Yakın zamanlara kadar, yaptığı üretimlerle kendi kendine
yetebilen az sayıdaki örneklerden biriyken, artık vergilerle geçinmeye çalışan
bir ekonomimiz var. Ekonomi, maliye ve hazine gibi akçeli işlerin tümünden
sorumlu olan ve seri toparlama özelliği ile bilinen bakanımız, cari açığmızı
kapatmak için emeklilik sistemimizde değişikliğe gideceklerini söyledi. Cari
açık ekonominin yumuşak karnı olduğundan, muhtemelen pamuksu çözümlere
başvuracaklardır. Bakın, burası “çok emekli”; ya emekli maaşlarımızda kesintiye
gitmek veya çalışanların maaşlarından kesilecek SGK primlerini artırmak
suretiyle pamuk ellerimiz cebe davet edilecek veya emeklilik şartları
insanların pamukla karşılaşacakları zamana kadar yerine gelmeyecek şekilde
düzenlenecek diye anlıyorum.
2020 bütçesinde, Kamu
Özel İşbirliği dedikleri yöntemle gerçekleştirilen projelerde verilen devlet
garantilerini ödemek için ayrılan miktar, yaklaşık olarak 19 milyar TL olarak
açıklanmış. Ki bu miktar 2018 yılında 6 milyar TL iken, 2019’da 9,7 milyar TL
olmuş. Dolar’la akdedilen sözleşmelerinde Amerikan enflasyonuna göre fiyat
düzenlemesi yapılan, ihtilaf durumunda Londra Mahkemeleri’nin yetkili kılındığı
bu fevkalade yerli ve hiç olmadığı kadar milli(!) projelerimizde devlet
garantisi de yıllar geçtikçe katlanarak artıyor. Öyle, bir iki yıl da değil,
20-25 yıl böyle gidecek. Teker nasıl dönecek sorusunun cevabı, hükümetin söylediği
“vergilerden akışlarla, mutlu mutsuz bakışlarla...” şarkısında sanki...
Vergiyi tabana yayma müjdesi geçen yıl verilmişti ama bütün
vatandaşlara dokunacak bir vergi vatandaşın tabana kuvvet koşarak destek
vermekten kaçması ile sonuçlanabilir. Önce, sigara ve TEKEL ürünü kullananları
kapsayan vergiler artırılır, ki kamuoyu nezdinde “her şeye müstehak” denilecek
kesimdir bunlar. Sonra arabası, evi olanlara sıra gelir. Onların da parası
çoktur, versinlerdir. Bu işler şöyle mi tasarlanıyor acaba:
-Arabası
olanlara bir vergi daha koyun...
+Efendim,
zaten konabilecek bütün vergileri koyduk arabalara. Millet sosyal medyada şöyle
şeyler paylaşmaya başladı: Ali, 2001 cc uzeri bir araba almak icin bayiye
gitti. Arabanın Türkiye’ye girişi 100 bin tl idi. MTV: 7.505 tl, KDV: 46.807
tl, ÖTV: 160.000 tl olmak üzere toplamda 300 bin tl’den fazla ödedi. Kendine
bir araba alan Ali, devlete de iki tane almış oldu. Arka planda şu şarkı
çalıyordu: “Ali, arabanın bir vergisi var, verginin de iki vergisi var.
‘Yandım, yandım’ diye bağırır, ödedikçe vergisini arabanın...”
-Arabası
olup içinde sigara içenlere ceza kesin, bir sonraki aşamada evlere
dadanırsınız... Sırayla önce evi olanlara vergi, evinde sigara içenlere ceza...
Daha da geliştirilebilir, her şeyi de ben mi söyleyeyim?
Genellikle gece mesaisine elinde torbalarıyla çıkıp yasama
yapan Meclis’imiz, yakın zamanlarda yeni vergi türlerini içine koyduğu bir
torbayı tanıttı. Bu vergilerden birinin adı Değerli Konut Vergisi. Başlarda çok
dikkat çekmeyen vergi, Tapu ve Kadastro Müdürlüğü marifetiyle işletilmeye
başlayınca şikayetler çığ gibi gelmeye başladı. Bir kere, evlerin hesaplanan
değerinin gerçekçi olmadığı yönünde itiraz edenler oldu. Alım-satım işleminde
vergisi verilen, her sene emlak vergisi ödenen ve kira getirisi varsa ayrıca o
vergisi de hesaplanıp ödenen evler, durduğu yerde bir vergiye konu oluyordu ve
bu bir seferlik bir ödeme de değildi, her sene verilecekti. Nitekim, buna
Varlık Vergisi diyenler de oldu.
Haksız ve usulsüz uygulama olduğu için Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilebilir veya son günlerde birkaç örneğini gördüğümüz iyi polis-kötü
polis oyunu çerçevesinde iyi polis Erdoğan tarafından geri çektirilebilir. Oyun
şöyle çalışıyor: iktidar/bürokrasi, keyfî ya da halka bir takım yükümlülükler
getiren bir düzenleme yapıyor. Bu düzenleme halktan yeteri kadar tepki
almamışsa durulmayıp yola devam ediliyor. Fazla tepki almışsa, bu oyların
kritik düşüşüne neden olabileceği için iyi polis Erdoğan tarafından “tasvip
edilmemek” suretiyle iptal ediliyor ve kurtarıcı Erdoğan bir kahraman oluyor.
Geçen sene MTV yasal olarak en fazla %15 artırılabilir iken, hükümet %40 zam
yaptı. Tepkiler sonrasında Erdoğan sahneye çıktı ve %25’e indirerek halkı
sevindirdi. Atını kaybeden bir vatandaşın, eşek bulduğu için sevinmesi gibi
oldu. Termik santrallerin filtre meselesinde de iktidar kanadı, ertelemeyi
hararetli bir şekilde savunup Meclis’ten kanunu geçirdi ama halkın tepkisi
büyük olunca Cumhurbaşkanı veto etti. Yine, Ziraat Bankası’nın Simit Sarayı’nı
devir alması işlemleri başlamışken, gelen yoğun eleştiriler sonucunda Erdoğan
bunu tasvip etmediğini söyledi. İşe bakın ki bir sözü ile anında başvurular
geri çekildi, sanki o işlem hiç başlamamış gibi davranıldı. Şöyle bir fıkrayı
hatırladım:
Vaktiyle, hükümdarın biri, üç defa Cuma Namazı’na gitmeyen
kişilerin idam edilmesi için ferman yayınlamış. Gel gör ki, o memlekette herkes
namazını düzgünce kılıyormuş. Hükümdarın sinirli olduğu günlerin birinde,
işgüzar vezir, hükümdarın öfkesini dindirmek için suçlu-suçsuz olduğuna bakmadan
bir garibanın getirilmesi için askrelere emir vermiş. Fakir ve kimsesiz bir
hamalı getirmişler. Adam ne yaptıysa, Cuma Namazı’na gittiğini anlatamamış.
Korkudan, şahitlik yapmaya da kimse yanaşmayınca idamına karar verilmiş. Adet
gereği son isteği sorulunca, hükümdar ve vezirin kafasına halkın önünde
balyozla vurmak istediğini söylemiş. Vezir hükümdarın kulağına fısıldamış:
“Hünkarım, isteğini yapmazsak itibarımız zedelenir, velakin şimdi düşündüm de,
sanki bu adamı ben camide görmüş gibiyim...” Hükümdar hemen atlamış: “Gibisi ne
Vezir Efendi, bu adam benim yanımda kıldı namazını... Ne diye getirdiniz bunu?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetlendikten sonra uygun görülürse yayınlanacaktır. Genel ahlâka mugayir ifadeler, hakaretler veya spam türündeki muhtevaya sahip yorumlar, takdir edersiniz ki, yayınlanmayacaktır. Onun haricinde her türlü yorum yapabilirsiniz, yapınız hatta...