Bu Blogda Ara
Arşiv
KAnTAR'ın Tapusunu Kaçırmak
KAnTAR'ın Tapusunu Kaçırmak:
Kanal İstanbul ile ilgili tartışmaların sürdüğü şu zamanlarda, en çok konuşlan konulardan biri, ileride toplayacağı parsaları düşünerek, kanal güzergahında yer alan arsaları Katarlı dostlarımızın toplaması oldu. Kanal ve Katar kelimelerinin birleşiminden "KAnTAR" elde edebiliriz. Türkiye'den kimsenin Kanal İstanbul güzergahıyla ilgili net bilgisi yokken Katarlıların tapu toplama konusunda kantarın topuzunu kaçırmasına "KAnTAR'ın tapusunu kaçırmak" denir. (Daha ayrıntılı bir yazı için bkz:Katar-Akt ) Kimsenin demeyelim tabii, muhakkak birilerinin bilgisi vardı ama kamunun kanal güzergahı konusunda yakın zamana kadar bilgisi yoktu.
Olayın gündeme gelmesinden sonra, tapu kayıtlarına erişimin kısıtlandığı tartışmaları aldı başını gitti. Böyle bir durum varsa, tapuları gözlerden kaçırma konusunda kantarın topuzu yine kaçırılmış olur ki bu da başka bir yönden KAnTAR'ın tapusunu kaçırmak şeklinde yorumlanabilir.
Harfiyat Kanyonu ana sayfası
Kurtar Vadisi
Dış politikamızda “Kurtar Vadisi”ne geçiş yapmış
bulunuyoruz, Allah sonumuzu hayır etsin. Olay şu şekilde işliyor: yardıma
ihtiyacı olan yabancı ülkeler “bizi kurtar!” diye sesleniyor. Bölgenin ve asrın
lider ülkesi olmak kolay değil tabi, biz hemen yardım elimizi uzatıyoruz. Parlamenter
sistemimizin atanan son başbakanı ve şimdilerde adı Cumhurbaşkanı Yardımcılığı
için geçen Binali Yıldırım şöyle dedi: “Etrafımızda yer alan 1,5 milyar insan
mağdur ve mazlum sorumluluğunu taşıyoruz. Suriye’de, Irak’ta, Katar'da ve yakın
coğrafyada bütün sorunlar bizi ilgilendirir.”
En son, Libya’dan gelen yardım isteğini kabul ettik
meselâ... Erdoğan’ın tespitiyle “artık şehirlerimizin güvenliğini sadece kolluk
kuvvetleriyle koruyacak durumda değiliz” ama ne yapalım, söz vermiş bulunduk
bir kere. Şehirlerimiz böylesi riskler altındayken, onları nasıl koruyacağız
bilmiyorum. Kurtar Vadisi’nin Ortadoğu sefiri Fuat Oktay Kaynarca “sonunu
düşünen kahraman olamaz” dedi. Acaba sırada hangi aforizma var? Ben Kurtlar Vadisi
dizisinden aklımda kalan birkaç tane aforizmadan alternatif sunayım: “çok
dostumuz olmaz, hasmımız çok yaşamaz”, “iki gazetecinin bildiği tır değildir”,
“çok büyüğü olan büyüyemez”, “bir dış mihrakı sabah görsem bir şey demem, öğlen
görsem tesadüf derim ama akşam da görürsem hiç düşünmem, öldürürüm”...
Kutuplaştırma siyasetimizdeki başarımızdan yola çıkarak mı
bilmiyorum ama nihai hedefimizde Antarktika’nın geleceğinde söz sahibi olma
iddiamız var. Gel gör ki, 2 Ocak günü İstanbul Fatih’te bir vatandaşımızın
soğuktan donarak ölmesine engel olamamışız.
Avrupa’da, Fransa’da insanların polisler tarafından
coplandığını söylediğimiz gün, İstanbul Üniversitesi öğrencileri copla
dağıtılıyordu. Halbuki öğrencilerin istediği yemek yemekti. İstanbul Üniversitesi,
öğrencilerin indirimli yemek yeme hakkını günde bir öğüne indirdiği için
öğrenciler okul önünde toplanmış ve havadan indirimli copların tadına
bakıyordu.
GSS prim borcu olana
sağlık hizmeti yok
Öğrencilerden bahsetmişken, okulu bitirdikten sonra işsiz
kalanların tanıştıkları GSS (Genel Sağlık Sigortası) prim borcu olanlar, borçlu
oldukları sürece 2020 yılı başı itibarıyle artık sağlık hizmeti alamayacaklar.
“Abi ben iş bulamadım, atanamadım” demek bu borçtan kurtarmıyor. Tatar Ramazan
filmindeki Abdurrahman Çavuş’un hapishanede çay borcu yüzünden ezdiği garibana
söylediği gibi “Vardır elbet sizi bir kollayan, o gelsin...” diyerek aile
reisinin maaşına bakılıyor. Ailenin yaşadığı evden ve ailede kazanılan toplam
paradan bütün fertlerin yararlandığı düşünülüyor ve hesaplanıyor da, nedense
aile reisinin sağlık sigortasından bütün fertleri yararlandırılmıyor.
Birilerine akıl vermek gibi olmasın ama, hükümete muhalefet
edenler de fişlenip sağlık imkanlarından faydalandırılmazsa hiç şaşırmayacağız.
Düşünsenize, diş hekimine gittiniz, dişinize kanal tedavisi ve dolgu yapılması
gerekiyordur. Aniden doktor kayıtlara bakar ve “siz Kanal İstanbul için
hazırlanan ÇED raporuna itiraz dilekçesi vermişsiniz, kanala karşı olanlara
kanal tedavisi yapmıyoruz” diyor...
Yoldaki Menfaatler...
Yazının başında konuşmasını alıntıladığımız Binali Yıldırım, o konuşmaya partisinden ayrılıp yeni parti kuranları isim vermeden eleştirmekle
başlamış ve şöyle demişti: "Biz hiçbir zaman yoldan çıkmadık. Bazıları
menfaatinin bittiği durakta inmiştir. Allah selamet versin. Biz yolumuza aynı
kararlıkla devam edeceğiz” Durakta iniş olduğuna göre toplu taşıma yapan ve
"durmak yok yola devam" sloganıyla ilerleyen bir araçtan bahsediliyor
muhtemelen. Akla gelen sorular şunlar:
- Araç içinde olmak ne gibi bir menfaat sağlıyor acaba?
- Bu menfaatten araçtaki herkes faydalanabiliyor mu?
- Bahsedilen durakta inenlerin, inmeden önce menfaat sağladığı biliniyor muydu? biliniyorsa neden o an engel olunmadı?
- Adamlar indikten sonra, içerdeyken menfaat temin ettikleri nasıl anlaşıldı?
- Şu anda araçtaki kimler, hangi menfaatleri temin ediyor?
Katar-akt
Altyapı projeleri halk için mi, yoksa rânât için mi diye, biz
için için kendi aramızda tartışaduralım, elin yabancıları gelip yavaş yavaş
onları satın alıyor. Bu arada rânât, rantlar manasında, “rant Arapça bir kelime
olsaydı çoğulu rânât olurdu herhalde” diyerek benim uydurduğum bir kelime,
boşuna sözlüklere bakmayın.
Mesela, Çin Halk Cumhuriyeti’nden birileri altyapı
projelerimize yatırımlar yapmaya başladı. Türkiye’de satın aldığı liman ve
bankadan sonra şimdi de Yavuz Sultan Selim Köprüsü ile çevre otoyolları
işletmeciliğinin %51’ini almak istiyorlar. 3 milyar dolara mal olan bir
köprünün yarısını 600 milyon civarında bir paraya almak da ayrı bir meziyet. Türiye’de
“Çin-dar” bir nesil isteyen bir grup bunun için çok çalışıyor olmalı...
Tabii, ülkemizde yabancı yatırımcı deyince en çok aklımıza
gelen ülke Katar. Merkez Bankası verilerine göre 2002-2019 yılları arasında
yaklaşık 2,7 milyar dolarlık yatırım yapmışlar. Ticaret Bakanımız ise
Katarlıların Türkiye’de toplam 6,3 milyar dolar yatırımı olduğunu söyledi.
Ağırlıklı olarak, finans, medya, savunma sanayii ve emlak alanlarında
yaptıkları satınalmalar veya kurdukları ortaklıklar var. Katar ile akt edilen
ortaklıklara kısaca “Katar-akt” diyebiliriz. Bazı Katar-akt örnekleri:
Katank-Palet: 50
milyon dolarımız olmadığı için tank-palet fabrikasına ortak oldular. Katar +
tank birleşiminden “Katank” elde ediyoruz.
Katarabzon:
Trabzon’da son yıllarda çok sayıda arsa ve ev, başta Katar olmak üzere Arap
ülkelerinden müşterilere satılıyor. Adeta bir “Arab-zone” olan şehrimizin adı,
satışlar böyle devam ederse Katar + Arap + zone kelimelerinin birleşimiyle
“Katarabzon”a dönüşebilir.
KataRant:
Katarlıların satın aldıkları gayrımenkullerin, satıştan sonra imar planlarının
değişmesiyle elde ettikleri rant. Emsal değeri 2 olan bir arsa alıyorlar
mesela, hop bakıyorsun anında planı değişiyor ve 4.28 oluyor. Yapılıp
yapılmayacağı, yapılırsa tam olarak nereye yapılacağı yakın zamana kadar
tarafımızdan bilinmeyen Kanal İstanbul güzergahını nasıl tahmin etmişlerse,
oradan da arsalar toplamışlar mesela. Yesari Asım Arsoy’un uşşak makamındaki
bir şarkısından iktibasen:
“O rantlı
gözler hülyalı
Dolar
bakışlar manalı
Güzergahtaki
o arsalar
Meğer ezelden Katar'a satıldı”
K’ada’r: Kanal
İstanbul projesi hayata geçer de kanal hafriyatlarıyla yapılacak adalardan biri
Katarlılara satılırsa adaya verilebilecek bir isim.
Tuzlu su-az tuzlu su dengesi birbirini bulur denilerek
birleşik kaplarla izah edilmeye çalışılan Kanal İstanbul, başlı başına çok
tuzlu bir proje olduğundan hayata geçer mi geçmez mi bilmiyoruz. Arap
ülkelerinin televizyonlarında kanal evlerinin reklamları dönüyormuş. Tuzlu
proje problemi Birleşik Araplar formülü ile çözülemezse ve tartışmaları da
iktidarı yıpratacak olursa, her an Katar Emiri’ne hitaben “ananı da al git!”
söylemini duyabiliriz. Ben, birilerine kanal sözü verip arsalar satmış olsam
hiç öyle pahalı ve netameli kanal işine girmem. Çürük yumurta kokusu etrafı
sarar diyorlar, depremde tehlikeli olur diyorlar, yeraltı sularının
tuzlanmasına sebep olur diyorlar velhasıl, bir sürü başka riskleri de sayarak “Kanal
İstanbul yapılırsa geri kalan İstanbul olur mu?” diye endişe ediyorlar. Bana
kalsa, sattığım arsaların içinden geçen ve devr-i daim yapan yapay bir ırmak yaparım,
hem rantlarından ırmak akan yalancı bir cennetimiz olur hem de 40-50 dönüm gibi
sınırlı bir alanda kalır. Gemi neym geçmez kapı önünden, rahat rahat otururlar.
Alan memnun, satan memnun, vatandaş memnun...
Kataraba: Yerli
ve milli araba üretme işimiz finansman darlığına düşerse eminim ki Katar o
konuya da el atabilir. Bu durumda yerli ve milli arabamızın adını “Kataraba”
yapabiliriz.
Katarlılara satılmazsa, yerli ve milli araba için isim
tekliflerimden biri “Devrem” olur. Devrim arabalarının devamı olduğu hissini
verdiği gibi, elektrikli motora da gönderme olur. Beğenmediyseniz, bizi
kıskanan Almanların Volkswagen’i gibi (volks-halk/cumhur, wagen-araba) gibi
“Cumhuraba” diyelim...
Hahahaber - Akkanal
HAHAHABER
NOT: Bu sayfada yer alan haberler hayal ürünüdür, uydurmadır. Gerçek haberlere benzeyebilir, gülüp geçiniz, kafayı takmayınız. . .
Kanal tartışmalarının gırla gittiği günlerde, biz de elimizde gırgırla uluslararı ilişkiler, strateji, güvenlik ve kanal uzmanı Ord. Prof. Doç. Dr. Uzman Ahmet Bîzahmet'e gidip kanalla ilgili görüşlerini aldık. Ezber bozan ve çarpıcı fikirleri şöyle:
"Kanal denince çok sabit bir yere odaklanmamız yanlış. Neden Akdeniz ile Hazar Denizi'ni birleştiren bir kanal düşünmüyoruz? Mesafe olarak bizim için uzun ama gemiler için çok kısa olacak. Adına "Akkanal" diyebiliriz mesela. Bakın, Azerbaycan, Ermenistan, Nahcivan ve İran topraklarından geçip Türkiye'ye gelen bir kanaldan bahsediyorum. Birçok ülkeden geçmesi, masrafları kırışmak için. Kurbanda danaya, düveye girer gibi yedi düvel kanala ortak olsak fena mı olur? Hem, bölge barışına da çok önemli katkıları olur.
Kötü bir haberim var yalnız, maalesef Van Gölü'nden geçirmemiz lazım kanalı, bu vesileyle hem kazma zamanından hem de maliyetten tasarruf ederiz. Van Gölü yok olabilir ama ne gölleri kaybetmedik şimdiye kadar, canımız sağolsun. Hem Van Gölü'nün dibinde Urartu hazineleri var diyorlar. Canavar da o hazineyi korumakla görevliymiş. Kanal gelince oradan da vururuz voliyi. Laf aramızda, en çok Rusya'nın işine gelir bu kanal. Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizin makus talihi de değişir, her bir ili Paris gibi olur yeminle..."
Vergilerden Akışlarla, Mutlu Mutsuz Bakışlarla...
Yakın zamanlara kadar, yaptığı üretimlerle kendi kendine
yetebilen az sayıdaki örneklerden biriyken, artık vergilerle geçinmeye çalışan
bir ekonomimiz var. Ekonomi, maliye ve hazine gibi akçeli işlerin tümünden
sorumlu olan ve seri toparlama özelliği ile bilinen bakanımız, cari açığmızı
kapatmak için emeklilik sistemimizde değişikliğe gideceklerini söyledi. Cari
açık ekonominin yumuşak karnı olduğundan, muhtemelen pamuksu çözümlere
başvuracaklardır. Bakın, burası “çok emekli”; ya emekli maaşlarımızda kesintiye
gitmek veya çalışanların maaşlarından kesilecek SGK primlerini artırmak
suretiyle pamuk ellerimiz cebe davet edilecek veya emeklilik şartları
insanların pamukla karşılaşacakları zamana kadar yerine gelmeyecek şekilde
düzenlenecek diye anlıyorum.
2020 bütçesinde, Kamu
Özel İşbirliği dedikleri yöntemle gerçekleştirilen projelerde verilen devlet
garantilerini ödemek için ayrılan miktar, yaklaşık olarak 19 milyar TL olarak
açıklanmış. Ki bu miktar 2018 yılında 6 milyar TL iken, 2019’da 9,7 milyar TL
olmuş. Dolar’la akdedilen sözleşmelerinde Amerikan enflasyonuna göre fiyat
düzenlemesi yapılan, ihtilaf durumunda Londra Mahkemeleri’nin yetkili kılındığı
bu fevkalade yerli ve hiç olmadığı kadar milli(!) projelerimizde devlet
garantisi de yıllar geçtikçe katlanarak artıyor. Öyle, bir iki yıl da değil,
20-25 yıl böyle gidecek. Teker nasıl dönecek sorusunun cevabı, hükümetin söylediği
“vergilerden akışlarla, mutlu mutsuz bakışlarla...” şarkısında sanki...
Vergiyi tabana yayma müjdesi geçen yıl verilmişti ama bütün
vatandaşlara dokunacak bir vergi vatandaşın tabana kuvvet koşarak destek
vermekten kaçması ile sonuçlanabilir. Önce, sigara ve TEKEL ürünü kullananları
kapsayan vergiler artırılır, ki kamuoyu nezdinde “her şeye müstehak” denilecek
kesimdir bunlar. Sonra arabası, evi olanlara sıra gelir. Onların da parası
çoktur, versinlerdir. Bu işler şöyle mi tasarlanıyor acaba:
-Arabası
olanlara bir vergi daha koyun...
+Efendim,
zaten konabilecek bütün vergileri koyduk arabalara. Millet sosyal medyada şöyle
şeyler paylaşmaya başladı: Ali, 2001 cc uzeri bir araba almak icin bayiye
gitti. Arabanın Türkiye’ye girişi 100 bin tl idi. MTV: 7.505 tl, KDV: 46.807
tl, ÖTV: 160.000 tl olmak üzere toplamda 300 bin tl’den fazla ödedi. Kendine
bir araba alan Ali, devlete de iki tane almış oldu. Arka planda şu şarkı
çalıyordu: “Ali, arabanın bir vergisi var, verginin de iki vergisi var.
‘Yandım, yandım’ diye bağırır, ödedikçe vergisini arabanın...”
-Arabası
olup içinde sigara içenlere ceza kesin, bir sonraki aşamada evlere
dadanırsınız... Sırayla önce evi olanlara vergi, evinde sigara içenlere ceza...
Daha da geliştirilebilir, her şeyi de ben mi söyleyeyim?
Genellikle gece mesaisine elinde torbalarıyla çıkıp yasama
yapan Meclis’imiz, yakın zamanlarda yeni vergi türlerini içine koyduğu bir
torbayı tanıttı. Bu vergilerden birinin adı Değerli Konut Vergisi. Başlarda çok
dikkat çekmeyen vergi, Tapu ve Kadastro Müdürlüğü marifetiyle işletilmeye
başlayınca şikayetler çığ gibi gelmeye başladı. Bir kere, evlerin hesaplanan
değerinin gerçekçi olmadığı yönünde itiraz edenler oldu. Alım-satım işleminde
vergisi verilen, her sene emlak vergisi ödenen ve kira getirisi varsa ayrıca o
vergisi de hesaplanıp ödenen evler, durduğu yerde bir vergiye konu oluyordu ve
bu bir seferlik bir ödeme de değildi, her sene verilecekti. Nitekim, buna
Varlık Vergisi diyenler de oldu.
Haksız ve usulsüz uygulama olduğu için Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilebilir veya son günlerde birkaç örneğini gördüğümüz iyi polis-kötü
polis oyunu çerçevesinde iyi polis Erdoğan tarafından geri çektirilebilir. Oyun
şöyle çalışıyor: iktidar/bürokrasi, keyfî ya da halka bir takım yükümlülükler
getiren bir düzenleme yapıyor. Bu düzenleme halktan yeteri kadar tepki
almamışsa durulmayıp yola devam ediliyor. Fazla tepki almışsa, bu oyların
kritik düşüşüne neden olabileceği için iyi polis Erdoğan tarafından “tasvip
edilmemek” suretiyle iptal ediliyor ve kurtarıcı Erdoğan bir kahraman oluyor.
Geçen sene MTV yasal olarak en fazla %15 artırılabilir iken, hükümet %40 zam
yaptı. Tepkiler sonrasında Erdoğan sahneye çıktı ve %25’e indirerek halkı
sevindirdi. Atını kaybeden bir vatandaşın, eşek bulduğu için sevinmesi gibi
oldu. Termik santrallerin filtre meselesinde de iktidar kanadı, ertelemeyi
hararetli bir şekilde savunup Meclis’ten kanunu geçirdi ama halkın tepkisi
büyük olunca Cumhurbaşkanı veto etti. Yine, Ziraat Bankası’nın Simit Sarayı’nı
devir alması işlemleri başlamışken, gelen yoğun eleştiriler sonucunda Erdoğan
bunu tasvip etmediğini söyledi. İşe bakın ki bir sözü ile anında başvurular
geri çekildi, sanki o işlem hiç başlamamış gibi davranıldı. Şöyle bir fıkrayı
hatırladım:
Vaktiyle, hükümdarın biri, üç defa Cuma Namazı’na gitmeyen
kişilerin idam edilmesi için ferman yayınlamış. Gel gör ki, o memlekette herkes
namazını düzgünce kılıyormuş. Hükümdarın sinirli olduğu günlerin birinde,
işgüzar vezir, hükümdarın öfkesini dindirmek için suçlu-suçsuz olduğuna bakmadan
bir garibanın getirilmesi için askrelere emir vermiş. Fakir ve kimsesiz bir
hamalı getirmişler. Adam ne yaptıysa, Cuma Namazı’na gittiğini anlatamamış.
Korkudan, şahitlik yapmaya da kimse yanaşmayınca idamına karar verilmiş. Adet
gereği son isteği sorulunca, hükümdar ve vezirin kafasına halkın önünde
balyozla vurmak istediğini söylemiş. Vezir hükümdarın kulağına fısıldamış:
“Hünkarım, isteğini yapmazsak itibarımız zedelenir, velakin şimdi düşündüm de,
sanki bu adamı ben camide görmüş gibiyim...” Hükümdar hemen atlamış: “Gibisi ne
Vezir Efendi, bu adam benim yanımda kıldı namazını... Ne diye getirdiniz bunu?”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
Vaka-yı AKiye
Sefer Selvi Karikatürü Maldivler’e tatile gidenler, Monaco’da yediği ıstakozla fotoğraf çektirip verdiği “ıstAKPoz”u sosyal medya plat...