Bu Blogda Ara

Arşiv

seçim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
seçim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İçimizdeki Müslümanlık

 

İçimizdeki Müslümanlık
Yiğit Özgür Karikatürü

Sonuçlarıyla, seçimden önceki beklentileri tepe taklak eden bir sandık gördük. Muktedirler farklı bir şekilde önde bitirecekleri bir seçim bekliyordu, olmadı. Muhalefet, ilk turda bitirebileceklerini umdu, gerçekleşmedi. Anket şirketleri, analistler ve gazeteciler tahminlerinde yanıldı.

Demek ki, patatesçiler, soğancılar, etçiler, sütçüler, marketçiler, giyim mağazaları, mobilyacılar, beyaz eşyacılar, kısaca üreten ve satan bütün esnafın, fiyatları yükseltirkenki esas maksadı iktidarı devirmek değilmiş, ekonomik kriz ve enflasyon sebebiyle pahalılık yaşıyormuşuz.

Oyları, genel beklentinin altında düşüş gösteren ve umut ettiklerinden fazlasını alanlar acaba ne yaptılar da oylarını yükselttiler veya düşürmediler?

Alanında yetkin, mevcut problemleri çözebilecek, ülkeyi vizyonuyla ileri noktalara taşıyabilecek kadroları mı var? Yok, genel başkanları hariç, seçim sonrası düzende kimin işbaşına geçeceği belli değil. O genel başkanlar da prompter olmadan konuşamayan, önceden ayarlanmış kitleler haricinde vatandaş ve gazeteciler karşısına çıkmayan kişiler. Gaflarından bahsetmiyoruz bile...

Mevcut kadrolarla geldiğimiz nokta belli: Suç örgütleri, uyuşturucu ve kara para trafiğinin merkezinde bulunuyoruz. Kara para ile mücadele kapsamında gri listeye girdik. Dış kredi risk primimiz rekorlar kırdı. Borçlarımız ve bütçe açıklarımız en üst seviyeye çıktı, rezervlerimiz tükendi.

Parti programları mı çok iyi hazırlanmıştı? Göründüğü kadarıyla bir değişiklik yok. Program olsa ne yazar? Bir dönem Avrupa Birliği’ne girme çabası vardı, şimdi hiç bahseden yok. Bir ara Şangay Beşlisi’ne girmek isediklerini söylediler ama ciddiye alınmadı galiba. Bir gün ABD ile uçak geliştirme programına yazılıp masraf ediyoruz, başka gün Çin’e yanaşmaya çalışıyoruz. Başka bir gün de Rusya’dan hava sistemleri alıyoruz. Sonuç ne oldu, F35 programından çıkarıldık, parasını peşin ödediğimiz uçakları alamıyoruz, parasını geri vermiyorlar. Eski teknoloji F-16 anlaşması için lütuf edip onay vermelerini bekliyoruz. Ruslardan alınan sistemler de depoda çürüyor. Kaybedilen paralar milyarlarca dolar, kaybedilen prestijin bedeli ise hesaplanamıyor.

Terör örgütleri ile pazarlık olmaz, görüşmeyiz dediler. Sonra “devlet görüştü emri biz verdik” ve akabinde “siyasi hayatımıza mal olsa da çözüm sürecini yürüteceğiz” sözleri uçuştu. Çözüm süreci ile ilgili tavsiyelere kulak tıkadılar, bir de baktık ki aniden masayı devirdiler. Oy getirmesi için İmralı mektubunu okuttular, kırmızı bültenle aranan kişiyi devlet televizyonuna çıkardılar. İstanbul Sözleşmesini hazırlayıp savunan da, yıllar sonra tek kalemde silen de aynı adamlar. U’lu dönüşlerle ilgili yazılarımızda daha fazla ayrıntı var, hepsini yeniden sayamayız.

Velhasıl, iç-dış her türlü politikada durum aynı; güven veren bir duruşları yok. Dost-düşman listeleri borsa gibi değişkenlik gösteriyor. Verdikleri ve yerine getirmedikleri sözlerin haddi yok. Pandemisinden depremine, maden kazasından sellere ve orman yangınına kadar hiçbir krizi doğru düzgün yönetemediler. Maskeleri milletin yüzüne ulaştıramayıp süreci ellerine yüzlerine bulaştırdılar, çadırları ve kanları parayla sattılar. Dere yatağına, fay kenarına inşaatlara göz yumup felaketlere davetiye çıkardılar.

Geleceğe dair vaatler hususunda tam bir “Kurtlar Vaadi-Pusu” filmi oynandı. Muhalefet çalışıp belli konulada elle tutulur vaatlerde bulunur bulunmaz, gün geçmeden o vaatlerle ilgili kararnameler yayınlandı. Taşeron işçilerle yönelik düzenlemeden 3600 ek göstergeye, ÖTV ile ilgili indirimlerden öğrencilerin KYK borç faizine, EYT’den emeklilerin bayram ikramiyesine ve işçi-memur maaş artışlarına kadar böyle oldu.

Devlet imkânlarını tepe tepe kullandılar, montaj videolarla halka yanlış bilgi verdiler, muhalefetin söylemediği sözleri broşürlere basıp dağıttılar, yalanlarını cami avlusunda yaptıkları “camiting”lerle süslediler.

Karneleri bozuk, güven telkin edecek kadroları yok, geleceğe dair ayakları yere basan projeleri bulunmuyor. Peki, nasıl hala oy alabiliyorlar, ortakları oyları yükseltebiliyor derseniz, rasyonel argümanlarla açıklanabilecek bir durum değil, tamamen duygusal. Kimi onları hayr-ı mahz olarak gördü, yaptıkları hiçbir şeyi sogulamadı. Kimi korkudan oy verdi, kimi de ehven-üş şer olarak değerlendirdi, hatalarını kabul etmekle beraber, başka seçenek görmedi.

İnsanımız dini ve dindarı sever. Kendi dindar olmasa bile dindara saygı duyar, güvenir. İçinde azıcık bile İslamiyet taşıyan kişiler dini vebali olan bir iş yapmaktan korkar. "İktidara muhalefet, eşittir dine muhalefet" denkleminde kötü tarafta bulunmak istemedi insanımız. Yıllar önce Yiğit Özgür’ün çizdiği bir karikatürü hatırlatalım. Vatandaşın birinin imamla olan diyalogu şöyle:

- Hocam, biz önümüzdeki kurban üç aile birleşip günaha girmek istiyoruz...
+ Lan hani koyuna giriyordunuz?..
- Ateist olduk biz...
+ Üç aile niye birleşiyosunuz ki?..
- Korkuyoruz Allah'tan...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/icimizdeki-muslumanlik_582479

TAŞ Devri Bitsin Artık!

İbrahim Özdabak Karikatürü

 

14 Mayıs seçiminin sonucu tam olarak ne olur, şimdiden bilemeyiz. İnşallah süreç nizam çerçevesinde işler ve sükûnet içerisinde herkes çıkan sonuçları kabul eder. Sonuç nasıl olursa olsun, Türkiye’de bazı şeylerin eskisi gibi olamayacağını söylemek mümkün.

Biz de, en azından TAŞ devri biterse çağ atlarız diyoruz ve istiyoruz ki:

Fikr-i siyasisine muvafık herkesi melek, muhaliflerin tamamını ise şeytan kabul edip, fikren karşısında duramadığı kişileri taş yağmuruna tutma devri bitsin.

Ülkeyi bir ticaret anonim şirketi (T.A.Ş) olarak gören, ülkenin varlıklarını babasının malı gibi dağıtan, keyfi kararlar alıp yaptıklarının hesabını vermeyen “siyo”set anlayışı sona ersin. Yetki kullanımı denince sınır tanımayan ama sıra sorumluluk üstlenmeye gelince elini TAŞın altına sokmaktan imtina edenler artık sahneden çekilsin.

İhaleleri, makamları, maaşları yanDAŞ’a peşkeş çekme devri bitsin. Ülkenin bütün kaynaklarını betona ve TAŞ’a gömme hastalığı nihayet bulsun. Zat, Men(fa)at, Arsa ve (paraları) Hübbeleme putları devrilsin. Boyanıp cilalanan ve millete bir başarı hikayesi olarak satılan taşların devri bitsin. TAŞ atıp kolunu yormadan, ballı rakamlarla aldığı ihaleyi TAŞerona karın tokluğuna yaptırıp aradaki farkı cebe atma işine son verilsin.

TAŞ’ıma suyla ekonomiyi döndürme çalışmaları son bulsun. Bir borcu çok daha yüksek maliyetli başka bir borçla kapatma işinden vazgeçelim. Kaynaklarımız ve ihtiyaçlarımız ilmi bir perspektifle analiz edilsin, sanata, bilime ve teknolojiye yatırım yapılsın. TAŞınmaz mülklerden rant üretme yerine TAŞınabilir cihazlara yazılım geliştirme işlerine teşvik verilsin. Dünya ile rekabet edebilecek seviyede üretim başlasın, katma değeri yüksek ürünlerimizi dışarıya satalım. Jeopolitik mevkmiz değerlendirilsin, bölgenin TAŞıma ve lojistik üssü olalım.

Gramafonda çalınan eski TAŞ plaklar veya Long Play/Uzun Çalar’da oynatılan plastik plaklar gibi bozulup  aynı şarkıda takılı kalmayalım, Mevlana’nın dediği gibi:

“..Dünle beraber gitti cancağızım

Ne kadar söz varsa düne ait

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım...”

Kendi gibi düşünmeyen herkese saTAŞma, hakaret etme ve yetmeyince iftira atma devri kapansın. İnsanları kamplaştırarak bölme, kendisine oy vermeyenleri cehennem aTAŞı ile korkutma furyası sona ersin. Kutuplaşıp galeyana gelen kitlelerde heyecan fazla artarsa TAŞikardi riski artar, bizden söylemesi...

Emrindeki memur ve işçileri otobüslere bindirip zorla kendi mitingine TAŞıma işi sona ersin. Herkes, canının istediği etkinliğe katılabilsin, istemediğine de katılmayabilsin.

Nasrettin Hoca’nın fıkrasındaki gibi; enflasyon canavarını serbest bırakıp onu durdurabilecek taşları bağlayan, bindiği TOGG TAŞıtıyla giderken, ışıkta rastladığı lüks marka araba sahibi ile laflayan, arabasının beygir gücünü yarıştıran, buğdaylarla ve muhtelif nebatla konuştuğunu iddia eden, et fiyatları konusunda yaptığı tespitlerle akıllara durgunluk veren... Kısaca, atlara, etlere ve otlara fısıldayan, bunu yaparken gözleri ışıldayan kişilerin artık yurtTAŞlarla dalga geçmesinin önüne geçilsin. Heterodok-siyasal düşünce ve yöntemlerini alıp gitsinler...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/tas-devri-bitsin-artik_582129

Seçim Üzerine...

Seçim üzerine
İbrahim Özdabak Karikatürü


“Biz, dindar insanların bütün selametini ve refahını, dine hizmet eden ve kendi de dindar olan insanlara oy vermekte buluyoruz, bize karışma!”

İnsanların takva derecesini Allah bilir. Kalplerini biz bilemeyiz, sadece muttali olabildiğimiz hareketlerini değerlendirebiliriz. Bulundukları mevkilerdeki görevlerini muntazaman yerine getirebilmek için dindar olmaları şart değildir. Dine ilişmemeleri din ve dindarlar için yeterlidir. 2020 yılında yapılan İslamîlik endeksine göre İslam’a en uygun yaşayan ülkeler sıralamasında Türkiye 100. sırada çıkmış. Dine nasıl hizmet edilmiş acaba?

“Kamuda başörtüsü problemi kalmadı. Faizi indirdiler, Ayasofya’yı açtılar, İmam-Hatip okulları çoğaldı, yeni ve güzel camiler inşa ettiler, yöneticilerimiz çok güzel Kur’an okuyorlar...”

Zahiren görünen, reklamını yaptıkları işlerle hakikatte olan biteni karşılaştırmak lazım. Gelişmiş ülkelerde dini inancı ne olursa olsun herkesin inandığı şekilde giyinmesini güvence altına alan düzenlemeler mevcut. Hâlihazırda bizdeki uygulama, sadece şu anda ilişilmiyor oluşudur. Yönetime gelen hiç kimsenin itiraz edemeyeceği ve kaldıramayacağı bir inanç hürriyeti teminatı oluşturmak çok mu zor?

Bankalara borç verirken düşük faiz uygulamaya başladılar, doğru ama ticari hayatta uygulanan bütün faizler yükseldi. Her fırsatta vatandaşları faiz ile borçlanmaya çağırıyorlar. Bankalara kredi ve kredi kartı borcu olmayan vatandaş kalmadı gibi. Dolar kurunu yükseltmemek için, parası olan insanlara devlet eliyle faiz verildi, hem de fakir halkın sırtından alınan vergilerle. Bunun adı da faizle mücadele, öyle mi?

VİP girişleri olan lüks ve şatafatlı camilerle İmam-Hatip’ler açılıyor ama ateist ve deistlerin sayısı tarihte hiç olmadığı kadar arttı. İnşaatından birilerinin kazançlı çıktığı ve içine siyaset sokulan ihtişamlı binalar hizmet etmeye yetmiyor demek ki.

İslam’a hizmet edilmişse, İslami değerlerin yükselmiş olması gerekmez miydi? Nerede toplumsal huzur, barış, refah ve bereket? İslam, selamette olmaktır. Kendimizi güvende hissedebiliyor muyuz? Çeteler, mafyalar sokaklarda cirit atıyor. Yerlileri yetmiyormuş gibi enva-i çeşit uluslararası mafya, güpegündüz AVM’lerde birbirleri ile hesaplaşır oldu. Dolandırıcılar, kara para aklayıcıları, uyuşturucu tacirleri elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor. Otellere, restoranlara, liman işletmelerine çöken çökene...

Üretim, yatırım ve ticaret erbabı sürekli diken üstünde; haraç için kapısını kim çalacak endişesi, rüşvet vermeden işlerini yürütememe, tanıdık ve torpil olmadan büyük işler alamama gibi dertleri var. Her an, yeni bir vergi düzenlemesi getiren bir kanun çıkması muhtemel. İhracattan kazandığınız parayı 6 ay içinde yurtiçine taşıyın dendi, yetmedi, onun en az %25’ini TL’ye çevirmek zorundasınız dendi, o da yetmedi o oranı %40’a çıkardılar. Sermaye hareketlerini kısıtlayacak hangi düzenlemenin getirileceğinin kestirilemediği bir ortamda nasıl güvenli bir ticaret yapılır? Yurtdışından yatırım için kim parasını getirip emanet eder? Üstelik başı sıkıştığında hükümet, istediği bir esnaf/tüccar grubunu günah keçisi olarak belirleyip, ekonomideki bütün krizlerin sebebi olarak ilan edebiliyor.

İnsanlar, gösteri ve yürüyüş gibi kanunlarla teminat altına alınmış haklarını kullanamadıkları gibi, konuşmaya bile korkar oldu. Nemelâzım, başıma bir şey gelmesin diyerek kendi kendilerine sansür uyguluyor. İddianamesi bile yazılmadan yıllarca hapiste tutulanlar var. İltisak diye bir şey tutturmuşlar, lahmacun siparişini getiren kurye ile telefon görüşmenizden terörle iltisaklı hale gelebilirsiniz. Cep telefonunun bir terör zanlısıyla (suçlusu olduğu ispat edilmese de olur) aynı baz istasyonundan sinyal almasını bile iltisak sayan zihniyet, herkesi terörist ilan edebilir. AİHM ve AYM kararları hiçe sayılabiliyor.

Geçenlerde arkadaşlarla 12 Angry Men/12 Öfkeli Adam filminden bahsediyorduk. Türkiye mahkemelerinde jüri sistemi olsa nasıl işlerdi diye sorulunca “Tek Öfkeli Adam” filmi olurdu dedim. Tek öfkeli adam, davaların hem jürisi, hem avukatı, hem savcısı, hem de hâkimi olabiliyor çünkü. “Onu öyle bırakmam” dediği insanlar anında tutuklanıyor.

Ekonominin halini anlatmaya gerek yok, parası bizden 20-25 kat fazla değerli olan AB ülkelerinde bile gıda fiyatları döviz bazında bizden daha düşük. Bütün dünyada fiyatlar düşerken bizde yükseliş hız kesmiyor. Karar Gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, 29 Nisan 2023 tarihli yazısında fiyat karşılaştırmalarını fişleriyle birlikte gösterdi. Ev, araba almak orta gelir grubu için uzak bir hayal oldu.

Kamu kaynağı kullanılarak gerçekleştirilen ihaleleri maliyetinin çok çok üzerinde ücretlerle yandaşlarına peşkeş çektiler. 25-30 yıl boyunca aratarak gidecek garanti ödemeleri ile geleceğimizi ipotek altına aldılar. Liyakatsiz atamalarla devlet kurumlarını yakınlarının çiftliği haline getirdiler, beşer altışar ballı maaş dağıtıyorlar.

“Siyaset böyledir, başkaları gelse de aynı şeyi yapmayacak mı? Hem, dava için yapılıyor her şey...”

Bu nasıl bir davadır ki, uğrunda insanların hürriyeti göz göre göre kısıtlanıyor, keyfi muamelelerle tutuklanıyorlar? Rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk, kul hakkı yeme gibi İslam’ın yasakladığı işler dava için mi vaka-yı adiye haline gelmiş? 20 yılda nüfuz etmedikleri ve kendi adamlarını yerleştirmedikleri hangi kurum ve mevki kalmış, sözlerinin üzerine kim söz söyleyebiliyor? Dava diyerek türlü gayrimeşru işlerine uydurdukları kılıf, hangi noktaya gelince duracak?

Kendilerinden olmayan herkese karşı kullandıkları nefret dolu dil, her daim takındıkları kibirli, üstenci ve düşmanca tavırla mı dava yürütüyorlar? Firavun’a karşı bile yumuşak dille konuşulması gerektiğini söyleyen Kur’an’a ne kadar uygun bu metot? Karşılarındaki insanlar mı Firavun’dan daha kötü, kendileri mi Hz. Musa’dan daha yüksek?

Dindar insanlara hitaben söyledikleri “Biz yoksak siz de olmazsınız” sözü, kendi yerini sağlamlaştırma çalışmasından başka bir şey değil. Ekonomiden şikayet edenlere, ezanlar susmaz deniliyor. Nerede adalet diye sorulunca, bayrak inmez cevabı geliyor. Hangi konuda sıkışsalar, mevzuyu dinî bir hükme bağlayıp sıyrılma peşindeler. Dinî hükmü duyan nasıl olsa itiraz edemeyecek, eden de din düşmanı diye adlandırılacak. Kavga eden çocukların, kendini korumak için Kur’an cüzünü siper etmesi gibi. Cüze hürmet gösteren, kavga sırasında cüzün zarar görmemesi için onu güvenli bir yere koyar, gelecek darbelere hedef olsun diye elinde tutmaz.

Başkalarıyla aynı şeyleri yapıyorlarsa neden bunları seçelim? Din adına hareket ettiklerini söyledikleri için bazı insanlar onları sorgulamayı dine karşı gelmek diye tefsir edebiliyor. Reisleri ne yaparsa yapsın, vardır bir bildiği denilip baş tacı ediliyor. Bu adamlar Allah tarafından görevlendirilmiş değil. Dinin sahibi ve tek temsilcisi değil. İbadetleri kendileri ile Allah arasında, bilemez ve karışamayız. Görünen o ki pek çok hareketleriyle insanları dinden ve dindarlardan soğuttular. Söyledikleri yalanları sıralansa kitap çıkar ortaya. Kendilerine emanet edilen milletin parasını çarçur ederek o emanete hıyanet ettiler. Söz verip de yapmadıkları işlerin haddi hesabı yok. Dini ilimlere vukufiyetlerine dair bir emare görünmediği gibi, dünya işlerini dahi bilmedikleri, memleketi getirdikleri durumdan belli.

“Tamam, kusurları noksanları olabilir ama onları seçmeyeceğiz de kimi seçeceğiz?”

Soru yanlış, seçimini yapacağımız şey kişi değil, aslında sistemdir. Fiili olarak Meclis’in ortadan kaldırıldığı, anayasa hükümlerinin açıkça çiğnendiği, HSK yapısı değiştirilerek hukukun emirber hükümet neferi olduğu, bakanların bırakın itiraz etmeyi, istifa bile edemediği, birinin ağzından çıkan her sözün kanun gibi işletildiği, büyüğünden küçüğüne bütün kurumlardaki her atamayı bir kişinin yaptığı sistemi mi seçeceğiz? Sandığı otokratik yönetimlerini meşrulaştırma aparatı olarak gören, bütün güç ve yetkileri bir kişinin eline veren, dünyada emsali olmayan ucube sistemle mi devam edeceğiz?

Ben şahsen, kuvvetler ayrılığının uygulandığı, denge ve fren mekanizmalarına sahip, farklılıkları düşmanlık sebebi değil, demokratik sistemin cilvesi ve bir zenginlik olarak gören, başta muhalefet partileri olmak üzere, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, meslek odaları ve fikir toplulukları gibi demokratik sistemlerin vazgeçilmez unsurları ile meşveret ederek hareket eden bir sistemin hayata geçmesi için oy vermeyi düşünüyorum. Size de tavsiye ederim...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/secim-uzerine-1_581733

https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/secim-uzerine-2_581781

 

 

Siyasete Endeksli Hayat

 

Siyasete Endeksli Hayat
İbrahim Özdabak Karikatürü

Seçime yaklaştığımız şu günlerde, siyasetin hayatın her alanına nasıl nüfuz ettiğini daha iyi hissediyoruz. Gündelik hayatımızın en küçük meselelerinde dahi, siyasi tarafgirlikler tezahür ediyor. Yakın akrabası, kırk yıllık dostu olsa bile siyaseten hasmı olan kişi ile kanlı bıçaklı olan, irtibatı kesenler oluyor.

Partizanlık her devirde vardı ancak bu kadar keskin ayrışmayı hayatımda görmedim. Eskiden, insanların temayülleri farklı olsa da medenice tartışılır, çoğunlukla tartışmaların sonunda birlikte gülünür ve geçilirdi. Rakip siyasiler çeşitli ortamlarda bir araya gelir, birbirlerine eğlenceli ve zekice sataşmalarda bulunurlardı. Öyle, kağıttan-prompterden yararlanarak konuşmazlardı. Hazırcevap adamların nüktedan çıkışları karikatürlere konu olurdu.

Şimdi, havadan sudan bahsederken biri “bu sene de hiç kış gelmedi, hep kurak geçti” dese, beriki cevap yetiştirir “falanca zihniyeti yüzünden bereket kesildi” diye. Pazar fiyatlarından şikayet edilmeyegörsün, hemen fiyat artışlarının sun’i olduğunu, gözü doymaz aracıların milleti kazıkladığını ve asıl dertlerinin de hükümeti zor durumda bırakmak olduğunu başka biri çıkar söyler.

O güne kadar adı sanı duyulmamış bir futbol takımı, hükümetten zevatın açık desteklerine mazhar olunca bir bakıyorsunuz şampiyon oluyor veya zirveye yakın bir yerde ligi bitiriyor. FalancaSpor iktidarın takımı, FilancaSpor taraftarları muhalif diye spor müsabakaları bile siyasi çekişme gölgesinde yorumlanır oldu. Bazı futbolcuların siyasi taraftarlıklarını açıktan sergiledikleri videolar da tuz biber ekiyor bu yaraya.

Şarkıcı, oyuncu, müzisyen gibi meşhur insanların gazetelere verdikleri demeçler, sosyal medya paylaşımlarında siyasi polemik aranıyor. Ağaçlar kesilmesin diye tweet atsa bir meşhur, anında yakasına yapışıyorlar “Asıl meselenin ağaç olmadığını bilmediğimizi mi sanıyorsun?”, “Büyük projelere karşı çıkan hain, terörist!” diyerek linçe başlıyorlar. Aynı kişi, bir devlet kurumuna teşekkür ettiğini söylediği anda öteki mahalle bu sefer başlıyor: “Vay dönek, kaç para verdiler sana?”, “Sarayda konserlere seni mi çağıracaklar, hayırdır ne bu güzelleme?”

Bu raddeye nasıl geldik?

En başta mukaddes değerler, bir zümrenin tekelindeymiş gibi davranıp istismara başladılar. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi din düşmanı, hain, terörist ilan ederlerse ne olur? Birileri çıkıp onlara oy vermenin farz olduğunu, verilen oyların sırat köprüsünde berat olacağını söyler, öteki karşı tarafa oy verenlerin cehennemde yanacağını...

Devlet kurumları günlük siyasetin neferi gibi davrandı. Camilerde yapılan mitingler, hükümet politikaları ile uyumlu siyasi hutbeler insanları camiden soğuttu. Depremde ilk yardıma koşan insanlar durduruldu, yapılacak bir iş varsa devlet yapar denildi. Kurtarma şovları esnasında şikayet edenleri nankörlük ve hıyanetle suçladılar. Asıl görevi yardım dağıtmak olan kurumlar parasıyla malzeme ve hizmet sattı.

Ölü sayısı, işsiz sayısı, enflasyon gibi açıklanan resmi rakamlara insanlar artık hiç inanmaz oldu. Muhalefet tarafının miting yapacağı şehir için AFAD, bir gün öncesinde şiddetli yağış ve fırtına uyarısı yaptı. YSK, daha önce hiçbir seçimde uygulamadığı ve kanunda olmayan bir konuyu seçim günü öğleden sonra duyurdu, mühürsüz pusulalar da geçerli sayıldı. İstanbul Büyükşehir Belediye seçiminde bir zarftan çıkan dört pusuladan sadece biri iptal edildi, seçim tekrar edildi.

İyi ve güzel olan ne varsa, öyle sahiplendiler ve bu sahiplenmeyi öyle abarttılar ki, kendilerini eleştiren herkes o güzel şeylere de karşıymış gibi davrandılar. TOGG mesela... Başarılı ve güzel bir proje olabilir. Ancak eksik ve gediklerinin olmadığı anlamına gelmiyor. Dünyaya meydan okuyoruz, bütün otomotiv devleri kıskanıyor diye şişirmek başta o projeye zarar verir. Bu atılım ne kadar iktisadidir diye tartışmayalım mı? Bu projede kullanılıyor olup başka hiçbir marka ve modelin sahip olmadığı bir özelliği yoksa nasıl dünyayı titretebilir? Yaygın kullanılabilmesi için gerekli altyapı, servis ağı, şarj istasyonları hazır mı? İnsanımızın alım gücüne ne kadar yakın? Bunlar konuşulmasın mı?

Velhasıl, büyük sevinçler ve güzel projeler kadar emsali görülmemiş musibetler dahi milletimizi bir araya getiremez olduysa, bu tablonun oluşmasına sebep olanlar oturup düşünmelidir.

Otobüs hizmeti veren, çöpleri toplayan belediye seçimlerinde devletin bekası tehlikeye girmez. Bir partiye oy vermek veya vermemek sizi dinden çıkarmaz. Seçilecek olan insanlar Allah’ın veya İslam’ın temsilcisi değildir. Dünveyi bir kurum olan devlet mekanizmasını çalıştıracak fanilerdir. Bu işi yaparken rüşvetler, yolsuzluklar, adam kayırmalar, talanlar gibi pek çok haksız kazançlara bulaşacakları gibi, iş bilmezlik veya kötü niyetle türlü türlü hak gaspları ve adaletsizlikere de sebep olabilirler. Devlet yönetirken sorumlu davranabilecek, şeffaf ve hesap verebilir olacak, insan hak hürriyetlerine saygılı kişileri seçmek istiyoruz.

Bu meseleler yüzünden kalp kırmaya değmez, önümüz bayram... Mümkünse dost ortamlarında bu konulara girmemek en iyisi...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/siyasete-endeksli-hayat_580852

14 Mayıs Seçimi

 

14 Mayıs Seçimi
İbrahim Özdabak Karikatürü

Seçim 14 Mayıs’ta olacak diyorlar. Kim diyor? Anayasa değil, TBMM değil, seçim kanunu hiç değil...

“Tekrar aday olabilecek mi, yoksa bazıları adaya veda mı edecek” minvalinde manasız bir tartışmadır gidiyor. Anayasa’nın 101. Maddesini hatırlatanlar var, o maddeye göre “Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilir. Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir”

İlahi, dert edilen şeye bakın... Şirket, hatta market işletir gibi işler yürütülüyor ülkemizde. A-101 maddesi engel mi oluyor? Derhal, BİMbir çeşit teville o maddenin etrafında dolanılır. Bunu görüp de ŞOK yaşayacak olan var mı?

Efendim, geçen sene Meclis’te kabul edilen seçim kanunu ile mi amel edilecek yoksa eskisiyle mi? Canım, soru mu bu şimdi, hangisi daha kullanışlı ise o tercih edilecek tabii ki! Yenisinin kullanılabilmesi için 6 Nisan tarihini geçmek gerekiyor, falan... Hiç dert değil “seçim ilanını 6 Nisan’dan önce yaptık, eskisini kullanırız” da diyebilirler, “seçim tarihi 6 Nisan’dan sonra tabii ki yenisi olacak” da...

Eskisinde ittifaklar halinde seçime katılınabiliyordu. Yenisinin de ayrı güzellikleri var, bir kere seçim barajı daha düşük. Ayrıca, bir adreste oy kullanabilmek için en az 3 ay orada ikamet etmiş olmak gerekiyor. Şehir dışında üniversite tahsili yapan gençlerin kaçı okumak için gittiği adrese ikametini aldırdı? Dönem sonu final sınavlarına yakın tarihlerde oy vermek için ailesinin ikamet ettiği şehre gidebilecek mi? Okula gidebilmek için yol parasını bile zor denkleştiren öğrenciler var, üstelik okulların kapanmasına yakın bir tarihte eve gidip tekrar dönmeleri biraz zor olur. Hele, ilk turda seçimin sonuçlanmama riski var ki, onu düşünen hiç gitmeyebilir.

Seçimi kim ilan edecek, Cumhurbaşkanı Meclis’i mi fesh edecek, normal zamanına bir ay kala seçime gitmek için Meclis mi seçime karar verecek bilmiyoruz. Kim aday olacak, kim olamayacak kesin olarak bilmiyoruz, hangi kanun uygulanacak, onu da bilmiyoruz! Tek bildiğimiz, 14 Mayıs’ta seçim olacak dendiği.  

Seçim için 14 Mayıs tarihinin seçilmesi manidar: Şehr-i Ramazan’la birlikte yükselmiş olan manevi atmosferi ve 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelişi gibi milli bir değeri kullanma niyeti var gibi. “18 Haziran tarihi, Hac mevsimi ile çakıştığından, hac farizasını yerine getirmek için gidecek vatandaşların oylarından faydalanabilmek için tercih edilmiyor” diyenler de var ama pek inandırıcı gelmedi. Hacca gidecek vatandaş sayısı, herhangi bir seçimde dengeleri değiştirmeye yetecek büyüklükte değil, kaldı ki onların kime oy vereceğini nereden bilecekler...

Demokrat Parti’nin seçim sloganı olarak kullandığı “Yeter, söz milletindir!” sözünü iktidarda olanların kullanmasını komik bulanlar var. İnsanlara “yeter!” dedirtecek durumlar mı yaşanıyor ki memlekette, aşkolsun diyorlar. Varsa bile, sebebi iktidar değildir, emin olun. Fiyatlardan aracılar, komisyoncular ve tefeciler sorumlu. Doları dış güçler azdırıyor. Güvenlik açığı varsa sebebi teröristler. Yurtdışına kaçan doktor ve mühendisler zaten hain. Muhalefet dediğiniz de, konuşarak vergileri indirtiyor, borç faizlerini sildirtiyor, taşeron işçileri kadroya aldırıyor, emeklilikte yaşa takılanlara emeklilik fırsatı doğmasına sebep oluyor. Üç beş müteahhidi doyurarak ülkeyi yönetmek varken bütçeyi zora sokuyorlar! Bunlara yeter demeyecek miyiz?

Eskiden vasiler vesayet ediyordu, şimdi valiler velayet ediyor maşallah, il başkanı gibi çalışıyor mübarekler. Devlet erkânı, bir dönemin bakan oğlu olan Erkam önünde el pençe duruyor, daha ne olsun? Bunlar devam etmesin mi?

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/14-mayis-secimi_576655

 

Öne Çıkan Yayın

İthalya Cumhuriyeti

  İthalya Cumhuriyeti Bundan çok çok zaman önce, buradan uzak mı uzak bir ülke varmış. İyi-kötü, kendi ihtiyaçlarını üretebiliyor ve kimse...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: