Bu Blogda Ara

Arşiv

pazarola etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
pazarola etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Depremin Artçı'ları

 

Depremin Artçıları
İbrahim Özdabak Karikatürü

Kış mevsiminin en soğuk zamanlarında, gece uykusunda insanları yakalayan, şiddeti büyük olan ve geniş bir alana etki eden Kahramanmaraş Depremi maalesef çok sayıda vefiyata ve dehşetli bir tahribata sebep oldu.

Bu musibet sebebiyle vefat eden insanların hükmen şehitlik sevabına mazhar olduklarını temenni ediyor, kendileri için Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyoruz. Geride kalanlara, maddi-manevi kayıplarına karşı dayanma gücü, sabır ve metanet diliyoruz. Hasar sebebiyle kaybettikleri malları, Dergâh-ı Uluhiyet’te onlar adına sadaka hükmüne geçsin inşallah... 

Son yüzyılın en büyük depremi olduğu söyleniyor, artçı depremleri bile başka yer ve zamanlarda müstakil bir büyük deprem teşkil edecek şiddetteydi. Enkaz altında sıkışanları kurtarmak, kalanların hayata tutunabilmeleri için gerekli çadırkentleri kurmak, yemek, giysi ve temizlik ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olmak için bölgeye giden, fiili olarak yardım eden, gitme imkanı ve olmayıp ihtiyaç malzemesi ve/veya para yollayan, bedenî, nakdî ve aynî yardım etmeye niyeti olup da elinden hiçbir şey gelmediği için sadece dua ederek manevi destekte bulunan herkesten Allah razı olsun, çabalarının ve niyetlerinin kat kat karşılığını sevap olarak versin. 

Deprem felaketine maruz kalmak bir kusur değildir, coğrafyamızın tabiatında var olan durumdur. Ancak, deprem kuşağında yaşadığını bilen insanların, bu gerçeğin gerektirdiği hazırlıkları yapmaması kabahattir. Felaketin boyutunu arttıran deprem ve artçı sarsıntılar değil, gözlerini para ve rant hırsı bürümüş olan art niyetliler ile jeoloji uzmanlarının uyarı ve tavsiyelerini ihmal ederek rantçılara göz yuman yöneticilerdir. 99 depreminde yaşadığımız acılar bize ders olmalıydı. Fay hatlarının genel olarak geçtikleri yerler belli, o hatların hemen üstüne bina kurmak felakete bir davetiyedir. Hattan uzak olan binaların da depreme dayanacak şekilde inşa edilmesi ve bu manada inşaatların sağlamlık denetimlerinin sıkı bir şekilde yapılması gerekirdi. En çok zarar gören yerlerin hastane binaları ve AFAD gibi kamu kuruluşları olmasına diyecek söz bulamıyoruz. 

Kriz yönetimi konusunda maalesef sınıfta kaldık. Enkaz altında kalanları kurtarmak için en kritik zaman olan ilk saatlerde koordinasyon eksikliği göze çarptı. Yardım etmeye koşan insanlar bekletildi. İnşaat sektörünü milli bir spor olarak gören ve haddinden fazla iş makinası, operatörü barındıran ülkemizde bu potansiyelimizden yeterince faydalanılamaması, madenci ve askeri birlikler gibi arama kurtarma faaliyetlerine hayati destek verebilecek unsurların çağrılmaması çok büyük eksiklik oldu. 12 Kasım’da bütün yurtta gerçekleştirilen tatbikattan aklımızda kalan “çök-kapan-tutun” tavsiyesi farklı bir şekilde işledi: İletişim altyapısı çöktü, koordinasyon çöktü. Kağıt gibi asfalt kaplanan yollar kapandı, twitter kapandı, vatandaşla yapılan röportajda, şikayet etmeye başladığı anda kameralar kapandı. Mars’a giden roketler yapan Elon Musk’un uyduları Maraş’a getirilmedi. Yardım için gelen tırlar şehir dışında tutuldu, gönüllüler bekleme salonunda ve stadyumlarda tutuldu.

İşler zamanla rayına oturmaya başladı ama enkaz altında kurtarılmayı bekleyen pek çok kişi için iş işten geçmiş oldu. 24 yıl önceki deprem zamanında muhalif olup devlete her türlü eleştiriyi rahatça yapanlar, “ileri demokrasi” yaşadığımız şu günlerde en ufak serzenişte bulunanı vatan hainliği ile suçluyorlar. “Cumhur ittifakı olarak sahadayız” diyenler, can havliyle neden yardım gelmediğine isyan eden vatandaşları azarlıyor, yardıma gelen muhalif belediye başkanına “İngiliz uşağı” diye hakaret edebiliyor. 

Devlet kuruluşlarından başka sivil toplum kuruluşlarının canla başla çalışmasını hazmedemeyen artçı troller, onları sahtekarlık ve şov yapmakla suçluyor, web sitelerine siber saldırılar düzenliyor ve sosyal medyada linç kampanyaları yürütüyor. Halbuki, bir yükün taşınmasına yardım eden bütün ellere teşekkür edilmeliydi. AHBAP gibi STK’ları siyaset yapmakla suçlamak yerine, devlet kurumlarını günlük siyasetin bir aparatı olarak kullanmanın sonuçlarını düşünselerdi keşke. Vergiden kaçınmak için yurtdışında başka vakıflara bağış aracılığı yapan, topladığı kurban vekaletlerini, sahiplerine haber vermeden kendine yakın vakıf derneklere paslayan, kendi logosunun basılı olduğu kavurma kutuları iktidar milletvekilinin otelinde bulunan bir kurum, insanların güvenini kaybettiyse AHBAP ne yapsın? Kanun ve yönetmeliklerle görev ve sorumlulukları belli olan devlet kurumları, en küçüğünden en büyüğüne, her işinin başında besmele çeker gibi “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla...” sözü ile başlıyor. Güven ve itibar istiyorsanız, TÜİK, KIZILAY ve AFAD gibi devlet kurumlarını partinizin bir çiftliği olarak görmekten vaz geçiniz ve günlük değişen siyasi talimatlarınızla değil, kanun ve nizamnameler çerçevesinde çalıştırınız...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/depremin-artci-lari_577710

Poli(klini)tika

Poli(klini)tika
Latif Demirci Karikatürü

 

Uysal, beyefendi ve demokrat kişiliği ile tanıdığımız bir siyasetçinin, geçtiğimiz günlerde, muhatap alınıp cevap vermeye değmeyecek birinin sataşmalarına karşılık olarak, kendisine ve temsil ettiği misyonuna yakışmayacak bir üslupla cevap vermesi tepkiyle karşılandı. Neyse ki, özür diledi ve ilgili paylaşımını sildi.

Siyasiler, zaman zaman akıl ve edep sınırlarını zorlayan hakaret ve iftiralara maruz kalabilirler. İftriraları ortaya atanların maksadı cevap almak değil, ortalığı bulandırmaktır çoğu zaman. Böyle durumlarda en iyisi “1-2-3 tıp!” deyip susmaktır. Tıp demişken, politik âleme mahsus birtakım rahatsızlıklar için geliştirilmiş poliklinikler olsa, güzel olmaz mıydı? Politika + poliklinik kelimelerinden poli(klini)tika kelimesini de türetirdik mesela... Siyasilerimiz de o kliniklere uğrayıp tedavi olurdu. İşte, akla gelen bazı poli(klini)tika bölümleri:

Patoloji: Aklına gelen her şeyi, sonuçlarını düşünmeden pat diye söyleme rahatsızlığına bakar.

Nefroloji: Siyasetlerini nefret üzerine kuran, kin, düşmanlık ve intikam duygularını körükleyerek taraftarlarını birarada tutanlarla ilgilenen bölüm.

Algoloji: Bu bölümün kapsamına giren siyasiler sadece algı üretmek için çalışırlar. Vatandaşın derdini çözmek gibi sıkıntıları yoktur.

Endo-Kriminoloji: Siyasilerin yiyişleri içişleri önemlidir, kimlerle yiyip içtikleri daha da önemlidir. Kriminal tabir edilen kişilerle aynı karede bulunmaları ve bunun kronik bir hal alması durumunda derhal bu kliniğe gidilmelidir. Ceza hukuku kapsamına giren fiilleri işleyen suçlularla çok temas edilmesi saçların dökülmesine sebebiyet verebilir. Buna "Saç ve Ceza" kanunu ilişkisi denir.

Hematoloji: “Hem pastam önümde dokunulmadan dursun hem de karnım doysun” düşüncesi ile hareket eden bazı siyasiler, iki maksada da ulaştırmakta zorlanabilirler. Herkesin maaşına muazzam zamlar yapıp, kamu bankaları ile piyasaya deli gibi para basarlar ve enflasyonun yükselmemesini beklerler. Bu bölüm onlar için.

Ortonebati: Çapraz yan bağları neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik kopmuş ve kırılganlığı fazla olan bir ekonomiyi yürütmek çok zordur. Nöro ekonomiyi davranışsal bir heterodoksiden kurtarmak için bir ortonebatisyene başvurulmalıdır.

Antoloji: Seçim öncesinde seçmenlere verdikleri yeminler-antlar alt alta sıralansa bir şiir antolojisi oluşturacak kadar çok olup, seçim gördü mü ant veremeden duramayan siyasetçilerin adresi.

Ankıloji: İngilizce hem dayı hem de amca için kullanılan uncle (ankıl diye okunur) kelimesinden türemiş olup amcası veya dayısı sebebiyle siyasi bir mevkiye gelmiş liyakatsiz insanların beceriksizlikleri ile ilgildir. Bu hastalık devlet kademelerinde kanser gibi yayılır. Kemo-terapinin işe yarayıp yaramayacağı şimdilik bilinmemektedir.

Gaz-trolloji: “Kuş garibi” diye bilinen bir hastalık vardır. Garip bir şekilde, pelikan ve ebabil isimli troll sürüleri, Alfred Hitchcock’un meşhur “Kuşlar” filmindeki gibi millete korku verirler. Bilgisayar başında enter tuşuna basarak sosyal medya mecralarına gaz salan bu kuşlar “gazdıroenteroloji” kapsamında da değerlendirilebilir. Sindirim sistemi ile bağlantılı olarak muhalifleri sindirmekte kullanılırlar. Bağırsakta yaşarlar. Onlara kızıp bağırsak da fayda etmez, değişmezler. Gerçekler konusunda hazımsızlık çektikleri vakidir.

Geriatri: Durmadan geçmiş yönetimleri suçlama, her konuda "şöyle bir geriye dönüp bakıyorum" diyerek geriye atıp tutma hastalığına bakan bölümdür.

Kadriyoloji: Yapılan iyiliklerin kadrini bilmeme rahatsızlığını inceler.

Ciddiye: Gülmeden ve güldürmeden, tamamen çatık kaş ile siyaset yapma hastalığına bakar. Bu hastalar en ufak şakaları ve eleştirileri bile kaldıramazlar, derhal mahkemeye sevk ederler.

Bizyoloji: Her şeyi biz yaptık deme hastalığına tutulan siyasetçiler bu alana girer. Kırk yıl önce inşa edilmiş havaalanlarını, elli yıl önce kurulmuş üniversiteleri bile sahiplenirler. Ayrıca, “onlar” ve “biz” diyerek toplumu ikiye bölmek adetleridir. 

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/poli-klini-tika_577333

Recaip Kandili

 

Recaip Kandili
Recaip Kandili

AKP Ordu Milletvekili Şenel Yediyıldız Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bahsederken şöyle demiş:

“Tayyip ağabey Türkiye’nin başında. Dünyanın lideri. Kendi kendimize ihanet etmek gibi bazı şeylere sapıyoruz. Şimdi kalkıp da böyle ucuz sebeplerle Tayyip ağabeye ihanet etmek, Türkiye’ye ihanet etmektir… Tayyip ağabeye ihaneti bırak, sırtımızda taşımamız lazım. Yani ayakkabısını elimizle yalamamız lazım…”

Övmek isterken akıl, mantık ve edep haddini aşmak hadi yutulabilir diyelim ama dini sınırları aşan örnekler de oldu. Tıp doktoru olan bu vekil, daha önce de katıldığı bir nikah töreninde sarf ettiği “Sayın cumhurbaşkanımızın sünnetini yerine getirmek istiyorum” sözleriyle tartışmalara yol açmıştı. Bu manada ilk ve tek örnek değil yani. Artan aşırılık dozajı ile hatırlamak gerekirse: Ona dokunmanın ibadet olduğunu iddia edenler oldu. Onu görünce salavat getiren profesör vekil vardı. “Peygamber hata yaptı gururlandı, biz hata yapmadık” demişti bir bakan. Ve sıkı durun, -tövbe, sümme haşa- “Allah’ın bütün sıfatlarını üzerinde toplayan insan” diye tanımlamıştı bir vekil.

Bir ayakkabı yalayana kutusunu bedava mı veriyorlar diye aklımıza gelmiyor değil. Kutu onlar için çok önemli, yürüyüşlerinden kut’u eksik etmiyorlar çünkü. Kutlu Yürüyüş uzun olunca içinde kut-u layemut barındıran bir kutu hayati ehemmiyet kesbediyordur.

Biri çıkıp, meşhur bir hadise benzetmek için şöyle dese kim şaşıracak: “Sizden biri bir Tayyip ayakkabısı görürse eliyle yalasın, yapamıyorsa diliyle yalasın, hiçbir şey yapamıyorsa kalbinden Bay Kemal’e buğz etsin”

Ahval-i aleme göre değişen, esen rüzgara göre kendini konumlandıran, yeri geldiğinde, o güne kadar cansiperane savunduğu fikirleri elinin tersiyle itip aksi düşünceleri dillendiren biri bu kadar övülebilir mi? Bir gün geleceğimiz Avrupa’dadır derken, başka bir gün Avrupa’yı Nazilikle, haçlı zihniyeti taşımakla suçlayabiliyor. Her seçimin hemen öncesinde bir AB ülkesini düşman ilan edip büyükelçileri geri çekiyor ve seçimden hemen sonra hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliyor. Tutuklu papaz ve gazeteciler için “bu fakir görevdeyken serbest bırakılmaları mümkün değil” dedikten kısa süre sonra serbest bırakılabiliyorlar. İsrail için söylemedik kötü söz bırakmadıktan sonra onlara ihtiyaç duyduğumuzu anlayabiliyoruz. Siyasi hayatıma mal olsa da vazgeçmeyeceğim dediği çözüm sürecinde bir anda masayı devirdi. Bedelli askerlik isteyenlere parası olan kaçabilsin, olmayan ölsün mü demek istiyorsunuz derken, bir bakıyorsunuz bedelli askerlik müjdesi veriyor. 

Seçimleri kaybedeceğimi bilsem yine de EYT kanunu çıkarmam dediğinin üstünden fazla bir süre geçmemişken EYT müjdesi verdi. Diplomatik bütün ilişkileri kestiğimiz, yıllar boyu, aynı binada bulunmaktan bile kaçındığımız SİSİ ile el sıkıştık. Terörü finanse eden, Akdeniz’de düşmanlarımızla iş tutan BAE ile karşılıklı ziyaretler oldu, paralarını aldık. Bir kaşık suda boğmak istediğimiz Cemal Kaşıkçı’nın katili ile prensin ayağına gittik. Kardeşim Esad’tan Zalim Esed’e düşürdüğümüz kişi ile masaya oturmanın hesapları yapılıyor... Liste daha çok uzar da, burada keselim.

Kısaca, “Her gün değişiyorsun, avutuyorsun beni. Bir bilmece gibisin, çözemedim ben seni.... Seninle başım dertte, ne yapsam bilmiyorum...” gibi Selami Şahin şarkısı söyleten biri var. Onu hesapsız ve ölçsüsüz sevenlerine göre adeta her gün yeni bir Recep doğuyor. Recep’in doğduğu günü kandil kudsiyetinde kabul eden muhipleri, değiştikçe yeniden doğan Recep’ler için ayrı ayrı kandil kutlaması yapmak isteyeceklerdir muhtemelen. Bu kandilin adı da olsa olsa Recaip Kandili olur.

“Reis iyi de çevresi kötü, onlar değiştiriyorlar fikrini ve hareketlerini, her şeyi prompterden okutuyorlar” diyenler var. Onlar da acaip acaip konuşan prompter için Prompteracaip Kandili düzenleyebilirler. Prompterli veya promptersiz, Recaip Kandiliniz mübarek olsun...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/recaip-kandili_576995

14 Mayıs Seçimi

 

14 Mayıs Seçimi
İbrahim Özdabak Karikatürü

Seçim 14 Mayıs’ta olacak diyorlar. Kim diyor? Anayasa değil, TBMM değil, seçim kanunu hiç değil...

“Tekrar aday olabilecek mi, yoksa bazıları adaya veda mı edecek” minvalinde manasız bir tartışmadır gidiyor. Anayasa’nın 101. Maddesini hatırlatanlar var, o maddeye göre “Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilir. Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir”

İlahi, dert edilen şeye bakın... Şirket, hatta market işletir gibi işler yürütülüyor ülkemizde. A-101 maddesi engel mi oluyor? Derhal, BİMbir çeşit teville o maddenin etrafında dolanılır. Bunu görüp de ŞOK yaşayacak olan var mı?

Efendim, geçen sene Meclis’te kabul edilen seçim kanunu ile mi amel edilecek yoksa eskisiyle mi? Canım, soru mu bu şimdi, hangisi daha kullanışlı ise o tercih edilecek tabii ki! Yenisinin kullanılabilmesi için 6 Nisan tarihini geçmek gerekiyor, falan... Hiç dert değil “seçim ilanını 6 Nisan’dan önce yaptık, eskisini kullanırız” da diyebilirler, “seçim tarihi 6 Nisan’dan sonra tabii ki yenisi olacak” da...

Eskisinde ittifaklar halinde seçime katılınabiliyordu. Yenisinin de ayrı güzellikleri var, bir kere seçim barajı daha düşük. Ayrıca, bir adreste oy kullanabilmek için en az 3 ay orada ikamet etmiş olmak gerekiyor. Şehir dışında üniversite tahsili yapan gençlerin kaçı okumak için gittiği adrese ikametini aldırdı? Dönem sonu final sınavlarına yakın tarihlerde oy vermek için ailesinin ikamet ettiği şehre gidebilecek mi? Okula gidebilmek için yol parasını bile zor denkleştiren öğrenciler var, üstelik okulların kapanmasına yakın bir tarihte eve gidip tekrar dönmeleri biraz zor olur. Hele, ilk turda seçimin sonuçlanmama riski var ki, onu düşünen hiç gitmeyebilir.

Seçimi kim ilan edecek, Cumhurbaşkanı Meclis’i mi fesh edecek, normal zamanına bir ay kala seçime gitmek için Meclis mi seçime karar verecek bilmiyoruz. Kim aday olacak, kim olamayacak kesin olarak bilmiyoruz, hangi kanun uygulanacak, onu da bilmiyoruz! Tek bildiğimiz, 14 Mayıs’ta seçim olacak dendiği.  

Seçim için 14 Mayıs tarihinin seçilmesi manidar: Şehr-i Ramazan’la birlikte yükselmiş olan manevi atmosferi ve 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelişi gibi milli bir değeri kullanma niyeti var gibi. “18 Haziran tarihi, Hac mevsimi ile çakıştığından, hac farizasını yerine getirmek için gidecek vatandaşların oylarından faydalanabilmek için tercih edilmiyor” diyenler de var ama pek inandırıcı gelmedi. Hacca gidecek vatandaş sayısı, herhangi bir seçimde dengeleri değiştirmeye yetecek büyüklükte değil, kaldı ki onların kime oy vereceğini nereden bilecekler...

Demokrat Parti’nin seçim sloganı olarak kullandığı “Yeter, söz milletindir!” sözünü iktidarda olanların kullanmasını komik bulanlar var. İnsanlara “yeter!” dedirtecek durumlar mı yaşanıyor ki memlekette, aşkolsun diyorlar. Varsa bile, sebebi iktidar değildir, emin olun. Fiyatlardan aracılar, komisyoncular ve tefeciler sorumlu. Doları dış güçler azdırıyor. Güvenlik açığı varsa sebebi teröristler. Yurtdışına kaçan doktor ve mühendisler zaten hain. Muhalefet dediğiniz de, konuşarak vergileri indirtiyor, borç faizlerini sildirtiyor, taşeron işçileri kadroya aldırıyor, emeklilikte yaşa takılanlara emeklilik fırsatı doğmasına sebep oluyor. Üç beş müteahhidi doyurarak ülkeyi yönetmek varken bütçeyi zora sokuyorlar! Bunlara yeter demeyecek miyiz?

Eskiden vasiler vesayet ediyordu, şimdi valiler velayet ediyor maşallah, il başkanı gibi çalışıyor mübarekler. Devlet erkânı, bir dönemin bakan oğlu olan Erkam önünde el pençe duruyor, daha ne olsun? Bunlar devam etmesin mi?

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/14-mayis-secimi_576655

 

Yerli ve Milli Yapay Zekâ: Sull-e

 

Yerli ve Milli Yapay Zekâ: Sull-e

Gün geçmiyor ki, yeni bir yapay zekâ modeli çıkmasın. Şarkı, şiir yazanı mı dersiniz, gazete köşe yazısı çıkaranı mı tercih edersiniz, size kalmış. ChatGPT isimli yapay zeka ile sohbet edebiliyorsunuz. Aklınıza gelen her soruyu sorabilirsiniz. Tıptan avukatlığa, dilekçe yazmaktan bilgisayar programı için kod yazmaya kadar pek çok soruya cevap veriyor. Dil öğrenme modeli olarak geliştirildiği için çeviri yapmak için kullananlar da var, ödev konularını araştırmak için kendisinden faydalananlar da. Klasik arama motorlarının sonuçları onun yanında çok ilkel kalıyor. Denemek isteyenler için şimdilik ücretsiz olduğunu ve https://chat.openai.com adresinden ulaşılabildiğini hatırlatalım

Dall-e isimli model yazılı olarak anlattığınız şeyi resimlere dönüştürüyor. Değme sanatçılara taş çıkartacak kadar başarılı çalışmaları var. Bu modeli kullanabilmek için cüz’i bir ücret ödemek gerekiyor.

Microsoft, Vall-e isimli yeni bir yapay zekâ modelini tanıttı. Bir insanın konuşmasından 3 saniyelik bir kısmını dinlemesi, o sesi taklit edebilmesi için yeterli. Kendisine verilen bir metni, öğrendiği bir sesle, tonlamasına dikkat ederek okuyabiliyor. Yakında, sansasyonel olabilecek kayıtları ortaya çıkan meşhur kişiler “Vall-e de Bill-e de ben değilem, yapay zekâ taklidimi yapay!” diyebilir. Deep-fake ile bir videoda yer alan görüntüleri yapay sinir ağları kullanarak başkasına ait görüntülerle değiştirmek mümkün. Sesler de Vall-e’den gelirse, bir görüntünün gerçek olduğunu nasıl anlayacağız, bilemiyorum.

Yerli ve millî bir yapay zekâmız olsa, muhtemelen adı “Sull-e” olurdu. (Sull kelimesi ingilizce somurtmak, surat asmak anlamına geliyor. “Çatık kaş, hükümet dedikleri zat” mısrasını hatırlatıyor) Bir de okunuşu, “sallıyor” kelimesinin bazı yörelerimizde söylenme şekli olan “salliy” ile aynı. Vatandaşın hükümet işleriyle alakalı bütün sorularına cevap verme modeli olacak. Düşünsenize, işsizlik, büyüme veya enflasyon oranlarını mı merak ettiniz, Sull-e... Gelecekte neler yapacaksınız diye mi sordunuz, hemen Sull-e! Ne müthiş bir model... Bir kemik bir veri tabanına uygulamayı anlatırken “Allahumme salli’den geliyor adı” demeye de uygun, daha ne olsun?

Tahminimce, Sull-e uygulaması “C-Şark” programlama diliyle ve “Object Oriented/nesne yönelimli” bir yaklaşımla kodlanacaktır. İktidarımız nerede obje varsa oraya yönelmeyi pek sevmektedir zira. Object Oriented programlamada, dört temel kavram vardır: Abstraction/soyutlama, encapsulation/sarma, inheritence/kalıtım ve polymorphism/çok biçimlilik.

Object Oriented siyaset sınıfsal ayrımlara dayanmaktadır. Dini yapıya, etnik yapıya, gelir durumuna göre toplumu sınıflara ayırmak mümkündür. Hiçbir şey yapılamıyorsa onlar-bizler diye iki sınıf, varsayılan olarak tanımlı gelmektedir. Üst sınıflar soyutlanmış bir şekilde durur.

Her sınıfın kendisine has tanımlanmış özellikleri vardır. Bu özelliklerden umuma açık olanlar olduğu gibi, sadece o sınıf içerisinde olanların erişebildiği imtiyazlar olabilir. Access modifier/erişim değiştirici tabirlerle ifade edildiğinde “public” genel erişim, “private” ise sadece sınıf içi erişim anlamına gelir. Yağlı ballı maaşlar, makam-mevkiler ve ihaleler için genelde “private” AKses modifieri kullanılmaktadır.

Bir üst sınıfta tanımlanmış olan bütün özellikler, o sınıftan türetilmiş alt sınıflara da olduğu gibi geçer. Üst kademeden tutun, vali, kaymakama ve daha alt derecede yöneticilere kadar hepsinin aynı davranış kalıplarına sahip olduklarını görebilirsiniz. Liyakat arayışında bulunmadan bütün akrabalarını kurumda değişik mevkilere yerleştirme, makam odalarının tefrişindeki lüks ve gösteriş, kendine özel banyo ve tuvaletler, makam araçlarında tercih edilen pahalı araçlar gibi şatafat ve israfa katılım konusunda kalıtım özelliğinin doğru çalıştığı görülebilir.

Dün, bir üst perdeden söylediği sözü bugün değiştirme, farklı ortam veya zamanda işine geldiği gibi kendi özelliklerini ve sözlerini eğip bükebilme özelliği de çok biçimliliğe örnektir.

Bir sınıftan bir nesne oluşturulacağı zaman Constructor/İnşa edici, inşaatçı metotlar devreye girer. Daha da uzatmaya gerek yok, Sull-e uygulamasını geliştirmek için daha uygun araç, platform ve yaklaşım tavsiye edebilecekler için tekliflere hazır olduğumuzu belirtmek isterim.

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yerli-ve-milli-yapay-zeka-sull-e_576299

Öne Çıkan Yayın

Doktor Nasıl Kalsın?

  İbrahim Özdabak Karikatürü Önceki yazımızda hastaların MHRS üzerinden randevu alma sıkıntılarından bahsettik. Sistemin yapısında probl...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: