Bu Blogda Ara

Arşiv

dolar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dolar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Buzdolabı-buz doları-boz doları!


buz dolabı-boz doları


Dolar’ın ekonomimiz içinde çok mutena bir yeri vardır. Daha doğrusu, istenildiği zaman istenilen en kullanışlı yere konulabilmesi gibi bir hususiyeti vardır.
Dahil olduğu işlemin türüne ve işlemi gerçekleştiren aktörüne göre değişen doların bazı fonksiyonları:

Yutan eleman: TL’ye karşı değeri 10 kuruş bile artsa, bütün emtia fiyatlarının bundan etkilenip katlanarak artacağına ve ekonominin çökeceğine inananların dolara atfettiği özelliktir. Genelde muhalefet iktidara karşı bu özelliği kullanmaya çalışsa da, iktidar da muhalefet, dış güçler veya iç-dış her türlü mihrakın etkisiyle doların fırladığını ve bütün felaketlerin sebebinin bu olduğunu iddia edebilir.

Birim eleman: Dolar ile TL arasındaki birim ilişkisini idealize ederken “bir dolar eşittir bir TL olacak” diye hedef gösterenler bu özelliği kullanır.

Etkisiz eleman: Dolar kurundaki değişimlerin ortalama bir vatandaşın hayatını etkilemediğini iddia edenlerin kullandığı özelliktir. “Sofrada dolar mı yiyip içiyorsunuz kardeşim?” veya “Ekmeği dolarla mı alıyorsunuz? Size ne dolardan?” benzeri sorular sorup dururlar.

Japonya örneği

Doların hangi seviyede olmasının ekonomi için azamî fayda getireceğini belirlemek uzmanlarının bileceği bir şey. Genelde, dolar karşısında kendi parasının değerini düşük tutan Japonya örneği verilir. Velâkin, Japonya teknolojik değeri çok yüksek ürün ihracatı yapan ve o ürünlerin imalatı için dışarıya bağımlı olmayan bir ülke. Yani kendi kaynakları ile ürettiği teknolojileri satarken değeri yüksek olan döviz girdisi sağlamış oluyor.

Bizde ise öyle mi? Çeşitli müdahalelerle, piyasa şartları gereği alması gereken değerin altında seyrettirilen dolar ilk başta ihracatçıları vurdu. Üretim için aramal ve hammadde ithalatına bağımlı olan üreticiler, yeterince kazanamayacaklarını anlayınca bitmiş ürün ithal edip içeride satmayı daha kolay buldular. Doların uluslar arası genişleme yaşadığı yıllarda ucuz ucuz para da geliyordu ve tüketime alışan milletimiz, memleketi bir ithalat cennetine çevirdi. Kendi kendine yeten az sayıdaki ülkelerden biriyken iğne-iplik ve buğday-saman gibi aklınıza ne gelirse ithal etmeye başladık.

Dolar ve terörist

Yöneticilerimiz dolar meselesi ne zaman gündeme gelse farklı tutumlar aldı. Tulumbada su bitti dediler, beka meselesi dediler, TL’ye operasyon çekiliyor dediler, dolarını boz oyunu boz diye çağrı yaptılar, dolar alan kişileri terörist ilân ettiler... Operasyon çeken kimdi, nasıl çekti ve neden bizi bu kadar etkileyebildi gibi önemsiz detayları vermediler, ama millet de ne yapsın, bozdukça bozdu elindeki dolarları. Dışarıda yabancı sermayeyi dâvet etmek için seminerlere katılıp “burası çok önemli” başlıklı sunumları yaparken içeride haçlı zihniyeti ile savaştan dem vuruldu. Bir yandan “Dolarsa ne olur, dolmazsa ne olur...” derken diğer yandan doların ateşini düşürmek için Merkez Bankası rezervleri kullanıldı.

Geçen hafta, İçişleri Bakanlığı valiliklere yazı göndermiş: “terör örgütleri döviz bozdurabilir, dikkatli olun” diye. Teröristleri, aralarında yaptıkları telefon ve telsiz konuşmalarına kadar dinleyebilen bir içişleri bakanlığımız var. Ama genelde seçim zamanında dinleyebiliyor anladığım kadarıyla. Teröristler hangi partiyi destekleyeceklerini telsizle haber veriyorlar birbirlerine. Karar vermekte zorlanıyor olmalılar ki anca böyle seçime yakın zamanlarda kararlarını netleştirip bildiriyorlar. Dolar meselesinde de telsizlerini mi dinlediler bilmiyorum, ama erzak stoklarının son durumlarını bilecek kadar konuya hakimseniz gidip onları tutuklayın, bitsin gitsin! Yoksa vatandaş olarak kafamız karışır bizim, her gün değişebildiği için terörist tanımını aklımızda tutmakta zorlanıyoruz malûm; döviz alan mı terörist, bozduran mı? Sayın Soylu, terörist damgası yememek için dolar bozdurmaktan vazgeçip, doları düşürmeye katkı vermemek suçundan yine terörist muamelesi görmeyelim sonra....

Kur bu, çıkar da iner de!

Bugün geldiğimiz noktada, para birimimizin dolar karşısında rekabetçi yapıda olduğunu öğrendik, hamdolsun. Kur bu, çıkar da, iner de! Dolarla mı maaş alıyoruz canım, neden etkilenelim dalgalanışından... Sayın Bakan’a ben de bir slogan tavsiye etmek istiyorum: “Dolarla mı yaşadım ki bad-dolarlarla öleyim!” Çok şükür, hangimizin evinde buzdolabı yok ki? Buzdolabı ile bu meselenin ne ilgisi olduğunu soranlara sadece şunu söylemek istiyorum: Doların ateşi çıktıysa nasıl söndürülür? Cevabı “veni-vidi-vici” gibi: Buzdolabı-buz doları-boz doları!

Ekonomimizin uçuşa geçeceğine dair itimadım tam. Galata Kulesi restorasyonu boşuna yapılmıyor. Hezarfen Ahmet Çelebi gibi ekonomimiz de kanatlarını takıp Galata’dan uçacak inşallah. Tek aklıma takılan, ekonomimizde ağırlık yapan Hezar-garanti Yap-İşlet-Devret projeleri...

Ekonomiye "Ranttan" Yayınla Devam Ediyoruz....

Ekonomiye ranttan yayın
Bir zamanlar, istenen bir bilgiye herhangi bir zamanda erişmek bugünkü kadar kolay değildi.
Güncel havadis gazetelerden takip edilebiliyordu. Televizyondaki kanal sayısı da, haber bülteni sayısı da bugüne nazaran çok daha azdı.

Tabiî, canlı yayınlar da muhtemelen maliyetleri ve gerektirdiği ekipman-yetişmiş eleman sayısıyla alâkalı olarak çok daha azdı. O zamanlar canlı yayın denmiyordu, naklen yayın deniyordu. Naklen Arapça kökenli bir kelime olduğundan mıdır bilmem, özel kanalların ortaya çıkmasıyla yerini “canlı” tabirine bıraktı. Gerçi, Arapça yayın yapılan kanallarda canlı yayın için naklen kelimesi kullanılmaz. (Bir keresinde, Ramazan Ayı’nda, bir iftar sırasında televizyon izlerken bir arkadaşım, Arapça okuyabildiğini bize ispatlamak için “mübaşir kanalını açsanıza, Kâbe’yi gösteriyor” demişti. Mübaşir kelimesinin kanal ismi olmadığını ve canlı yayını ifade ettiğini öğrenince de bozuldu biraz.)

Seksenli yıllarda, devre arasında 15 dakika reklâm değil, “hafif müzik”yayını yapılırdı futbol maçları yayınlarının. O zamanlar pop müzik denmiyordu ve başında “şimdi Türkçe sözlü hafif müzik yayınımızla devam ediyoruz” ya da sonunda “yabancı sözlü hafif müzik yayınımızı dinlediniz” gibi bilgilendirici anonslar yapılıyordu. Evet, müzik, televizyondan da yayınlansa dinlenen bir şeydi. Futbol maçları televizyon ve radyodan ücretsiz bir şekilde yayınlanıyordu. Canlı verilmeyen maçların banttan yayınlandığı da oluyordu. Sonucunu bilmediğimiz bir maçı banttan izlerken bile heyecanlanabiliyorduk, ama “banttan” ifadesi maça bakışımızı değiştiriyordu. Banttan yayınlanan bir maçı izlerken sesli bir şekilde futbolculara televizyon başından direktif vermeye kalkamazdık meselâ.

ORHAN AYHAN...

Aynı anda televizyon ve radyodan canlı yayınlanan bir maçtaki yayınlar arasındaki senkron farkı bile bazıları için tahammül edilebilir değildi. Radyo yayını, televizyon yayınının bir kaç saniye önünden gidiyordu genellikle ve bu durum benim için anlaşılmazdı. Gökyüzünde çakan şimşeğin önce aydınlığı sonra sesi geldiğine göre görüntü sesten daha hızlı olmalıydı ve görüntülerin en azından o senelerde  ışık hızı ile iletilmediğini yıllar sonra öğrenecektim. Radyo spikerlerinin maç anlatımı daha heyecanlı oluyordu, süsü, abartısı eksik olmazdı. Görmüyoruz ya, adam ne dese inanacağız!  “..orta yuvarlağı sol iç boşluğunun beş metre kadar gerisindeki Orhan, ceza yayı ön çizgisinin sekiz metre kadar önündeki arkadaşına pası atabilse rakip kalede çok büyük bir tehlike oluşturabilecekti, ama kademede Ayhan...” şeklindeki anlatımıyla Orhan Ayhan, hayal dünyamızın sınırlarını zorlardı. Mesafeyi nasıl ölçtün, biz kafamızda nasıl canlandıralım, Ayhan kademeye girmişse gerçekleşmemiş bir pozisyonu neden bize anlatıyorsun gibi deli sorular gelirdi akla. Bir de kendine has hızlı, fakat anlaşılabilir konuşması yok muydu... Televizyonla radyoyu aynı anda açıp televizyonun sesini kısarak görüntüyü ekrandan, sesi radyodan takip etmişliğim vardır. Anlatımını daha çok beğendiğim radyo spikeri acaba bizi mi yiyordu?

Velhasıl, teknik imkânlar ve maliyetler ölçüsünde “naklen” ya da “banttan” yayın yapılırdı. Daha fazla nostalji isteyen, İbrahim Sadri’nin “Kuş Hatıraları” isimli şiirini dinleyebilir.

***

Yıllardan beri var olan ekonomik sıkıntılarımız her fırsatta başka ve daha pahalı borçlarla ötelenmeye çalışılsa da problemler birikerek bir balon gibi şişiyor. OHAL dönemi boyunca baskılanan iflâslar ve konkordatolar fırsatını bulduğu ilk anda peşpeşe gelmeye başladı, demokrasi, insan hakları, ifade hürriyeti, kuvvetler ayrılığı, denge-denetim mekanizmalarının işlemeyişi gibi temel sorunlar sebebiyle yabancı sermaye ülkemizden kaçıyor. Dış borçlarımız 500 milyar dolara yaklaştı. Üstüne, dünya ekonomi devlerine bile diz çöktüren virüs meselesi çıktı. Merkez Bankası net döviz rezervlerinin eksilere düştüğü yazılıp çiziliyor. Dolar yedi, euro sekiz liralara dayanmış, ölçülenle hissedilen enflasyon arasındaki makas gittikçe açılmış. İşsizlik had safhada. Virüs sebebiyle turizm gelirlerinde büyük daralma olacak. Her işimiz ithalata bağlı, katma değeri yüksek bir üretimimiz-ihracatımız yok.

Ne var peki, betona gömülen paralar var... Sahil kenarlarını betona bulama, orman alanlarına tarım arazilerine imar izni verme, Avrupa’nın, dünyanın, güneş sisteminin en devasa binalarını şehirlere dikme var. 250 bin dolarlık emlâk alımı yapan yabancılara bedava vatandaşlık veriyoruz. Katar’la aramızdaki ilişkiler hatırına kendilerine tarla olarak sattığımız arazilerin planını değiştiriyoruz, bir anda değeri 10 katına fırlıyor. Yemyeşil Karadeniz yaylalarını turizme kazandırma adı altında satıp satıp tahribine göz yumuyoruz.

Kısacası, ekonomi yönetiminde “aklen” yayını çoktan bitirdik, “ranttan” yayınla devam ediyoruz...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ekonomiye-ranttan-yayinla-devam-ediyoruz_524937

Şu Kur Çatışmaları...


Şu kur çatışmaları

Bir televizyon kanalında yayınlanan “Çukur” isimli bir dizi var. Yakın zamana kadar sadece adını duymuştum, bir de silahlı milahlı adamların göründüğünü biliyordum. Geçenlerde, bir iki dakikalık çatışma sahneleri barındıran bir tanıtım videosu internette bolca paylaşılınca ilk kez gördüm. Onlarca kişiden oluşan iki grup, karşılıklı silah çekmişler ve muhtelif çap ve ebattaki bu silahları kullanarak mütemadiyen birbirlerine kurşun sıkıp duruyorlardı. Adeta bir yağmur gibi gelen kurşunlardan kaçınmak için çok bir çaba gösteren yok gibiydi. Bazıları vücutlarının anca yarısını kapatabilen varillerin, pazar tezgahlarının veya teneke-sac levhaların arkasında ve ayakta durup karşıya ateş ediyordu. Hatta ortada yerde alevler de vardı. Ne hikmetse, kimseye bir şey olmuyordu, vurulup düşeni ya da yaralananı görmedim. Zarar gören sadece seyirciler oldu galiba. Haddizatında bir komedi dizisi değildi, velakin sahneler güldürürken aynı zamanda kara kara da düşündürüyordu. Nitekim, sosyal medyada bu görüntüler hızla yayılıp dalga ve eleştiri konusu oldu. İzlemek isteyenler için ilgili video:

Ekonomimizi yakından ilgilendiren şu kur çatışmalarına bakarken de aynı şeyleri hissettim. Swap, Londra, yabancı yatırımcılar, faiz, tahvil, borsa... Herkes birbirine ateş ediyor, kimin kimi vurduğu belli değil. Orta yerde bizim pazarımız var ve yükselen alevlere bakılırsa seyirci olarak biz vatandaşlar etkileneceğiz bu çatışmadan. Ben ekonomist olmadığım için yorum yapamam. Fakat ekonomist olduğunu söyleyip yetki sahibi olanlar Keynes’den, Adam Smith’den örnek verebiliyorlar. Ne diyelim, Keynes’i iştir kişinin lafına bakılmaz... Son bir ay içinde defalarca zamlanan benzin için tanzim-benzin istasyonları kurulabilir mesela. Gelen herkese sadece elli liralık benzin vereceksin ve böylece vatandaş zamlardan etkilenmemiş olacak. 

Demokrasi Bi’ tren...

Demokrasiyi tramvaya benzettiler biliyorsunuz, istedikleri durağa gelince inecekleri bir tren. Demokrasi ile ne kadar örtüştüğü tartışılır trenin, sonuçta tek bir ray hattı üzerinde sadece iki yönlü hareket edebilen bir araç. İstasyon var, işte asıyon kesiyon istemediğin yolcuyu ve atıyorsun trenden. Sonra, trenden bir şekilde inenler, bir daha binemez diyorsun. Trene bakan vatandaşa “şeyin trene baktığı gibi bakıyorlar” diyerek hakaret de edersen bu tren demokrasiyi bitiren bir şey olmaz mı? Neyse ki, gemi azıya alarak ''Sizleri Allah ve Resulün gemisi olan Ak Parti'ye davet etmek istiyoruz'' diyenleri duyunca, şimendiferin ehvenüş-şer olduğuna karar verdim. En azından, tren analojisinde sadece demokrasiye ayıp ediliyor.

Ayasofya Kördüğü-müze!

Daha önce, ibadete açılması Sultanahmet’in sabah namazında doldurulması ön şartına bağlanan ve hatta “namussuzlar istedi diye” açılmayacağı söylenen Ayasofya için, nasıl olduysa, bu hafta seçimden sonra isminin cami olarak değiştirilebileceği açıklaması yapıldı. Ama öyle namaz kılınacak bir cami gibi düşünmeyin. Cami olsa da, müze ile aynı şekilde ziyaretlere açık olup içinde ibadet edilemeyecek. Efradını mani, ağyarını cami bir cami olacak yani! Biletle değil de abdestle giriş yapmak isteyen kişilere görevliler “Bozuğunuz yok mu? Ben şimdi bu abdesti bozamam, siz en iyisi dışarıda bozup gelin” mi diyecek? Şimdi, müze olarak kullanılacağına mı inanalım yoksa tabelada gördüğümüze mi? Neyse, konu kilit ve kördüğü-müze! 

Gönül Dağı

Malum, iktidar bu seçimlerin kampanyasını gönül teması üzerine kurdu. İstanbul’u sevmezse gönlün aşkı anlamayacağını düşünüp her tarafa İstanbul’a aşık adayların resmini astılar. Hükümet ile mahalli yönetimler aynı partiden olursa çok güçlü olacaklarından dem vuruyorlar ama iktidar seçimlerinde kaptırılan bir gönül ve belediyede kaptırılan bir gönül olmak üzere, elde iki gönül düşünün. İki gönül bir olunca samanın bile ithal edilmeye başlandığı görüldü bir kere. Gepetto’nun tahtadan yaptığı Pinokyo gibi, malum enflasyon sepettosundan hesaplanan rakamlar da inandırıcı gelmeyince vatandaş, yaşadığı enflasyonun burnunun uzadığını hissetti. İktidarı aldı bir telaş: Kalbine girmeye çalıştıkları seçmenler, oy vermek için kabine girince nasıl davranacak acaba? Ya gönül dağı yağmur yağmur boran olursa? Zira akar sandıklara oy gizli gizli...

Saraya Saraya Bulsam İzini

Saraya saraya bulsam izin
Teröre en iyi cevap olarak üçüncü köprüyü, bizi kıskananlara nispet olsun diye üçüncü havalimanını yapan Türkiye, dış güçlerin saldırısına, mükemmel bir zamanlama ile üçüncü Cumhurbaşkanı sarayıyla karşılık vermeye hazırlanıyor. Üç ile güç arasında nasıl bir ilişki var bilmiyorum ama mevcut hükümet, üçüncüsünü yaptığı/yapacağı her şeye muazzam bir güç atfediyor.

Malazgirt Zaferi’nin 947. yıldönümü münasebetiyle yapılan törenlerde, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından Ahlat’ta 10 dönüm alanda, 1071 metrekare oturma alanına sahip bir saray yapılacağı müjdesi verildi. Hadi bakalım Bizans, şimdi ne Diyojen bu işe? Yaaa, işte böyle alırlar adamın aklını. Tabii, metrekare veya oda sayısında miladi 1071 tarihi yerine Hicri karşılığı olan 463 sayısı da kullanılabilirdi ama tasarruflusu pek makbul karşılanmayan itibar, sayıca daha büyük olan 1071’i gerektiriyor. Sarayı yaptıracakların da devlet teamüllerine uyarak “ben sarayın zevkli, çelik konstrüksiyonlu ve Ahlatlı olanını severim” diyeceklerini tahmin ediyorum. Saray diyoruz ama “otağ” yapılacağını söyleyen de var. Üç-dış güç, otağ-karanlık odak uyumuna bakılırsa o da olumlu.

Her İle Bir Saray!

Dış saldırılara karşı insanımız çok hassas davranıyor. Dolar 7 TL civarına geldiğinde bütün dövizlerini bozarak oyunu bozmaya çalışan hamiyetperver vatandaşlarımız var biliyorsunuz. Oyun büyüdükçe doların daha büyük rakamlara ulaşmasını beklerler. Hatta döviz bozma işlemi de yetmeyebilir. Bu durumda B planına geçip saray yapımına ağırlık verebiliriz. (B planı ismi, dolar kurunu indirmek üzerine sıradışı bir çözümü bulunan Necmettin Batırel’in tekniğinden ilham alınarak geliştirildiği için soyisminin baş harfi kullanılarak oluşturulmuştur) B planı şudur: Ben olsam şak, on ilde saray inşaatı başlatırım. Dış güçler şaşırır, sonra şak diye on ilde daha saray inşaatı için düğmeye basarım. “N’oluyor?” derler, şaaak bir on saray daha, hatta sırayla her ile bir saray derim, çil yavrusu gibi dağılırlar. Zaten milletin olacak diyorlar saraylar için, bence imkan varsa her ilçeye bile yapılabilir. Biz de vatandaşlar olarak şunu deriz: “Saraya saraya bulsam izini / Hafriyat tozuna sürsem yüzümü”

ABD’ye Karşı Kozlarımız

ABD’ye karşı kullanabileceğimiz kozlarımızdan birinin Kanal İstanbul olduğunu söyleyenler var. İhraç mallarımıza ek vergi mi koydular, hemen büyük bir kanal daha yapalım, Sinop’tan Akkuyu’ya… İki şehirde de nükleer santral olacağı için, santrallerde ısınan sular kanalda gidip gelirken soğumuş olur. Yollar gibi, kanal da duble olacak tabi. Kanalın her iki tarafı boydan boya imara açılır, üstüne de onlarca köprü yaptın mı, gelsin inşaatlar… Köprülerin hepsine de on yıllarca geçiş garantisi verildi mi tadından yenmez. Torunlarımız “ne kan almış” diyerek AKP’yi yad ederler artık… Böyle üç tane daha kanal yapsak Anodolu ada dolu bir coğrafya olur. Hatta Artvin’den başlayıp Hakkari’ye kadar sınır boyunca bir kanal yapılır, oradan da batıya Akdeniz’e kadar güney sınırlarımız boyunca uzatılırsa sınırlarımızı da daha emniyetli hale getirmiş oluruz
F-35 vermemekle bizi tehdit ettiler ya, gerekirse kendimizin geliştireceğini söyleyerek cevabı yapıştırdık. Bence çok isabetli ve doğru bir karar. Katma değeri yüksek ve çok para kazandırabilecek bir ihraç ürünümüz olur, fena mı? Antalya oto sanayii bu işe talip olduğunu söylemişti galiba. Şahsen, İzmir Karşıyaka sanayisinden de F-35.5 hamlesi bekliyorum, yakışır… Hatta İzmir’de geliştirilene EFE-35.5 desek daha güzel olur sanki… Peki, bir çok ülkenin katılımıyla, milyarlarca dolar paralar harcanarak ve yıllar süren çalışmalarla geliştirilen uçağı yerli ve milli ürün ve metotlarla acaba nasıl geliştirebiliriz? Kağıttan yapalım desek, ülkede kağıt üretilmiyor hep ithal ediyoruz. Kağıdın en ucuzu saman kağıttı diye hatırlıyorum. Bu kağıt samandan mı yapılıyor bilmiyorum ama diyelim ki onu yapmak için de saman kullanılsın. İyi de, biz saman da ithal ediyoruz? Yerli saman için buğday üretmeye karar verdik diyelim. Tohumu dışardan aldığımız, gübresi ithal olan buğday ne kadar yerli olacak ki samanı milli olsun? Savunma sanayimizi ve teknolojik imalatımızı geliştirmek istiyorsak işe topraktan başlayalım derim, gerisi gelir zaten…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/saraya-saraya-bulsam-izini_471897

Ekonomik “Kuş”atma

ekonomik kuş atma
Yüksek enflasyon, artmış işsizlik, şişmiş dış borç, kapanamayan cari açık ve yükselmiş faizleri ile gayet tıkırında ilerlemekte olan ekonomimiz, bir anda dolar’ın yukarı doğru fırlamasıyla zor günler yaşamaya başladı. Görünüşte işler, Trump’ın attığı tweetlerle kızıştı. Yetkililerimiz hemen ekonomimizin saldırı altında olduğunu söyledi. Tam olarak kim, nasıl saldırıyordu, saldırırken hangi araçları kullanıyordu? Kanunlarımıza göre suç teşkil edecek şekilde saldırıyorsa neden yakalanıp cezası verilmiyordu? Yok, kanunlarımızda yer alan boşluklardan yararlanarak yasal bir işlemle saldırı yapılmışsa bu açıklık neden hemen kapatılmıyordu? Saldırının tam olarak ne kadar bir etkisi olmuştu? Dünyanın sayılı ekonomilerinden biri, nasıl oldu da saldırılara açık bir hale gelmişti?

Bu soruların cevabını öğrenemeden, hükümet cephesi ekonomimizin kuşatma altında olduğunu söylemeye başladı. Kuşatma daha doğru bir tabir gibi görünüyordu. Twitter’in sembolü bilindiği gibi mavi renkli bir kuş… Bu durumda ekonomi ile ilgili tweet atmaya bir nevi “ekonomik kuş atma” da diyebiliriz. Gerçi, Trump’ın çok daha sert ve saldırgan ifadelerle tweet atarak taciz ettiği başka ülkeler de vardı, ne hikmetse o ülkelerde aynı etki görülmedi. Üstelik ülkemizde yükselen sadece dolar değildi. Tayland Baht’ı ve Hindistan Rupi’si dahil neredeyse bütün paralar karşısında değer kaybediyorduk. Budist bir rahip falan mı tutuklanmıştı? Hindistan ile aramızda “Nirvana minüt” krizi mi yaşanmıştı yoksa? Başımıza bu da mı gelmişti?

Dolar Bozarak Oyun Bozmak

İlk önlem olarak sosyal medyada paylaşılan ve doları tahrik edip kuru yükselttiği tespit edilen sözler hakkında soruşturma başlatıldı. Twitter’in TL’lerine kuşlar mı konar, insan yerli para birimine canım, böyle mi yapardı? Sosyal medya heşteglerinin arşınlandığı ve spekülasyon üzerine spekülasyon yapanların kurşunlandığı söylendi. Doları yükseltenler değilse de yükseldiğini söyleyenler hakkında işlem yapılması yüreğimizi soğutmaya yetti. Sonrasında, vatandaşlara çağrı yapılarak yastık altında ne kadar dolarları varsa TL’ye çevirmeleri ve oyunu bozmaları istendi. Her döviz bozdurma kampanyasında “bütün” dövizlerini TL’ye çeviren zevat, ne ara tekrar döviz alıyordu acaba? Ayrıca, her satış işleminde bir alıcı olması zaruri değil miydi? Satış işlemi oyun bozuyorsa, bu satıştaki alıcı da oyun kurucu mu oluyordu? Peki, benim gibi hiç doları olmayan ve büyük resmi görüp oyunları bozma hevesinde olan sade vatandaşlar ne yapmalıydı? Misal, dolara karşı duruşumu belli etmek için dolarını bozdurmak isteyen herkese yardımcı olup kendilerinden satın alacağımı ve dolar kurunu 4 TL’de sabitlediğimi söylesem olur muydu?

ABD Mallarına Boykot!

Pek çok kamu ihalesini dolar üzerinden fiyatlayan devlet bunu değiştirmemişti ama olsundu. Devlet büyükleri ABD menşe’li ürünlerin vatandaşlar tarafından boykot edilmesini istedi. Bazı ürünlerin gümrük vergilerini artırdı da. Velakin, ismi verilerek boykot edilmesi istenen ürünler o listede yoktu. Üstüne, geçen sene bazı konular yüzünden kızgın gittiğimiz ve Trump’ fırça atmamız beklenen ABD ziyaretinde sürpriz bir şekilde siparişini verdiğimiz 11 milyar dolarlık uçak alımı da iptal edilmedi. Üretime vurgu yapan, yerli malları tüketimini tavsiye eden yöneticilerimiz, sessiz bir şekilde buğday, mısır, arpa ve pirinçte gümrük vergisini sıfırlayarak ithalatın önünü de açtı.

Anlaşılan yine iş vatandaşa düşüyordu; Trump’ın satırlarca tweetlerine tek bir satırla cevap veren bir kasabımız, dolarları o satırla kıyma haline getirdi. Dolarların üstüne basarak halay çekenler, dolarları yakanlar, iphone’lara kurşun sıkanlar, ayağı ile ezenler, balyozla parçalayanlar ve daha neler neler… Bazı marketler, iphone’leri ithal etme satış yapma yöntemi konusunda Apple firması ile mahkemelik olduğundan satışını durdurduğu halde, boykot çağrısına uymuş gibi bunu duyurdu. Hızını alamayan bazı köşe yazarları, yakında iphone kullanan kişilerin sadece teröristler olacağını ilan etti. Iphone’lar için boykot ilan edildi ya, havuz medyası her an “bütün iphone’larda ‘Bykot’ isimli bir yazılımın yüklü olduğu” haberini yayabilir. Yakında Apple kelimesinin abla ile benzerliği, “Mac”lube, i-mam gibi kelimelerin bu firmanın ürünleri ile aynı yapıda olduğu vurgulansa ve buradan yürüyüp bütün iphone kullanıcıları tutuklansa hiç şaşırmayacağım. Bekle ki, Ali Aktaş gibi bir avukat çıksın, Bylock meselesinde on binlerce masum insanın kurtulmasına vesile olduğu gibi iphone sahiplerinin de beraatini sağlasın.

Dolar’ın Ateşi Söndü mü?

Gösterge faizinin yükseltilmesi, swap işlemlerine kısıtlama getirilmesi gibi bir takım tedbirlerle Merkez Bankası dolar yangınına müdahale etti ama etkilerinin ne kadar süreceği belli olmaz. Ne zaman inme başlamışsa gerilimi tırmandıracak sözler ve davranışlarla aniden yükselmesini sağlamak ve keskin iniş çıkışlarla zikzak çizilmesini sağlamak akıllarda soru işareti bırakıyor; bu iniş çıkışlar kimin işine yarıyor, kimler bu durumdan ne kadar kazandı? Yaknda, alım gücü azalmasının tetiklediği enflasyon ve her üründe görmeye başladığı zamlarla, yüksek gösterge faizleri ile devletin aldığı borçların ödenmesi için artırılacak vergilerle vatandaşın kazanmadığı ortada…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ekonomik-kus-atma_470700

Yerli ve Milli Dolar


Yerli ve milli dolar

Son günlerin en çok konuşulan konularından biri döviz kurlarındaki ani yükselişler.
Özellikle dolarda, Hababam Sınıfı filmindeki beden eğitimi öğretmeni Badi Ekrem karakterinin (Şener Şen) trambolin üzerinde zıplamaya başladıktan sonra “duramıyorum, duramıyorum… çocuklar beni durdurun” dediği sahnedeki gibi hareketlenmeleri gördük.

Petrolden doğalgaza enerji kaynaklarında dışa bağımlı, fazla üretim yapmayan ve yaptığı üretimlerde kullandığı pek çok şeyi ithal eden bir ülke haline geldik. Dış ticaretimizin büyük bölümü dolara endeksli. Akaryakıt fiyatları dolara bağlı artış gösterdiği zaman, kademeli olarak ülkedeki bütün mal ve hizmetlerin maliyeti artıyor tabi. Artan maliyetler de zam olarak geliyor bize…

DOLAR’IN ATEŞİ NASIL YÜKSELİR?

Elinde yeteri kadar dolar olmayan ve başkalarının dolarlarının insafına kendini bırakan yerlerde öyle bir hal olur ki, delinin biri “Benim adım Trump, her yere roket ataram!” diye tweet atsa dolar coşabilir, öteki facebook üzerinden “Putin derler adıma, kök söktürürüm adama” diye cevap verse zirvelere çıkabilir. Yabancı yatırımcılar parasını çekip çıkarsa yükselir, yerli sermaye dışarı giderse yükselir, herkes dolar almaya koşarsa yükselir. Kısaca arz-talep dengesine göre davranır. Halen arz eden taraf olmadığımız için dengeleyebileceğimiz unsur taleptir. Talep de at gibidir; neyden ne zaman korkacağı, nasıl davranacağı belli değildir.

Kur düşük seyrederken döviz rezervlerini dolduran, rekor değerlere ulaştığında ise piyasaya müdahale bahanesiyle yüksek fiyatlardan satan Merkez Bankası ateşi düşürmeye çalışır. Günde böyle üç defa iş yapsa… fena da para kazanmaz hani! Kazandığı parayı da, Allah bilir, bir türlü düşürmediği faize veriyordur! Peki, resmî olarak doları sabitleyemez miyiz?  Meselâ bir dolar=3 TL olacak şekilde sabitlense, Pi sayısı üzerinden “Pi’ dolar kaç para eder?” diyerek espri yapacak adamlar çıkacak. (cevabını ben söyleyeyim 9 TL yapar). Devlet o fiyattan satar da, alabilir mi bilmiyorum. Karaborsada kaç katına çıkar, Allah bilir…

ÇÖZÜM: YMD!

Evet, her konuda olduğu gibi, yerli ve millî bir ürün olarak kendi ABD Dolar’ımızı basabilirsek elimiz çok rahatlardı. İstediğimiz kadar piyasaya sürüp ateşini kontrol altına alabilirdik. “Hiç olmadığımız kadar yakın” hâle geldiğimiz ABD’den rica edersek belki izin verebilir. Vaktiyle, düşmanı olan ülkelerle gizlice ticaret yapıp açıktan para veremediği için dolar basmasına izin verdiği söyleniyor, günahı söyleyenlerin boynuna! Kısaca YMD diyebileceğimiz yerli ve millî dolar’lar için sloganımız da hazır: “YMD yanında yat!” Bu slogan bilinçaltı bir mesaj ihtiva ediyor olup, parayı çarçur etmeden yastık altında tutmaya da teşvik edecektir. Ucuz ucuz alacağımız dolarların parası ülke içerisinde kalır, ekonomimizi şer ve fitne odağı dış mihrakların tasallutundan da korumuş oluruz. Ne dersiniz, denemeye değmez mi?
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yerli-ve-milli-dolar_459175

Öne Çıkan Yayın

M'Ako Ağa

  M'Ako Ağa M’Ako Ağa, sıra sıra selvilerin dizildiği bölgenin hemen aşağısında, yeşil yeşil çamların arasında kalan sinemada gösteril...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: