Bu Blogda Ara

Arşiv

DARK'ın Yerli ve Milli Alternatifleri: GARK, ŞARK...


DARK'ın yerli ve milli alternatifleri
Umut Sarıkaya karikatürü
Sosyal medyanın tamamen kaldırılması ve sonra kontrol altına alınması mevzuları tartışılırken parti yöneticileri arasında Dark dizisi atışması geçti. Biz de merak ettik, nedir bu Dark diye...
Efendim, bizi her alanda kıskanan Almanların çektiği bir diziymiş. “Cüney Darkın” filmlerini kıskandıkları isminden belli olan bu dizide bir tane nükleer santral var, buradaki radyoaktif elementlerden karanlık madde elde ediliyor. “Geçit” dedikleri solucan deliklerini kullanarak zaman yolculukları yapan tarikatvari bir topluluk var. Zaman yolcularına “reisender” diyorlar. 33 yılda bir tekrarlanan döngüler sırasında geçmiş-gelecek zamanlar ve olaylar iç içe geçmiş oluyor, işler karışıyor. Zaman, kuantum mekaniği, din ve felsefe üzerine pek çok gönderme bulunuyor, Adam-Eva (Adem-Havva), Noah (Nuh) gibi karakterler var. Kısaca kafa karıştıran ve anlaması kolay olmayan bir yapım olmuş. Filmin sonu kuantum “ince”liklerine vâkıf kişilere “Adam kazandı” dedirtmiyor, onu söyleyeyim...

Almanlar kusura bakmasın, ama bizim memleketimizde bu senaryoya benzer ve ondan çok daha karmaşık filmler çekilebilir. Tamam, makine-kimya gibi alanlarda onlarla boy ölçüşemeyiz, ama öyle senaryo projelerimiz var ki Almanların korkulu rüyası havuz medyamıza “kudur Alman!” manşetleri attırır. İçinde 14 kişi olması gerekirken 42 kişinin indiği minibüs Hessen eyaletinde değil Esenyurt’ta görülmüştür meselâ...

Dark’ın yerli ve millî alternatiflerine bakacak olursak:

BARK: Ev-bark yapımında kullanılan beton, kullanım garantili ve hazine teminatlı ihalelerle karanlık maddeye dönüşür. Bu karanlık maddeyle yapılan ve bir karadeliğe dönüşen Yap-İşlet-Devret projeleri bütçeyi yutmaya başlar. Finansman problemini çözmek için memleketin geçmişte yapılan bütün yatırımların satılması yetmez, gelecekteki gelirlere de ipotek konulur. Beton denilen bu karanlık madde, restore edilen tarihî eserlere de zaman yolculuğu yaptırır. Binlerce yıllık tarihi olan kaleye beton basılınca feleği şaşar, tarihi bütün özelliklerini kaybeder ve Sünger Bob’a benzeyerek bir 21. yy karikatürü olur.

GARK: Batmak, boğulmak, gömülmek gibi anlamlara gelir. Henüz Almanya’daki gibi tamamlanmış ve karanlık madde oluşturacak kadar çalışmış bir nükleer santralimiz yoksa da, hidro elektrik santrallerimiz ve onların çalışması için gerekli barajlarımız var. Tam üç yıl önce temeli atılmış Çankırı’daki Devrez Kızlaryolu barajı kayboluşunu anlatabiliriz. Yer yarılır, koskoca baraj toprağa gömülür ve kimbilir hangi uzay zamana göç eder. Bu esnada, 12 bin yıllık tarihi olan Hasankeyf antik şehri bir başka barajın suları altında gömülür. Sen binlerce yıl, o kadar zalim, gaddar insanların tahribatlarından kendini koru, 2020 yılında seni betona ve suya gömsünler. Hani, evde dededen kalma antika bir eser, yoldan geçen eskiciye verilir de, onun değerini bilmeyen eskici ağırlığını tartıp karşılığında mandal verir ya, öyle bir şey çıkar ortaya.

HARK: Arapça, yakmak anlamına gelir. Otel veya ticarî başka bir yapı için arsa arayıp bulamayanlar, gözüne kestirdikleri bir ormanda, tesisleri için ihtiyaç duydukları alandaki ağaçları yakar. Uzay-mekânda açılan bu deliğin kapanması mümkün olmadığından bölge imara açılır. Bu senaryoda geçmişe dönmek asla mümkün değildir.

ÇARK: Her gün değişen ahval-i âlem karşısında, menfaatinin bekasını temin adına, anında sözünü ve duruşunu değiştirebilen, dün savunduğu fikirlere bugün çok rahat sırt çevirebilen, hakaretler yağdırdığı kişilerle bir çırpıda müttefik olabilecek kadar dost-düşman listelerini her an güncelleyen birini düşünün. Durmadan çark etmektedir ve kendisini müşkül durumlara sokan arşivlerin hatırlatılmasından rahatsız olur. George Orwell’in 1984 kitabındaki gibi geçmişi kontrol altına almak ister. Sadece kendi istediği geçmişi oluşturacak memurları harıl harıl çalışır, “unutulma hakkı” adı altında, geçmişinde görünmesini istemediği kayıtların erişimini kaldırır.

ŞARK: Zamanında, paralel evrenlere giden duble yolları inşa ederek zaman yolculuğu yapanlar, o yıllarda ve yollarda beraber yürüdükleri ekiple anlaşmazlık yaşamaya başlayınca, yolculukları için alternatif arayışına girerler. Cismen küçük, ama kendileri üzerindeki etkisi büyük olan “Aydınlık” maddeyi keşfetmeleriyle birlikte “Doğu” tarafına yönelirler. Aydınlık madde küçük olduğu için içlerine “derin çek”erek alırlar ve kurt-solucan deliğine girip yolculuk yaparlar.

FARK: 25 yıldır her seçimi kazanan bir grup, ilk defa 13 bin oy farkla kaybettikleri bir seçim sonucuyla şoka uğrar. Veri akışı anında kesilir, ama nafile... Schrödinger’in kutusuna benzeyen sandıklarda hiçbir şey olmamışsa bile kesin bir şey olmuştur. Seçimi yeniletmek suretiyle geçmişe yolculuk yapma denemesi ters teper. Döngüyü kırabildiğini gören seçmen, farkı 800 bin oya çıkarır...

PARK: Büyük şehirlerde yaşayan ve köyünü özleyen millet, bahçelerde yuvarlanarak geçmişe gitmeye çalışır, olaylar gelişir...


İlgili diğer yazılar:

Miskin Jonas Var Yârına, Koma Bugünü Yarına...

İETT, DARK dizisine ilham kaynağı oldu



Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/dark-in-yerli-ve-milli-alternatifleri-gark-sark_523977

BARO'OK Dönemi


BARO'OK Dönemi
 
Yıllardır, para ve inşaat işleri ile anılan partimizin sanat-kültür işlerinden uzak olduğu zannedildi.
Haddizatında, bizim dönemimizde çizilen büyük resim sayısında bir dünya rekor kırıldı, ama görmek istemeyen görmüyor tabiî... Başkaları mutluluğun resmini çizmek isterken, biz mutluluğun resmî sponsoru olduk, daha ne yapalım!

Sanatseverlere, parlamenter-önesans döneminin bittiği ve “BARO’OK” döneminin başladığı müjdesini vermek isterim. Bulmacalarda “eğreti yapı” diye sorulan, inşaat işçilerinin kaldığı baraka değil, onunla karıştırmayın. Yerli ve millî BARO’OK dönemimizin özellikleri şunlardır:

Hareket

Parlamenter-önesans dönemindeki durağanlığın aksine bizde hareket var. Hızlı kararlar alıp hemen harekete geçiyoruz. Nerede hareket, orada bereket... En çok da partimizin mensuplarını ve bize yakın kişileri hareketlendiriyoruz. Onlar da “barekallah, maaşallah” nidalarıyla coşkularını ifade ediyorlar. “Maaşallah” ile çıktıkları yolda zamanla “maaş alah, maaş alah, şuradan da alah, buradan da alah” diyerek “fena fil maaş” mertebesine ulaşırlar. Yanlış anlamayın, tamamen vazifeşinaslıktan kaynaklanan bir hastalık, tıpta adı bile var: Maaşofili. Fil şeklindeki kumbaralarına doldurdukları maaşlar zamanla oraya sığamaz hâle gelince kumbarayı patlatır, buna da “infilAK” denir, herneyse...

Duygu

BARO’OK dönemimizin en önemli özelliklerinden biri duygulara ağırlık vermemizdir. Özellikle millî ve dinî duygular bizim dönemimiz eserlerinde çokça kullanılmıştır. Sevgi, bağlılık, samimiyet nefret ve öfke duygularının öne çıktığı görülür. Okumuş adamın kafası karışır, halbuki duygulanan insan öyle mi... Kafası nettir, istediğini ona yaptır ettir.

İhtişam

İtibar çok önemlidir. Varlığımızın en büyük nişanesi olan görkemli yapılar, şaşaa ve şatafat alâmet-i farikamızdır. İtibardan tasarruf edilmez, biz de etmiyoruz zaten.

Kontrast

Eserlerimizde karanlık ve aydınlık bölgelerin zıtlığını ön plana çıkarıyoruz. Bizim için ak ve kara vardır. Bizim gibi düşünmeyen herkes karadır.

Kargaşa

Eskiden tek bir BARO vardı, şimdi çoklu BARO’lara geçiyoruz. Hemen şarkısını da söyleyelim:

“Bu akşam içimde neşe var
Gözümde canlandı çoklu barolar
Sevinçten ağlamak istiyorum
Bu akşam içimde neşe var
Barolar… Barolar…
Şimdi gözümde canlandılar
Barolar, barolar… beni bu aralar güldürdüler..”

BARO’OK döneminin çoklu BARO’larına “BAROÇOK” denir. BAROÇOK’lar kargaşayı arttırsa da kendi içinde barışık olacaklar zamanla, ayarı çekeceğiz. Simetrik ve her kesime hitap eden bir medya vardı eskiden, şimdi sadece bizim haberlerimizi veren asimetrik bir hal aldı.

Asimetrik demişken, 300 bin dislike gibi asi bir metrik sergileyen gençlere uyarım var; dislike atan dislike’lanır, ona göre... Tersine mühen’dislike’ çalışması ile hepsini tesbit edebiliriz. Z kuşağı diyorlar bunlara... Mavi kuş yok mu, twitter... İşte o kuşun ağı yani. Ağlarına düşürdükleri genç dimağları zehirliyorlar. Gençlerimizi twitter’a yedirmeyeceğiz. Amaaan, tek tek uğraşamayız bunlarla, komple bütün sosyal medyalarını kapatırız, olur biter! Hatta tamamen kapattıktan sonra onları komtrol de edebiliriz. Elimizdeki kumandanın “mute” tuşuna basar basmaz sesini kısabildiğimiz youtuber bizim için muteberdir. Yerli ve millî diktatörlük şart, kimse kusura bakmasın. Mute komutunu verince “ah” sesi eşliğinde kapanacak olan “hit” parçaları düşününce, diktatörlüğümüze uygun en iyi isim “Mute-ah-Hitler” olabilir. Kızmaca yok, ne demiştik, dislike atan dislike’lanır gençler!

Sonra, şehir kompozisyonunu bozan bir üniversite vardı, çok şükür kapattık kendisini.

Sonuçta, gökten “öç alma” düşmüş, biri BARO’nun başına, biri dislike’çıların başına, biri de Şehir’cilerin başına...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/baro-ok-donemi_523502

Büyük Resmî Görüş

Büyük resmi görüş
 
“Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denilen yönetim biçmine geçmemizle birlikte, parti devleti uygulamalarını çok daha fazla görür olduk.
İktidar koalisyonunun azaları da birer devlet partisi olarak iş görmeye başladı. Bir bir, biri birilerine, “beka beka” duran ortaklar, birbirlerinden etkileniyorlar ne de olsa. Kendi bekaları hükümetin, hükümetin bekası da devletin demek zaten. Gün geçmiyor ki, büyük resmi millete gösterdikleri “büyük resmî görüş” açıklaması yapmasınlar... Meselâ;

Skandallarıyla son zamanlarda gündeme gelen Wushu Federasyonumuz var. O kadar girift işlere imza atmışlar ki, bir kaç defa okumama rağmen tam anlamadım. Anladığım kadarıyla federasyon yönetiminde bulunanlar, wushu hakemliği yapanlar ve sporu icra edenler hep aynı kadro. Bir tane adam var, hanımı ve kızı ile birlikte Wushu’da kuvvetler birliğini hayata geçirmişler. Kötü düşünmeyin, yeni Türkiye ile uyumlu bu durum, hızlı karar alabilmek için bir nevi yasama-yürütme-yargıyı birleştirmişler, hepsi bu.

Ben olsam, “Yahu, bu sporun, bırak yapanını, adını bilenlerin sayısı Türkiye’de bir elin parmaklarını geçmez. Sporu bilenler olarak hepimiz akrabayız, ne yapalım boşanalım mı? Evlâdımızı red mi edelim?” der, huşu içinde sporumu yapmaya devam ederdim. Federasyonunsa, haklarında çıkan haberlere cevapları çok ilginç olmuş, Siyonistlerin kendilerine saldırdığını iddia etmiş federasyon başkanı bey. Hatta, asıl hedefin kendileri olmadığını da eklemiş: “Amaçları meşrû seçilmiş iktidarları gayrimeşrû yöntemlerle, darbelerle devirip, kendi menfaat imparatorluklarını Dünya Siyonizm’iyle işbirliği yaparak kurmaktır.”

Haklarındaki maddî yolsuzluk iddialarının hiçbirine değinmeden şunu da demişler: “Sizin maksadınızı ve amacınızı biliyoruz. Derdiniz başörtüsü!” Ne diyelim, zamanın ruhuna uygun kişi, dış güçlerden bilir işi...

Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli, “Et fiyatlarında Avrupa ile aynı seviyedeyiz” demiş. Et fiyatlarında gerçekten Avrupa ile aynı seviyede miyiz ve gerçekten böyle ise, bu iyi bir şey mi bilmiyorum, ama çalışılan işlerde alınan ücretler hususunda Avrupa ile aynı seviyede olmadığımız kesin. Bir maaşla alınabilen et miktarını karşılaştırsalardı keşke... O zaman sıradaki parçamız, kasaptaki eti görüp kavuşamayanlar için geliyor:

“Kırmızı etler nerede,
Kasapta kıvrıla kıvrıla yatıyor
Asgarî ücretli geliyor
Maaşını ortaya atıyor
Kırmızı etler kaç kaç?
Kilosu 60-70 lira!
Asgarî ücretli, oradan kaç kaç!
Kırmızı et, dinle
Sakın maaşı yeme
Asgarî ücretli seni alamayacak
Sepetine atamayacak”

Dünyanın en büyük on ekonomisi arasına girme hedefine hiç bu kadar yaklaşmamış olduğumuzu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadelerinden anladık. 2013 yılında 130 milyar dolara yükselmiş olan Merkez Bankası döviz rezervlerimizin, 2019’da da artarak 120 milyar dolara ulaşması ve 2020 yılında da trendi devam ettirip 90 milyar dolara yükselmesi, hedeflerimize yaklaşım konusundaki kararlılığımızın bir göstergesi olsa gerek. Rakamların giderek küçülmesi sizi yanıltmasın. Hemen bu noktada bir başka “büyük resmî görüş”ü hatırlıyoruz: “Fakirlik, Allah’a yakın olmaktır”

Son zamanlarda sıkça duyuyoruz; iktidar, kendisine yakın kişileri, yaptıkları iş veya aldıkları eğitimle uyumlu olup olmamasına dikkat etmeden, taltif etmek maksatlı, büyük kamu kuruluşlarının (bankalar, üst kurullar, yüksek istişare kurulları gibi) veya hükümetin sözünün geçtiği büyük şirketlerin yönetim kurulu üyeliği, icra kurulu üyeliği ve danışmanlık benzeri, işe gitme gibi bir zahmet gerektirmeyen ve bol sıfırlı maaşları olan mevkilere getiriyor. En son, sportif başarılarıyla göğsümüzü kabartan ve “asrın güreşçisi” ünvanını alan Hamza Yerlikaya’nın Vakıfbank Yönetim Kurulu’na atanması, kamuoyunda çok tartışılmıştı. Bir “büyük resmî görüş” daha hemen ortaya çıktı: AKP milletvekili Tamer Dağlı, “Hamza’dan şikâyetçi olan vatan sevgisini sorgulasın” dedi.

Acaba diyorum, fakirliği Allah’a yakın olmak diye tanımlayan zat, dört-beş farklı yerden ballı maaşlar alan fAKirleri de Allah’a yakın olmaya çağırsa, bu sözünde samimî olduğu daha çok anlaşılmaz mı?  

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/buyuk-resmi-gorus_523028

Hahahaber-Korona Türküleri-2



HAHAHABER

Korona Türküleri-2

Yaz geldi, normalleşme başladı
Virüsler hep çalıştı
Virüs, vız gelir, virüs tırıs gider
Virüs pandemi diye dolaşır

****

Bir gündür, iki gündür
Üç gündür, dört gündür
Karantina on dört gündür
Virüse vade doldur
Bu ne güzel bir yoldur, haninna…

****

Aman hapşırma toz olur, sakın öksürme söz olur
Hiç beraber dolaşmayalım, sosyal mesafe kaybolur,
Korona da korona virüs, haydi yavrum
Senden inşallah kurtuluyoruz…

NOT: Bu sayfada yer alan haberler hayal ürünüdür, uydurmadır. Gerçek haberlere benzeyebilir, gülüp geçiniz, kafayı takmayınız. . .

Tedbiir, Allahuekber!


Tedbiir Allahuekber

Yaz geldi, çiçekler açtı, normalleşme başladı. “Vız vız vız gelir, tırıs tırıs gider” denilen virüsler de hep çalışınca, bulaşma vakaları artış gösterdi maalesef. Ak troller ve havuz medyası cephesi hemen vatandaşa giydirmeye başladı. Bütün suç, tedbirlere uymamak konusunda manasızca direten halkımızdaydı. Hakaret eden ve Aziz Nesin güzellemesi yapan troller de gördüm. 

Aslında, okullar olmasa çok güzel idare edilecek Milli Eğitim işleri gibi, vatandaş olmasa virüsle mücadele etmek de çok kolay olacaktı. Süreç çok iyi yönetiliyordu çünkü. İlk tedbirler kapsamında indirilen konut kredilerinin virüsü püskürtme konusundaki başarısı görülmüş olmalıydı ki, 1 Haziran tarihi itibarıyla hız verilen normalleşme sürecinde de fevkalade indirimler yapıldı konut, taşıt ve ihtiyaç kredilerinde. 

Şimdi, alınan diğer tedbirlerin bazılarna bakalım: İnsanlardan evde kalması istendi ama ekonominin çarklarını çevirmek için üretim devam etmeliydi. Evde kalarak üretilebilecek ne kadar şey varsa artık... Kapanan işyerleri oldu ama işçi çıkarmak yasaklandı. Kısa çalışma ödeneği geldi ama ona başvurma şartları o durumdaki herkese uygulanamıyordu. Üstelik şöyle bir şey vardı, kısa çalışma ödeneği alan bir işçi, ileride, işsizlik maaşını almayı hak edecek bir şekilde işsiz kalırsa, kısa çalışma ödeneği ile verilen kısımlar düşülerek mahsup edilecek. Esnaf da unutulmadı tabii, ucuz krediler dağıtılacağı söylendi. Yalnız, şu vardı ki, o kredilerin tutarları küçük olmakla birlikte, almak isteyen kişinin neredeyse o krediye ihtiyacı olmadığını ispatlaması gerekiyordu. İyi, güzel de, zora girmemiş olan adam neden borçlansındı? Seyahatler yasaklandı ama kesilen biletlerden alınacak vergilerle konaklama vergileri düşürüldü.

Sokağa çıkma yasağı uygulandı ama köprü ve otoyollar bayram süresince ücretsiz hale getirildi. Başlayacağı gece yarısına iki saat kala, ilk sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Evinde yiyecek stoğu tutmayan, stok tutacak kadar ekonomik gücü olmayan, evinde hastası, çocuğu olan, yasaklı günler boyunca evinde yiyecek ekmeği bulundurmak isteyen herkes panikle dışarı çıktı. Yasak sayesinde, virüsle mücadelede diyelim, 3 birim mesafe kat edilecek idiyse, o panik halinin getirdiği karmaşa yüzünden 5 birim zarar edildi. Suçlu mu, aşkolsun, tabii ki şuursuz vatandaştı! Acilen “cahiliye” servislerine gitmesi şarttı. Bir gündür, iki gündür –şimdi tamamını yazamayacağım- 3-4 gündür denilerek yasaklar uygulandı ama bu virüs için uygulanması gereken “karantina 14 gündür” gerçeği ile uyumlu olmadı. Ayakkabı almak isteyen Temel fıkrasını hatırlattı; beğendiği ayakkabının ayağını sıkması üzerine satıcı “merak etmeyin, 15 gün içinde açılır” deyince Temel de 15 gün sonra gelip alacağını söyler.

Maske konusunu bütün ayrıntılarıyla herkes hatırlıyordur, çokça yazılıp söylendi; zorunlu hale getirilmesi ile birlikte satışı yasaklandı ve devlet tarafından ücretsiz dağıtılacağı söylendi. Defalarca dağıtım yöntemi değiştiği halde vatandaşın büyük bir kısmı maskeye erişimde zorlandı. Nihayetinde satışı serbest bırakıldı. Belli yaş grubu insanlar için yasaklar devam ederken seyahat izinleri verildi. Yani tatile çıkmak isteyen  bir aile çocuklarını arabaya bindirip gidebiliyordu, ancak otele vardığında çocukların dışarı çıkması yasaktı. Neyse ki, bu durum fazla sürmedi, çocukların yasağı kaldırıldı. 65 yaş üstünün akşam saatlerinde yasağı devam ediyor, bu yasak tam olarak neyi önlemeye yarıyor bilmiyorum. 

İlk kapatılan mekanlarn başında camiler geldi, ancak normalleşme sırası AVM’lerden sonrasına kaldı. “Abdestini al, maskeni bul, seccadenle gel” diyorlar camiye. Tedbiiir, Allahuekber! Neredeyse “namazını kıl da gel” diyecekler. Tedbir iyidir, amenna... Sinsi virüs karanlığı seviyor olmalı ki öğle ve ikindi vakitleri camide kılınabiliyorken diğer vakitler kılınmıyor.

Şimdi, hükümetin, havuz medyasının ve ak trollerin laf edemeyeceği bir vatandaş olmak istiyor musunuz? O zaman şunları yapın: Evden çıkmayın ama üretime devam edin. Üretim/satış maliyetleri katlansa bile fiyat artırmayın. AVM’de mağazanız varsa açın. Müşteri olarak sakın mağazalara gitmeyin. Açıklanan her rakama inanın ama rakamların güzelliğine aldanıp rehavete kapılmayın. Aman hapşırmayın toz olur, sakın öksürmeyin söz olur. Hiç beraber dolaşmayın, sosyal mesafe kaybolur. Korona da korona virüs...

Reisenberg'in Belirsizlik Ülkesi

Reisenberg'in Belirsizlik Ülkesi

 Evvel zaman içinde, kalburüstü saray içinde, mutlu mesut bir hayat yaşayan bir aile yaşarmış.

Çoluğu-çocuğu, gelini-damadı, eniştesi-bacanağı ve görümcesi-eltisiyle epey geniş bir aileymiş. O kadar mesudane yaşarlarmış ki soranlara “Ailecek Harikalar Diyarında yaşıyoruz” diyorlarmış. Masallardakine taş çıkartan binbir odalı sarayları varmış, sumutisi, ejderi, ejderhası eksik değilmiş. Game of Thrones’ta bile olmayan ejderhalar filolarında yer alıyormuş.

Bu ailenin reisi, aynı zamanda Atalet Momenti Hareketi ve Kuantum Partikülleri (AMHKP) genel başkanı Reisenberg’miş. “Kimin ilkesi ülkesi ise o tek başına küçük bir ülkedir” ilkesine uygun olarak kuantum fiziğinin temel prensiplerinden sayılan ünlü Belirsizlik İlkesini ülkesine uyarlamış ve ülke artık “Reisenberg’in Belirsizlik Ülkesi” olarak anılır olmuş.

Temel olarak Reisenberg’in hangi durumda nasıl davranacağı önceden tahmin edilemezmiş. Belirsizlik ilkesi kısaca şunu der: Reisenberg’in, konu ne olursa olsun, konumu bilinirken dönüş hızı, hızı bilinirken de konumu tesbit edilemez. Görüş beyan edeceği şeylerin konusu, o konularla ilgili vereceği komutu ve herhangi bir anda kullandığı konutu önceden bilinemezmiş. Bilindiği zannedildiği anda hoop, bakmışsın değişirmiş. Ülkesinin pek çok yerinde yazlık, kışlık, baharlık, geçiş mevsimlik gibi pek çok küçüklü büyüklü sarayı varmış.

Kararlarını genelde “Reismî Gaste” aracılığıyla ilân edermiş. Dün verdiği kararı bugün sabah iptal edebilir, öğlene kalmadan iptal işlemini de iptal edip yepyeni bir karar aldığını duyurabilirmiş. Meselâ, bedelini ödemek mukabilinde askerlik vazifesinden muaf olmak isteyen tebaasının bu talebini duyduğu anda parası olmayan kişilerin ölüme gönderilmesinin kabul edilemeyeceğini söyleyerek alkış almış, ama kısa bir süre sonra bedelli müjdesini kendisi duyurmuş. Bütün müjdeleri bizzat kendisi duyurur, kötü haberleri vezirlerine söyletirmiş. Bir veziri çıkıp amansız bir hastalığın ilâcını bulduk diye müjde verirken, sağlık veziri ise “bu hastalığın ilâcı yok, aman ha kendinizi rehavete kaptırmayın” diye uyarırmış. Bir konuda halkın tepkisi büyürse hemen kendisine bir suçlu bulup onu cezalandırırmış.

Dost ve düşman listeleri her an değişebilirmiş. Yıllarca desteklediği insanları bir anda hain ilân edebilir, kanlı bıçaklı olduğu insanlarla bir anda sarmaş dolaş hâle gelebilirmiş. Baş düşman dediği bir komşusu ertesi gün en büyük müttefiği olabiliyormuş. Başka bir komşunun ejderhası düşürüldüğünde emri kendisinin verdiğini söyleyerek gerilimi tırmandırmış ve komşusu ile neredeyse savaşma seviyesine gelmiş. Neyse ki, çok geçmeden komşusu ile birbirlerine muhtaç olduklarını söyleyerek kendilerinden özür dilemiş. Ejderhayı düşürenler, meğerse komşuları birbirine düşürmeye çalışan fesat şebekeleriymiş.

Her zaman her işlerinin çok iyi olduğunu anlatır, tehlikeden, krizlerden bahseden kişileri azarlarmış. Hemen akabinde ise atlatmış oldukları krizin büyüklüğünü nazara verip başarısının cesametini arttırırmış. Varlığından haberi olmadığı krizi ucuz atlattığını öğrenen ümmet şaşırıyormuş tabiî... Çok zengin oldukları için ihtiyaç sahibi komşulara sadâka dağıttığını söylemesi ile tulumbada su bittiği için vatandaşların pamuk ellerini cebe atmalarını istemesi aynı günlere denk gelebiliyormuş. Fiyatlar iki katına çıksa bile hayat pahalılığı yokmuş. İşyerleri kapanıp milyonlarca insan işini kaybettiği halde işsizlik azalmış olabiliyormuş. Cebindeki para ve yaptığı üretim değişmediği halde vatandaşların millî gelirinin çok daha yüksek olduğu ortaya çıkabiliyormuş. Reisenberg, vatandaşlarına sürpriz yapmayı sevdiği için ülkedeki belirsizlikleri sürdürdüğünü söylese de, Newton’cu yabancı yatırımcılar belirsizlikleri sevmedikleri için hızla ülkeyi terk ediyormuş.

Schrödinger’in kedisi gibi, bir kutu içerisinde olan vatandaş, kendisinin bir hain mi yoksa kahraman mı olduğunu, işsiz olup olmadığını, gelirinin yüksek mi yoksa düşük mü olduğunu bilememekteymiş. Kuantum mekaniği her iki durumun aynı anda geçerli olduğunu söylermiş. Reisenberg, kutudaki vatandaşların içini iki cümle ile rahatlatmayı düşünüyormuş: İlki “merak kediyi öldürür” ikincisiyse “açtırma kutuyu, söyletme kötüyü!”...

Harfiyat Kanyonu Ana Sayfası

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/reisenberg-in-belirsizlik-ulkesi_522092

Siyah İncil’i kap Trump!


Siyah İncil'i kap Trump

Şu sıralar ABD kaynıyor: Bütün dünyayı sarsan Sars Cov 2 (daha çok bilinen adıyla Corona) virüsü ekonomiyi titretmiş, işsizlik rakamları tırmanmış, insanların psikolojileri bozulmuş ve sosyal patlamanın eşiğine gelmişken, ırkçı polislerin uyguladığı şiddet bardağı taşıran son damla oldu. George Floyd ismindeki siyahi bir vatandaş, polisin boğazına dizini bastırması ve uzun süre tutması sonucunda hayatını kaybetti. Sokaklar karıştı, protesto eylemleri Beyaz Saray önüne kadar ulaştı.

Devletler, vatandaşlarıyla olan sosyal mesanesine-afedersiniz, mesafesine- dikkat etmezse bunun idrari-afedersiniz, idari- birtakım dışavurumları olabilir. Ayrımcılık, ırkçılık, kibir, güç zehirlenmesi veya başka bir saikle, elinde silahı-copu olan memurlar, idari görevlerini yerine getirirken yetkilerini suistimal edip vatandaşa doğru kafavurumları yapabilir mesela. Suistimal demişken tazyikli su istimal ettikleri de vakidir. Bunun yanında, vatandaşı susuz sabunsuz dövmeler de görülebilir. Tarihi boyunca siyahi insanların, kızılderililerin, hispaniklerin ezildiği, insanlık dışı muamelelerle karşılaştığı, hatta yer yer soykırım teşebbüslerine maruz kaldığı bir ülkede böyle olaylar yeni değil tabii. Yaşanmış ve filmlere konu olmuş çok acılar var. 

Sene sonunda yapılacak olan başkanlık seçimi de eklenince, sosyal olaylar ve onlara müdahale biçimi siyasetin doğrudan aracı haline geliyor. Trump, dünyanın başka yerlerinde kendisine benzer profildeki siyasetçilerin yaptığını yapıp öncelikle kutuplaştırma ve eylemcileri terörist ilan etme yoluna gitti. Karşısında duran herkesi tehdit etmekten geri durmadı. Olayların arkasında dış güçlerin olduğunu iddia etti. Kilise önünde elinde İncil’le poz verdi. Tabii, medyanın tamamını hakimiyeti altına alıp tek sesli yayın yapmasına muvaffak olamadığı için onu eleştiren gazeteciler, sivil toplum kuruluşları oldu. Evanjelikler haricindeki dini grupları kendisine biat ettirmediğinden olsa gerek, kendisini din istismarı yaptığı için uyaran din adamları çıktı. 

Bundan Sonra Trump Ne Yapmalı?

Düşmanlarını tahrik etmek suretiyle kanuni olmayan alana çekmek ve onları haksız çıkarmakla başlayabilir. Mesela polis müdahalelerindeki orantısız güç kullanımının dozunu artırabilir. “Kabateksas görüntüleri elimizde, Pazar günü ayin sonrası görüntüleri vereceğiz” diyebilir. “Kiliseye ayakkabı ile girdiler, orada şarap içtiler” diyebilir ama tavsiye etmem, kimseyi etkilemez çünkü(bilmeyenler için not: kiliseler ayakkabı ile girilebilen mekanlardır ve oralarda şarap da olur). Yandaş gazetelerde yazan bütün yazarlara talimat gönderip hepsinin aynı başlıklı makale yazmasını isteyebilir. Başlık şöyle olacak: “Renginiz kara, vicdanınız taş!”

“Dirilişington” ve “Payitaht Abraham” isimli dizilerin çekimlerine vakit geçirmeden başlamalıdır. Dirilişington, Diriliş Washington’un kısaltması olup bu dizide ABD kurucu başkanı George Washington’un ABD’nin bağımsız bir ülke haline gelmesi için yaptığı çalışmaların hikayesi yer alacaktır. Hikayenin tarihi gerçeklerle örtüşmesi kesinlikle gerekmez. Günümüz olay ve kişilerine benzer kurgular yapılıp halkın yönlendirilmesi kafi olur. Payitaht Abraham’da ise Abraham Lincoln’un iç ve dış düşmanlara karşı kurduğu tuzaklar anlatılabilir. Yedi düvele meydan okuyan Abraham, Çin’e karşı ticaret savaşlarını başlatabilir, Meksika sınırına duvar örme projesini tasarlayabilir.

Danışmanlarının “siyah İncil’i kap Trump” tavsiyesine uyarak, çocukları veya varsa torunları ile beraber İncil okurken çekilen fotoğrafları basına servis edilebilir. Beyaz Saray sözcüleri, Paskalya döneminde Trump’ın 24. Bab’a kadar okuduğunu tweetleyebilir. Trump, Mars’a gönderilen SpaceX roketlerini kast ederek “göklere giden bir roket vardır” şiirini okuyabilir.

Gündemi değiştirmek maksadıyla “Karantina altında yirmi bin virüs”, “Virüsün merkezine yolculuk”, “Seksen saatte pandemi-i alem” ve “Maskeyle beş hafta” gibi, komplo teorileri ihtiva eden kitaplar yazdırabilir. Millet tartışıp dursun artık; virüs insan eliyle laboratuvarda mı keşfedildi, bu meselenin arkasında hangi ülkeler ve güçler var diye... 

Görüldüğü gibi, kendisine oy vereceklerin saflarını sıklaştırmak için Trump’ın alması gereken çok yol var...

Öne Çıkan Yayın

Vaka-yı AKiye

Sefer Selvi Karikatürü   Maldivler’e tatile gidenler, Monaco’da yediği ıstakozla fotoğraf çektirip verdiği “ıstAKPoz”u sosyal medya plat...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: