Bu Blogda Ara

Arşiv

yerli ve milli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yerli ve milli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yerli ve Milli Dolar


Yerli ve milli dolar

Son günlerin en çok konuşulan konularından biri döviz kurlarındaki ani yükselişler.
Özellikle dolarda, Hababam Sınıfı filmindeki beden eğitimi öğretmeni Badi Ekrem karakterinin (Şener Şen) trambolin üzerinde zıplamaya başladıktan sonra “duramıyorum, duramıyorum… çocuklar beni durdurun” dediği sahnedeki gibi hareketlenmeleri gördük.

Petrolden doğalgaza enerji kaynaklarında dışa bağımlı, fazla üretim yapmayan ve yaptığı üretimlerde kullandığı pek çok şeyi ithal eden bir ülke haline geldik. Dış ticaretimizin büyük bölümü dolara endeksli. Akaryakıt fiyatları dolara bağlı artış gösterdiği zaman, kademeli olarak ülkedeki bütün mal ve hizmetlerin maliyeti artıyor tabi. Artan maliyetler de zam olarak geliyor bize…

DOLAR’IN ATEŞİ NASIL YÜKSELİR?

Elinde yeteri kadar dolar olmayan ve başkalarının dolarlarının insafına kendini bırakan yerlerde öyle bir hal olur ki, delinin biri “Benim adım Trump, her yere roket ataram!” diye tweet atsa dolar coşabilir, öteki facebook üzerinden “Putin derler adıma, kök söktürürüm adama” diye cevap verse zirvelere çıkabilir. Yabancı yatırımcılar parasını çekip çıkarsa yükselir, yerli sermaye dışarı giderse yükselir, herkes dolar almaya koşarsa yükselir. Kısaca arz-talep dengesine göre davranır. Halen arz eden taraf olmadığımız için dengeleyebileceğimiz unsur taleptir. Talep de at gibidir; neyden ne zaman korkacağı, nasıl davranacağı belli değildir.

Kur düşük seyrederken döviz rezervlerini dolduran, rekor değerlere ulaştığında ise piyasaya müdahale bahanesiyle yüksek fiyatlardan satan Merkez Bankası ateşi düşürmeye çalışır. Günde böyle üç defa iş yapsa… fena da para kazanmaz hani! Kazandığı parayı da, Allah bilir, bir türlü düşürmediği faize veriyordur! Peki, resmî olarak doları sabitleyemez miyiz?  Meselâ bir dolar=3 TL olacak şekilde sabitlense, Pi sayısı üzerinden “Pi’ dolar kaç para eder?” diyerek espri yapacak adamlar çıkacak. (cevabını ben söyleyeyim 9 TL yapar). Devlet o fiyattan satar da, alabilir mi bilmiyorum. Karaborsada kaç katına çıkar, Allah bilir…

ÇÖZÜM: YMD!

Evet, her konuda olduğu gibi, yerli ve millî bir ürün olarak kendi ABD Dolar’ımızı basabilirsek elimiz çok rahatlardı. İstediğimiz kadar piyasaya sürüp ateşini kontrol altına alabilirdik. “Hiç olmadığımız kadar yakın” hâle geldiğimiz ABD’den rica edersek belki izin verebilir. Vaktiyle, düşmanı olan ülkelerle gizlice ticaret yapıp açıktan para veremediği için dolar basmasına izin verdiği söyleniyor, günahı söyleyenlerin boynuna! Kısaca YMD diyebileceğimiz yerli ve millî dolar’lar için sloganımız da hazır: “YMD yanında yat!” Bu slogan bilinçaltı bir mesaj ihtiva ediyor olup, parayı çarçur etmeden yastık altında tutmaya da teşvik edecektir. Ucuz ucuz alacağımız dolarların parası ülke içerisinde kalır, ekonomimizi şer ve fitne odağı dış mihrakların tasallutundan da korumuş oluruz. Ne dersiniz, denemeye değmez mi?
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yerli-ve-milli-dolar_459175

"Evrenkentsel" Dönüşüm

Evrenkentsel Dönüşüm

Gün geçmiyor ki, eğitime ya da akademik dünyaya dair bir yeniden düzenleme haberi gelmesin.
Sistemler, sınavlar ve müfredatlar borsa gibi oldu. Bakanlık sitesinde başarılarından dolayı övülen bir sınav, bir bakıyorsun,  ertesi gün kendisi hakkında verilen cumhurbaşkanı beyanı sonrası tepetaklak olmuş ve kaldırılmış olabiliyor. Skandal ifadeler barındırdığı anlaşılan ve haberleri ayyuka çıkan ders kitapları toplatılıyor. Kimsenin ve hiçbir şeyin yeri garanti değil.

Üniversitelerle ilgili olarak geçen hafta önce Boğaziçi Üniversitesi’nin yerli ve milli değerlere yaslanamadığı eleştirisi geldi. Tam olarak söylenen şu: “Boğaziçi Üniversitesi halen ülkemizin en prestijli okullarından biridir. Ancak gönlümüzden geçen konuma da ulaşamamıştır”Ardından yardımcı doçentlik ünvanının kaldılrılacağı ifade edildi. Konu ile ilgili bir düzenlemenin Meclis’e getirileceği söylendi. KHK ile çözmek dururken neden Meclis’e getirmek gibi gereksiz bir uygulama takip edilecek anlaşılır gibi değil.

12 Eylül askeri darbesinin uygulayıcıları ile benzer metodları takip eden hükümetimiz Türkçe karşılığı “evrenkent”  olarak da verilmiş üniversitelerde “evrenkentsel dönüşüm” kararı çıkarabilir bu konuşmadan. Olmaz demeyin, cumhur reisi sportif bir başarı hedefi olarak “bu sene kupayı kaldıracağız” dese bile “ne olur ne olmaz, başımıza bir şey gelmesin, kaldıracağız diyorsa hemen kaldıralım” diyerek ilgili kupayı yürürlükten kaldıracak bürokrat ve siyasetçilerimiz varken…

Üniversitenin konumunun beğenilmediğini duyunca belediyeler de hemen şehirlerde bulunan bütün üniversiteleri barındıran dev bir kampüste toplayıp adına “şehir üniversiteleri” diyebilir. Devlet üniversitelerin hem sahibi, hem de kiracısı olacak şekilde bu şehir üniversiteleri 35 yıllığına özel şirketlere devredilebilir. Hazine destekli öğrenci garantisi de verilirse çok iyi olur. Gönlümüzde olmayan eski konumları, gerekli imar düzenlemeleri yapılarak alışveriş merkezleri ve rezidans gibi kârlı projelerle değerlendirilebilir.

Hamdolsun, üniversitelerimizin tamamı Boğaziçi gibi değil. En yerli ve en milli değerimiz olan aileye yaslanan üniversitelerimiz her geçen gün daha da artıyor. Ailesini ve yakınlarını üniversite kadrolarına yerleştiren rektörlerimiz epeydir haberlere konu oluyor. Pamukkale Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Bağ eşini İslami İlimler Enstitüsü’ne sekreter olarak atadı mesela…
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi rektörü Prof. Alim Yıldız’ın da yeğenlerini sekreter, müdür olarak işe aldığı öne sürüldü.

Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Türk’ün üniversitede önemli bölüm ve birimlerin başına akrabalarının gelmesini sağlayarak senatoda 7 oy hakkına sahip olduğu haberleri çıktı. Rektör Türk’ün akrabası Prof. Dr. Sabri Ulukanlı’yı Rektör Yardımcısı, Ulukanlı’nın biyolog eşi Prof. Dr. Zeynep Ulukanlı’yı Mimarlık ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Vekili, yine akrabası Doç. Dr. Bülent Öz’ü Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü, Öz’ün eşi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Doç. Dr. A. Ayşe Tülin Öz’ü  ‘Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Müdürü’ olarak atadığı ileri sürüldü.

Son örneğimiz Şanlıurfa’dan: Prof. Dr. Ali Sarıışık’ın, Harran Üniversitesi Rektör Yardımcısı olduktan sonra neredeyse tüm ailesini üniversiteye yerleştirdiği ortaya çıktı. Sarıışık, kardeşinin yüksekokul müdürlüğüne getirilmesine yardımcı olurken, kızını Almanca okutmanı yaptı. Oğul Sarıışık ise üniversitenin “yabancı öğrenci sınavı”nı “kazanarak” tıp fakültesine girdi. Yerli değerlere yaslanan rektörün Yabancı Öğrenci Sınavı’nı kullandırması hoş olmamış tabii…

Gazetelere ve sosyal medyaya haber konusu olduktan ve çokça tepki aldıktan sonra yukarıda sayılan bazı keyfi atamalar iptal edildi, kimi kendi istifa etti. Liyakatin önemsenmediği, akademik kadroların siyasi mülahazalar çerçevesinde oluşturulduğu üniversitelerde bilimsel çalışmalardan uzaklaşılır. Hz. Nuh zamanında geçekleşen “tufan” meselesini bugünün teknolojisi ile açıklamaya çalışanlar çıkar. Utanmasa, adına “tuphone” diyeceği bir tufan cep telefonu kullanıldığını iddia eder. O güne kadar yapılmış ilk geminin kullandığı bağlantı hızının 3G mi yoksa 4.5G mi olduğunu tartışır. Hz. Nuh’un oğlu Kanan ile “Nokia’ynan”, diğer oğlu Sam ile “Samsung” telefonla konuştuğunu söyler. Halbuki adı mucize olan olaylar, nübüvvet delili olarak kullanılıp insanları Allah’ın dinine davet etmek, insanlara vizyon çizmek gibi pek çok hikmetleri barındıran, insanların yapmakta ve açıklamakta aciz olduğu harikalardır ve içinde bulunulan günün teknolojik imkanlarıyla açıklamaya kalkmak yanlış olur.

Evrenkentsel dönüşüm çalışmaları esnasında “liya”kat izni yükseklere çekilmezse, çekeceğimiz var demektir.
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/evrenkentsel-donusum_451246

Yerli ve Milli Bitcoin

Yerli ve milli bitcoin

KHK, OHAL’in başıdır. Hükümet dahi her işine KHK ile başlar oldu.
KHK’nın ne bitmez tükenmez bir kuvvet kaynağı olduğunu anlamak isteyen temsil-i demokrasimize bakabilir; şu ana kadar, evlilik programlarından trafiği düzenleyen kanunlara, dalgıç ve kurbağa adam hizmetlerinden Tababet ve Şuabatı San’atların Tarz-ı İcrasına Dair Kanun’a kadar pek çok kanun, bir kararname kolaylığı ile şak diye düzenlendi. Muktedir “KHK” der, koca bir ilçeyi kolaylıkla yerinden kaldırıp başka bir yere taşır.

Geçen haftaki yazıda bahsettiğimiz bitcoinlerin millîleştirilmesi konusu da bir KHK ile çok kolay halledilebilecek bir şeydir. Şimdi, piyasada dolaşımda bulunan bitcoinlerin tamamı, algoritması ve kısaca bütün aksamıyla satın alınıp kendisine millî bir hüviyet kazandırılması hususunda KHK çıkarsa sonrasında işleyebilecek süreçlere dair tahmin yürütmeye çalışalım:
 
Teknolojik bir yönünün olması ve karmaşık yapısı sebebiyle bitcoine tereddütlü yaklaşan halkın teveccühünü çekmek lâzımdır. Bunun için önce bitcoin ve bilişim teknolojilerinin yerliliği ve neden millî olması gerektiği konusunda konuşmalar yapılır. Meselâ;
“Bakınız, tarihteki ilk sızma testi Anadolu’da yapıldı, haberiniz yok tabi, okullarda öğretilmiyor bunlar.
Türküsü bile var: ‘Su sızıyor sızıyor, taşların arasından’. ‘Nesnelerin interneti’ diyorlar ya şimdi moda olmuş, bu fikir de bizim topraklarda yeşerdi, ne diyor şair: ‘Her nesnenin bir bit imi var ama…’ bulmaca çözenleriniz bilir, ‘im’ işaret, iz demek. Yaaa, şaşırdınız değil mi? Bitcoin de hamdolsun artık biz’im’ olacak. Biraz geçmişe gidiyorum, Doğu Roma meselâ… Nasıl yazılıyor kitaplarda ‘D. Roma’. CD-Rom’a ne kadar benziyor değil mi? Daha da eskisi Lidyalılar. Yahu para bu topraklarda keşfedilmiş. Anadolu’dan geçen bu kadar medeniyet ne olmuş, buharlaşmış olabilir mi?

Şimdi bakıyorsunuz, dünyanın bütün bilgisayarlarında çıkarılabilen bir maden bu. Her yerde çıkıyor da bizim memlekette şimdiye kadar neden çıkmıyordu? Aslında dünyanın en büyük bitcoin rezervleri bizde, ama bugüne kadar koalisyon hükümetlerini kandırdılar ve çıkarttırmadılar! Sayko’nun Piko’nun çizdiği sınırlar haritada kalır, gönüllere sınır konamaz! ‘Bitratejik Derinlik’ politikalarımız sayesinde Ortadoğu’da oyun kurucu oluyoruz.”

Bitcoin işletmeleri, madencilik faaliyetinden dolayı Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü bünyesine verilir. Kamuya ait bir maden işletmesi olarak hayata başlar. İşçi alımı olur, istihdam artar. Muhtemelen siyasiler akrabalarını buraya bolca yerleştireceği için kadrolar zamanla şişer, ücretler düşürülür. Üretim düşer, maliyetler yükselir ve verim azalır. Kimse memnun kalmaz artık. Muhalefet sert bir şekilde eleştirir. Cumhurbaşkanı “bu zata beş coin verin, kaybeder geri gelir” diyerek eleştirileri savuşturur. Sonra, iktidar “neden özelleştirmiyoruz bu işletmeleri?” diye sorarak radikal bir karar alır. Muhalefet bu sefer kamu işletmesinin, hele de para arzı yapan işletmenin yan- daş firmalara peşkeş çekileceği gerekçesiyle özelleştirilmesini sertçe eleştirir.

Özelleştirilir ve işçi sayısı üçte birine düşer. İhaleyi kazanan firmaya 55 yıllığına maden çıkarma garantisi verilir, çıkarılan madenlerin alınması taahhüt edilir. Vatan sathındaki bütün düğünlerde altın takmak yasaklanır. Tam, yarım, çeyrek gibi bitcoinler piyasaya sürülür. “Beşi bir yerde” altınlara mukabil “baytı bir yerde” olan “bytecoin” kullanılır (bilgi sistemlerinde 8 bit bir byte eder). Bakmayın, kayıtdışı altın yerine tamamen kaydı sistemlerde dolaşan coinlerin kullanımı iyi olur bir yerde.

Taşeron işçilerin problemleri gündeme gelir. Aslında burada çalışan işçilere siberon demek daha uygun olur belki, olay siber madenlerde geçiyor çünkü. Günün birinde bot hesaplarla siber saldırılara maruz kalır. Siber Olaylara Müdahale Ekibi (SOME) yetersiz kalır ve madenlerde SOME faciası yaşanır. Aralık ayında gerçekleşen bu olaya Coin-7 Aralık operasyonu denir. Bot kutularında megabaytlarca bitcoin ele geçirilir. Enerji bakanı artık Siberat Alkaynak mı olur, Bitaner Yıldız mı olur bilemem, 3 gün boyunca aynı gömleği giyerek kameralar karşısına çıkar. “Tahminim 300 milyar dolar ile zararı kapatırız” der.

Devletin tepesi, kurucusu olduğu söylenen Satoshi Nakamoto’ya gönderme yaparak “Satoshi’nin bizi satışı, kandırışı, aldatışı olmuştur. Önce Rabbim, sonra milletim bizi affetsin” açıklaması gelir. BİTÖ diye yeni bir terör örgütü ilân edilir. “B” serisi bir bit’lik coin bulunduran veya “bitlock” programını kullanan herkes bu örgüte mensup sayılır ve tutuklanır…

***

Çok mu film izliyorum nedir, gerçekleşmesi mümkün olmayan yukarıdaki gibi senaryolar aklıma geliyor işte…
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yerli-ve-milli-bitcoin_450060

Elon Musk Ziyareti

Elon Musk Ziyareti

Geçtiğimiz haftanın en dikkat çekici olaylarından biri, girişimcilik ve teknoloji konularında akla ilk gelen ve yenilikçi projeleri ile bilinen Elon Musk’ın Türkiye ziyareti oldu. Ziyarette konuşulan konularla ilgili fazla bir ayrıntı verilmese de, Türksat 5A ve 5B uydularının uzaya fırlatılması, Elon Musk’ın sahibi olduğu SpaceX firmasının bu konuda tedarikçi olup olmayacağı, uzayla ilgili projelerde yapılabilecek işbirliği ve elektrikli araçlar gibi konuların gündeme geldiği söylendi.
Hemen akabinde Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, Türk astronotu yetiştirmek için çeşitli ülkelerden teklifler aldıklarını açıkladı.

Yıllar önce göklere çıktığı söylenen yerli uçağımız gibi sadece seçim çalışmalarında afiş süsleme işinde kullanılmayacaksa, bu tarz çalışmalar önemli ve gereklidir. Uzun vadede neticeleri ancak alınabilecek ve masrafları çok yüksek çalışmalardan bahsediyoruz. Bakan’ın ifadesine göre Japonların teklifinde bir astronot yetiştirme maliyeti 25 milyon dolar olarak belirtilmiş. Son 15 yılda defalarca değişen ve en son nitelikli-niteliksiz okul tartışmaları ile gündeme gelen, PISA gibi uluslararı sınavlardaki başarısız sonuçlarla “niteliğini” gösteren eğitim sistemimiz, tulumbada suyun bittiği açıklamaları, 400 milyar doları geçen dış borçlar ve son dönemlerde ekonomik kırılganlık konusunda ilk beş ülke arasında olmamız sebebiyle kaynak ayırmada yaşanabilecek zorluk ve siyaseten yorulmuş kadrolarla bu projeleri hayata geçirmek mümkün olabilir mi? Kısaca, müspet netice için eğitimde nitelik, cepte metelik ve idarecilerdeki dinçlik metalik olmalıdır.

Vatandaşa ucuz et yedirmek için yabancı ülkelerle anlaşan ve et ithal eden yöneticilerimiz, roket konusunda da ucuz maliyet arayışıyla Musk ile görüşmüş olabilir. Bilindiği gibi SpaceX firması yeniden kullanılabilir araçlar geliştirmeye ve böylece uzay seyahatlerindeki maliyeti düşürmeye çalışıyor. Ucuz etin yahnisi hakkında çok olumlu kanaatler bulunmadığı açıktır. Ucuz roket neler getirecektir şimdilik bilmiyoruz, uydularımızı da götürmesini bekliyoruz. Tam da bu noktada, aklıma bir kaç soru geldi: University of Pennsylvania, School of Arts and Sciences’da fizik alanında lisans eğitimi alan Musk’a ne kadar güvenilebilir? Ya soyadının okunuşundaki gibi maske takıyor ve gizli emellerini bizden saklıyorsa? Elin adamı sonuçta… Pennsylvania’da okurken “masklube” partilerine katılmadığını nereden bilelim? Türksat 5A uydusunun yer alacağı roketi iyi kontrol etmek lazım derim. İsmi “A” harfi ile başlayan bir uzay imamı rokette gizlenmiş olabilir. Yakalandığında da “Mars’a bakmaya gidiyordum” diyebilir.

İthal mallarla piyasayı düzenlemeyi düşünen hükümetimiz teknoloji konusunda da aynısını yapsa nasıl olur? Ucuz etin devlet eliyle satıldığı marketlerde acaba ucuz telefon da satılabilir mi mesela? Hatta, o marketlerden birinin, piyasada bilinirliği yüksek ve marka değeri olan ürünlerin ikamesini üretip satarken kullandığı strateji takip edilerek “La phone ten” ismiyle de pazarlanabilir. “La phone ten” marka telefonlar da “Fabble” isimli yerli ve milli şirket tarafından üretilebilir. Saab firmasına 40 milyon euro verip bir araç prototipi alındığı gibi Apple firmasına da aynı şekilde para verilip yerli ve milli telefon prototipi satın alınabilir. Hatta adı masalları andıran “La phone ten” değil, “Uzayfon-İks” gibi daha yerli bir kelime olarak seçilebilir. Tek proje ile hem uzay hem de telefon teknolojilerine göz kırpılmış olur.

***

NEO-KEMALİSLAMİST AKIM

Hükümet partisinin son zamanlarda “Ne o, Kemalist ideolojiyle siyasal islamı mı entegre etmeye çalışıyorsunuz?” sorusunu sorduran tutum ve davranışlarına kısaca “neo-kemalislamist akım” denir.
Bu akımın en büyük tezahürleri 10 Kasım civarlarında hissedilmeye başlanmıştır. Malum olduğu üzere, bu seneki 10 Kasım, Cuma gününe denk gelmiştir. Yıllardır geçilmekte olan kış saatini bir kararname ile değiştiren, Danıştay’dan gelen kararı tanımadan Meclis’ten geçirdiği yeni bir torba yasayla bunu kalıcı olarak hükme bağlayan hükümet, bundan sonraki bütün 10 Kasım’ların Cuma gününe denk gelmesini sağlayacak yerli ve milli bir takvim arayışına girerse hiç şaşırmayacağım. Merak ettim; “uzay, zaman” derken, Elon Musk ile böyle bir takvim konusu da konuşulmuş olabilir mi?
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/elon-musk-ziyareti_446473

Yerli Bir Uçak: AK-330

Geçtiğimiz hafta, AK-330 tipi bir uçağa bindirilen tam 330 akademisyen, KHK-686 sefer sayılı uçuşla üniversitelerden uzaklaştırıldı.
 
AK-330 yerli bir uçak modelidir. Hayır, aklınıza 2011 yılı seçimlerinde bilbordları süsleyen ve göklerde olduğu söylenen uçak gelmesin, o değil. Araçlık hayatına bir tramvay olarak başlayan, uçuk bir fikirle iki tane kanat takılarak uçacağı sanılmış demokrasinin bir modelidir. Yerlidir. O kadar yerlidir ki, yerden kalktığı hâlâ görülmemiştir. “FairBAAS” firmasının ürünüdür. Yerliliğin yanında millî midir? Bilemedim şimdi, kanat takarak ilk uçan insanlardan birinin Hezarfen Ahmet Çelebi oluşu iki kanat takılmış ve uçabilen herşeye millîlik katar mı? Ayrıca “millî” sözü öyle yersizce ve hunharca kullanıldı ki son zamanlarda… Adam Çin’de yapılmış parçaları tek tek toplayıp ithal ediyor, burada birleştirip bitmiş ürün haline getiriyor ve bunun adı millîleştirme oluyor. Siyasilerimiz ne zaman bir üründen bahsedip yanına millî sıfatını iliştirse, aklıma “gözlerine mil çekilmiş ama gibi evler” mısrası geliyor. “Sanıyorum, her sokak başını kesmiş” siyasî devler var, “yerli ve millî filanca şey” diye milleti kandırıp, hayalî projeler anlatarak insanların gözlerini mil ile dolduruyor ve kör ediyorlar… Esas “millî”, onları dinleyip körleşmiş insanlar oluyor.

Ülkemizde yaşanan darbe girişimi, muhtıra, ihtilâl ve benzeri yollarla zorla idareci veya idarenin değiştirildiği dönemler olmuştur. Her bir değişiklikte muktedirler devlet kadrolarını kendi fikirlerine uygun adamlarla doldurmak istemiş ve ona göre önce tasfiye işlemleri yapmıştır. Ancak hiçbir dönemde şimdiki gibi tek seferde 330 akademisyen sayısına ulaşılamamıştır. Tasfiye edilenlerin çoğunluğu sol fikirlere mensup gibi görünse de, dindar kişiliği ile tanınan akademisyenlerin de varlığı, muhalif duruş sergileyen herkesin hedef alındığı intibaını uyandırıyor; Barış Bildirisi’ne imza atan ve imzasını çekmeyen herkes var. Barış Bildirisine attığı imza sebebiyle linç kampanyalarına kurban giden akademisyenlere yardımcı olmak için destek bildirisi yayınlayan ve altına imza atanlar var, HAS Parti’nin kurucularından muhafazakâr kimliği ile bilinen biri de var. Akademi çevresi Barış Bildirisi yayınladığı zamanlarda, akan dem istemek, hem de oluk oluk akacağını söyleyip bu kanla duş alacağını ifade etmekte ise bir beis görülmemişti.

AK-330 uçağına alınmamış kişiler tarafından “Varış İçin Akademisyenler bildirisi” olsa keşke… Bu uçuşun, bu gidişin nereye varacağı konusunda endişelerini dile getirseler bildiride. Her kesimden itiraz yükselince hükümet yetkilileri “YÖK ve üniversiteler bize liste verdi” dedi. YÖK de mağdur olduğunu düşünen kişilerin KHK mağduriyet komisyonuna başvurmaları gerektiğini ve suçsuzlarsa muhakkak bunun anlaşılacağı gibisinden bir açıklama yaptı.

Yanlış anlaşılmasın, sayıları yüzbini geçen memuriyetten ihraç vak’alarına dair bahsedilen pek çok mağduriyet hikâyesi var. Hakkın büyüğü küçüğü olmaz, hak haktır. Lâkin toplum nezdinde bilinirliği çok olan kişilerin yaşadığı mağduriyetlerin ispatlanması ve görülmesi daha kolaydır. Hele ki, eğitim alanında uluslar arası sınavlarda aldığımız puanlar ve onbeş yıldır en zayıf halkamızın eğitim ve kültür olduğuna dair itiraflar, bu alanda atılacak yanlış adımların neticesinin vahim olacağının göstergesidir.

Dünya, sürücüsüz ve çevre dostu arabalar, nesnelerin interneti, sanayi 4.0, insan beyni ile bilgisayarlar vasıtasıyla iletişim ve Mars’a yolculuk gibi konuları tartışırken biz elimizdeki bütün insan kaynaklarını siyasî mülâhazalarla eritiyor ve yönetim mekanizmalarımızın bütün yetkilerini tek bir kişiye bağlamayı tartışıyorsak, almamız gereken çok yol var demektir.
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yerli-bir-ucak-ak-330_423674

Yerli ve Milli UFO

Hollywood filmlerinde görmeye alıştığımız bazı klişeler vardır; psikolojisi bozuk seri katiller, karmaşık düzenekleri aşmayı başararak yapılan soygunlar, içlerinden geçilerek kaçılabilen havalandırma sistemleri, içini ninja kaplumbağaların mesken edinebileceği, iki adam boyu yarıçaplı kanalizasyon tünelleri gibi…
Bu vesile ile Birleşik Devletler’in alt yapı sistemlerinin ne kadar gelişmiş olduğu, havalandırma, yangın söndürme gibi otomasyon gerektiren sistemlerin, bilgi teknolojilerinin elverdiği bütün imkânlar kullanılarak uzaktan ve merkezi olarak kontrol edildiği fikri bilinç altına işlenir.

Ben bu filmlere baktığım zaman içlenirim. Çünkü insan hayatının önceliklendiği bir hayat tarzının ifadesidir, malzemenin ve teknolojinin en yenisi ve en kalitelisi kamu hizmetlerinde kullanılmaktadır. Aslına bakarsanız, bu filmler kullanılarak dünya insanlarına da çeşitli mesajlar veriliyor. Mevcut gündem konuları, ABD’nin ulusal çıkarları veya küresel hesapları doğrultusunda gerektiğinde çarpıtılarak yorumlanabiliyor. Vatandaşlarına “kuşa bak, kuşa” demek için, içine gerçek askerî kaynak veya ulusal güvenlik uzmanı karıştırarak UFO hikâyeleri yayıyorlar meselâ. “Selâm dünyalı, biz dostuz” diyen uzaylıların filmleri çekilir ve gündem değişir.
Bizim ülkemizde gündem değiştirmek için bugüne kadar hep farklı yöntemler kullanıldı.

Meselâ 34 sivilin vefat ettiği Uludere vak’asından sonra, “Kürt açılımı, Kürt ajitasyonu… kürtaj… evet kürtaj!” şeklinde bir akıl yürütme sonucu olduğu izlenimini verecek şekilde, gündem kürtaj konusuna çekildi ve “her kürtaj bir Uludere’dir” denildi. Kahve köşelerinin muhabbet değiştirme sözü olan “ne olacak bu Fenerin hali?” sorusunun siyaseten muadili “bizim millî içkimiz ayrandır” olmuştur. Sıkışık gündemlerin can simididir.

Küresel “riyaset” kulvarında yedi düvele karşı yarıştığımız şu “ustalık” günlerinde, vizyonumuzla bağdaşır tarzda gündem değiştirme faaliyetleri ihtiyacı ayyuka çıkmıştı ki, yüreklere su serpen iki gelişme peşi sıra oldu. İlkinde, Orman ve Su işleri Bakanımız Veysel Eroğlu “NASA da kim? Biz onlardan iyiyiz!” diyerek, 2023 hedeflerimize yakışır şekilde tartışma düzlemini uzaysal koordinatlara taşıdı. NASA ile karşılaştırılma ve NASA’nın buna adamakıllı cevap vermesi, ülke çapında inanılmaz bir özgüven patlamasına neden oldu. Aradan daha bir buçuk ay geçmişti ki, THY’nin Bodrum-İstanbul seferini yapan TK-2525 sefer sayılı uçağının pilotları, Silivri semalarında uçarken kuleye “Üzerimizden 2 bin veya 3 bin feetten (600-900 metre) tanımlanamayan bir cisim yeşil ışık saçarak önümüzden kat etti. Birdenbire kayboldu. Muhtemel UFO diye tahmin ediyoruz” diyerek bir UFO raporu verdiler.

Önceki yıllarda köylülerimiz tarafından taşla karşılanan UFO’ya nazaran, daha sağlam bir hikâyesi var. Bir kere, hemen öncesinde zihinler uzaysal tartışmalara hazırlandı. Pilotların konuşmalarının kaydı var ve aynı gün Muğla’nın Fethiye ilçesine tatile giden bir vatandaş da aynı evsafa sahip bir cisim gördüğünü söylemiş.
Turizm konusunda ciddî sıkıntı çektiğimiz bu günlerde bu haber çok umut verici duruyor. Arkasında “yaklaşma UFO’lursun, geçme pişman olursun” yazıyor mu, henüz bilmiyoruz, ama o yeşil rengiyle millî sıfatını sonuna kadar hak ediyor bana göre. Silivri gibi “derinliği” meşhur bir konumda görülmesi de kaynağının yerli olduğu hakkında yeterince fikir veriyor. İktidar partisi bir sonraki seçimlere “Hamdolsun, ilk yerli ve millî UFO’muz göklerde; filmdi, gerçek oldu” yazılı pankartlarla girerse hiç şaşırmayacağım. Kayıtlara geçen yerli ve millî ilk UFO’muz vatana millete hayırlı ve uğurlu olsun, bol bol turist getirsin inşallah.

Yerli ve millî bir UFO kavramı ister istemez, çalışmayan uzay gemisinin yokuştan vurdurulması, akşam gemiden inerken kara kutunun sökülerek elde eve taşınması, gemi arkası hayatın anlamına dair vurucu arabesk ifadeler, “saatte kaç km yapabiliyor bu makine?” ve “çok mu yakıyor?” gibi soruları akla getiriyor. Yani gündem değişikliği için birebir, malzeme bol. Artık bu fikre odaklanıp Türk sinemasında da kendi UFO’muzu işleyen yapımlar görebiliriz.

Benim şahsî fikrimi soracak olursanız bu yeşil cisim, yükselen yeni sermayenin dayandığı yeşil renkli emlâk balonunu simgelemektedir. Yükseklere çıktıkça basınç düşer, dış basıncı dengelemeye çalışan iç basınç dayanamaz ve balon patlar. 20 bin fit seviyelerinde görüldüyse vay halimize!
Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yerli-ve-milli-ufo_398704
Yayın Tarihi: 30 Mayıs 2016

Muhtar Antino Filmleri


Muhtar, genel idarenin en küçük yerleşim birimindeki temsilcisidir.
Devleti temsil eder yani. Seçimle göreve gelir ve görev süresi 5 yıldır.

Yakın zamanlara kadar bir köyün en önemli adamlarından biri iken, haberleşme teknolojilerinin gelişmesine bağlı olarak elektronik bilgi ve belge işleme imkânlarının artmasıyla, muhtarlık müessesesi eski önemini kaybeder gibi oldu. Doğum ve ölüm olaylarının kaydedilmesi ile ikamet değişikliklerinin işlenmesi artık nüfus müdürlüklerinin kontrolünde.

Muhtarlık müessesesi tam iyice gözden düştü derken, muhtarlar Cumhurbaşkanı tarafından toplantılara çağrılmaya başlandı. Neredeyse her hafta 400 muhtar toplantıya geliyor oldu, diyelim 400 olmadı da 330 muhtar gelebildiyse, o da olumlu karşılandı. Şu ana kadar 19 muhtar toplantısı gerçekleşmiş durumda. Muhtarlar Federasyonu eldeki muhtar stoklarının azalmasını mesele etmemeli bence, Muhtarlar henüz bitmemişken Kaymakamlar da toplantılara çağrılır oldu.

Kaymakamlarla yapılan toplantıda kendilerine “mevzuatı bir kenara koyun” denildi. Mevzuat denilen şey, kalın kalın ciltlerden oluşan bir külliyat olabiliyor. “Neresinden tutup neresinden bırakalım?” ikilemi yaşamamak için bütün mevzuatı bir kenara koyacak Kaymakamlar da çıkacaktır. Kaymakamlık binaları bunun için elverişli olabilir, ama Muhtarlar bu konuda çok zorlanacak gibi. Muhtarlık odaları çok küçük, devletin yer göstermesi lâzım bu konuda.

Toplantılar Salı günleri yapılıyor, yani hafta içi bir gün… Uzaktan gelenler en az bir gün boyunca ikametgâh ilmuhaberi veremiyorlar vatandaşa. Nüfus Müdürlüğünden alıyor ihtiyacı olan. Hem orada ikametgâha para da almadıklarını öğrenmiş oluyor vatandaş, güzel bir hizmet oluyor. E-devlet üzerinden de ikametgâh alınabildiğini ben de bu vesileyle, duymamış olanlara duyurmuş olayım.

Salı günlerinin bir diğer özelliği, mecliste temsil edilen partilerin grup toplantılarının yapılması. Muhtar toplantıları ahval-i âlemi değerlendirme ile başlayıp “dosta güven, düşmana korku veren” bir konuşma ile devam etme mahiyetinde tezahür edince, kimse parti toplantılarını dinlemez oluyor. “Acaba bugün kime ‘ayar’ verilecek?” merakıyla dinlenen toplantılarda “parlamenter sistemi fetiş haline getiren anlayış”lardan bahsedildiği de görülmektedir. Bu cümlenin, elindeki muhtar çakmağı ile ilişkili olabilecek ve şimdi adını burada zikretmenin doğru olmayacağı bir ürüne ait bir marka ile ilgili olduğunu düşünen muhtarlarımızın olmadığını kimse söyleyemez diye düşünüyorum. “Fetiş” kısmının “paralelle mücadele” çağrışımından hiç bahsetmiyorum bile…

Tam da bu noktada aklıma Reis-i Cumhur-u Muz geldi. Önceki yazılarımdan birinde bahsetmiştim bu ülkeden. Muz Cumhuriyetinin Reis-i Cumhurunun adı Muhtar Antino’dur. Ülkenin her bakımdan yönetimini üstlenmiştir, film yönetmenliği dahil! Baş yönetmen, başkomutan, başöğretmen, başhekim ve baş ön ekini alabilecek her türlü sıfat kendisinde toplanmıştır.Filmlerinden, Quentin Tarantino’dan çok etkilendiği anlaşılabilir, bolca aksiyon vardır. Muhtar Antino, yazıp yönettiği filmlerde oyunculuk da yapar. Zaman atlamaları ile meşhur olmuştur. Bir bakıyorsunuz “şöyle bir geçmişe bakıyorum…” deyip 1800’lere gitmiş, bir bakıyorsunuz gelecekten sahneler sunuyor. Mafya hesaplaşmalarına ve güç savaşlarına yer verir. Filmleri şiddet sahneleri ihtiva eder ve etrafa bol bol kan sıçradığı görülür. En meşhur eseri olan “Killi Milli”, bir toprak mücadelesini anlatan ilk yerli filmdir.

Başlıca filmleri:

İnlerarası: Paralel evrenleri kullanarak inlerarası ve sıradışı bir yolculuğa çıkan birinin hikâyesi. Zaman atlamaları bolca yapılmıştır.

Pahalı Şiir: Tehlikeli bir şiir okuyup hayatı değişen bir insan anlatılıyor. Bir harfin bir kelimeyi, bir kelimenin bir şiiri, bir şiirin bir insanı, bir insanın da bir ülkeyi yakabilecek etkileri olabileceğini anlatan, duygusal yoğunluğu fazla bir film.

RTErvuar Köpekleri: En kanlı filmidir. Birbiriyle ilgisiz menfaat avcısının yolları kesişir. Kimin kime silâh çektiği ve kimi tehdit ettiği belli değildir. Meksika açmazının bolca örnekleri görülür.

Dünya Orta Oyunu: Kaybettiği yüzüğü bulmak için tozu dumana katan Savuran isimli hükümdarın hikâyesidir. En fantastik filmidir ve aksiyon sahneleri ile doludur.

Son olarak, “Killi Milli” filminin devamı niteliğinde olan ve çekimleri devam eden “Kill Büllo” filminden de bahsetmek istiyorum. Bu filmde, ilk filmde killi ve milli toprakları ele geçirip çınar ağacı dikmeyi başaran ekipteki Bülent’in ihanet ettiğini düşünen arkadaşları, cezalandırılması için eski bir tetikçi grubu ile anlaşır. Bol bol kılıç sahnesinin filmde yer alacağı kulislere yansımış durumda, heyecanla bekliyoruz.

Link: http://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/muhtar-antino-filmleri_383980
Tarih: 8 Şubat 2016

Öne Çıkan Yayın

Doktor Nasıl Kalsın?

  İbrahim Özdabak Karikatürü Önceki yazımızda hastaların MHRS üzerinden randevu alma sıkıntılarından bahsettik. Sistemin yapısında probl...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: