Bu Blogda Ara

Arşiv

“İntiHAARP”


intiHAARP

Ortadoğu kart dağıtım merkezinin fazla mesai yaptığı günlerdeyiz. Gün geçmiyor ki kartlar yeniden dağıtılmasın. Devletlerarası karşılıklı tehditler, saldırırlar, analizler, komplo teorileri havada uçuşuyor. 

Ülkelerin iç-dış politikaları birbirine geçmiş durumda: Azil soruşturması geçiren ve genel olarak atmosferin ülkesinde aleyhine döndüğü Trump, bugünü kurtarmanın yanında yakında gireceği seçimin de hesaplarını yaparak İran’la dalaşa giriyor. Aylardır halk hareketlerinden ve protestolardan bunalan İran için, şeytan ABD’yi işaret edip kitleleri bu ortak düşmana karşı galeyana getirmek zamanında Hızır gibi yetişen çok kullanışlı bir tablo. Siyasi darboğaza giren, kendine yapay bir kanal açıyor demek ki...

Böyle bakınca komplo teorilerinin ardı arkası gelmiyor. İran’ın aslında Süleymani’den kurtulmak için yem ettiğini söyleyenler, halkının gazını almak için ABD ile danışıklı olarak boş üslere füze saldırısı düzenledğini iddia edenler, daha neler neler... Süleymani’nin cenazesi sırasında izdihamdan ölen 80 kişi var ve Irak’taki ABD üssüne füzeler gönderen İran 80 askeri öldürdüğünü söylüyor, bu sayıların eşitliği de komplocuların ekmeğine yağ sürüyor. Üstüne, nasıl düştüğü belirsiz olan bir Ukrayna uçağı gelmesin mi? Kimi İran’ın düşürdüğünü söylüyor, kimi de ABD’nin vurduğunu... Peki, nükleer santral yakınlarında meydana gelen depremlere ne demeli? Az daha unutuyordum, İran’da devrilen otobüs de oldu aynı günlerde. Saydığımız olayların her birisinde onlarca insan öldü.

HAARP

Ne zaman böyle alışılmadık olaylar meydana gelse, gündeme getirilen bir HAARP projesi var. HAARP, ABD’nin Alaska eyaletinde konuşlandırdığı ve atmosferin iyonosfer tabakasına elektro manyetik dalgalar göndermek suretiyle çalıştığı söylenen bir istasyon projesi. Dediklerine göre Amerikalılar, bu dalgaları dünyanın istediği noktasına düşecek şekilde yansıtabiliyorlar. Dalgalar, düştükleri yerde deprem tetiklemekten tut, insan zihinlerini uzaktan kontrol etmeye kadar pek çok maksat için kullanılabiliyormuş. İran’daki olayların da arkasında HAARP projesi var diyenler çıktı. Aklıma takıldı, madem ABD’nin elinde böyle bir silah var, neden istediği yerde ve istediği zaman kullanmıyor da, pahalı ve meşakkatli olan asker ve silah sevkiyatı yapıyor, operasyonlar düzenliyor? Öyle ya, gönder dalgaları uzaktan, kendini yormadan ortalığı birbirine kat! Dalga cihazını kullanmak masraflı mı acep, ne kadar yakıyordur ki? Hep elli dolarlık çalıştırdıkları için mi cılız depremler oluşturuyorlar? 

Zaman zaman ülkemiz üzerinde de HAARP tekniklerinin kullanıldığı iddia ediliyor. İster misiniz, son zamanlarda dalga dalga gelen intihar olaylarının arkasında HAARP olsun? Böyle bir durum varsa HAARP tekniklerini kullanarak insanları intihar ettirmek suretiyle girişilen harp manasında buna “intiHAARP” diyebilir miyiz?

Kimi tek tek, kimi de ailece gelen intihar olaylarını hükümet ve ona yakın medya açıklarken meselenin bozuk ekonomik durum ile ilgili olmadığını, müntehirlerin ruhsal ve psikolojik bozuklukları olduğunu söylüyorlar. İntiharın eşiğine gelmiş bir insanın ruhen çok sağlıklı olmayabileceğini söylemek mümkün ama o hale nasıl gelindiği de sorgulanmayacak mı? Silahla vurulmuş bir insanın ölüm sebebi için sadece kan kaybı ve organ zedelenmesi tespiti yapmak gibi bir şey. Sorgulamak isteyenleri de ölüm vakalarını muhalif siyasete alet etmekle suçluyorlar. İyi vallahi, işlerine gelmeyen her konu, siyaset üstü olup, tartşılmamalı. Hele “beka” ile ilgiliyse herkes bir safta durmalı fakat muktedirler tabutların başında durup elini üstüne koyarak konuşup siyaseten nemalanabilmeli. Vakt-i zamanında Erdoğan, ABD’de katledilen üç müslüman genç hakkında sessiz kalan Obama yönetimini topa tutarak “..bizler yani siyasiler halkın oylarını alarak 'ki halk o oyları can güvenliklerini, mal güvenliklerini sağlanılsın' diye veriyorlar. Eğer ki siz siyasiler, bu tür olaylar karşısında sessiz kalırsanız bütün dünya da sizlere her zaman sessizliklerini koruyacaklardır..." demişti. Dileriz, bu haklı çıkışının hakkını, işsizliğin zirvelere çıktığı, kepenklerin kapatıldığı, iflasların ve konkordatoların ardı ardına geldiği ülkemizde versin, psikolojisi bozuk insanların sayısının neden arttığını araştırsın...

KAnTAR'ın Tapusunu Kaçırmak


KAnTAR'ın Tapusunu Kaçırmak:

Kanal İstanbul ile ilgili tartışmaların sürdüğü şu zamanlarda, en çok konuşlan konulardan biri, ileride toplayacağı parsaları düşünerek, kanal güzergahında yer alan arsaları Katarlı dostlarımızın toplaması oldu. Kanal ve Katar kelimelerinin birleşiminden "KAnTAR" elde edebiliriz. Türkiye'den kimsenin Kanal İstanbul güzergahıyla ilgili net bilgisi yokken Katarlıların tapu toplama konusunda kantarın topuzunu kaçırmasına "KAnTAR'ın tapusunu kaçırmak" denir. (Daha ayrıntılı bir yazı için bkz:Katar-Akt ) Kimsenin demeyelim tabii, muhakkak birilerinin bilgisi vardı ama kamunun kanal güzergahı konusunda yakın zamana kadar bilgisi yoktu.

Olayın gündeme gelmesinden sonra, tapu kayıtlarına erişimin kısıtlandığı tartışmaları aldı başını gitti. Böyle bir durum varsa, tapuları gözlerden kaçırma konusunda kantarın topuzu yine kaçırılmış olur ki bu da başka bir yönden KAnTAR'ın tapusunu kaçırmak şeklinde yorumlanabilir. 

Harfiyat Kanyonu ana sayfası 

Kurtar Vadisi


Kurtar Vadisi

Dış politikamızda “Kurtar Vadisi”ne geçiş yapmış bulunuyoruz, Allah sonumuzu hayır etsin. Olay şu şekilde işliyor: yardıma ihtiyacı olan yabancı ülkeler “bizi kurtar!” diye sesleniyor. Bölgenin ve asrın lider ülkesi olmak kolay değil tabi, biz hemen yardım elimizi uzatıyoruz. Parlamenter sistemimizin atanan son başbakanı ve şimdilerde adı Cumhurbaşkanı Yardımcılığı için geçen Binali Yıldırım şöyle dedi: “Etrafımızda yer alan 1,5 milyar insan mağdur ve mazlum sorumluluğunu taşıyoruz. Suriye’de, Irak’ta, Katar'da ve yakın coğrafyada bütün sorunlar bizi ilgilendirir.”

En son, Libya’dan gelen yardım isteğini kabul ettik meselâ... Erdoğan’ın tespitiyle “artık şehirlerimizin güvenliğini sadece kolluk kuvvetleriyle koruyacak durumda değiliz” ama ne yapalım, söz vermiş bulunduk bir kere. Şehirlerimiz böylesi riskler altındayken, onları nasıl koruyacağız bilmiyorum. Kurtar Vadisi’nin Ortadoğu sefiri Fuat Oktay Kaynarca “sonunu düşünen kahraman olamaz” dedi. Acaba sırada hangi aforizma var? Ben Kurtlar Vadisi dizisinden aklımda kalan birkaç tane aforizmadan alternatif sunayım: “çok dostumuz olmaz, hasmımız çok yaşamaz”, “iki gazetecinin bildiği tır değildir”, “çok büyüğü olan büyüyemez”, “bir dış mihrakı sabah görsem bir şey demem, öğlen görsem tesadüf derim ama akşam da görürsem hiç düşünmem, öldürürüm”...

Kutuplaştırma siyasetimizdeki başarımızdan yola çıkarak mı bilmiyorum ama nihai hedefimizde Antarktika’nın geleceğinde söz sahibi olma iddiamız var. Gel gör ki, 2 Ocak günü İstanbul Fatih’te bir vatandaşımızın soğuktan donarak ölmesine engel olamamışız. 

Avrupa’da, Fransa’da insanların polisler tarafından coplandığını söylediğimiz gün, İstanbul Üniversitesi öğrencileri copla dağıtılıyordu. Halbuki öğrencilerin istediği yemek yemekti. İstanbul Üniversitesi, öğrencilerin indirimli yemek yeme hakkını günde bir öğüne indirdiği için öğrenciler okul önünde toplanmış ve havadan indirimli copların tadına bakıyordu. 

GSS prim borcu olana sağlık hizmeti yok

Öğrencilerden bahsetmişken, okulu bitirdikten sonra işsiz kalanların tanıştıkları GSS (Genel Sağlık Sigortası) prim borcu olanlar, borçlu oldukları sürece 2020 yılı başı itibarıyle artık sağlık hizmeti alamayacaklar. “Abi ben iş bulamadım, atanamadım” demek bu borçtan kurtarmıyor. Tatar Ramazan filmindeki Abdurrahman Çavuş’un hapishanede çay borcu yüzünden ezdiği garibana söylediği gibi “Vardır elbet sizi bir kollayan, o gelsin...” diyerek aile reisinin maaşına bakılıyor. Ailenin yaşadığı evden ve ailede kazanılan toplam paradan bütün fertlerin yararlandığı düşünülüyor ve hesaplanıyor da, nedense aile reisinin sağlık sigortasından bütün fertleri yararlandırılmıyor. 

Birilerine akıl vermek gibi olmasın ama, hükümete muhalefet edenler de fişlenip sağlık imkanlarından faydalandırılmazsa hiç şaşırmayacağız. Düşünsenize, diş hekimine gittiniz, dişinize kanal tedavisi ve dolgu yapılması gerekiyordur. Aniden doktor kayıtlara bakar ve “siz Kanal İstanbul için hazırlanan ÇED raporuna itiraz dilekçesi vermişsiniz, kanala karşı olanlara kanal tedavisi yapmıyoruz” diyor... 

Yoldaki Menfaatler...

Yazının başında konuşmasını alıntıladığımız Binali Yıldırım, o konuşmaya partisinden ayrılıp yeni parti kuranları isim vermeden eleştirmekle başlamış ve şöyle demişti: "Biz hiçbir zaman yoldan çıkmadık. Bazıları menfaatinin bittiği durakta inmiştir. Allah selamet versin. Biz yolumuza aynı kararlıkla devam edeceğiz” Durakta iniş olduğuna göre toplu taşıma yapan ve "durmak yok yola devam" sloganıyla ilerleyen bir araçtan bahsediliyor muhtemelen. Akla gelen sorular şunlar: 

  1. Araç içinde olmak ne gibi bir menfaat sağlıyor acaba?
  2. Bu menfaatten araçtaki herkes faydalanabiliyor mu?
  3. Bahsedilen durakta inenlerin, inmeden önce menfaat sağladığı biliniyor muydu? biliniyorsa neden o an engel olunmadı?
  4. Adamlar indikten sonra, içerdeyken menfaat temin ettikleri nasıl anlaşıldı?
  5. Şu anda araçtaki kimler, hangi menfaatleri temin ediyor?
Link:https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/kurtar-vadisi_509795


Katar-akt


Katar-Akt

Altyapı projeleri halk için mi, yoksa rânât için mi diye, biz için için kendi aramızda tartışaduralım, elin yabancıları gelip yavaş yavaş onları satın alıyor. Bu arada rânât, rantlar manasında, “rant Arapça bir kelime olsaydı çoğulu rânât olurdu herhalde” diyerek benim uydurduğum bir kelime, boşuna sözlüklere bakmayın. 

Mesela, Çin Halk Cumhuriyeti’nden birileri altyapı projelerimize yatırımlar yapmaya başladı. Türkiye’de satın aldığı liman ve bankadan sonra şimdi de Yavuz Sultan Selim Köprüsü ile çevre otoyolları işletmeciliğinin %51’ini almak istiyorlar. 3 milyar dolara mal olan bir köprünün yarısını 600 milyon civarında bir paraya almak da ayrı bir meziyet. Türiye’de “Çin-dar” bir nesil isteyen bir grup bunun için çok çalışıyor olmalı... 

Tabii, ülkemizde yabancı yatırımcı deyince en çok aklımıza gelen ülke Katar. Merkez Bankası verilerine göre 2002-2019 yılları arasında yaklaşık 2,7 milyar dolarlık yatırım yapmışlar. Ticaret Bakanımız ise Katarlıların Türkiye’de toplam 6,3 milyar dolar yatırımı olduğunu söyledi. Ağırlıklı olarak, finans, medya, savunma sanayii ve emlak alanlarında yaptıkları satınalmalar veya kurdukları ortaklıklar var. Katar ile akt edilen ortaklıklara kısaca “Katar-akt” diyebiliriz. Bazı Katar-akt örnekleri:

Katank-Palet: 50 milyon dolarımız olmadığı için tank-palet fabrikasına ortak oldular. Katar + tank birleşiminden “Katank” elde ediyoruz. 

Katarabzon: Trabzon’da son yıllarda çok sayıda arsa ve ev, başta Katar olmak üzere Arap ülkelerinden müşterilere satılıyor. Adeta bir “Arab-zone” olan şehrimizin adı, satışlar böyle devam ederse Katar + Arap + zone kelimelerinin birleşimiyle “Katarabzon”a dönüşebilir. 
KataRant: Katarlıların satın aldıkları gayrımenkullerin, satıştan sonra imar planlarının değişmesiyle elde ettikleri rant. Emsal değeri 2 olan bir arsa alıyorlar mesela, hop bakıyorsun anında planı değişiyor ve 4.28 oluyor. Yapılıp yapılmayacağı, yapılırsa tam olarak nereye yapılacağı yakın zamana kadar tarafımızdan bilinmeyen Kanal İstanbul güzergahını nasıl tahmin etmişlerse, oradan da arsalar toplamışlar mesela. Yesari Asım Arsoy’un uşşak makamındaki bir şarkısından iktibasen: 

“O rantlı gözler hülyalı
Dolar bakışlar manalı
Güzergahtaki o arsalar
Meğer ezelden Katar'a satıldı”


K’ada’r: Kanal İstanbul projesi hayata geçer de kanal hafriyatlarıyla yapılacak adalardan biri Katarlılara satılırsa adaya verilebilecek bir isim.

Tuzlu su-az tuzlu su dengesi birbirini bulur denilerek birleşik kaplarla izah edilmeye çalışılan Kanal İstanbul, başlı başına çok tuzlu bir proje olduğundan hayata geçer mi geçmez mi bilmiyoruz. Arap ülkelerinin televizyonlarında kanal evlerinin reklamları dönüyormuş. Tuzlu proje problemi Birleşik Araplar formülü ile çözülemezse ve tartışmaları da iktidarı yıpratacak olursa, her an Katar Emiri’ne hitaben “ananı da al git!” söylemini duyabiliriz. Ben, birilerine kanal sözü verip arsalar satmış olsam hiç öyle pahalı ve netameli kanal işine girmem. Çürük yumurta kokusu etrafı sarar diyorlar, depremde tehlikeli olur diyorlar, yeraltı sularının tuzlanmasına sebep olur diyorlar velhasıl, bir sürü başka riskleri de sayarak “Kanal İstanbul yapılırsa geri kalan İstanbul olur mu?” diye endişe ediyorlar. Bana kalsa, sattığım arsaların içinden geçen ve devr-i daim yapan yapay bir ırmak yaparım, hem rantlarından ırmak akan yalancı bir cennetimiz olur hem de 40-50 dönüm gibi sınırlı bir alanda kalır. Gemi neym geçmez kapı önünden, rahat rahat otururlar. Alan memnun, satan memnun, vatandaş memnun...

Kataraba: Yerli ve milli araba üretme işimiz finansman darlığına düşerse eminim ki Katar o konuya da el atabilir. Bu durumda yerli ve milli arabamızın adını “Kataraba” yapabiliriz.
Katarlılara satılmazsa, yerli ve milli araba için isim tekliflerimden biri “Devrem” olur. Devrim arabalarının devamı olduğu hissini verdiği gibi, elektrikli motora da gönderme olur. Beğenmediyseniz, bizi kıskanan Almanların Volkswagen’i gibi (volks-halk/cumhur, wagen-araba) gibi “Cumhuraba” diyelim...




Hahahaber - Akkanal


HAHAHABER




NOT: Bu sayfada yer alan haberler hayal ürünüdür, uydurmadır. Gerçek haberlere benzeyebilir, gülüp geçiniz, kafayı takmayınız. . .



Kanal tartışmalarının gırla gittiği günlerde, biz de elimizde gırgırla uluslararı ilişkiler, strateji, güvenlik ve kanal uzmanı Ord. Prof. Doç. Dr. Uzman Ahmet Bîzahmet'e gidip kanalla ilgili görüşlerini aldık. Ezber bozan ve çarpıcı fikirleri şöyle:

"Kanal denince çok sabit bir yere odaklanmamız yanlış. Neden Akdeniz ile Hazar Denizi'ni birleştiren bir kanal düşünmüyoruz? Mesafe olarak bizim için uzun ama gemiler için çok kısa olacak. Adına "Akkanal" diyebiliriz mesela. Bakın, Azerbaycan, Ermenistan, Nahcivan ve İran topraklarından geçip Türkiye'ye gelen bir kanaldan bahsediyorum. Birçok ülkeden geçmesi, masrafları kırışmak için. Kurbanda danaya, düveye girer gibi yedi düvel kanala ortak olsak fena mı olur? Hem, bölge barışına da çok önemli katkıları olur.

Kötü bir haberim var yalnız, maalesef Van Gölü'nden geçirmemiz lazım kanalı, bu vesileyle hem kazma zamanından hem de maliyetten tasarruf ederiz. Van Gölü yok olabilir ama ne gölleri kaybetmedik şimdiye kadar, canımız sağolsun. Hem Van Gölü'nün dibinde Urartu hazineleri var diyorlar. Canavar da o hazineyi korumakla görevliymiş. Kanal gelince oradan da vururuz voliyi. Laf aramızda, en çok Rusya'nın işine gelir bu kanal. Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizin makus talihi de değişir, her bir ili Paris gibi olur yeminle..."

Öne Çıkan Yayın

Vaka-yı AKiye

Sefer Selvi Karikatürü   Maldivler’e tatile gidenler, Monaco’da yediği ıstakozla fotoğraf çektirip verdiği “ıstAKPoz”u sosyal medya plat...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: