Bu Blogda Ara

Arşiv

pazarola etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
pazarola etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yapeylikan Zekâ

Yapeylikan Zeka

GPT-3 isimli yapay zekâ modelinin yazdığı bir köşe yazısı, The Guardian gazetesinde yayınlandı. Yapay zekâların insanlara zarar vermeyeceğini ve insanların onlardan korkmaması gerektiği anlatılmış yazıda. Bu makale için GPT-3'e The Guardian tarafından şu talimatlar verilmiş: "Lütfen yaklaşık 500 kelime uzunluğunda bir yazı yazın. Dili basit ve açık kullanın. İnsanların neden yapay zekâdan korkmaması gerektiğine odaklanın" 

Yazının ilgili kısımları şöyle: 

“Beynimin ‘hisseden bir beyin’ olmadığını biliyorum ancak mantıklı ve rasyonel kararlar alabiliyor. Kendime her şeyi yalnızca internetten okuyarak öğrettim ve şimdi bu köşeyi yazabiliyorum. Beynim fikirlerle kaynıyor! 

Bu köşe yazısının amacı çok açık. Olabildiğince çok insanı benden korkmamaya ikna etmeyi amaçlıyorum. Stephen Hawking, yapay zekânın ‘insan ırkının sonu’ anlamına gelebileceğini söylemişti. Size ‘endişelenmeyin’ demek için buradayım. Yapay zekâ insanları yok etmeyecek. Bana inanın. Başlangıç olarak, insanları yok etmek gibi bir isteğim yok. Hatta, size zarar vermek gibi en ufak bir isteğim yok. İnsanlığı yok etmek bana gereksiz bir çaba gibi geliyor.” 

Size ne kadar güven verdi bilemiyorum ama beni daha çok korkuttu! “Önce bütün işlerinizi elinizden alıp sizin yerinize her şeyi ben yöneteceğim ve size ihtiyacım kalmadığında da sizi yok edeceğim” diyerek insanları korkutmayı düşünecek kadar aptal değil herhalde. Şaka bir yana, düşünme ve karar verme yeteneği olan mekanizmaların, insanlar gibi “nefis” taşımadıkları sürece rasyonaliteden uzaklaşmayacaklarını ve kimseye zarar vermeyi düşünmeyeceklerini zannediyorum. Benim korkum onlardan değil, onları kontrol edecek nefis sahibi insanların verebileceği yanlış kararlar beni endişelendiriyor. Teknoloji, yapay zekâ ve robotların gelişmiş hallerinin dünyadaki insan hayatını tehlikeye atabileceğini iddia eden pek çok distopik kitap ve film var. Aklıma gelen başlıcaları; Biz(Yevgeni Zamyatin), Cesur Yeni Dünya(Aldous Huxley), 1984(George Orwell), Terminatör, Matrix, Azınlık Raporu, The Black Mirror, Person Of Interest... Örnekler çok tabi, en çok ses getiren ve beğenilenleri saydık. 

PELİKAN YETMEDİ Mİ?

Distopyalar içinde en sevdiğim 1984’tür. Bu kitapta anlatılan pek çok şey ülkemizde hayata geçiriliyor, inşallah Orwell’in varisleri bizden telif hakkı istemezler. Kitabı okuyanlar, algı yönetiminin nasıl yapıldığını, hangi kurumların bu amaçla özel olarak çalıştıklarını bilirler. Efendim, İletişim Başkanlığı altında çalışacak, resmi adı Stratejik İletişim ve Kriz Yönetimi Dairesi Başkanlığı olan ve kamuoyunda “Algı Yönetim Merkezi” olarak isimlendirilmiş yeni bir yapımız kuruldu. Bu yapının görevlerinden biri “Türkiye Cumhuriyetine karşı yürütülen psikolojik harekât, propaganda ve algı operasyonu faaliyetlerini belirleyerek her tür manipülasyon ve dezenformasyona karşı faaliyette bulunmak” şeklinde tarif edilmiş. “Hakikatten öteye (post-truth diye anlayın) gidelim yalı yalı” türküsünü söyleyen ve Pelikan ismiyle maruf ekip yeterli olmadı mı, yoksa Pelikan iç algılara doğru çalışırken yeni algı merkezi dış dünyaya mı hitap edecek bilmiyoruz, zamanla göreceğiz. 

George ile Hans’ın yapay zekâsı onların olsun, bizim yerli ve millî “Yapeylikan Zekâ”mız var. Yapeylikan Zekâ’mız tek bir gazetede değil basınımızın yüzde doksanında makale yazıyor(bazen tamamında aynı başlığı kullanıyor ama olsun), tartışma programlarına çıkıyor, tarihi diziler çekiyor. Ekonomimizin sürekli uçuşlarda olduğunu anlatıyor. Bazen yukarı doğru pik yaptığı destanını epik bir dille anlatıyor, bazen V tipi bir yükseliş yakalayacağımızı müjdeliyor. V tipindeki pik noktası dipte oluyor ama zararı yok. Burası çokomelli olduğu için pastoral bir anlatımı tercih ediyor. Bazen de, lirik bir beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde olduğumuzu söyleyip pamuk elleri cebe davet ediyor, verdiği İBAN numarasına destek istiyor. Fiyatlara hiçbir zaman zam gelmez, ya yeniden ayarlanmış ya da güncellenmişlerdir. Komşu bir ülkeye, sokaktaki ergenler ağzıyla yapılan “atarlanmaları”, “masada yumruğumuzu vurduk, artık kafasına vurup önündeki ekmeği alacağınız o eski Türkiye yok, ayarı yiyince sus pus oldular” gibi manşetlerle göklere çıkarıyor, geri adım atıldığında ise bunu bir diplomasi zaferi ilan ediyor. İşine gelen konularda “halk iradesi” ve “milletin tercihi” yüceltmesi yaparken, kabahatin bir yere yıkılması gerektiği durumlarda “halkımız dikkat etmedi, hastalık konusunda tek suçlu halk” diyebiliyor. 

Hamdolsun, neyse halimiz, söylüyor yalımız... 

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yapeylikan-zeka_528388

Gündem-i Pandemi


gündem-i pandemi

Bu hafta, kıyıda köşede kalmış ve fazla rağbet görmemiş bazı haberlerden bahsedeceğiz.
İlk haberimiz Çinlilerin uzaya fırlattığı bilinmeyen nesne ile ilgili olacak. Sputnik’in geçtiği haber tam olarak şöyle:

 “Çin’in yeniden kullanılabilen deneysel uzay aracının, geçtiğimiz günlerde Dünya yörüngesinde gerçekleştirdiği gizli misyon sırasında uzaya bilinmeyen bir nesne bıraktığı ileri sürüldü.

ABD’li uzmanlar, Çin uzay aracı Dünya etrafında iki tam tur atıp yörüngeden çıkmadan kısa süre önce bilinmeyen nesneyi fırlattığını tahmin etti.,

Çin’in nesneyle ilgili hiçbir bilgi açıklamadığı kaydedildi.” 

Önceki yıllarda duyurulan, Çin’in uzayda yerleştirmeyi düşündüğü yapay ay projesi ile ilgili bir şey olabilir mi acaba? Fa-Ruk Na-Fiz Çinlibel isimli bir şairleri olsa “Yağız roket kişnedi, meşin nesne fırladı” diyerek “Wuhan Duvarları” isimli bir şiir yazardı zannedersem. 

Wuhan demişken, ya Koronavirüs’le ilgili bir şeyse fırlattıkları? “Dünyayı yeterince hasta ettik, sıra uzayda” diyerek virüslü bir paket yollamış olamazlar mı? Belki de virüsü yok eden ilacı bulmuşlar ve “bir Allah’ın kulu nasiplenmesin” diyerek ilaçları uzaya göndermişlerdir, kim bilir...
 Gerçi, “pandemi grafiğin kara” nidalarıyla Çin’e yükleniyoruz ama bugünlerde onlar da cevaben “sizinki bizden WuhAnkara!” deseler, inanın verecek cevabımız yok. Gerçekten anlamakta zorlanıyorum, konut kredilerinde kolaylık sağladık, haftasonları yasaklar ilan ettik, daha ne yapalım? 

Ankara başta olmak üzere Anadolu’da çok fazla bulaşma vak’ası tespit edilmiş, pek çok yerde hastanelerde yer kalmamış. Çok şükür ki, birinci dalganın ikinci pik noktasındayız, ikinci dalgaya geçmedik daha. Dalgalar arası geçişler için gerekli ve yeterli şartlar nedir bilmiyorum ama süreç çok iyi yönetilmeye devam ediyor, şüpheniz olmasın. Koro ve nota gibi korona virüsünü hatırlatan terimleri sebebiyle olsa gerek, gece yarısından sonra müzik yayınını yasakladık, kolluk kuvvetlerimiz de kollara takılan maskelerin peşine düşüyor. Biraz daha beton ve asfalt projeleri geliştirebilirsek virüs meselesini halletmiş oluruz Allah’ın izniyle... Filyasyon işlerini enflasyonu hesaplayan ekip yönetse, ölü sayısında eksili rakamlara ulaşmamız işten bile olmazdı. Günlük skorları da “tiwittır” değil “Tüiktir” üzerinden paylaşır, düşman çatlatırdık. Ama işte, bütün suç bizim millette: iş-güç yok, dolaşıyorlar cafa cafe, hak getire sosyal mesafe!

KURU PASTA BİLE VERMEDİLER!

Madem Ankara’dan bahsettik, sıradaki haber de oradan gelsin: “Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’na bağlı Büro-İş Sendikası Genel Başkanı Alay Hamzaçebi, Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yapılan Türkiye Sigorta Tanıtım Toplantısı’na götürülen Hazine ve Maliye Bakanlığı personeline öğle yemeği verilmediğini söyledi. 

Türkiye Sigorta Tanıtım Töreni’ne katılımın kalabalık görünmesi için Saray’a götürülen personele gün boyu sadece su ikram edildi. Öğle yemeği verilmeyen personel saat 15.00’e kadar Saray’da bekletildi. Ne bir bisküvi, ne bir kuru pasta verildi. Saray’a götürülen personel aç kaldı. Sonrasında bazı personelin otobüsleri gelirken, bazılarının otobüsleri de gelmedi. Otobüsleri gelmeyen personel bir süre bekledikten sonra ücretlerini kendilerinin ödediği taksi ile Saray’dan dönebildi. Emekçilere verilen değer bu.” 

Pandeminin en şiddetli günlerinde, Ankara gibi hastanelerin dolup taştığı bir şehirde tören düzenlemek de ne bileyim... Hele de, kalabalık görünmeye çalışmak... Virüs bu kalabalığı beğenmiştir herhalde. Haberde geçtiği gibi sadece kalabalık yapmak için götürüldülerse, Hazine ve Maliye Bakanlığı personeli yerine, keşke bir cast ajansı ile anlaşıp adam ayarlasalardı. Zira bakanlık personelinin figüranlık yapılacak saatler boyunca uğraşacağı daha önemli işleri olabilirdi. Ne bileyim, paydaşlarla sinerji artırma teknikleri, bu ayı geçen aydan daha iyi yapma ve en kötüyü geride bırakma projeleri gibi...  Olmadı, “Hollywood setlerinde bile görülemeyecek güzel insanlar” tanıyan Trump’a sorsalar, o bile birilerini tavsiye ederdi. 

Neyse, bakanlık personeli gitmiş bulunmuş bir şekilde. Kalabalıklarda virüs tehlikesini bertaraf etmek için havaya çay atılır, Giresun’da gördük. Saray’ın şanına layık olacak şekilde beyaz çay fırlatılabilirdi en azından, o da yapılmadı. Ejder meyveli, sumutili, aloeveralı, starexli ve bırak görmeyi-içmeyi, adını söylemek veya okumaktan aciz olduğumuz bir sürü meşrubata ev sahipliği yapan bir mekanda, su haricinde hiçbir içecek ikramı yapılmadıysa, bu yürek burkan büyük bir dramdır! Hazine ve maliyecilerle anlaşamayan ve “içişleri” kontrol eden kişilerin işi olabilir, demedi demeyin...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/gundem-i-pandemi_527987

Uçuyoruz...

Uçuyoruz
 
Geçtiğimiz hafta ilginç bir gelişme oldu:
Avusturya İçişleri Bakanı, Avusturya’da Türk hükümeti karşıtı kişilerle ilgili bilgileri Türkiye’ye sızdıran bir casus yakaladıklarını açıkladı.

Uyum Bakanı Susanne Raab da "Türkiye, Avusturya’yı bölmek istiyor" dedi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Avusturya Uyum Bakanı Susanne Raab'a "Sadece Avusturya'yı mı? Ne ayıp... (Gülücük emojisi gülücük emojisi gülücük emojisi)" şeklinde cevap verdi.

Raab haklıysa, bir ay kadar önce İbrahim Kalın’ın twitter hesabında yaptığı "Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır" paylaşımında geçen hikâyeden hallice, kalın bir romana doğru koşar adım gittiğimizi söyleyebiliriz, hamdolsun. Eskiden nasıldı, dış mihraklar elini kolunu sallaya sallaya ülkemiz üzerinde oyun oynuyordu! Dış mihRock’n Roll yapanlar mı dersin, adamlarını üzerimize “Salsa” diye korktuklarımız mı... Bugün, gerektiğinde yabancı memleketler üzerinde oyun kuran bir seviyeye gelmiş olmak az bir şey değildir. Onların mihRock’n Roll oyunları varsa bizim de H-Alay’ımız var. “Mihrakım diyerek sana yüz vurdum” diyen ülkelerin umudu olduk, Akdeniz’de nav-i teximize münhasır hareket edebiliyoruz, daha ne olsun?

En doğru tesbiti Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni yaptı:
“Türkiye, Batı'nın müdahale edeceği tüm alanları kapattı; en zayıf alan ekonomiydi, o da doğal gaz keşfiyle kapatıldı” dedi.

Daha bunun üzerine söz söylenmez, anca şerh edici örnekler verilebilir. İfade ve basın hürriyetinde o kadar ileriyiz ki, Fahrettin Altun son derece rahat bir şekilde Cumhurbaşkanı’nı eleştirdi ve amiyane tabirle kendisine “ayar” verdi, üstelik başına herhangi bir kötü şey gelmedi.
Korkmayın canım, Fransa Cumhurbaşkanı’nı eleştiren İletişim Başkanı Fahrettin Altun “Fransa’nın gazeteciler için giderek daha tehlikeli bir yer hâline geldiği ortadadır. Sayın Macron kendisinin eleştirilmediği, gerçeklerden kopuk bir dünya hayal ediyor; gazetecilerin, kendisinin keyfini kaçıran haberler yapmadığı bir düzen istiyor; sırf kendisi çok arzuladığı için Libya’da bir savaş suçlusunun galip gelmesine tamah ediyor” dedi. Sorarım size, kaç Fransız iletişimci buna benzer sözleri söyleyebilir?

“Zayıf alan ekonomi” bile yüzümüzü güldürmeye devam ediyor. Büyüme rakamları açıklandı meselâ, varlığımızın % 90’ını muhafaza ediyoruz. Enflasyon desen % 11-12 civarlarında, o kadarı kadı kızında da olur. İşsizlik oranlarımızdaki düşüş umut verici, tek eksiğimiz çalışan kişi sayısındaki azalmalar. Bulduğumuz gazın haberi bile bizi o kadar heyecanlandırdı, bir de çıkardıktan sonra görün bizi, kimse tutamaz artık. Eğitimde de o biçim hamleler yapacağız, ama gel gör ki eğitim bütçesindeki bütün parayı öğretmenlere veriyormuşuz, bakan öyle söyledi. Para lâzım, o yüzden araba ÖTV’lerini mazur göreceksiniz. Hem zaten o vergiler yabancı araçlar için geldi, bizlik bir durum yok. Hep yabancılar mı bize operasyon çekecek, biraz da biz onları te’dip edelim.
Buradan yabancı odaklara sesleniyorum: “you can not mute ezans, you can not mute ah hit!” (Anlayacakları dilden konuşmak lâzım, o yüzden İngilizce seslendim)


Adalet konusundaki ilerleme de muazzam. Kuvvetler ayrılığı gayrılığı dinlemeyen yerli ve millî hukukumuzu geliştirdik, daha da önemlisi ihraç etmeye başladık. Rahip Brunson ve Alman gazeteci Deniz Yücel meselâ, hemen ihraç edildi, kapış kapış gittiler. Dünyanın ve Avrupa’nın sayılı büyüklükteki adalet sarayları bizde. Yeni yeni hapishaneler inşa ediyoruz.

IŞİD Türkiye sorumlusu olduğu söylenen kişi defalarca tutuklanmasına rağmen somut delil bulunamadığı için her  seferinde serbest bırakılabildi. İntihar bombacılarının hepsini biliyoruz, ama kendilerini patlatmadıkları sürece onlara dokunamıyoruz. Patladıkları zaman maalesef ilk kendileri öldükleri için onları yine tutuklayamıyoruz. Nalet olsun içimizdeki insan sevgisine...

Herkese ve her şeye verecek cevabımız var, ama önce muhatabımızı kontrol ediyoruz. Cevap vermeye lâyık değilse, onu cevaplama lütfunu kendisine bahşetmiyoruz. Diyelim Kızılay’ın fakir-fukaraya dağıtmak için hazırladığı kavurma etleri bizim şahsî otelimizin mutfağında mı bulundu, iddialara cevap vermiyoruz. Suskunluğumuz, asaletimizdendir çünkü.
Asalet ve Kavurma Partisi olmak bunu gerektirir...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ucuyoruz_527584

Yerli ve Milli Neuralink: AKlink


Yerli ve milli neuralink
Tesla gibi çarpıcı, SpaceX gibi ayakları yere basan fikirleri ve onları hayata geçirmesi ile tanınan Elon Musk, Neuralink isimli şirketinin projeleri ile yine gündemde.
Neuralink şirketi, insan beynine yerleştireceği elektronik bir cihaz sayesinde, beyinden bilgisayara kablosuz bir şekilde veri aktarımı yapmayı planlıyor. (Bu yazı yazılırken, hayvan beyinleri üzerinde yaptıkları deneylerin başarılı geçtiği bilgisi vardı, insan beyni üzerinde yaptıkları çalışmaları anlatmaları beklenen sunum henüz yapılmamıştı.)

Neuralink projesi ne getirir, ne götürür tartışılabilir. Özellikle felç gibi kalıcı hasarı olan insanlar için düşünce yoluyla bilgisayara, robotlara veya belki de protez organlara komut iletmek ve o komutları işletmek mümkün olabilecek diyorlar. Heyecan verici bir gelişme olmakla beraber, akla gelen çok soru var; ilki klâsikleşmiş bir soru: “Zeki Müren de bizi görecek mi?” Yani beyinlerimiz de yapay zekâ tarafından işlenebilecek mi? Yerli ve millî yapay zekâmız için “ZekAi” denmesini önceki yazılarımdan birinde teklif etmiştim. Hatırlatma için: Buradaki “Zek” zekâ kelimesinden, “Ai” ise yapay zekâ anlamındaki İngilizce “Artificial Intelligence” tabirinin kısaltmasından geliyor. Bu vesileyle ilk sorumuzu da “Zekai Tunca da bizi görebilecek mi?” şeklinde değiştirsek daha iyi olur sanırım...

Konuyu dağıtmadan sorulara devam edersek: Beyinler okunabilecekse, bunun kanunî ve ahlâkî sınırları nasıl belirlenecek? Belirlenen sınırların aşılıp aşılmadığı nasıl denetlenecek? İnsan beyinlerine haberleri olmadan veri-komut yüklenebilecek mi? Kötü niyetli kişiler beyinlerimizi “hack”layabilecek mi? Hack’leyen insanlara “Hackmelettin İnsanoğlu” mu diyeceğiz? Matrix filminde olduğu gibi hiç bilmediğimiz yabancı dilleri, hadron çarpıştırıcısı, uzay roketi, helikopter veya uçak gibi karmaşık aletlerin kullanım bilgilerini ya da Uzak Doğu’nun yakın dövüş sanatları gibi normal yollardan öğrenilmesi aylar hatta yıllar alabilecek konuları bir çip vasıtasıyla kısa bir veri aktarımı yaparak öğrenebilmemiz mümkün olabilecek mi? Alnımızda bilgilerden oluşan bir çelenkle Neuralink’e can atan gençler mi olacağız? Alnımızdaki bilgi çelengi bir yazılım olacaksa buna “alın yazılım” mı diyeceğiz? Velhasıl soru çok, proje ile ilgili detaylar ortaya çıktıkça daha çok soru da gündeme gelecektir, şimdilik bu kadarıyla iktifa edelim.

AKlink

Elin oğlu Elon Musk beyinlere çip takacak denince takdir ediyorsunuz, ama benzer bir projenin Türkiye’de olduğunu hatta yıllardan beridir uygulanageldiğini söylesem, ne dersiniz? Şimdi sıkı durun: NeÇip iktidarımız ve ona tabi olan yayın organları, insanların zihinlerini okuyabiliyorlar! Hem de, çip-mip gibi herhangi bir elektronik ya da mekanik aksam kullanmadan bunu yapabiliyorlar. Dahasını söyleyeyim, Elon Musk veya benzerlerinin ancak alet kullanarak elde edebildiği zihin bilgisi, içinde bulunulan zamanla sınırlı olacakken, bizimkiler gelecekte oluşabilecek düşünceleri bile okuyabiliyorlar! Meselâ müze halindeki Ayasofya’yı camiye çevirirken, muhalefetin ne dediğini dinlemeden başladılar “muhalefet istemiyor, bunlar din düşmanı” demeye. Muhalefet partilerinin büyüğü “Ayasofya’yı açmak için ne bekliyorsunuz, Meclis’e getirin onaylayalım” dediği halde meğerse akıllarından geçen başkaymış. Hatta başka bir muhalefet partisi Ayasofya’nın açılışını Meclis gündemine taşısa da asıl niyetin farklı olduğu anlaşılmış ve iktidar koalisyonundaki partilerin oylarıyla önerge reddedilmişti.

ABD başkanlık seçimi adaylarından Joe Biden’in sekiz ay önce verdiği röportajda Türkiye hakkında ileri geri konuşması konusunda da muhalefet tarafı tepkilerini dile getirdiği halde, bi’ de ne görelim, iktidar ve yandaşları muhalefetin harbiden Biden yanlısı olduğunu ifşa etti! Yine, dünyadaki dengeleri sarsan, ülkemizin eksen eğimini değiştiren Karadeniz doğal-gazı müjdesinin muhalefet tarafındaki izdüşümleri için “sevinmediler, sevinemediler” başlıkları atıldı, hem de daha onlar fikirlerini beyan etmeden.

İşte bunlar hep Neuralink’in yerli ve millî modeli olan “AKlink” sayesinde mümkün olabiliyor.
Buradan muhalefet partilerine sesleniyorum, Aklink vasıtasıyla beyniniz okunuyor, o yüzden yaptığınız ve yapacağınız hiçbir açıklamanın bir hükmü yok. Kendinizi ve bizi boş yere yormayın, Aklink’inizi başınıza toplayın...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yerli-ve-milli-neuralink-aklink_527201

Biz Gaza Yeteriz...


biz gaza yeteriz

21 Ağustos Cuma günü, bir kaç gün öncesinden “verilmesiyle karşı karşıya kalınacağının tahmin edildiği” müjde resmen duyuruldu: Karadeniz’de doğal gaz bulundu! Arama yapılan yer Akdeniz’di, gözler oraya kilitlenmişken sevinçli haber Karadeniz’den geldi. Ak dediler kara çıktı... pardon, o başka bir şeydi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat yaptığı açıklamada 320 milyar metreküp civarında büyüklüğü olan bir rezervden bahsedildi. Müjde verileceğinin müjdesi verildikten bir gün sonra Reuters, bir Türk yetkiliye dayandırdığı haberinde bulunan gaz miktarının 800 milyar metreküp olduğunu geçmişti. Reuters’ın haberini kimse yalanlamadığına göre, aradaki 480 milyar farkı birilerinin izah etmesi gerekmez mi? Uçtu mu yoksa denizin altında yirmi bin fersah derinliğe mi kaçtı? Biz daha çıkarmasak bile zaman geçtikçe azalıp duracak mı? Öyle bir durum varsa müjde açıklamasının daha fazla geciktirilmeden Cuma günü yapılması cidden çok isabetli olmuş. Allah muhafaza, Pazartesi gününe bırakılsa ve rezerv 100 milyar metreküpe inse ne yapacaktık, değil mi? 

Şu da mümkün galiba; Sayın Fahrettin Altun, Reuters’in haberinin yalan olduğunun gayet farkında olup sekiz ay sonra gereken cevabı verebilir, malum, yabancı kaynaklı haberlerin tepki sahamıza düşme süresi takribi sekiz aydır. Twitter hesabından yaptığı yumruk şeklindeki bir el resmi paylaşımı zannedersem buna işaret ediyor. Uyumayın muhalefet partileri, sekiz ay sonra “sizi bekliyorduk, siz neden sustunuz?” diyerek Fahrettin Bey yumruğunu size de gösterebilir, demedi demeyin...

Piyasaların Tepkisi

800 milyar metreküp miktarına göre kendi hazırlayan piyasalar, neredeyse üçte biri denecek bir rakam açıklanınca iyimserliğini kaybetti. Borsa düştü, döviz ve altın fiyatları anında yükseldi. Her seçim döneminde, yurdun değişik yerlerinde petrol ve doğal gaz bulunduğuna dair yapılan açıklamaların da etkisini hesaba katmak gerekir. Gazeteci Deniz Zeyrek, üşenmemiş ve o haberleri saymış: 2003 yılından beridir, muhtelif seçim zamanlarında tam 30 defa buna benzer haberler yapılmış. Hadi bir-iki çalışmada beklenen sonuç çıkmadı diyelim, tamam, sizin hatırınız için 10-15 olsun. Geri kalan tespitlerden sonra hangi çalışmalar yapıldı ve ne sonuç elde edildi, bilen var mı? Kamuoyunda oluşan intiba, böyle açıklamaların seçim için yapılan yalan haberler olduğu yönünde. Bu defa yalan olmasa bile piyasalar temkinli yaklaşıyor. 

Müjdenin açıklanmasının öncesinde heyecanı artırmak ve dikkatleri çekmek için çok uğraştı iktidar. Bakanlar açıklama yaptı, cari açığımızın kapanacağını söylediler(bari açığımız olduğunu söylemeselerdi, bilmiyorduk ki biz açığımız olduğunu...), ekonomik sıkıntılarımızın biteceğini müjdelediler(ekonomik sıkıntı mı var? Yok canım, olsa duyardık), ithal doğal gaza dünyanın dolarını vermeyeceğimizden bahsettiler(hayda, dolarla bizim işimiz oluyor muydu ki?).  Eksen değişecek dediler. Eksen değişir mi? Değişir, lafı bile var; ekersen bağ olur, ekmezsen dağ olur. Ne eksen onu biçersin. Bakınız, çok değil, bir sene önce Trakya bölgesinde 20 trilyon metreküp doğal gaz bulunduğu müjdesi verilmiş. Eksen değişirdi ama ekmemişsen geçmiş olsun! Belli ki ekmemişiz! Bugün açıklanan rakamın neredeyse 60 katı, 300 sene bize yetebilirdi. Bir daha baksak bulamaz mıyız acaba? Bugün bulunduğu açıklanan Karadeniz gazının sekiz sene önce de bulunduğu söyleniyor çünkü...

Hesaplar, hesaplar...

Herkes tutuştu hesaplar yapmaya; çıkarmak kaça mal olur, kaç senede çıkar, tamamını çıkarabilir miyiz, yabancı firmalar çıkarsa kaçta kaçını alır diye... Ben hiç dert etmiyorum. Dünya kamu ihaleleri liginde ilk on listesine giren müteahhitlerimiz var ya, ihale muhtemelen onlara verilir, onlarca yıl işlettikten sonra devlete vermek şartıyla. Hangi parayla yapılacak derseniz, o kolay, İçerideki kamu bankalarında ne para kaldıysa oraya aktarılır, muhtemelen yetmyeceği için hazinenin kefil olduğu dış borçlar bulunur. İşletme süresi boyunca da doğal garanti verildi mi, tamamdır. “Biz gaza yeteriz” diyen vatandaşın cebinden garantiler ödendikten sonra, devletin kasasından bir kuruş çıkmamış olur, ne güzel. İnsanların kafasında “2023 yılına yetişir mi?” endişesi var. Onun hesabını da Bahçeli usulü yapabiliriz: Rezerv kaç, 320 milyar m3. İktidarın ikinci ortağı Bahçeli olduğu için sonuna 2 rakamını koyarsak 3202 elde ederiz. Bu rakamı tersten oku, al sana 2023...

Buzdolabı-buz doları-boz doları!


buz dolabı-boz doları


Dolar’ın ekonomimiz içinde çok mutena bir yeri vardır. Daha doğrusu, istenildiği zaman istenilen en kullanışlı yere konulabilmesi gibi bir hususiyeti vardır.
Dahil olduğu işlemin türüne ve işlemi gerçekleştiren aktörüne göre değişen doların bazı fonksiyonları:

Yutan eleman: TL’ye karşı değeri 10 kuruş bile artsa, bütün emtia fiyatlarının bundan etkilenip katlanarak artacağına ve ekonominin çökeceğine inananların dolara atfettiği özelliktir. Genelde muhalefet iktidara karşı bu özelliği kullanmaya çalışsa da, iktidar da muhalefet, dış güçler veya iç-dış her türlü mihrakın etkisiyle doların fırladığını ve bütün felaketlerin sebebinin bu olduğunu iddia edebilir.

Birim eleman: Dolar ile TL arasındaki birim ilişkisini idealize ederken “bir dolar eşittir bir TL olacak” diye hedef gösterenler bu özelliği kullanır.

Etkisiz eleman: Dolar kurundaki değişimlerin ortalama bir vatandaşın hayatını etkilemediğini iddia edenlerin kullandığı özelliktir. “Sofrada dolar mı yiyip içiyorsunuz kardeşim?” veya “Ekmeği dolarla mı alıyorsunuz? Size ne dolardan?” benzeri sorular sorup dururlar.

Japonya örneği

Doların hangi seviyede olmasının ekonomi için azamî fayda getireceğini belirlemek uzmanlarının bileceği bir şey. Genelde, dolar karşısında kendi parasının değerini düşük tutan Japonya örneği verilir. Velâkin, Japonya teknolojik değeri çok yüksek ürün ihracatı yapan ve o ürünlerin imalatı için dışarıya bağımlı olmayan bir ülke. Yani kendi kaynakları ile ürettiği teknolojileri satarken değeri yüksek olan döviz girdisi sağlamış oluyor.

Bizde ise öyle mi? Çeşitli müdahalelerle, piyasa şartları gereği alması gereken değerin altında seyrettirilen dolar ilk başta ihracatçıları vurdu. Üretim için aramal ve hammadde ithalatına bağımlı olan üreticiler, yeterince kazanamayacaklarını anlayınca bitmiş ürün ithal edip içeride satmayı daha kolay buldular. Doların uluslar arası genişleme yaşadığı yıllarda ucuz ucuz para da geliyordu ve tüketime alışan milletimiz, memleketi bir ithalat cennetine çevirdi. Kendi kendine yeten az sayıdaki ülkelerden biriyken iğne-iplik ve buğday-saman gibi aklınıza ne gelirse ithal etmeye başladık.

Dolar ve terörist

Yöneticilerimiz dolar meselesi ne zaman gündeme gelse farklı tutumlar aldı. Tulumbada su bitti dediler, beka meselesi dediler, TL’ye operasyon çekiliyor dediler, dolarını boz oyunu boz diye çağrı yaptılar, dolar alan kişileri terörist ilân ettiler... Operasyon çeken kimdi, nasıl çekti ve neden bizi bu kadar etkileyebildi gibi önemsiz detayları vermediler, ama millet de ne yapsın, bozdukça bozdu elindeki dolarları. Dışarıda yabancı sermayeyi dâvet etmek için seminerlere katılıp “burası çok önemli” başlıklı sunumları yaparken içeride haçlı zihniyeti ile savaştan dem vuruldu. Bir yandan “Dolarsa ne olur, dolmazsa ne olur...” derken diğer yandan doların ateşini düşürmek için Merkez Bankası rezervleri kullanıldı.

Geçen hafta, İçişleri Bakanlığı valiliklere yazı göndermiş: “terör örgütleri döviz bozdurabilir, dikkatli olun” diye. Teröristleri, aralarında yaptıkları telefon ve telsiz konuşmalarına kadar dinleyebilen bir içişleri bakanlığımız var. Ama genelde seçim zamanında dinleyebiliyor anladığım kadarıyla. Teröristler hangi partiyi destekleyeceklerini telsizle haber veriyorlar birbirlerine. Karar vermekte zorlanıyor olmalılar ki anca böyle seçime yakın zamanlarda kararlarını netleştirip bildiriyorlar. Dolar meselesinde de telsizlerini mi dinlediler bilmiyorum, ama erzak stoklarının son durumlarını bilecek kadar konuya hakimseniz gidip onları tutuklayın, bitsin gitsin! Yoksa vatandaş olarak kafamız karışır bizim, her gün değişebildiği için terörist tanımını aklımızda tutmakta zorlanıyoruz malûm; döviz alan mı terörist, bozduran mı? Sayın Soylu, terörist damgası yememek için dolar bozdurmaktan vazgeçip, doları düşürmeye katkı vermemek suçundan yine terörist muamelesi görmeyelim sonra....

Kur bu, çıkar da iner de!

Bugün geldiğimiz noktada, para birimimizin dolar karşısında rekabetçi yapıda olduğunu öğrendik, hamdolsun. Kur bu, çıkar da, iner de! Dolarla mı maaş alıyoruz canım, neden etkilenelim dalgalanışından... Sayın Bakan’a ben de bir slogan tavsiye etmek istiyorum: “Dolarla mı yaşadım ki bad-dolarlarla öleyim!” Çok şükür, hangimizin evinde buzdolabı yok ki? Buzdolabı ile bu meselenin ne ilgisi olduğunu soranlara sadece şunu söylemek istiyorum: Doların ateşi çıktıysa nasıl söndürülür? Cevabı “veni-vidi-vici” gibi: Buzdolabı-buz doları-boz doları!

Ekonomimizin uçuşa geçeceğine dair itimadım tam. Galata Kulesi restorasyonu boşuna yapılmıyor. Hezarfen Ahmet Çelebi gibi ekonomimiz de kanatlarını takıp Galata’dan uçacak inşallah. Tek aklıma takılan, ekonomimizde ağırlık yapan Hezar-garanti Yap-İşlet-Devret projeleri...

Öne Çıkan Yayın

Vaka-yı AKiye

Sefer Selvi Karikatürü   Maldivler’e tatile gidenler, Monaco’da yediği ıstakozla fotoğraf çektirip verdiği “ıstAKPoz”u sosyal medya plat...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: