Bu Blogda Ara

Arşiv

Körfez’deki üç beş papel...

Körfez’deki üç beş papel
Sefer Selvi Karikatürü

 

Seçim sonrası hayata bomba gibi başladık. Patlama yapmamız an meselesi. Saymaya şimdiden başlayabilirsiniz ama unutmayın; bizde geri sarım ve geri sayım yoktur! Her şeyde daima ileri gideriz.

Ekonomiye bakın mesela; bir bütçe bize yetmedi, biliyor musunuz? O kadar büyüdük ki ikinci bir bütçe daha oluşturduk. Vatandaşımız da o kadar fedakâr ve cömert ki... Adeta, “Gözlerini gelirimden ayırma hiç, ayırma hiç ne olur. Yaksın maaşımı vergiler, zamla zamla artsın fiyatlar... Ellerini ceplerimden, alma sakın, alma sakın ne olur...” diye şarkı terennüm ediyor.

Vatandaşımız civanmert diye bütün yükü onun sırtına yükleyecek de değiliz tabii... Çok şükür, hesap biliyoruz. Aman diyeyim, hesap bilmeyenlerden uzak durun. Lafı bile var: “Hesabını bilmeyen kasap ne satır bırakır ne masat...” Hele ki, kendisinden sadır olan kelamdan, iki satır kitap okumadığı belli olan kasap, sucukları satarken “elif, be...” diyorsa dindarlığınızı satın alıyor demektir.

Kasap, satır, bıçak, kaşık falan derken nedense aklımıza Suudi Prensi geldi. Kendisi ile yakınlaşıp bir para zuhuratında bulunmasını istediğimizde, ehl-i muhalefet ona katil dediğimizi iddia etti. Böyle bir şey olabilir mi? Biz kendisine “katil” demedik, “katıl” dedik bir kere. Şahlanma hamlemize sen de katıl, bizimle birlikte uçarsın manasında...

Ne diyorduk, ülkemizi rahatlatacak parayı bulmak için Körfez ülkelerine gittik. Elimiz boş gitmedik haliyle oraya, her bir şeyhe bir TOGG araba hediye ettik. Adamlar şaşırdı, gerekirse “TOGGadanak” diye bir on milyar TOGG daha süreriz. Ne oluyor demeye kalmadan TOGGadanak bir on milyar TOGG daha... Körfez’den heybemizde para, anlaşma ve hepsinden önemlisi umutla döndük. Şiiri bile var; “Körfez’deki dolgun paraya bak göreceksin...” diye başlıyor. Elimizi sallamadan milyar dolarların ellisi göz kırptı bize. El dediysem dört parmağı açık el değil ha... Onun zamanı geçti, unutun artık onu. O halde buyrun, şarkısını da söyleyelim:

“Körfezdeki üç beş papel

Söyletirler şarkı gazel

Rezervimizde park edelim

Güzel günler ömre bedel

Swapımdaki TL’ler gibi

Çölden gelen dolar gibi

Kasamızın sultanısınız

Bakmayın bize eller gibi”

Her güzel haberde olduğu gibi bu müjdemizi de şüpheyle karşılayan ehl-i fesat, “Bu paralar ne karşılığı verildi? Memleketi mi sattınız? Hani bizim yüzyılımız başlamıştı ve şahlanıp uçuyorduk, neden paraya ihtiyacımız oldu? İşler kesat mı?” diye sormaya başladı.

Evvela, bir şarkı ile duyuralım:

“Duyduk duymadık demesin hiç kimse

İşte ilan ediyorum herkese

Oh oh oh, çok şükür dostlar

Benim de artık bir asset’im var

Hasedinden çatlasın düşmanlar

Benim de artık bir asset’im var”

Asset’lerimizden hangisini kime satacağımızı biz çok iyi biliriz. Nasıl ki, kardeşimiz Esad’la yakınlaşmak istiyoruz ama zalim Esed bizim Suriye’deki varlığımızdan rahatsız oluyor... İyi olan Esad, kötüsü de Esed yani. Onun gibi, kaynaklarımız arasında assetler kadar essetler de var. Hiç merak etmeyin, assetlere dokunmayıp essetleri satacağız inşallah... 

 Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/korfez-deki-uc-bes-papel_585320

Çorba Kanun

Çorba Kanun
İbrahim Özdabak Karikatürü

 

Bütçeye vergiden akışlarla ve maaş zamları sebebiyle emeklile için can yakışlarla dolu bir torba kanun daha Meclis'ten geçti. Ne olduğunu çözmeye, kârda mı yoksa zararda mı olduğunu anlamaya çalışan vatandaşlar tarafından mutlu-mutsuz bakışlarla karşılanan torba, havuz medyası tarafından her kanun ve icraatta olduğu gibi, muhteviyatına bakılmaksızın alkışlarla geçti. Onlar zaten “titaniktidar” gemisinin her kararını tamburlarla kemanlarla duyurmaya çalışan orkestrası olma görevini üstlenmiş durumdalar: “Durmak yok, çalmaya devam...”

Torba kanun, alakalı-alakasız, pek çok kanunla ilgili düzenlemeyi tek bir madde ile yapmayı öngören bir pakettir. Her bir kanun maddesinin ilgili komisyon tarafından incelenerek raporunun oluşmasına, kamuoyunda tartışılmasına meydan vermediği için eleştirilen bu sistem, AKP’nin bir alamet-i farikası oldu gibi. Tarihte emsali olmayan sayıda torba kanun tasarısı, mevcut iktidar dönemlerinde Meclis’ten geçip kanunlaştı.

Torbada desteklediğin ve desteklemediğin kanunlar olabilir. Ya hepsini birden kabul edeceksin ya da külliyyen reddedeceksin deniyor vekillere. Kendine ait bir fikri olmayan veya fikrini kullanmak yerine reislerinin talimatlarını gözü kapalı dinleyen vekiller için, kendilerini defalarca el kaldırıp indirmekten kurtaran sihirli bir formül adeta.

Akla gelen her konunun içine dahil edilmesi sebebiyle torbaya benzetilmiş muhtemelen. Ancak kişileri toptan bir kabul ve reddetmeye zorladığı için aslında “zorba kanun” da denebilirdi pekâlâ. Z harfindeki iki keskin dönüş de işin ruhu ile uyumlu olurdu.

“Çorba Kanun” tabirini kullanmak da mümkün aslında. Çorbalarda genellikle farklı malzemeler bir araya getirilip kaynatılır ve piştikten sonra bileşenlerini birbirinden ayırmak mümkün olmaz çoğunlukla. Ayrılsa bile kendi asli tadını kaybetmiştir ve çorbanın bütünlüğü içerisinde yeni bir tat kazanmıştır. Torba kanunların Meclis’ten genel olarak geceleri ve hatta sabaha karşı saatlerde geçtiğini biliyor muydunuz? Öyle zamanlar ki, vekillerin açlıktan karnı kıyılmaya başlar. Çorba kanun Meclis’te kabul edildiği anda bir çorba servisi de yapılsa fena mı olur? Bu uygulama ile vekillerimizin devamsızlık yapmasının önüne geçilir. Demokratikleşme çabamıza katkı çorbası fikrini Meclis veya ilgili bir bakanlık muhakkak değerlendirmelidir.

Çorba dediğimiz şey, her ne kadar yemek kategorisinde olsa da, kendisi ile yaşadığımız gıdalanma biçimini “içmek” fiiliyle belirtiyoruz. İçmek ve ilgili bakanlık deyince benim aklıma İçişleri Bakanlığı geldi. Bütün içişleri kontrol etme görevlerinin bir muktezası olarak düşünebilirsiniz. Meselâ, “Kola içmek istemiyorum, hatta kolayı protesto etmek istiyorum, ne içmeliyim?” sorusunu İçişleri Bakanı’na sorabiliriz. Bu soruya verebileceği fantastik bir cevabı olduğundan eminim.

İçişleri Bakanlığı’nı ilgilendiren bir diğer konu da çay içişleri olabilir. Özellikle zayıflama çayı alım satımı ne kadar karlı olabilir, lüks arabalar almak için o ticaret yeterli olur mu gibi sorularla başlanabilir. Geçtiğimiz haftalarda, adeta “Maserati’m var, asabiyim ben” şarkısını terennüm edercesine trafikte bir avukatla kavga eden polis memuru, lüks arabasıyla gündeme gelmişti. Arabanın, zayıflama çayı ticareti yapan eşinin adına kayıtlı olduğu ortaya çıkmıştı. Bu vak’adaki polis memurunun bir kaç gün önce gerçekleşen şüpheli ölümü, kimlerin kimlerle neler yiyip içtiklerinin sorulması gerektiğini ortaya koyuyor

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/corba-kanun_585027

SağanAK

SağanAK
İbrahim Özdabak

 

Seçim öncesi açılan muslukların boşalttığı hazine havuzunu doldurma çalışmaları başladı. Termometrelerin yükseldiği Temmuz başında, vergilere düşen cemre’smi gazete ve vergileri çakan Şimşek, iğneden ipliğe her şeyin fiyatına sağanAK sağanAK gelecek olan zam yağmurlarının müjdecisi oldu. 

Temmuz ayının ilk haftası itibarıyle bazı vergilere gelen artış oranları:

·         MTV zammı %100 oldu

·         Tütün ve alkollü içeceklere %14,82 ÖTV zammı geldi

·         Kurumlar vergisi oranı %25 arttı

·         Harçlar %50 oranında yükseltildi

·         KDV %18'den %20'ye, %8'den %10'a çıktı (KDV oranı %8 iken %20’ye çıkan ürünlerde katmerli artış anlamına geliyor)

·         Yolcu beraberinde getirilen telefonlar için IMEI kayıt harcı 6.091,30 TL'den 20.000 liraya çıkarıldı

·         Tüketici kredilerinde BSMV %50 artırıldı

·         Şans oyunları vergisinde %100 artış oldu

 

Vatandaşa düşen “hoptek” oynayarak türkü söylemek olacak galiba:

“KaDeVe’nin boyu kavaklar

Bizi yüzde yirmi paklar

Ben zamlara doyamadım

Doysun zevat-ı AK’lar

Hadi gülüm yandan yandan yandan

Biz korkmayız vergiden zamdan

Oy Bulancak Bulancak

Paramız pul oldu ancak

Enflasyonun hesabı

Elbet birilerinden sorulacak”

Dolar ve Euro fiyatına endeksli olarak neredeyse günlük olarak yeniden düzenlenen fiyatlar, vergi zamları sonrası bize “Türkiye Yüzde Yüzyılı” yaşatacak gibi görünüyor.

Yeni vergilere, gelir artırıcı unsur gözüyle bakılıyor olabilir, ancak artan ve eklenen her bir vergi, vergi kaçıran veya vergiden kaçınan kişilerin sayısını artırıyor. Vergileri düzenleyenler, bu hususu da göz önüne alıp hesaplarını ona göre yapıyor. Vergi arttıkça kaçan oluyor, kaçanlar arttıkça vergiler yükseliyor. Olan, bütün yükümlülüklerini kitaba uygun olarak yapmaya çalışan düzgün vatandaşlara oluyor. Kaçıranların önünde sonunda ceza ödeyeceğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, zira gelecek olan ilk seçim öncesinde ilan edilecek vergi affı sayesinde o cezalar ortadan kalkacak.

Vergilerde yüzde yüzlü oranlarda artışı kendine hak olarak gören devlet, kira artış oranlarını azami %25 olarak düzenleyebiliyor. Yakında kanun olarak da muhtemelen Meclis’ten geçecek bu düzenleme. Kiracıyı korur gibi görünen bu kanun acaba gerçekten öyle çalışıyor mu?

İlk olarak kurallara uyan makul kiracı ile kanun tanımayan ev sahibi örneğine bakalım. Ev sahibi, kiracısının ne kadar düzgün bir insan olduğuna bakmadan ve uzun yıllar boyu kiracısı olması hasebiyle aralarında gelişmiş olması muhtemel hukuka aldırış etmeden piyasa şartlarına uygun ve belki de daha yüksek bir artış oranı teklif edip beğenmiyorsa kiracısının evden çıkmasını ister. Kiracı, kanuni şartları öne sürerek %25’ten fazla bir artışı kabul etmediğini ifade eder ve böylece çatışma başlar. İllegal hareket etmeyi kendine bir dert olarak görmeyen ev sahibi kavga ve cebir yoluyla kiracıyı evden çıkarır.

İkinci örneğimizde nizama uyan bir ev sahibi ve kural tanımayan bir kiracı var. Ev sahibi, her sözleşme yenileme zamanında kitabî düzenlemeye uyduğu için TÜİK enflasyonu ile artış yapmıştır ve takdir edersiniz ki bu da piyasa gerçeklerinin epey gerisine düşen rakamlarda kalmak anlamına gelir. Kira düzenlemesi, kira miktarını değil artış oranını içerdiği için kanunen yapılabilecek zamla birlikte yeni kira çok komik bir ücrete tekabül edecektir. Halden anlamayan kiracı, ev sahibine kanunu göstererek, beğenmiyorsa mahkemeye gitmesini söyler.

Neticeten, vergi artışları ve kira düzenlemeleri gibi kanunlar maalesef kanuna uyan, makul insanların lehine çalışmıyor. Neredeyse her gün, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir kiracı-ev sahibi çatışması haberi görür olduk. Haberi izleyenler fırsatçı kiracı veya paragöz ev sahibi diyerek karşılıyor, aradan sıyrılan devlet de elinde çekirdekle olan biteni izliyor.

Çok da içinizi karartmayın; çok şükür, bir çok yerden petrolümüz fışkırıyor, Karadeniz gazımız çıkarılmaya başlandı. Ankara-İstanbul arası mesafeyi 7 liralık elektrik harcayarak alan araçlarımız yollarda, yerli uçağımız göklerde, milli gemimiz sahilden sahile fink atıyor. Bu Temmuz sonunda ekonomide öyle bir sıçrayacağız ki, İngiltere ve Almanya bizi kıskanacak... Az sonra...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/saganak_584723

Zübde-i âlemden züppe-i âleme...

Zübde-i Alemden Züppe-i Aleme


“Hoşça bak zatına ki zübde-i âlemsin sen” diyen Şeyh Galip sözünün dinleneceğini ve daha da önemlisi bu sözle amel etmenin çok fazla abartılacağını muhtemelen düşünmemiştir. Günümüz insanı, kendi zatına o kadar hoşça bakmaya başladı ki, neredeyse kendisi dışında hiçbir şeyi görmüyor artık.

Şeyh Galip’in yaşadığı dönemlerde başlayan Sanayi İnkılâbı ile birlikte büyük makineler üretimde kullanılmaya başladı. Fabrikalarda seri üretim için buharlı ve güçlü makineler kullanımı çalışanların çok nitelikli olması gerekliliğini kısmen ortadan kaldırdı. Bu durum, işverenlerin hırsları ile birleşince işçileri günde 20 saat çalıştırmaya başladılar. Kadın-çocuk dinlemeden, cüz’î ücretler karşılığında ve dinlenmeye fırsat vermeden, nem, havalandırma, ısıtma-soğutma açısından kötü ortamlarda, temizlik ve sağlık şartlarına çok da dikkat edilmeden, köle gibi insan çalıştırılabiliyordu, çünkü kişilerin önemi yoktu ve sistem devam etmeliydi. Parası ve gücü olanların sözü geçtiğinden, sıradan insanlara “Senin fikrinin ne ehemmiyeti var vasat herif?” deniyordu. “Horgörü” zirveye çıkmıştı yani…

Genel olarak empati duygusunun yokluğu hoşgörüsüzlüğü meydana getirir. Güce dayanan ve odak noktası menfaat olan sistemlerde empati ve hoşgörü olmaz. “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne” ve “Sen çalış, ben yiyeyim” cümleleri maalesef toplumsal katmanlar arasındaki düşmanlık duygularını besler ve hoşgörüyü öldürür. Gücün doğasında tahakküm vardır, başkalarını yutarak beslenir. Menfaat de, en yüksek seviyeye çıkmak için yapılan her şeyi meşru gösterir. Güç rekabeti ve menfaati paylaşamama sonucu tarihte pek çok savaşlar çıkmıştır.

Eskiden, toplumlar büyük bir insan gibi davranırdı. Toplumu oluşturan farklı kesimler, vücudun farklı azaları gibi, kendilerine biçilmiş olan toplumsal rollerini yerine getirirdi. Kesimler arası geçişkenlik çok azdı. Herkes kendi rolünü kabullenmiş görünüyordu. Soylu değilseniz, soylu olabilmek için elinize uygun fırsatların geçmesi ve insanüstü bir çaba göstermeniz gerekebilirdi. Soylu birinin köle veya esir olması, savaşta ülkenin büyük bir yenilgi alması veya kralın hiddetini celb edecek bir kusur işlemesiyle mümkündü. İnsanlar, başka ülke-şehirlerdeki hayatları veya kendi gibi olmayan sınıflardan insanların yaşayış tarzları hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değildi. Göz görmeyince gönüller farklılıkları hissetmiyordu ve hoşgörü göstermek daha kolaydı.

Günümüzde ise, iletişim ve ulaşım imkânlarının artışıyla birlikte, insanlar başka şehirlerde veya başka ülkelerde yaşayanların hayat tarzlarını kolayca takip edebilir oldu. Farklı sosyo-ekonomik sınıflarda olan insanların nasıl giyindikleri, neler yiyip içtikleri, hangi ortamlara takıldıkları artık anlık olarak takip edilebiliyor. Elit sınıflardan aşağıya doğru akan küçümseme ve kibir dalgası, avamdan yukarıya doğru haset ve düşmanlık duygularını körüklüyor. Haliyle, hoşgörüsüzlük de bu durumda etrafa yayılıyor.

Eskiye oranla fırsat eşitsizliği ciddi manada azaldı, en azından bilgiye ulaşma noktasında isteyen ve aynı çabayı gösteren herkes aynı bilgiye erişebilir oldu. Bugünün her bir insan ferdi, sahip olduğu bilgi ve kullanabildiği teknik imkânlar açısından eski zamanların birer ülkesi gibi oldu desek yanlış olmaz herhalde. Ortalama bir gelir sahibi vatandaş, ortaçağ imparatorlarından daha iyi şartlarda beslenebiliyor, konfor, hijyen ve sağlık imkânları kıyas bile kabul etmez. Bu da zihinlerin “ene”lere yoğunlaşmasına yardımcı oldu. Eskiden “Enel Hakk” diyen yanlış anlaşılmış ve idam edilmişti, bugün “enelpi” (NLP) diyenler, “Şöyle aslansınız, böyle kralsınız… Yeter ki isteyin, her şeyi yapabilirsiniz. Âlemi değiştirecek güç içinizde” sözleriyle benlikleri şişirenler ise yüceltiliyor.

“… büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritme” fikri nefislere zor geliyor. Bu benzetme manidardır, çünkü su donunca, kütlesi aynı kaldığı halde hacmi artar ve gerçekte olduğundan büyük bir yer kaplamaya başlar. Kendini olduğundan büyük görmesinin sırrı burada olmalı. Bu geçici şişkinlik buzun su üzerinde yüzmesini sağlar ki, bu da buza üstten bakma ayrıcalığı verir.

Teknolojik trendler mi insanları değiştirir, insanların davranışı mı teknolojiye yön verir konusu tartışmalı. Öyle veya böyle, ortada birbirini besleyen ve tetikleyen bir çevrim var gibi görünüyor. Her durumda bir düşünce ötekinin hem sebebi ve hem de sonucu. Sosyal medya, internet araçları ve mobil cihazlar, “egosantrik” (her şeyi kendine dayandırmak, kendine bağlamak, kendine indirgemek, her şeyde kendi görüş açısından hükümde bulunmak, her şeyde kendini esas almak ve kendi fikrini, mantığını ve duygusunu hareket noktası, örnek, ölçü ve merkez almak eğilimi) bakış açısının neşv ü nema bulması için elverişli ortamlar. Kendini evrenin merkezinde gören, ahvâl-i âlem hakkındaki fikirlerini bütün cihana bir deklarasyonla duyuran, yeri geldiğinde sağa sola haddini bildiren, resimlerini, hislerini çevresindeki diğer insanların beğenisine sunan ve beğeni/onay aldıkça kabaran nefisler için nefis araçlar…

Dünyayı evimize, hatta cebimizdeki cihazların içine getiren araçlar, aynı evde ve aynı odada yaşayan insanların birbirinden çok farklı dünyalarda yaşamasına sebebiyet verebiliyor. İlgilenmediği veya hoşlanmadığı kanal/kişileri engelleme özelliği, farklı düşüncelere ve görüşlere tahammül etme zahmetini ortadan kaldırıyor. Bir yankı odasında sadece kendi gibi olanlarla hemhâl olanlar gerçek dünyadan kopuyor. Önyargılara dayalı düşünen, sabırsız ve kimseye güvenmeyen insanların hoşgörüde bulunması da zor olur tabiî…

İnteraktif ortamlarda herkes kendine bir yankı odası oluşturmuyor veya kendisini böyle odalara hapsetmiyor. Online platformlarda görünme işinden para kazananlar da var, şöhret duygusunun tatmini için bir araç olarak kullananlar da. Etkileşim almak, sürekli gündemde kalmak ve daha geniş takipçi/izleyici kitlesine ulaşmak için akla hayale gelmedik şaklabanlıkları yapanlar birer “fenomen” olmak istiyor. Zübde-i âlem iken, züppe-i âleme dönüşüm gerçekleşmiş oluyor…

Link: Zübde-i âlemden züppe-i âleme | Genç Yorum (gencyorumdergisi.com)

Öne Çıkan Yayın

Doktor Nasıl Kalsın?

  İbrahim Özdabak Karikatürü Önceki yazımızda hastaların MHRS üzerinden randevu alma sıkıntılarından bahsettik. Sistemin yapısında probl...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: