimiz bunları yapmaya kadir, çünkü biz gençlerimize güveniyoruz” diyerek kendisini destekledi. 

Eskiden, dışarıya doğru beyin göçü verirdik. Yetişmiş insanlarımız yurtdışına kaçardı. Şimdi bakıyoruz, sanal çiftliklerden tavuk, inek kiralatan, yumurtayı boyayıp millete 10 katına satan ve tosuncuk ismiyle bilinen dahi çocuk, kendi isteğiyle ülkemize geri geldi. Gümrükten bir liraya aldığı su yumuşatma cihazını, köylülere “benzin tasarruf cihazı” diyerek 72 liraya satan ticaret dehası vatandaş dahi yurtdışında yakalanmış, ama ilk fırsatta memleketine dönmek istiyor. 

Böyle yetenekli çocuklar bizde olduktan sonra, şimdiye kadar uçak yapmamış olsak da, araba üretmemiş olsak da, uçan araba konusunda dünya lideri olacağız. Çatlasanız da olacağız, patlasanız da olacağız, böyle biline...

Link: Beyinler göçü - YENİ ASYA (yeniasya.com.tr)

Sosyal Medyafe

 

Sosyal Medyafe
Sosyal Medyafe
Sosyal medya araçları gündelik hayatımızın vazgeçilmez bir parçası oldu neredeyse. Nerelere gittiğimiz ve neler yaptığımız bilgilerini belgeleriyle paylaşıyoruz. Beğendiğimiz filmleri, kitapları, müzikleri takipçilerimizin bilgisine sunuyoruz. Tuttuğumuz takımı, desteklediğimiz politik görüşü, içinde bulunduğumuz halet-i ruhiyeyi ortalığa seriyoruz. Orhan Veli bugünü görse, “Neler paylaşmadık şu sosyal medyada; kimimiz birilerini/birşeyleri övdük, kimimiz nutuk söyledik” derdi herhalde…

Kullanıcı açısından bakılırsa; hür bir biçimde kendini ifade etme aracı, sesini geniş kesimlere duyurma fırsatı, ego tatmini, dünyadan haber alma vesilesi, tanıdık-tanımadık başka insanların hayatlarını kurcalamak için bir tecessüs aparatı, ilginç bilgiler için bir kaynak gibi çeşitli maksatlar için kullanılabilir. Reklam ve satış gibi faaliyetlerden maddî kazanç sağlayanlar bile var.

Belli bazı etik kurallar konulsa bile, nihayetinde, kuralların belirlenmesi ve nasıl işletileceğinin kararı platform sahiplerinin insafına kalmış. Tabiî ki, ticarî birer müessese oldukları için belli ahlâkî dengeleri ticarî kaygılarla gözetmek durumundalar. Ancak çok objektif olmamaları durumunda kullanıcıların yapabileceği bir şey yok. “Beğenmiyorsan kullanma, kimse seni zorlamıyor” derler adama.

Politik görüşünü desteklemedikleri ABD devlet başkanına bile kafa tutup gönderilerini silebiliyor ve hesaplarını askıya alabiliyorlar. Öte yandan, Hindistan gibi bir ülkede, iktidarın isteği üzerine muhalif bazı kişilerin özel yazışmalarını siyasî otoriteye vermekte bir beis görmeyebiliyorlar.

Sosyal medya platformlarında bir dönem çalışmış ve çeşitli sebeplerle oralardan ayrılmış bazı kişilerin anlatımlarına yer verilen The Social Dilemma/Sosyal İkilem isimli belgeselde bahsi geçen ve “gölge profil” denilen bir kavram dikkat çekiyor. Sosyal medya platformları, sizin için oluşturdukları gölge profilde, o platforma doğrudan vermediğiniz pek çok bilgiyi tutuyorlarmış. Nasıl elde ediyorlar bunu derseniz, öncelikle etkileşimde bulunduğunuz başka profillerden yararlanıyorlar ve internette dağınık bir şekilde sizinle ilgili olabilecek bütün verileri veri analitiği ile süzüyorlar. Kısaca veri madenciliği yapıyorlar.

Müzik, kitap, film tercihleri, siyasî yönelimler, profilin tanıyor olabileceği kişiler listesi, hangi bildirimleri gönderirlerse platform kullanma süresini uzatabileceklerini ve daha bir çok bilgiyi profile iliştiriyorlar. Zaman akışı denilen yerde listenizdeki arkadaşlarınızdan gelen hangi paylaşımları size sunmaları gerektiğini hesaplıyorlar. Listenizde binlerce kişi varsa onlardan gelen güncellemelerin bir şekilde süzülmesi ve mesela Facebook’un, hoşunuza gitmeyeceğini düşündüğü bir paylaşım veya haberi, âdeta mahalle bakkalı edasıyla “onu vermiyeyim abime” diyerek gizleyebildiği anlamına geliyor bu.

Gölge profil bilgilerini, kullanıcıya özel kişiselleştirilmiş reklamlar için kullanabiliyorlar ve bu durum pek çok kişinin rahatsız olmadığı, hatta hoşuna giden bir şey olabilir. Ancak, ücretini vermediği bir ürünü kullanırken, ürünün kendisi haline gelmiş olmaktan rahatsız olan bir çok kullanıcı da vardır. Amerikan başkanlık seçimi döneminde, siyasî rakipleri hakkında karalama amaçlı asılsız haberler hazırlayıp bir veri analiz firması (Cambridge Analytica) aracılığıyla sosyal medya kullanıcılarının önüne seren ve onları manipüle edenleri duymuşsunuzdur.

Kısaca, sosyal medya araçlarını yönetenler, bizim babamızın oğlu değil, verilerimizi toplayıp reklam verenlere satıyorlar, siyasî baskılara maruz kaldıklarında, güç sahipleri tarafından korkutulduklarında veya dostluk sebebiyle kullanıcılarının bilgilerini birileriyle paylaşıp paylaşmayacaklarının herhangi bir garantisi yok.

Kullanıcı bazlı risk faktölerine baktığımızda ise, bot denilen ve algoritmik bir şekilde kontrol edilen, kitleleri yönlendirmekte kullanılan sahte hesaplar ve troller gibi yalan haber yayma ve çarpıtma merkezlerinin faaliyetleri var. Koca koca profesörler ve kerli felli gazeteciler bile trollenebiliyorlar. Komik bir yalan haberi bilimsel bir gerçek gibi paylaşan bazı akademisyenler sosyal medyanın diline düştü yakın zamanlarda.

Sosyal medya mecralarının olumsuz etkilerinden sakınabilmek için, corona virüsüyle mücadele yöntemlerine benzer şekilde şu tedbirleri alabiliriz:

Sosyal Medyafe: Sosyal medyada sosyal mesafeyi gözetme manasında “sosyal medyafe” kurallarına uymak. Yüzyüze tanımadığınız kişileri arkadaşlık listenize eklememek veya takip etmemek. Hırlı mıdır, hırsız mıdır, takipçi kazanmak için şirinlik yapan biri midir, bilmediğiniz insanları ne kabul edeceksiniz Allah aşkına!

Dezenformektan Kullanımı: Sosyal medyafeye uyup çevrenizi güvendiğiniz insanlardan oluşturdunuz diyelim. Kişilere olan güveniniz, onlardan gelen bildirimlere kayıtsız ve şartsız bir güvene sebep olmamalı. Güvendiğiniz kişiler, sosyal medyafelerine sizin kadar dikkat ediyor mu? Ya onların listesine botlar veya troller girdiyse? Belki de doğruluğunu hiç sorgulamadan, onlar da güvendikleri birinde gördükleri bir şeyi paylaşmışlarsa? Topluma ve yasalara karşı sorumlu, güvenilir haber kaynakları tarafından teyit edilmeyen her habere karşı mesafeli davranmak ve hemen paylaşmamak gerekir.

Son olarak da maske kullanımına dikkat… Unutulmamalıdır ki, bazı insanlar sosyal medyada kendi isimleri ve kimlikleriyle var olmamanın verdiği hafiflikle, gerçek hayatta olduğundan farklı davranışlar sergileyebilir.

Link: https://www.gencyorumdergisi.com/2021/07/sosyal-medyafe/

Liyakademi

 


Muhalefet etmesi, bugünlerde muhal görünen muhalefet partilerinden birinin genel başkanı olan Devlet Bahçeli, “gelin, üniversite sınavını kaldıralım” teklifinde bulunmuş.

Erken seçimden mahkum affına, pek çok konuda iktidara istediği kararı aldırabilmiş olan Bahçeli’nin, bu teklifini bu yılki üniversite sınavları yapıldıktan sonra dile getirmesi isabetli olmuş. İki buçuk milyonu aşkın kişinin başvurduğu sınav yapılmadan önce teklif kabul edilse, büyük kaos olabilirdi.

Eleştirilecek çok fazla yönü olsa da, üniversite sınav sistemi, ülkemiz şartlarında adil olmaya en yakın olabilecek yöntemlerden biri. Ortaöğretimdeki okul ders notları, üniversiteye kabul noktasında öğrencinin bilgi ve becerisini ölçme konusunda iyi bir referans sayılmaz. Kötü adam olmak istemeyip herkese bedavadan not dağıtan öğretmenler, kötü de olsa bir şöhret elde etmek iseyip kimseye puan vermeyen öğretmenler, okulun başarı seviyesi yükselsin diye mavi boncuk dağıtan okullar yok mu hiç? Ebeveynlerinin, amcasının veya dayısının nüfuzunu kullanarak notlarını yükselten öğrenciler de mi yok?

Diyelim, sınavı kaldırdık ve yüksekokul için ders notları ile öğretmenlerin öğrenci hakkında yazdığı referans mektupları başvuruda kullanılır oldu. Üniversiteler de mülakat yapıp başvuranları elesin. Adliyedeki çay ocağından, bütün personelin aynı haklarla yararlanmasını isteyen mübaşiri sürgüne yollayıp hakkında dava açan savcının çocuğu hiçbir üniversiteye giremedi diye bir haber okuyabilir miyiz? Halı saha maçı tartışması yüzünden öğretmenleri göz altına aldıran savcı veya nişanlısının kaldığı öğrenci yurdunu polisle birlikte basan savcı gibi nice yetki sahibi memur, bürokrat, idarecinin yakınları olan öğrenciler üniversiteye giremeyebilecekler mi bakalım?

Herkesin aynı sorularla imtihan edildiği ve liyakate dayalı bir sistem olmazsa, yükseköğretimdeki kurumlar ve işleyiş bence biraz değişir. Anabilim dalı başkanlığının yanına “kaynanabilim dalı başkanlığı” eklenir, enstitüler, başındaki kişiye göre “kuzenstitü” ve “eltitü” gibi isimler alır. Sadakate mi yoksa liyakate mi bakacağı ikileminde tercihini kestirmenin hiç de zor olmadığı akademi, fakülteleri “dekanka”lara veya “dekayın”lara yönettirir, or”dünür”yüs profesörlere görev verir. Ortalık “doçenişte”lerle dolar, “araştırma görümcesi”nden geçilmez.

“Accık Öğretim Fakültesi”, adı üstünde, azıcık bilgi vereceği için okuması en kolay fakülte olur. Online sınavlar sayesinde, öğrencilerin çalıştığı yerden soru gelmesi için dua etmesine gerek kalmaz, çıkan sorulara sınav anında çalışıp cevap verme imkanı olur. Askerliğini tecil etmek için yüksek lisans programlarına kaydolanlara “mastertip” denir.

Diploma aldıktan sonra, ki diploma şart da değil, sadece birilerinin şoförü olduğu için yıllarca milletvekilliği yapanlar çıkar, hayvanat bahçesi müdürü iken bilim-teknik kurumunun başına atanan olur. Kendilerine ne zaman, nasıl ve ne danışıldığı bilinmeyen, nefer sayısına kimsenin muttali olamadığı bir danışmanlar ordusu kurulur. Banka yönetim kuruluna güreşçi atanır, eş-dostun çocukları büyükelçi yapılır. Bir bakmışsın, posta müdürü danıştaya üye olmuş, Merkez Bankası’na yönetici arkeologtan, limana ise stilistten seçilmiş, belli mi olur?

Neyse ki, şimdilik bizde üniversite sınav sistemi devam ediyor. Sınav için alternatif sorularımı takdim edeyim:

Soru 1: Bir Aşık Veysel, bir dağın 3/5'ini bir günde Ferhadsizce delebiliyorsa, sadece İngilizce bilen turistler, aşıya toplam kaç sterlin verir?

a-100 Sterlin
b-Beşer-Şaşar Çetesi: “ister delin, ister delmeyin. O paralar biz gelecek!”
c-Gönül, sterlin aradığını hep mi bekler, hiç mi bulamaz!
d-En az 400 sterlin verin, bu iş huzur içinde çözülsün!
e-Aydın-Söke, Söke-Tahkim yolu ihalesi Cengizli Makalyon'a kalıp geçiş garantili olursa... Çok milyar sterlin!

Soru 2: Kimleeer, tahkimlerle beraber?

a- Müteahhitler
b- Muhalefete muhalefet edenler
c-“Beraber yürüdük, biz bu geçiş garantili yollarda” diyenler
d-Yürütme erki
e-“Londra’da hakimler var” diyenler

Not: Soruları cevaplarken, dört yanlışın bir doğruyu tahkime götüreceğini ve haklarını söke söke alacaklarını lütfen unutmayın, iki soruda dört yanlış yapamayacağınızı düşünmeyin. Hazine garantili dört yanlış bedeli, her halükârda tahakkuk ettirilecektir. Aşık Veysel’lik yapıp kuralları delmeye çalışmayınız. Bir ülkenin dış aşıları toplamının 100 sterlin ettiği bilgisini bonus olarak kullanabilirsiniz. Sınavda başarılar dilerim...

 Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/liyakademi_545743

İmrengi

 



Annler günü, babalar günü gibi özel gün kutlamalarını pek samimi bulmayanlardanım. Tamam, iyi niyetlerle ortaya çıkmış olabilir bu özel günler ama o kadar ticarileştirildiler ki, günler, hatta haftalar öncesinden başlayan reklamlar bizi bunaltmaya yetiyor. Sevginin/saygının tek ifadesi hediye almak değil, her hediye de maddi olmak zorunda değil. Hadi, diyelim çiçek almaya karar verdiniz. Bir gün öncesinde veya sonrasında 10 liraya satın alınabilen bir çiçeğe, o günlerde 50 lira fiyat biçiliyorsa burada istismar yok mudur?

21 haziranın gündüzünde “en uzun gün indirimi”, gecesinde “en kısa gece kampanyası” gibi SMS, mail ve bildirimlerle bizleri ihtiyaç duymadığımız şeyleri almaya çağıranların yerinde olsam, teyzeler günü ve amcalar günü diye yeni satış günleri icat ederdim. Sonuçta, teyze dediğiniz anne yarısı, amca da baba yarısı... Ramazan’da tam gün oruç tutamayan çocuklar yarım günlük tekne orucu tutar ya, teyze ve amcaların günleri de öyle yarımşardan olabilir zannımca. Akılda kalması için de 21 Mart ve 23 Eylül gibi, gece gündüz sürelerinin eşit olduğu tarihler seçilebilir.

Anneler günü, okul ders kitaplarında işlenir, şiirler okunur yazılır, resimler yaptırılır çocuklara ödev olarak. Sıkıysa kutlama o günü... Babalar günü öyle mi? Laf olsun diye ihdas edildiği nasıl da belli... Babalar gününü öyle bir zamana denk getirmişler ki, okullar ekseriya kapanmış olur o tarihte. Kim öğretip hatırlatacak çocuklara? Babalar da çok dert etmez kutlanmadığını, rahat olun.

Kendi adıma, babalar günü diye bir şey olduğunu, üniversite okurken yaz tatillerinde tezgahtar olarak çalışırken duydum ilk. Tezgahın sahibi abimiz, müşterilere “babanıza hediye almak ister misiniz?” şeklinde soru sormamız yönünde telkinlerde bulundu. Hakikaten, babalar günü ve önceki gününde bir haftada yaptığımız ciroyu yapmıştık.

Geçen hafta, babalar günü vesilesiyle, video konferans yoluyla gençlerle buluşma gerçekleştirmiş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle dedi: “Biz gençliğimizde yurt dışına gittiğimizde oraları görürdük, ‘Bizim ülkemiz niye böyle değil’ derdik. Gelişmiş ülkeler için diyorum. Ama şimdi onlar buraya geldiğinde diyorlar ki, ‘Bizim ülkemiz niye Türkiye gibi değil?’ Ve bize imreniyorlar.”

Yurt içinde yaşayan bizler belki farkında değiliz ama dışarıdan gelenler imrenerek bakıyorlar demek ki. “Mavi-yeşil” vatanımızdan “gri” pasaportlarla çıkıp geri gelmeyerek, “kırmızı” bültenle aranma seviyesine gelen kişiler de diyorum, acaba, memlekete yabancı bir gözle bakıp imrenebilmek gibi “pembe” hayaller için mi yapıyorlar bunu? Bünyesinde bu kadar rengi barıdıran imrenmeye “imrengi” diyebiliriz herhalde...

Nasıl imrenilmesin kardeşim? Türkiye’ye girdiğinde cebinde 500 Euro varsa, bir öğretmen maaşından fazla paran var demektir. Avrupa standartlarında maaş alıp burada harcayan yaşadı!

Sonra, on parmağında on bir marifet olan ve marifetleri sayısınca maaşla iltifatlandırılan siyasetçi ve bürokratlarımız var. Gelişmiş diyebileceğimiz herhangi bir ülkede bunun örneği var mı? Birlik ve onluğa-pardon, beraberliğe- en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, iki 1’i yanyana getirip 11 yapan ve “maşallah, 11 ayrı kurumun sultanı, mübarek!” diyebileceğimiz adamlar çıkıyor. Burnu hassas olan kişiler, o haberleri fazla okumasın, zira kesif bir gübre kokusu kendilerini rahatsız edebilir.

Ticarette ileri seviyeye gelmiş kişiler bakanlık yapabilir, hatta bakanlığa geçtikten sonra da aynı şekilde ticaretine devam edebilir. İsteyen, şirketlerini eşi-çocuğuna devredip ballı bakanlık ihalelerini rahatça o şirketlere verebilir. Avrupa’da bunu yapmak mümkün mü?

Avrupalı çocuklar, üçgenleri sadece geometri dersinde teorik olarak öğreniyor. Bizde ise gazeteci-mafya-siyaset, ticaret-sanat-siyaset gibi üçgenleri bizzat hayatın içinde görmek mümkün. Görerek, dokunarak ve koklayarak “pis”agor bağıntısını bu üçgenlerden öğrenen çocukla, tahtada çizilen iki boyutlu ABC üçgeni üzerinden formülü ezberleyen çocuk, hiç bir olur mu?

Durmak yok, “imrengirmeye” devam!

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/imrengi_545359

Öne Çıkan Yayın

İthalya Cumhuriyeti

  İthalya Cumhuriyeti Bundan çok çok zaman önce, buradan uzak mı uzak bir ülke varmış. İyi-kötü, kendi ihtiyaçlarını üretebiliyor ve kimse...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: