Bu Blogda Ara

Arşiv

Geçinemeyenler

 

Geçinemeyenler
İbrahim Özdabak Karikatürü

Birkaç ay önce "Gerekirse yarım kilo et yeriz. Domatesi iki kilo yerine iki tane alırız" diyen AKP milletvekili Zülfü Demirbağ, bugünlerde "Bu maaşla milletvekilliği yapılmaz. Utanıyorum, 15 gün sonraki maaşı bekliyorum. Yetmiyor. Milletvekili maaşlarına daha fazla zam yapılması lazım" demiş.

81 bin lira maaş alan adama bu sözleri söyleten ekonomi, 81 ilde, 2500 lira aylıkla geçinen emekli ile bugüne kadar 4250 lira asgari ücret alan çalışanlara neler söyletmez?

Vekilin şikayet ettiği durum için John Dalberg-Acton’dan ilhamen söylenebilecek söz: “Güç bozar, mutlak güç ‘mutfak’ bozar”. Kendisine tavsiyemiz, sıkıntıyı sistemde aramasıdır. Koca vekile tasarruf tavsiyesi veremeyiz elbette. Vekillik itibarlı bir meslektir ve itibardan tasarruf edilmez, biliyorsunuz. Sosyal medya üzerinde #geçinemeyenler diye bir hareket başlatabilirler. Daha çok ses getirmek istiyorlarsa başbakanlık önüne gidip pos cihazı fırlatabilirler. Tüh, o kurum yok değil mi şimdi... E-devlet sitesinin önüne sanal pos bırakabilirler belki. Olmadı, Tatyos Efendi’ye ait meşhur şarkı gibi şöyle bir şarkıyı CİMER’e gönderebilirler:

“Zamzedeyim deva bulmam
Fakirim, bir yuva kurmam
Enflasyondur hep çektiren
İnlerim hiç reha bulmam

Ödemeler beni terk etmiyor
Taksitler fasıla vermiyor
Nihayetsiz bu borçlara
Doğrusu maaş yetmiyor”

Devlet bütçesinden harcama yapan kurumlar başta olmak üzere, kamu kaynaklarıyla yapılan israfları gören vatandaşlar da muhtemelen şöyle der:

“Bizler muhtaçken üç kuruş paraya
Para yetişmez olmuş köşke saraya
Yazlık bitti derken, kışlığı da soktular araya
Millet simite talim, simitse beş liraya!

Araç konvoylarının var ucu, yok bucağı
Ne yapıyorlar acaba bunca uçağı?
Devlet önlemezse israfı kaçağı
İncir ağacını görecek milletin ocağı

Danışman olmuş kimin varsa dayısı
Danışmanların bilinmez bile sayısı
Kalırlar köşklerde, vermeden kira
Bundan iyisi mi, eh, Şam'da kayısı!

Rivayetler muhtelif, bitmiyor iddialar
Sarayda bin yüz küsur diyorlar, odalar
Boşalttıkları hazine sanma kendiliğinden dolar
Sahi, nereye gitti o yüz yirmi sekiz milyar dolar?

İsraf kalemleri çok, listeleri boy boy
İktidarınsa işi masalla goygoy
Arkadaş, bir daha bunlara verirsen oy
Ekmeği unut, artık boş laflarla doy!”

Karamsarlığa kapılmaya gerek yok. 25 yıl boyunca Ankara’da büyükşehir belediye başkanlığı yapmış olan Melih Gökçek müjdeyi verdi: Adıyaman’da, 6 milyar dolarlık jelibon rezervi bulunmuş! Gel de bunu neşeli bir şarkı ile kutlama: “Ne jelibon ki genç kalasın, bu dünyadan da zevk alasın. Müjdeler hep söylenir neşeyle, ne jelibon ki genç kalasın”

Hay Allah, ilkokulda söylediğimiz şarkıya gitti aklım... Jelibon şarkısı aslında şu:

Bir bilsen kim kanar
Jelibon rezervine
Dinleyenler inanır
O "ye$il" değerine

Jelli bon bon bon
Jelli bon bon bon
O jelli, jelli madenim belli
Aman jelli, jelli
Yüzümüz gülecek bundan kelli
Jelli bon bon bon
Jelli bon bon bon...

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/gecinemeyenler_566396

İçimizdeki Üç Harfliler

 

İçimizdeki üç harfliler
İbrahim Özdabak Karikatürü

Bizim dışımızdaki dünya çok zor zamanlardan geçiyor: ABD’de işler kötü, FED faiz artırdı. Laf dinlemiyorlar ki...

Faizin sebep, enflasyonun sonuç olduğunu görecekler yakında. Neyse, uyandırmayalım da uğraşsınlar. AB iflasın eşiğinde, dağılması an meselesi. Fransa enflasyonla baş edemiyor, % 7 enflasyon yüzünden her şeyin fiyatı yedi katına çıkmış. İngiltere’de raflar boşalmış, insanlar yiyecek ve ilaç bulamıyor. Almanya deseniz, altı Alman’dan biri aç yatıyor. Rusya savaşta, kendi başının derdine yanmış, Emirlikler, Suudiler bizim saraya gelmek için sıraya girmiş...

Daha önce, bir fakir görevde olduğu sürece dik durduğumuz Mavi Marmara, Rus uçağının düşürülmesi, Deniz Yücel ve Rahip Brunson davalarındaki gibi, memleketimizde katledilen Cemal  Kaşıkçı davasında da dik durduk. Ne demişler “keser, döner, swap döner...” Suçluları bulma söz verdiler, biz de mahkeme dosyasını onlara devrettik ve davayı düşürdük.

Kısaca, bizim ekonomimize saldırıp zayıf düşürecek, siyaseten üzerimizde baskı kuracak veya askeri gücü ile bize gözdağı verecek bir ülke kalmadı. Bunları ben demiyorum tabi, iktidar ve ona yakın “medyalama” işi yapan kişilerin ifadeleri aşağı yukarı böyle.

Madem artık dış güç kalmadı, biz de içimize bakalım. İçimizdeki şerleri bulmak ve çıkarmak öyle basit değil tabii! Vatandaşın biri, CİMER’e bir şikayette bulunmuş mesela... Bakanlık, valilik, kaymakamlık ve belediye kurumlarının hepsi teyakkuza geçmiş ve soruşturma başlatılmış. Kadıköy Belediyesi’nin ücretsiz dağıttığı çorbaların içinde çip olduğu, o çip sayesinde kendisini uzaktan kontrol ederek, hiç tasvip etmediği terör örgütleri lehine kendisine gösteriler yaptırıldığı ve sloganlar attırıldığı yer alıyormuş şikayette. Bu iddia doğruysa, o çipler sayesinde seçimlerde istedikleri oyu alabilecekken neden böyle alengirli işlere girerler, anlamıyorum. Muhtemelen akıllarına gelmemiştir. Neyse, siz de çaktırmayın durumu.

Çip, içimize yerleşmiş üç harfli zararlıların sadece bir tanesi. CDS, dış, güç, USD, EUR, kısaca kur, zam... Hepsi ülkemizin içinden çıkarmamız gereken üç harfliler... Paramız olmuş pul, pul da üç harfli. Zenginleşebilmek için “BOR” ve “GAZ” çıkarmamız lazım. “Turkish Airlines” ifadesi, daha önce hiç dikkatinizi çekti mi? Okunuşuna dikkat: Türkî şer layns! Üç harfli ve şerli şer kelimesi çıktı, Türkiye Havayolları oldu.

Ülkemizde enflasyon yok biliyorsunuz, pahalılık var. Pahalılığın tek sebebi ise, o indirimli saatte olasıca üç harfli marketler! Bu üç harflileri tamamen kapatmak kolay olmasa da şehirlerin dışına çıkarmak elzemdir. 

Bütün üç harflileri tek seansta çıkarabilirim. İsteyen gelir, çipsiz çayımı ve çorbamı içer, başka da bir şey istemem. Şimdi, lütfen ayaktakiler otursun, oturanlar uzansın, uzananlar da hareket etmesin. Bayılmalar falan olabilir çünkü. Hazırsanız başlıyorum: Soldan sağa, 1. Eski dilde su... (Afedersiniz, yanlış başladım...) Yukarıdan aşağıya 1. İri taneli bezelye – Amerikan pamuğu – Gümüşbalığı... 

Çok özür dilerim, hatlar karıştı yine... Neyse, önden arkaya doğru saçlarınızı atın, hümana ve hümanayla birlikte, donaaaat, donat! Zuzula ve Babazula’ya karşı, aşağıdan yukarıya, Reagan’lardan Ronald’a, Trump’lardan Donald’a karşı, donaaaaaat donat! Afarite karşı, aforizmaya karşı, Fransuva Mitterand’a karşı kruvasaaaaan, kruvasan...!

Not: Şekeri olanlar donat ve kruvasan almasalar daha iyi olur.

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/icimizdeki-uc-harfliler_566025

Kul Hakları Çınlasın!

Kul hakları çınlasın
İbrahim Özdabak Karikatürü

Fertlerin birbirlerine karşı olan hukukları, ahirette sorguya çekilirken insanları en çok terletecek hassas konulardandır. Bir kimsenin gıyabında, duyarsa hoşlanmayacağı şekilde konuşmak, velev ki, konuşulanın hiçbir kelimesi yalan olmasa bile, gıybet diye tanımlanmakta ve “Müslüman kardeşinin etini çiğ çiğ yemek” mesabesinde değerlendirilmektedir. “Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, gıybet de sevapları yer bitirir” mealinde bir hadis-i şerif de mevcuttur. Buradan, hakların büyüklüğüne bakılmadan, en küçük kişisel haklar da dahil olmak üzere hepsinin önemsendiğini anlıyoruz.

Kitle iletişim araçlarının tarihte hiç olmadığı kadar geliştiği günümüzde, bireysel olarak yenmiş bir kul hakkı bile toplumsal bir etkiye sahip olabilir. Duyulmasıyla birlikte o günah, işlemeyi hatırına bile getirmeyen kişilerin aklına düşebilir. Aklında olan, fakat henüz harekete geçmeyen kişiler onu işlemeye cesaret bulabilir. Dillerde ve akıllarda dolaşmasıyla kötülüğün, sıradanlaşıp yaygınlaşması ihtimali vardır. Nitekim, Kur’ân ayetlerinde, ölçü ve tartıda hile yapmayı neredeyse ticarî bir teamül hâline getirdiği için helâk olan Medyen kavminden defalarca bahsedilmektedir.

Tek tek fertlere karşı işlenen günahlar bu kadar önemliyse, kamu hukukuna taalluk eden hak yemelerin vebalinin, çarpan etkisiyle geometrik bir şekilde artacağı aşikârdır. Kamu kaynakları üzerinde tasarruf yetkisi olan kişilerin bu konuda çok daha dikkatli olması gerekir. Milleti ilgilendiren veya vatandaşların ödediği vergilerle maliyeti karşılanan işlerin ihalelerini objektif kriterlere göre değil, keyfî olarak kendi istediği kişi/kuruma vermek, suistimale girer ve kamusal kul haklarını ihlâldir.

Ortada fıtrî bir ihtiyaç veya makul bir planlama olmadığı hâlde, sırf kendine yakın olan bazı çevreleri taltif etmek adına projeler ihdas edip, projelerin ihalelerini o çevrelere vermek ise katmerli ihlâle girer. Hele ki, bu projeleri gerçek maliyetlerinin çok üzerinde fiyatlamak, ihaleyi verdiği kişinin finansman kefili olmak ve uzun yıllar boyu, rasyonel bir hesaba dayanmayan garanti kullanımların ücretini kamu adına taahhüt etmeye ne denir bilemiyorum. Kul hakkı bulutların üstüne çıkar. Hakkı Bulut gibi şarkı söyletir insanlara: “Göğe çıkmış arıyorum, kaptırdığım hakkımı…”

Sınav sorularını belli bir zümreye sınavdan önce vermek, mülakat denilen müesseseyi keyfî atamalar yapma aparatı olarak kullanmak, liyakat şartlarını karşılamayan çevresine ve yakınlarına makam, mevki ve maaşları dağıtmak, devlet işlerinde kullanılması gereken araç ve hizmetleri şahsî işleri için kullanmak… Para, menkul kıymet veya gayrımenkul yönetimi ile ilgili kritik kararlar-gelişmeler öncesi birilerine bunları haber verip, çalışarak elde edilmesi mümkün olmayan kazançlara zahmetsizce konmalarını sağlamak (insider trading)…

Daha başka örnekleri de sayılabilir ama kısaca, toplumsal kul haklarına taalluk eden pek çok konu var. Devlet işi için çalıştığı süre zarfında beytülmalden aldığı mumu kullanırken, şahsî mükâlemede bulunmayan, devletin mumunu söndürüp kendi mumunu yaktıktan sonra şahsî işlerine bakan Hz. Ömer’in (ra) halifelik yaptığı bir ümmetin temsilcileri olarak inşaallah yöneticilerimiz de aynı hassasiyetlere sahiptirler diye umut ediyoruz.

Yöneticiler, kendi bizzat yaptıkları kadar, alt kademelerde istihdam ettikleri kişilerin işlediklerinden de mesuldur. Vatandaşların toplu olarak haklarının ihlâl edildiği bir durum olursa bunu tespit etmek ve yapan kişi/kişileri kanun çerçevesinde cezalandırmakla mükelleftir. “Beni de kandırdılar, önce Rabbim, sonra milletim bizi affetsin” denilerek geçiştirilemez. Yolsuzluk yaptığı ortaya çıkan kişilerin “af talebini kabul etmek” (yeni ıstılahta istifalarını istemek) yeterli değildir. Kat’î surette olaya karışan, ihmal ve kusuru bulunan bütün kişilerin mahkemelerde yargılanması gerekir.

Büyük veri analizinin, mobil teknolojilerin, yazılımların, yapay zekâların, nano teknolojilerin geliştiği şu zamanda, keşke diyorum, kul haklarının ihlâl edildiğini anında tespit eden bir cihaz/uygulama geliştirilse de, sorumlu kişilere anlık bildirim ulaşsa… Adı “kulhaklık” olabilir böyle bir çözümün. İhlâl tespit anında sol kulakta bir çınlama ile bildirim gelse, güzel olmaz mıydı? Herkes hemen kendine çeki düzen verir, gözetmesi gereken işleri bir güzel denetlerdi.

Neyse, bu kadar prodüksiyon, masraf ve uğraşa gerek kalmadan, sadece adına vicdan denilen mekanizmanın sesine kulak verilse eminim pek çok müşkül hallolacaktır. Aksi takdirde ahirette tarifi zor müşküller içinde kalacaklardır.

Ne diyelim, dileriz ki etkili, yetkili ve sorumlu yöneticilerin vicdanı düzgün çalışsın, anında “kulhakları” çınlasın…

Link: Kul Hakları Çınlasın! | Genç Yorum (gencyorumdergisi.com)

Müjdeliye Her Gün Bayram!

 

Müjdeliye Her Gün Bayram

Farkında mısınız, neredeyse her gün yeni bir müjde haberi alıyoruz.

Bazı arsızlar bu müjdelere inanmadığı gibi, bu durumu erken ya da baskın bir seçimin habercisi diye duyurmaya çalışıyor. Neymiş efendim, sürekli aynı müjdeler veriliyormuş! Sizde “müjdemans” başladıysa ara ara hatırlatmak gerekir. İçimizi ferahlatıyor mu müjdeler, önemli olan o. Her günümüzü bayram ediyorlar adeta. Ne demişler, “Müjde sebeptir, bayram sonuç”

Dört mevsimin bir arada yaşandığı ve “müjbit” (müjde açısından münbit) topraklara sahip memleketimizin her köşesinde farklı çap ve ebatlarda müjdeler yetişmektedir, hamdolsun. Müjdelikan Yalısı ambarlarında toplanıp harmanlanan müjdeler iç pazara buradan sunulur. Bunun için yalıya bağlı gazetelerin manşetleri kullanılır. Manşet normal gazetelerde olur, düzeltiyorum: “one-sheet”ler kullanılır.

Hangi müjdeden başlasam bilemiyorum. Galiba en büyük müjde şu: “Türkiye tarihinin en büyük rezervi bulundu! Altın, bakır, çinko ne ararsan var” Maşallah, sübhanallah... Adamlar, müjdeyi farklı günlere bölse en az beş günlük manşet çıkar buradan. “Altın, bakır, çinko, kobalt ve bir çok maden” diyerek iktisatlı bir müjdeleme yapmışlar, helâl olsun. Karadeniz gazını da çıkarmaya başlıyoruz nihayet. Yazın bile kombi açası geliyor insanın. 

Sıradaki müjdemiz sebze mevye fiyatlarından şikayet edenler ve sevip de onlara kavuşamayanlar için geliyor: Venezuela’da buğday yetiştireceğiz! Sadece Venezuela değil, Güney Amerika ve Afrika ülkelerinin içinde olduğu tam 10 ülkede arazi kiralayıp bir şeyler üreteceğiz. Nijer ve Sudan’da daha önce toprak kiralamıştık. Çaktırmadan vatanı büyütüyoruz, farkettiniz mi? Herkes kazanacak bu işten. Tohum ihraç edenler, nakliyesini yapacak şirketler, ucuza tarım ürünü bulacak olan halk... Yalnız uyanık olmakta fayda var, inşallah, nakliye sırasında araya pudra şekeri falan karıştıranlar olmaz, aman diyelim...

Dikkat ederseniz, hep güney yarımkürede arazisini kiralayacağımız bu ülkeler. Elbette ki bu bir tesadüf değil! Bizde mevsim kışken oralarda yaz olur. Senenin her ayında durmadan üretmeye devam edebiliriz anlayacağınız. Bakarsınız, on ülkenin her birine, şanımıza layık birer saray da inşa ediveririz, itibarımız da tavana değer. Havalar burada soğuyunca kaçacak göçecek yerimiz olur, fena mı?

Şimdi bu müjde mi diyeceksiniz ama Almanya’da her altı kişiden biri aç yatıyormuş! Yüzde yedi gibi korkunç bir enflasyonun pençesine düşmüşler, kıvranıyorlar millet olarak. Haşa, başkalarının acılarını kendimize sevinç vesilesi yapmayız elbette ama Almanlar bizi kıskanıyor dediğimizde inanmayanlar vardı! Onları düşünüp halimize şükretmek için bu haberi de müjdeden sayıyoruz.

Son müjdemiz AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’tan geliyor, kendisi aynen şöyle söylemiş: “Eski dönemde maalesef Türk Lirası çok değerliydi. Bu ortaya ithalat çıkarıyordu. Çok şükür son yıllarda yavaş yavaş Türkiye bundan uzaklaştı”

Demek ki, bize diz çöktürmek, boyun eğdirmek isteyen dış güçlerle olan savaşımızdan galip çıktık. Artık onlar bizim kurlarla oynayıp dengemizi bozamıyorlar. İktidarımız, yeni ekonomi modeliyle kurları bilerek yükseltti. Filmlerde olur ya hani, “sen beni kovamazsın, ben istifa ediyorum” diyen jönler gibi... İthalatımız az, müjdemiz bol olsun inşallah...

Link:https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/mujdeliye-her-gun-bayram_565660

Fiilîyasyon

 

Fiilîyasyon
Yiğit Özgür Karikatürü

Yüksek enflasyondan şikayet edenlere, ekonominin en tepesinden bir müjde geldi: Zannedildildiği gibi enflasyon yokmuş, fiilî pahalılık varmış...

Bir şey söyleyeyim mi? Başımıza ne geldiyse bu "fiilî"lerden geldi. Vaktiyle, çok yakmasın diye “fiiloresan” lamba takıldı ülkeye. Kutusunda “beyaz ışık verir” yazmasına rağmen fiilî olarak turuncu ışık yayıyor. Gördüğü halde inkar edenler “İnfiilak” ettikten sonra anlayacak muhtemelen...

Fiiliozof bir arkadaş vardı. “Fiilî durumu anayasaya uyduralım” dedi. Ondan kısa bir süre önce çatı aday çıkaran bu fiiliozofa dilbilgisindeki “fiilde çatı” konusunu hatırlatmıştık. Dilbilgisi ve fiilden bahsetmişken aklıma geldi; fiilimsi diye bir şey de vardır. Fiil kökünden geldiği halde, isim haliyle cümlede bulunur. İsmen vardır bunlar, fiilen yoktur. Anayasamız gibi, değil mi?

***

Kadeve’den büyük fiil var demişler. “Vergi deme, verginin de üstünden hesaplanan bir vergi vardır.” Fiilî vergiler tepişirken olan işçimenlere oluyor ne yazık ki... Sefiiller’i oynuyorlar ama çıkmadık Jean Valjean’dan ümit kesilmez demişler.

Fiildişi kulelerinde oturanlar ise ihaleden ihaleye koşuyorlar. İhalelere bakıyorsunuz, her şey kanuni kılıflara uygun hazırlanıyor. Belgeler-melgeler, onaylar-onbiraylar, hepsi tamam... Fiilîler görünmeye başlayınca hortumlar ortaya çıkıyor. Ne büyük hortumları var bu fiilîlerin... Aldıkları ihalelerin finansmanı için ceplerinden para çıkmıyormuş. Hep kredi çekiyorlarmış. Ee, hazine gibi “kefiili” bulmuşken, neden borçlanmasınlar ki?

Fiilîlerden şikayet eden vatandaşların seslerini tepeye ulaştırmayanlar varmış. Sesimizi duyurmak için şöyle desek ulaşır mı acaba: “Biz ahali olarak bu fiilîleri çok sevdik, ferman buyursanız da sayıları artsa...”

***

“Ekonomimiz kanatlandı, memleketçe uçtuk, ayaklarımız yere değmiyor” gibi sözler artık halkımızı tatmin etmiyor olacak ki, iktidarımız fiilî olarak fezaya çıkmaya karar verdi. Çıkan ülkelerden ne eksiğimiz var, onların Neil Armstrong’ları varsa bizim de Ayşe’miz, Fatma’mız var. Türküsü bile yapılmış: “Ayşe, Fatma, Hayriye, haydi çifte roketliye...”

TUA Başkanı Serdar Hüseyin Yıldırım "Uzaya Türk mutfağından bir şeyler götürülebilir. Hatta uzay yolcumuz orada bulunanlara da bundan ikram edilebilir" demiş. “İlahi başkan, NASA var NASA, sana bana ne oluyor?” derlerse ne yaparız bilmiyorum.

Öyle her istenen yemek götürülebiliyorsa çok iyi. İşi kazanca dönüştürebiliriz. Uzayda gün yaparız, kısır, mercimek köftesi, börek falan... Komşu gezegen ve galaksilerden uzay ahalisini çağırırız, yiyen herkesten bir çeyrek altın aldık mı tamamdır, al sana uzay madenciliği! Para bize şimdi lazım, bir sonraki güne kim öle, kim kala...

Uzaya çıkacak yolcumuzun kıyafetinin maliyeti, bizim uzay araştırmaları için ayırdığımız bütçeden fazlaymış diyorlar. İnşallah Elon Musk bize bir kolaylık yapar da, “geldikten sonra, takılan altınlarla ödemesini yaparız” teklifini kabul eder.

Şöyle bir şey olur mu acaba:

"Aynı menzile ulaşmak için aynı kıyafeti giydik, hamdolsun..."

"Astronotumuzun kıyafetindeki hava uzaya sızmış, buna kargalar güler!"

“Uzay hasrettir. Yolculuğun bedeli çok ağırdır. Biz, uzayda olup, şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz. Diyoruz ki, bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz.”

(Çok geçmeden...)

“Paralel evren yapılanmacısı bunlar!”

“Roketin üstü ihanet, ortası ticaret, altı ise ibadettir”

"Bu bir rokeTÖ kalkışmasıdır!"

Ne de olsa, biz bu fiilimi daha daha önce de gördük. Hatta fiilmin müziklerini de, Fiilormani Orkestrası ile meşhur biri yapmıştı...

Link: 

Zambardıman

 

Zambardıman
İbrahim Özdabak karikatürü

Bundan tam altı ay önce, Reis-i Cumhurumuz ekonomide Çin modeli ile büyüyeceğimizi anlatırken şöyle demişti:

“19 yıllık süreçte yol, köprü gibi pek çok büyük yatırımı tamamladık. Artık bu sürecin sonuna geldik. Ekonomik olarak bunların da meyvesini yiyeceğiz. 6 ayın ardından alınan kararların sonuç vermesiyle, bu sürecin kırılması seçime kadar tamamlanacak. Bunu vatandaşlara iyi anlatın. Vatandaşlarımızın refah seviyesi yükselecek, alım gücü artacak.”

Büyüme ve enflasyon oranlarının açıklandığı günlerdeyiz. Bir dönem içindeki mal ve hizmetlerin toplamına bakılır, enflasyon etkisi ile şişen rakamlar çıkarılır ve büyüme oranı bulunur. Peki, enflasyon doğru hesaplanmamışsa? Gerçek enflasyonun sadece yarısı ilan edildiyse? O zaman büyüme rakamı da bu yanlışlık sonucu, olduğundan büyük çıkmış olur. Büyüme için sözde-düzeltiyorum- yüzde yedi dediler. “Yedi” derken bir rakam kastetmemiş olabilirler mi? Zira nasıl büyüdü diye baktığımızda “Türkiye yedi büyüdü” diyebiliriz. Yani tüketim harcamaları arttı. Velakin, bu harcamalar kamu bankaları başta olmak üzere piyasayı şişiren kredilerle olmuşsa gerçek bir büyümeden bahsedilemeyeceği gibi enflasyon da buna bağlı olarak hızla tırmanacaktır. 

Vatandaşların alım gücü artmadı ama “verim” katsayısı yükseldi. Ona para ver, buna para ver derken sabit gelirlilerin elinde avucunda bir şey kalmıyor. Resmî TÜİK enflasyonu bile yıllık olarak % 73,5 diye açıklandı. Enag grubunun ise enflasyonu % 160 bulduğunu söyleyelim. TÜİK hesaplamada kullandığı madde sepetini artık açıklamayacakmış, ucuz fiyatlar listesini göremeyeceğimiz anlamına geliyor bu. 

Zambak çiçekleri

6 aylık sürenin sonunda meyve görmedik ama açan çiçekler var, “zam”bak çiçekleri. Haziran ayının girmesiyle birlikte “zambardıman” veya “bombardızam” yağmurlarının etkisiyle zambak çiçeklerinin büyümesi hız kazandı: Evlerde kullanılan doğalgaza % 30, sanayide kullanılana % 40 zam geldi. Pisagor teoremi uygulanırsa vatandaşa etkisi en az % 50. Bu trigonometrik artış, daha Nisan ayında gelen doğalgaz zammını henüz hazmedemeyen vatandaşın triger kayışını kopartır, maazallah. 

Durun, daha bitmedi; elektrik evlerde % 15, işyerlerinde % 25 zamlandı. Nisan’da yapılması düşünülüp ertelenen % 67’lik Telekom zamları da 1 Haziran itibarıyle devreye girdi. Un fiyatları % 43 arttı, trafik sigortaları % 25. Sigara ve alkol ürünlerinin (Erdoğan’ın tabiriyle kuru-sulu) vergilerine zaten her fırsatta zam üstüne zam yapılıyor. Akaryakıt zamları artık vaka-yı adiye haline geldi. Şarkısı bile var: “A. yakıtta kundura, zam gelir dura dura... ”

Üretimde kullanılan elektrik, doğalgaz ve elektrik üretmek için kullanılan doğalgaz, fiyatları ile taşıma maliyetlerini arttıran akaryakıt, köprü, otoban ve tünel ücretleri, iğneden ipliğe her şeyin fiyatını göklere çıkarır. Geçen ay ekmek, süt ve çay fiyatlarına gelen korkunç zamlar, durduğu yerde kalmayacak anlaşılan. 

Bu kadar başarılı ekonomi yönetiminin sırrını merak edenler için söyleyelim, Tansu Çiller, “Ekonomi konusunda dümenin arkasında ben varım. Maliye Bakanı Nureddin Nebati sık sık beni ziyaret ediyor ve fikirlerimi alıyor. Ankara’da ekonomi kurmaylarıyla yapılan toplantılara da katılıyorum” diyormuş. Aman diyelim Tansu Hanım, bunlar bir şekilde kendini kurtarır da, olan size olur, ihale size kalır sonra...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/zambardiman_564936

Ashab-ı Keyf

Ashab-ı Keyf
İbrahim Özdabak Karikatürü

 

Kıymetli vatandaşlarım,

Bakıyorum, son zamanlarda ekonomik gidişattan şikayetçi olanların sayısı artmış. Birileri çıkıp aç kaldık diyor... “Ya, vicdansızlık yapma! Ne aç kalması, aç kalan falan yok!” dememek için kendimi zor tutuyorum. Adamın bugüne kadar midesi boş kalmamış ki, en ufak bir boşluğu aç kalmak zannediyor.

Türkiye’de neden kimse aç kalmaz biliyor musunuz? En ufak krizleri bile vatandaşımız fırsata çeviriyor da ondan... 12 Eylül İhtilali zamanında, maliyeti yüksek olan baklavayı sütlü nuriyeye çeviren tatlıcılar, 2022 yılında daha büyük bir başarıya imza atarak boş baklavayı icad etti. Tatlıcıları gören diğer esnafımız da boş durur mu, boş dürüm ve boş tostlar çıktı piyasaya. Esnaf da aç kalmadı, vatandaş da...

Boş iyidir, boştan zarar gelmez. Atalarımız ne demiş, “boşa gelen çekilir”. Bir japon atasözü de der ki “boş kırılır fesh içinde, kur korunur Yen içinde” Böyle bir söz olmadığını iddia eden olursa haindir, teröristtir, dış mihraktır. Yen, Japon para birimidir. Alın, size başka bir atasözü: “Akıl yaşta değil boştadır”. Boş tweet atın ki başınız ağrımasın manasına gelir.

İngilizce uzaya ne diyorlar, biliyor musunuz? Space, yani boşluk. Oraları boş bırakmaya gelmez. Hamdolsun, yakında uzaya adam da göndereceğiz. Uzay artık lüks değil. Bizden birileri, “reisin fezaisi” diyeceğimiz bir akıncı olmasın mı oralarda? Bu hiçbir şeyi beğenmeyen muhalifler, adına “uzayandaş” derler ama olsun. Bizden olsun, çamurdan olsun... Rastgele birini seçemeyiz, gri pasaportla Almanya’ya gönderdiğimiz bazıları gibi tutup firar ederse utandırır bizi. Ya da, ülkemiz hakkında ileri geri konuşup uzay ahalisine bizi rezil edebilir. "Bana sen uzaydan sitem ettikçe / Müttefiklerim elimden tutmaz / O yılan güçlere sakın inanma / Seneler geçse de mahkemeler unutmaz” diye şarkı söyler dururuz sonra.

Gerçi, ülkemizde bazı fiyatlar zaten uzaya çıktı; ayçiçek yağı fiyatları aya çıkmış neredeyse, "marsgarin" ve “domarstes” fiyatları Mars görevine hazırlanıyor, kiralar Merkür’e kadar yükseldi. Satürn’de halka var, satılık evlerimiz hitap etmiyor bizim halka... Dilim varmıyor fiyatını söylemeye, karpuzun kilosu ne öyle? Vatandaş da dilim dilim alıyormuş ya artık, pahalılıktan... Bunların biz de farkındayız ama inanın hepsi fırsatçıların suçu. Marketçiler, manavlar, ev sahipleri doymak bilmiyor.

Aslında bu meselelerin çözümü basit: Karpuzunu kendin ek, kimseye muhtaç olmadan ye, gitsin! Ev fiyatları ve kiraları TÜİK'e sordum, “o kadar büyük bir artış yok” dediler. Neyse, TÜİK falan dinlemeyip artıranlar var sonuçta. Vatandaş şikayetçi. Halbuki, bunun da çözümünde aynı mantık var: Evler nerede yükseliyor? Toprakta. Dışarıdan, hazır ev alacağınıza, oturun kendi toprağınıza ekin, büyütün. Daha tasarruflu oluyor. Meselâ, biz mevsimlik sarayda oturuyoruz, yazı var, kışı var, her gün orada geçmez. Ne yaptık, yazlık ayrı, kışlık ayrı olmak üzere iki saray daha inşa ediyoruz. Kışlık sarayımızın yanında bakanlar için yavru saraylar da ektik. Bakanlar gözlerini alamayacak büyüdüklerinde. Elâleme muhtaç kalsak daha mı iyi...

Kısa zamanda her şeyi çözeceğiz. Biraz sabır... Şöyle mi yapsak; en iyisi siz bir uyuyun, 6 ay sonra uyanın, çok farklı noktalara gelecek enflasyon. Ashab-ı Kehf gibi uyuyup Ashab-ı Keyf olarak uyanacaksınız. Rahat uyuyabilmeniz için ninni de söyleyeyim size:

“Zamlar dağladı beni
Fiyatlar ağlattı beni
Karpuzlar çıktı kelek
Derde bağladı beni

Uyu demeye geldim,

Kur’u düzeltmeye geldim

Vatandaş dövizin nerede

Merkez’e almaya geldim”

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ashab-i-keyf_564581

Kuryemez ve KKMA

 

İbrahim Özdabak Karikatürü

Kur Korumalı TL Vadeli Mevduat sistemi mudilerine ödemeler Mart ayı sonu itibarıyla yapılmaya başlandı.

Mart ve Nisan aylarında toplam 16 milyar TL tutarında kur farkı ödemesi yapılmış. Dolar kurunun 16 lira civarında seyrettiği bugünlerde, 16 sayısı üzerinden bir uyum yakalanmış görünüyor. 

Allah, kırk sayısı etrafında bir tenasüp yakalatmasın diyeceğim ama en dipleri gördüğü söylenen TL maalesef değer kaybetmeye devam ediyor. Kur yine tırmanışlarda, madeni paralarımızın hurda değeri, üzerinde yazan para değerinden daha fazla eder olmuş. 70 kilo madeni parayı hurda değeri üzerinden satmaya kalkan kişiye ceza kesilmiş. Paranın değerini düşüren kişileri yakalasalar ne yaparlar, Allah bilir. 

Kur Korumalı Mevduat (KKM) ismi, rahmetli Kemal Sunal’ın oynadığı Varyemez isimli filmi hatırlattı. Filmde, maddi olarak darboğaza girmiş olan gençlerin yolu, cimriliği ile meşhur iş adamı Ragıp Elibol’la hasbelkader kesişir. Birden, akıllarına gelen çılgın bir fikirle onu kaçırmaya ve ailesinden fidye istemeye karar verirler. Kendilerini tanıtırken, kurumsal görünmek adına, ayaküstü bir örgüt ismi uydururlar: KKMA. Uzun okunuşu: “Kap Kaçır Mangizi Al” şeklindedir. 

İşler KKMA’nın umduğu gibi gitmez. Elibol’un ailesi, iş ortakları ve arkadaşları bir kuruş bile fidye vermeye yanaşmaz, hatta servetini paylaşmak için adamın ölümünü beklemektedirler. KKMA, istediği parayı alamadığı gibi, şekeri, tansiyonu, romatizması ve baş ağrısı olan Ragıp Bey’in ilaçları için ayrıca bir masraf da eder. 

Mevduat dolara kaçmasın diye aniden uydurulan KKM sistemi de, kurlar yükselmeye devam ederse, ödeyeceği kur farkları ile bizi zarara sokacağa benziyor. Rezervlerin bittiği, gittikçe yükselen kredi risk primi (CDS) puanı sebebiyle dış borç alımının zorlaştığı bugünlerde, kuru frenleyecek fazla bir mekanizma görünmüyor açıkçası. 

Varyemez filmindeki KKMA gibi çaresizlikten ortaya çıkmış ve hesapsız, plansız hareket eden ve hüsrana uğrayan sistemi hatırlatmaması için, KKM sistemine alternatif isimler ne olabilir diye düşünüyorum; aklıma gelen birkaç seçenek var:

DGM: Devlet Güvenceli Mevduat. Pek hayırla yâd edilmeyen, eski bir mahkeme ismini hatırlatıyor, olmaz bu.

KOF: Kur Odaklı Faiz. Yok, bu da olmaz. Bir kere, “bu da kof çıktı” şakalarına sebep olur. Sonra, isminde faiz geçtiği için sakıncalı. Gel de bunu tabana anlat... Gerçi “ismine ne derseniz deyin faiz yok mu bu işin içinde” diyeceksiniz, haklısınız, örtülü bir faiz var. Banka direktörleri bu örtülü faize selam çakıyorlar hatta...

DEMANS: Dolara Endeksli Mevduatı kur Ayarında Nemalandırma Sistemi. Kazancı az bulanlara slogan olarak “buldunuz, bunamayın” diyebiliriz. İsim biraz uzun mu oldu ne... Sonuna gelinceye kadar başını unutur insan. Ne diyorduk... Ha, evet... Sistemi, başa gelmesi istenmeyen bir hastalık ismi ile anmak, insanların uzak durmasına sebep olabilir. 

DEM: Dövize Endeksli Model. Kısa, öz, kıvamlı bir tabir. Velakin, çay fiyatlarına gelen zamlarla yerli u”çay”ımızın göklere çıkması sebebiyle şimdilik kalsın...

KURDEŞEN: Kur Değişimine EŞ Enflasyon farkı. Dolar kurunu deşen çekinmesiz hareket. Fakat Karındeşen Jack gibi bir seri katili hatırlatır, şiddete hayır diyor ve bu şıkkı da eliyoruz.

KKMA: Kuru Küçült, rezervi Merkeze Al. Bir dakika, başa mı döndük? Hay Allah... Kurları küçültmek için bu sistemi getirdiler, milleti sistemde tutabilmek için kurun yükselişini seyrediyorlar. 

Sistemi bilmem de, galiba bizim filmin adı “Kuryemez” olacak...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/kuryemez-ve-kkma_564209

Beton Kültürü ve Emlak Bilgisi Dersi

 

Beton Kültürü ve Emlak Bilgisi

(Bugün, İmar-Ahit okullarında zorunlu olarak okutulan beton kültürü ve emlak bilgisi derslerinden birine misafir oluyoruz.)

Müderreis: Arkadaşlar, bugün sözlü sınavı yapacağım. 

Sınıf: Oooo.. (derin bir uğultu ve arkasından fısır fısır konuşmalar...)

Öğrencilerden biri: Hocam, keşke haberimiz olsaydı, çalışıp gelirdik...

Müderreis: İnşaat işi, sizin hazır olmanızı beklemez. Her zaman hazırlıklı olacaksınız, fırsat çıktı mı hemen başlayacaksınız. İlk dersimizin konusuydu, hatırlayın... O dersi anlayıp hazır olanlar bugün hiç sıkıntı yaşamayacak. Listeden seçiyorum, Salih... Kalk bakalım ayağa...

Salih: Buyrun hocam... 

Müderreis: İmar’ın şartı kaçtır?

Salih: Ihm... şey, beş diye hatırlıyorum. Beşli reçete diye de bilinir...

Müderreis: Say bakalım şartları o zaman...

Salih: Ehm, kem küm... Hatırlayamadım hocam.

Müderreis: Otur yerine, sıfır. Cengiz, sen say bakalım imarın şartlarını...

Cengiz: Hocam tuzaklı soru bu, imarın şartı olmaz. İmkân bulunan her yerde imara başlanır. 

Müderreis: Aferin, Cengiz sana bir vergi indirimi daha veriyorum.

Cengiz: Sağolun hocam...

Müderreis: Kim söyleyecek bakalım, emsâl değeri nasıl artırılır?

Hasan: Öncelikle “Tövbelediye” istiğfar edilir. İstiğfar işe yaramazsa istihsanda bulunulur. İstihsanını peşin alan belediye emsali arttırır. 

Müderreis: Aferin Hasan, yüz... Veli, oğlum sen de konut duasını oku...

Veli: “Allah’ım, hastalıkta-sağlıkta, depremde-yangında, varlıkta-darlıkta, müteahhitlerimizi parasız, projelerimizi kampanyasız bırakmayacak kadar toplu konut bahşeyle. Topraklarımıza beton, yollarımıza asfalt ihsan eyle! Projeleri daim, ihaleleri kaim eyle! Tarlalarımızı arsaya dönüştür, arsalarımızı parsa toplamaya vesile kıl yarabbi....”

Müderreis: Aferin, Veli... Babası ağa olan Ali de bize söylesin bakalım: Bir müteahhit nasıl imar eder?

Ali: Ruhsatla hocam. Ruhsat varsa onunla imar edilir, azimete hiç bakılmaz. 

Müderreis: Doğru. Peki, ze-kat mülkiyeti (zemin kat mülkiyeti) kimlere verilir?

Ali: Zemin katlar için ayrı bir mülkiyet kanunu yoktur. Diğer bütün katlarla aynı şekilde kat mülkiyeti alınır. 

Müderreis: Bravo, dersi iyi takip etmişsin. Ferit sen söyle; diyelim ki, Samanyolu Galaksisinde bir karadelik ortaya çıktı ve güneş sistemimiz de oraya doğru gidiyor. Ne yaparsın?

Ferit: Hocam, bütün malı mülkü satıp, parasını fakir fukaraya dağıtırım, tövbe istiğfar ederim.

Müderreis: Çabuk pes ettin Ferit... Bakalım, başka bir fikri olan var mı... Nihat, sen söyle, ne yaparsın?

Nihat: Hocam, öncelikle bir alçı yönetimi çalışması yürütür ve karadeliği ak delik haline getiririm. Renginin değişmesi büyük anlam taşır. Işık dahil her şeyin oradan geçeceğinin garantisini aldıktan sonra Andromeda Galaksisine geçiş için, “Kanal Samanyolu Çılgın Projesi” diye satarım. Kanun çıkarttırır, bütün uzay gemileri için mecburi güzergah olarak kullanılmasını sağlarım. Uzay ahalisinin önceden kullandığı solucan deliklerini Feza Hastanesi yapacağım diye bozar, ardından “Uzay Bahçesi”ne dönüştürürüm.

Müderreis: Mükemmel, sen aç kalmazsın. Arkadaşınızı örnek alın. Teşviiiik!

Sınıf: Allahuekber!!...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/beton-kulturu-ve-emlak-bilgisi-dersi_563817

Dangalakan Seçimi

 

Dangalakan Seçimi
Sefer Selfi Karikatürü

Siyasi rakibine seviyesizce hakaretler etmek ve kahve ağzıyla konuşmak maalesef vaka-yı adiye kabul edilmeye başlandı, en çok da vaka-yı AK’iye haline geldi. Bakan ve milletvekilleri dahil her seviyeden partili, üstlerinden örneklerini gördüğü bu tarzı benimsiyor.

AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan, “2023 Çanakkale’ye dünyanın en büyük köprüsünü yapanlar ile köprüyü sadece polemik konusu yapıp oradan bizi denize dökeceğini düşünen dangalakların seçimi olacak” dedi.

“Denize dökmek” de dahil olmak üzere, geçmişte “haç ile hilalin mücadelesi”, “Esenyurt düşerse Kudüs düşer, Mekke düşer” gibi tabirler kullandıklarına bakılırsa bu AK zevat, seçime değil savaşa hazırlanıyor olmalı. Hatta, zannedersem şu anda bile savaş içerisindeler; yaptıkları yolları polemik konusu haline getirip öğüten “yol değirmenleri” ile her daim mücadele ediyorlar. Silahtarlıklarını da Sanço Bahça yapıyor. 

Bir seçimin sonunda, kazanan taraf nasıl bir yetki elde ediyor ki, kaybedenler ya da kaybetmeye yakın görünenler, toptan denize dökülme veya kökünün kurutulması gibi bir katliam senaryosu çizebiliyorlar? Böyle bir yetki var mı? Varsa bunu kim, ne zaman verdi? Yoksa, milletin gözünün içine baka baka yalan mı söylüyorlar? Hukuk sistemini nasıl bozdular ki, haklı olan ve haklılığını yedi düvelin bildiği insanlar bile haklarının korunduğunun/korunacağının garantisini hissedemiyor?

Tabii, bu endişeyi, hakkı ve yetkisi yokken kendine muhalif olan herkesi toptan bir anlayışla terörist, hain ilan edip, suçlu suçsuz ayırımı yapmadan insanları hapislere tıkan, kanunsuz mahkemesiz işinden uzaklaştırdıkları kişilere “ağaç kökü yesinler” diyenler taşıyorsa, herkesi kendileri gibi bilmemeleri gerektiğini hatırlatmak lâzım. Meşhur bir fıkradır: Günün birinde iki kör, birlikte bir tepsi dolma yiyormuş. Körlerden biri diğerine “dolmaları çifter çifter yeme!” demiş. Şaşıran diğeri “sen de körsün, çifter çifter yediğimi nereden çıkardın?” diye sorunca, ilki “ben öyle yiyorum da ondan...” diye cevap vermiş. 

Pekiyi, savaş-düzeltiyorum- seçim için 2023 acaba doğru bir tarih mi? Her gün her şeyin fiyatına zamlar gelirken, markete girip neredeyse hiçbir şey almadan çıkmanın maliyeti 250 lirayı bulmuşken, sabit gelirli insanların varlıkları enflasyon ve pahalılık karşısında dakika dakika erirken, ev ve kira fiyatları arşa ulaşmışken, araba almak ülkenin büyük çoğunluğu için artık ulaşılamayacak bir hayal olmuşken, arabası olanlar, benzin fiyatından mütevellit arabasını çıkarmaya korkar hale gelmişken seçim mi yapılır?

Doları tutmak için rezervleri boşaltmışlar, “eyt-uyt”larla yürüttükleri dış siyaset sonucu içinde hapsolduğumuz diplomatik yalnızlık, dışarıdan yatırım ve para gelişini engelliyor, gelenlerin maliyetlerini korkunç derecede arttırıyor. Bu şartlarda gidilecek seçimi iktidar kaybedebilir.

Seçimlerin 2040 yılına kadar ertelenmesine ne dersiniz? O zamana kadar, müteahhitlere garanti parası taahhüt edilen şehir hastanesi, köprü, otoyol, alt-üst geçitler, havalimanları ve bilumum YİD projesinin garanti süreleri dolmuş olur. Yandaşları üzmemiş oluruz. O güne kadar swap-mwap, bir şekilde idare ederiz. 

2040’ın ilk yarısı 20’dir. Cumhur ittifakı, iki ana partiden oluştuğu için yirmiyi iki ile çarpıyoruz, kırk yapar! Aynı zamanda 1040 yılında yapılmış olan Dandanakan Savaşı’nın 1000. yıl dönümü! Bu vesileyle, 2040 seçimini Bülent Turan beyin ifadesinden yola çıkarak “Dangalakan Seçimi” ilan edebiliriz. Vatana, millete şimdiden hayırlı, uğurlu olsun...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/dangalakan-secimi_563437

Öne Çıkan Yayın

İthalya Cumhuriyeti

  İthalya Cumhuriyeti Bundan çok çok zaman önce, buradan uzak mı uzak bir ülke varmış. İyi-kötü, kendi ihtiyaçlarını üretebiliyor ve kimse...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: