Bu Blogda Ara

Arşiv

SağanAK

SağanAK
İbrahim Özdabak

 

Seçim öncesi açılan muslukların boşalttığı hazine havuzunu doldurma çalışmaları başladı. Termometrelerin yükseldiği Temmuz başında, vergilere düşen cemre’smi gazete ve vergileri çakan Şimşek, iğneden ipliğe her şeyin fiyatına sağanAK sağanAK gelecek olan zam yağmurlarının müjdecisi oldu. 

Temmuz ayının ilk haftası itibarıyle bazı vergilere gelen artış oranları:

·         MTV zammı %100 oldu

·         Tütün ve alkollü içeceklere %14,82 ÖTV zammı geldi

·         Kurumlar vergisi oranı %25 arttı

·         Harçlar %50 oranında yükseltildi

·         KDV %18'den %20'ye, %8'den %10'a çıktı (KDV oranı %8 iken %20’ye çıkan ürünlerde katmerli artış anlamına geliyor)

·         Yolcu beraberinde getirilen telefonlar için IMEI kayıt harcı 6.091,30 TL'den 20.000 liraya çıkarıldı

·         Tüketici kredilerinde BSMV %50 artırıldı

·         Şans oyunları vergisinde %100 artış oldu

 

Vatandaşa düşen “hoptek” oynayarak türkü söylemek olacak galiba:

“KaDeVe’nin boyu kavaklar

Bizi yüzde yirmi paklar

Ben zamlara doyamadım

Doysun zevat-ı AK’lar

Hadi gülüm yandan yandan yandan

Biz korkmayız vergiden zamdan

Oy Bulancak Bulancak

Paramız pul oldu ancak

Enflasyonun hesabı

Elbet birilerinden sorulacak”

Dolar ve Euro fiyatına endeksli olarak neredeyse günlük olarak yeniden düzenlenen fiyatlar, vergi zamları sonrası bize “Türkiye Yüzde Yüzyılı” yaşatacak gibi görünüyor.

Yeni vergilere, gelir artırıcı unsur gözüyle bakılıyor olabilir, ancak artan ve eklenen her bir vergi, vergi kaçıran veya vergiden kaçınan kişilerin sayısını artırıyor. Vergileri düzenleyenler, bu hususu da göz önüne alıp hesaplarını ona göre yapıyor. Vergi arttıkça kaçan oluyor, kaçanlar arttıkça vergiler yükseliyor. Olan, bütün yükümlülüklerini kitaba uygun olarak yapmaya çalışan düzgün vatandaşlara oluyor. Kaçıranların önünde sonunda ceza ödeyeceğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, zira gelecek olan ilk seçim öncesinde ilan edilecek vergi affı sayesinde o cezalar ortadan kalkacak.

Vergilerde yüzde yüzlü oranlarda artışı kendine hak olarak gören devlet, kira artış oranlarını azami %25 olarak düzenleyebiliyor. Yakında kanun olarak da muhtemelen Meclis’ten geçecek bu düzenleme. Kiracıyı korur gibi görünen bu kanun acaba gerçekten öyle çalışıyor mu?

İlk olarak kurallara uyan makul kiracı ile kanun tanımayan ev sahibi örneğine bakalım. Ev sahibi, kiracısının ne kadar düzgün bir insan olduğuna bakmadan ve uzun yıllar boyu kiracısı olması hasebiyle aralarında gelişmiş olması muhtemel hukuka aldırış etmeden piyasa şartlarına uygun ve belki de daha yüksek bir artış oranı teklif edip beğenmiyorsa kiracısının evden çıkmasını ister. Kiracı, kanuni şartları öne sürerek %25’ten fazla bir artışı kabul etmediğini ifade eder ve böylece çatışma başlar. İllegal hareket etmeyi kendine bir dert olarak görmeyen ev sahibi kavga ve cebir yoluyla kiracıyı evden çıkarır.

İkinci örneğimizde nizama uyan bir ev sahibi ve kural tanımayan bir kiracı var. Ev sahibi, her sözleşme yenileme zamanında kitabî düzenlemeye uyduğu için TÜİK enflasyonu ile artış yapmıştır ve takdir edersiniz ki bu da piyasa gerçeklerinin epey gerisine düşen rakamlarda kalmak anlamına gelir. Kira düzenlemesi, kira miktarını değil artış oranını içerdiği için kanunen yapılabilecek zamla birlikte yeni kira çok komik bir ücrete tekabül edecektir. Halden anlamayan kiracı, ev sahibine kanunu göstererek, beğenmiyorsa mahkemeye gitmesini söyler.

Neticeten, vergi artışları ve kira düzenlemeleri gibi kanunlar maalesef kanuna uyan, makul insanların lehine çalışmıyor. Neredeyse her gün, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir kiracı-ev sahibi çatışması haberi görür olduk. Haberi izleyenler fırsatçı kiracı veya paragöz ev sahibi diyerek karşılıyor, aradan sıyrılan devlet de elinde çekirdekle olan biteni izliyor.

Çok da içinizi karartmayın; çok şükür, bir çok yerden petrolümüz fışkırıyor, Karadeniz gazımız çıkarılmaya başlandı. Ankara-İstanbul arası mesafeyi 7 liralık elektrik harcayarak alan araçlarımız yollarda, yerli uçağımız göklerde, milli gemimiz sahilden sahile fink atıyor. Bu Temmuz sonunda ekonomide öyle bir sıçrayacağız ki, İngiltere ve Almanya bizi kıskanacak... Az sonra...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/saganak_584723

Zübde-i âlemden züppe-i âleme...

Zübde-i Alemden Züppe-i Aleme


“Hoşça bak zatına ki zübde-i âlemsin sen” diyen Şeyh Galip sözünün dinleneceğini ve daha da önemlisi bu sözle amel etmenin çok fazla abartılacağını muhtemelen düşünmemiştir. Günümüz insanı, kendi zatına o kadar hoşça bakmaya başladı ki, neredeyse kendisi dışında hiçbir şeyi görmüyor artık.

Şeyh Galip’in yaşadığı dönemlerde başlayan Sanayi İnkılâbı ile birlikte büyük makineler üretimde kullanılmaya başladı. Fabrikalarda seri üretim için buharlı ve güçlü makineler kullanımı çalışanların çok nitelikli olması gerekliliğini kısmen ortadan kaldırdı. Bu durum, işverenlerin hırsları ile birleşince işçileri günde 20 saat çalıştırmaya başladılar. Kadın-çocuk dinlemeden, cüz’î ücretler karşılığında ve dinlenmeye fırsat vermeden, nem, havalandırma, ısıtma-soğutma açısından kötü ortamlarda, temizlik ve sağlık şartlarına çok da dikkat edilmeden, köle gibi insan çalıştırılabiliyordu, çünkü kişilerin önemi yoktu ve sistem devam etmeliydi. Parası ve gücü olanların sözü geçtiğinden, sıradan insanlara “Senin fikrinin ne ehemmiyeti var vasat herif?” deniyordu. “Horgörü” zirveye çıkmıştı yani…

Genel olarak empati duygusunun yokluğu hoşgörüsüzlüğü meydana getirir. Güce dayanan ve odak noktası menfaat olan sistemlerde empati ve hoşgörü olmaz. “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne” ve “Sen çalış, ben yiyeyim” cümleleri maalesef toplumsal katmanlar arasındaki düşmanlık duygularını besler ve hoşgörüyü öldürür. Gücün doğasında tahakküm vardır, başkalarını yutarak beslenir. Menfaat de, en yüksek seviyeye çıkmak için yapılan her şeyi meşru gösterir. Güç rekabeti ve menfaati paylaşamama sonucu tarihte pek çok savaşlar çıkmıştır.

Eskiden, toplumlar büyük bir insan gibi davranırdı. Toplumu oluşturan farklı kesimler, vücudun farklı azaları gibi, kendilerine biçilmiş olan toplumsal rollerini yerine getirirdi. Kesimler arası geçişkenlik çok azdı. Herkes kendi rolünü kabullenmiş görünüyordu. Soylu değilseniz, soylu olabilmek için elinize uygun fırsatların geçmesi ve insanüstü bir çaba göstermeniz gerekebilirdi. Soylu birinin köle veya esir olması, savaşta ülkenin büyük bir yenilgi alması veya kralın hiddetini celb edecek bir kusur işlemesiyle mümkündü. İnsanlar, başka ülke-şehirlerdeki hayatları veya kendi gibi olmayan sınıflardan insanların yaşayış tarzları hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değildi. Göz görmeyince gönüller farklılıkları hissetmiyordu ve hoşgörü göstermek daha kolaydı.

Günümüzde ise, iletişim ve ulaşım imkânlarının artışıyla birlikte, insanlar başka şehirlerde veya başka ülkelerde yaşayanların hayat tarzlarını kolayca takip edebilir oldu. Farklı sosyo-ekonomik sınıflarda olan insanların nasıl giyindikleri, neler yiyip içtikleri, hangi ortamlara takıldıkları artık anlık olarak takip edilebiliyor. Elit sınıflardan aşağıya doğru akan küçümseme ve kibir dalgası, avamdan yukarıya doğru haset ve düşmanlık duygularını körüklüyor. Haliyle, hoşgörüsüzlük de bu durumda etrafa yayılıyor.

Eskiye oranla fırsat eşitsizliği ciddi manada azaldı, en azından bilgiye ulaşma noktasında isteyen ve aynı çabayı gösteren herkes aynı bilgiye erişebilir oldu. Bugünün her bir insan ferdi, sahip olduğu bilgi ve kullanabildiği teknik imkânlar açısından eski zamanların birer ülkesi gibi oldu desek yanlış olmaz herhalde. Ortalama bir gelir sahibi vatandaş, ortaçağ imparatorlarından daha iyi şartlarda beslenebiliyor, konfor, hijyen ve sağlık imkânları kıyas bile kabul etmez. Bu da zihinlerin “ene”lere yoğunlaşmasına yardımcı oldu. Eskiden “Enel Hakk” diyen yanlış anlaşılmış ve idam edilmişti, bugün “enelpi” (NLP) diyenler, “Şöyle aslansınız, böyle kralsınız… Yeter ki isteyin, her şeyi yapabilirsiniz. Âlemi değiştirecek güç içinizde” sözleriyle benlikleri şişirenler ise yüceltiliyor.

“… büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritme” fikri nefislere zor geliyor. Bu benzetme manidardır, çünkü su donunca, kütlesi aynı kaldığı halde hacmi artar ve gerçekte olduğundan büyük bir yer kaplamaya başlar. Kendini olduğundan büyük görmesinin sırrı burada olmalı. Bu geçici şişkinlik buzun su üzerinde yüzmesini sağlar ki, bu da buza üstten bakma ayrıcalığı verir.

Teknolojik trendler mi insanları değiştirir, insanların davranışı mı teknolojiye yön verir konusu tartışmalı. Öyle veya böyle, ortada birbirini besleyen ve tetikleyen bir çevrim var gibi görünüyor. Her durumda bir düşünce ötekinin hem sebebi ve hem de sonucu. Sosyal medya, internet araçları ve mobil cihazlar, “egosantrik” (her şeyi kendine dayandırmak, kendine bağlamak, kendine indirgemek, her şeyde kendi görüş açısından hükümde bulunmak, her şeyde kendini esas almak ve kendi fikrini, mantığını ve duygusunu hareket noktası, örnek, ölçü ve merkez almak eğilimi) bakış açısının neşv ü nema bulması için elverişli ortamlar. Kendini evrenin merkezinde gören, ahvâl-i âlem hakkındaki fikirlerini bütün cihana bir deklarasyonla duyuran, yeri geldiğinde sağa sola haddini bildiren, resimlerini, hislerini çevresindeki diğer insanların beğenisine sunan ve beğeni/onay aldıkça kabaran nefisler için nefis araçlar…

Dünyayı evimize, hatta cebimizdeki cihazların içine getiren araçlar, aynı evde ve aynı odada yaşayan insanların birbirinden çok farklı dünyalarda yaşamasına sebebiyet verebiliyor. İlgilenmediği veya hoşlanmadığı kanal/kişileri engelleme özelliği, farklı düşüncelere ve görüşlere tahammül etme zahmetini ortadan kaldırıyor. Bir yankı odasında sadece kendi gibi olanlarla hemhâl olanlar gerçek dünyadan kopuyor. Önyargılara dayalı düşünen, sabırsız ve kimseye güvenmeyen insanların hoşgörüde bulunması da zor olur tabiî…

İnteraktif ortamlarda herkes kendine bir yankı odası oluşturmuyor veya kendisini böyle odalara hapsetmiyor. Online platformlarda görünme işinden para kazananlar da var, şöhret duygusunun tatmini için bir araç olarak kullananlar da. Etkileşim almak, sürekli gündemde kalmak ve daha geniş takipçi/izleyici kitlesine ulaşmak için akla hayale gelmedik şaklabanlıkları yapanlar birer “fenomen” olmak istiyor. Zübde-i âlem iken, züppe-i âleme dönüşüm gerçekleşmiş oluyor…

Link: Zübde-i âlemden züppe-i âleme | Genç Yorum (gencyorumdergisi.com)

Ekonomi ve Asgarî Ücret

Ekonomi ve Asgarî Ücret
İbrahim Özdabak Karikatürü

Gözlerinden ışıltılar fışkıran ekonomi bakanı gitti, yerine, çaktığında bütün etrafı aydınlatması beklenen Şimşek geldi. Şimşek’in ilk mesajı ekonominin rasyonel bir zemine oturtulması gerektiği üzerineydi ve şeffaflık ve öngörülebilirlik vurgusu yaptı.

Demek ki, ekonomi rasyonel zeminlerden uzaklaşmış, şeffaflığı kalmamış ve öngrülemez hale gelmiş. Allah Allah, dünyaya kafa tuttuğumuz, Avrupa’ların bizi kıskandığı, ekonomik şahlanma yaşadığımız ve Türkiye Yüzyılı başlattığımız günlerde kim, nasıl bu hale getirdi ekonomiyi?

Yıllardır, ekonomi yönetimi ile ilgili endişelerini dile getiren uzmanlar dinlenmedi ve uyarılarda bulunan kişilere hain, terörist damgası vurularak susturulmak istendi.

Demokratikleşme ve açılım sözleri verdikleri dönemde, dünya ekonomisindeki genel ılımlı havanın da etkisiyle gelen sıcak paranın yardımıyla dönen çarkların kerametini kendilerine yordular. Her işinde yaptığı gibi, zevahiri kurtarma peşinde koşan ve idare-i maslahatçı politikalar yürüten iktidar, ekonomide de eyyamcı bir yol izledi. Güç kazandıkça toplum üzerindeki otoriter yapısını artırdı ve kendi lehine çevirdiği medya marifetiyle muhalif sesleri kıstı. Meclis faal bir kurul olmaktan çıkarıldı, el kaldır-el indir yöntemiyle saray kanunlarının torbalar içerisinde geçtiği pasif bir mevkiye taşındı. Yürütme vazifesiyle yükümlü olanlar, kanun dışına çıkmakta beis görmediler. Keyfi tutuklama ve gözaltına alma işlemleri ceza gibi uygulanmaya başladı. Mahkemeler, korkusundan veya muktedirlere olan bağlılığından onların huyuna suyuna gitmeyi tercih eder oldu.

Lord Acton’un meşhur “Güç bozar, mutlak güç mutlak bozar” sözünü “Mutlak güç mutfak bozar” şeklinde tamamladık sanırım. Demokrasi, insan hakları ve hukuk alanındaki bozulmalar ekmeğimizi küçülttü.

Ekonominin durumu ne olursa olsun, halk somut bir gösterge olan dolar fiyatına bakar, onu düşük tutarsak bütün işler yolunda gibi görünür diye düşünerek doları sabit tutmak için milyarlarca dolar değerinde rezerv yakıldı. Sonuçta hazinede para kalmayıp TL hızla değer kaybetmeye başlayınca, düşük faiz-yüksek kur politikasına bilinçli olarak geçtiklerini, Çin modelinde olduğu gibi ihracatı artırmak için yerli para birimini bilerek küçülttüklerini ifade ettiler. Çift para birimli ekonomimizde bu hamle enflasyonu rekor seviyede yükseltince, kuru sabitlemek için KKM gibi bir icat çıkardılar. Merkez Bankası emre uydu, durum da Yunus Emre ilahisine: “Şol cennet ülkemizin ekonomistleri, öter heterodoks deyu deyu. Çıkmış ebabil ve pelikan kuşları, destek atar ‘hashtag’leyu ‘hashtag’leyu.. Kimler yiyip kimler içer, merkezler hep rezerv saçar, Nebati bakan durmadan mühlet biçer, halk da alkışlayıp durur, sübhanallah deyu deyu...”

Son dört-beş sene içerisinde fiyatı on katına çıkmamış pek bir ürün ve hizmet kalmadı gibi. 2017 senesinde 1404 lira olan asgari ücret, teamüllerin aksine Temmuz ayında bir ara zam alarak 11402 TL’ye ulaştı. Ekonomik savaşta bu “askerî” ücret ne kadar işe yarar bilinmez. 2017’nin ilk yazısında “Askerî Ücret” ve 1402 yılı Ankara Savaşı’ndan bahsetmiştik.

Tevafuktur ki, asgari ücretin sonu yine 1402. TimuRTEnk’in galip geldiği bir Ankara savaşı sonrası Anadolu’da bir FeRTEt Devri yaşanıyor. Sembolizmin sınırlarını zorlamayı seven bu tayfa, Ankara Savaşı’na gönderme yaparken, %34’lük zamla İstanbul’a da göz kırpıyor sanki.

Halk arasında yaygın olarak bilinen Nasrettin Hoca ile Timur arasında geçen fıkralar olsa bile, tarihçiler aynı dönemde yaşamadıkları ve o fıkraların hayal mahsülü olduğunu söylüyor. İktidarının son yıllarına kadar amel etmediği Nass’ı son zamanlarında hatırlayan TimuRTEnk ile Nass-ed-din’in (dinin nassları) vaziyeti ise tam fıkralık. Değişen TCMB yönetimi ile birlikte faiz artışına gidildi ve artışın devam edeceği sinyali verildi.

Sokak röportajlarında TimuRTEnk’in fiillerinden şikayetçi olanlar, sandığa gidince fiillerden memnuniyetlerini dile getirdiler. Ne diyelim, halkımız bu fiilleri çok sevdi, varsa bir kaç tane daha alabilir miyiz?

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ekonomi-ve-asgari-ucret_584166 

 

“Sensitive Jobs”

Sensitive Jobs
Umut Sarıkaya Karikatürü

 

Isırılmış elmalı logosuyla bilinen teknoloji firması, “Apple Vision Pro” ismini verdiği yeni bir ürününü tanıttı. Kafaya takılan ve gözlük gibi camı olan cihaz, kullanan kişinin etrafı bir “artırılmış gerçeklik” katmanıyla görmelerini sağlıyor.

Artırılmış gerçeklik, gerçek dünya görüntülerinin üzerine bilgisayar marifetiyle, yeni bir görüntü, ses veya bilgi içeren yazılar eklenmiş olmasıdır. Meselâ, bir sokak veya caddeye baktığınızda o sokağın isminin görünmesi,  vitrinde duran bir ürün görüntüsünün üzerinde hangi materyellerden yapılmış olduğu, o mağazadaki fiyatı ve daha uygun fiyatlarla yer aldığı mağazaların adlarının listelenmesi birer artırılmış gerçeklik örneği olabilir.

Her işte olduğu gibi, Apple firması ne yaparsa yapsın, kullanışlı/faydalı/gerekli olup olmadığına bakmadan, çılgınlar gibi alkışlayıp göklere çıkaran da var, firmanın ürettiği hiçbir ürünü beğenmeyip yerin dibine geçirmeye çalışanlar da... Halbuki her ürünün güçlü ve zayıf yönleri bulunabilir. Dahası, her ürün her insana hitap etmeyebilir. Ürün, hedef kitlesi içerisinde bulunmayan kişilerin ihtiyaçlarına göre dizayn edilmemiş olabilir. Değerlendirmeleri yaparken bunları dikkate almak gerekir.

Apple Vision Pro, telefon ve bilgisayar gibi işletim sistemi menüsünü gözünüzün önüne getiriyor. Gözlerinizin odaklandığı noktayı seçebilmesi ve elinizin çeşitli hareketlerini ekranda beliren görüntülerle etkileşim için kullanabiliyor olmak heyecan verici. Öte yandan, şarj kapasitesi ve işlemci kabiliyeti uzun ve karmaşık işleri yapmak için şimdilik yeterli olmayabilir. Belli bir süre kafaya takılan cihazların insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olması da muhtemel.

Teknoloji açsından değilse bile, mantalite olarak aynı yapıda çalışan bir grup ülkemizde yıllardır var. “AKKLE Misyon Korosu” tarafından geliştirilen AG Gözlük(Artırılmış Gerçeklik gözlüğü), takan kişilere artırılmış, abartılmış ve hatta yeri geldiğinde çarpıtılmış gerçekler sunuyor. AKKLE grubu asla kötü bir iş yapmaz. Kutlu misyonlarına ulaşmak için yaptıkları her iş mübahtır. Kötü gibi görünen bazı işlerini nazara verip onları zayıf düşürmek küfrün galebesiyle sonuçlanabilir. Onun için, kurtlu da olsa eldeki bulgur yenmelidir. İşte, bunlar hep “Sensitive Jobs/Hassas işler”...

Meselâ, AG Gözlükle ekonomiye bakanlar şöyle görüyor: Ekonomi aslında iyi, kriz falan yok. Küçük bir sıkıntı olabilir tabi, kimde yok ki? Dünyanın geri kalanı bizden çok daha kötü durumda. Yetmişli yıllarda, doksanlı yıllarda ve ikibinli yılların başında da iktisadî büyük krizler çıkmıştı ama o krizlerin sebebi o dönemlerin iktidarlarıydı. Yönetmeyi bilmiyorlardı ki... Nitekim, ya istifa edip gittiler ya da seçimlerde halk onları cezalandırdı, oy vermedi. Bugünkü problemlerin asıl sebebi dış güçler. Bizi kıskandıkları için gelişmemizi istemiyorlar. Sonra, içimizdeki hainlerin de haddi hesabı yok. Dış güçlerle işbirliği yapıyolar. E fırsatçılar da çok... Durduk yere her şeyin fiyatını yükseltiyorlar.

Muhalefete bakalım biraz da, AG gözlük onları nasıl gösteriyor: Alayı terörist ve din düşmanı! Tek dertleri “AKKLE” grubunu saf dışı bırakmak. Hepsinin ittifak etmesi yetmiyormuş gibi, Sam, Hans, Tony, Johny ve Herkel grubu ile de birlikte hareket ediyorlar.

Peki, AKKLE’ın başka ürünü var mı derseniz...

AK-Fon: Sadece kendine yakın kişilere fon sağlama.

AK-in-tuş: Masaüstü bilgisayarlar ve mobil cihazları kullanarak klavye başında 24 saat iktidar propagandası yapan trol çeteleri.

Hayır-Pots: Hayır işleme işini şova dönüştürmeye çalışırken kırılan potlar. Örnek: “Her zamanki gibi fakir aile ve taziye ziyaretleri gerçekleştirdik” sözü, kanser hastası olduğunu söyleyen kişinin eline 100 lira tutuşturmak, mitinglerde para ve hediye dağıtım işini tavuklara yem verir gibi yapmak.

 Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/sensitive-jobs_583514

Öne Çıkan Yayın

İthalya Cumhuriyeti

  İthalya Cumhuriyeti Bundan çok çok zaman önce, buradan uzak mı uzak bir ülke varmış. İyi-kötü, kendi ihtiyaçlarını üretebiliyor ve kimse...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: