Bu Blogda Ara

Arşiv

Hahahaber-Korona Türküsü


HAHAHABER


Kadifeden Maskesi...

Kadifeden maskesi
Hırıltılı gelir sesi
Oturmuş karantinada
Yanar ciğerinin köşesi

Aman yolla, tecritlere yolla, haydi yolla
Karantinaya yolla, yolla yar yolla

Kadifeden maskem yok
Hastaneye bastığım yok
Korona el basayım
Senden başka virüs mü yok?

Aman yolla, tecritlere yolla, haydi yolla
Karantinaya yolla, yolla yar yolla


NOT: Bu sayfada yer alan haberler hayal ürünüdür, uydurmadır. Gerçek haberlere benzeyebilir, gülüp geçiniz, kafayı takmayınız. . .

Koronametre

 
Koronametre
Sinsi ve hızlı bir şekilde dünyayı etkisi altına alan Coronavirüs’ten, sonunda Türkiye de nasibini aldı. Ülkemizde rastlanan ilk virüs vak’ası 11 Mart’ın ilk saatlerinde Sağlık Bakanı tarafından açıklandı ve böylece “koronametre” çalışmaya başladı. Bu açıklama, öncesinde süregelen tartışmaları bitirmediği gibi yeni tartışmalara da yol açtı.
 
Doğumuzdaki ve batımızdaki ülkelerde virüs vak’aları görülürken, bizde görülmediğinin söylenmesini şüpheyle karşılayanlar vardı. Ne yaniydi, Çin’den yola çıkıp her yana dağılan virüs İran’a gelmiş, yüzlerce kişinin ölümüne sebep olmuş ve sonra bizi atlayarak Yunan ellerine uğramış ve soluğu İtalya’da mı almıştıydı? Bu işte kesin başka bir iş vardıydı, belki de yüzlerce gerçekleşen ölüm vak’ası halktan gizleniyor olabilirmişti. Biraz daha iyimser olanları, virüs tesbiti için kullanılan kitlerin düzgün çalışmıyor olabileceğini ve bu sebeple daima yanlış sonuçlar verdiğini iddia ediyordu. Çernobil mini dizisinde patlayan reaktör sonrasında düşük ölçekli ve düzgün ölçüm yapamayan dozimetrelerde daima 3.6 röntgen sonucunun görünmesi gibi... Nitekim, İngiltere’den gelip, İstanbul üzerinden Singapur’a giden bir yolcunun virüs taşıdığı ortaya çıktığında bu şüphe kuvvet kazanmıştı. Türkiye tarafı bu yolcunun sadece 22 dakika İstanbul Havalimanı’nda kaldığını söyleyerek kendisini savundu. Bu meselede şaşılacak hususun, büyüklüğü ve organizasyonu sebebiyle havaalanının sadece 22 dakikada geçilmesi olduğunu söyleyebiliriz.

Karşı iddia olarak, bu topraklarda yaşayan insanların genetik olarak virüse dirençli olduğunu söyleyenler oldu. Kimi de abdestli namazlı memlekete virüslerin yaklaşamayacağını öne sürüyordu.

İDDİALAR... İDDİALAR...

Şimdi iddialara teker teker bakalım: Demokrasimiz istenen seviyede olmasa ve sürekli aldığı yaralarla bitap düşse de, yöneticilerimiz Çin ve İran’dakilerden daha mı totaliter ki, onların yapamadığını yapsın ve virüs vak’alarını tamamen kamufle etsin? Yahu, akrabalık ilişkilerinin çok gelişmiş olduğu memleketimizde yüzlerce kişinin vefatı virüsten olacak da, bilindiği halde kimse ile paylaşılmayacak, mümkün mü? Her cepte telefon ve her telefonda kamera ile internetin olduğu 2020 Türkiye’sinde böyle bir olayı uzun süre boyunca kimse saklayamaz.

“Kaç para ülenn bi’ kit?”

Virüs teşhis kitlerinin hatalı sonuçlar verebileceği ihtimali olsa bile, böyle hayatî bir konuda sağlık personeli ihmalkârlık yapsa kendi hayatını da riske atacaktır. Kaldı ki, ünlü filozof İbrahim Tatlıses’in bir Türk filminde söylediği gibi “kaç para ülenn bi’ kit?” Öte yandan, virüs zengin-fakir, âlim-cahil, soylu-köylü ayırımı yapmadan, kimsenin dinî inancını sorgulamadan, uygun fizikî şartları bulduğu her bünyeye yerleşir.

Başka ülkelerdeki virüsün yayılma hızı ve tehlikesi ülkemizden dikkatlice izleniyor olmasına rağmen, bizde görülmeden önce hiçbir tedbir almayan vatandaşımız, resmî virüs ilânı ile panik havasına girdi. Gerçekten ihtiyacı olup olmadığına bakmaksızın makarna başta olmak üzere kuru gıda, temizlik maddesi ve maskeye hücum eden vatandaşlar, bu malzemeleri stoklayıp fiyatlarını fahiş bir şekilde arttıran fırsatçılar haberlere konu oldu. Vatandaş kendisinden birçok bilginin saklandığını düşünüyor olmalı ki en kötü şartlara kendini hazırlama ihtiyacı hissediyor. İktidar medyasında biri, yakın zamana kadar tutuklu bulunan ve yurtdışına çıkış yasağı bulunan muhalefet partisi mensubunun İran’a gidip bilerek virüsü Türkiye’ye getirdiğini yazdı, bir başkası da yeni açılan Deva Partisi ile birlikte virüsün ülkeye giriş yaptığından bahsetti. İşine gelmeyen seçim sonuçları çıktığında veri akışını kesen resmî ajansı da görülmedi mi? Bunları gören insanlar nasıl resmî verilere güvenebilir ki? Yıllar boyu süren inşaatı ve dev bütçesine rağmen yeni havalimanında metronun, ulaşması gereken noktanın yanlış hesaplama sonucu 300 metre uzağında biteceğini daha yeni duyduk. Bu ne ki, işsizlik rakamları, enflasyon ve millî gelir hesaplamalarının tam olarak gerçeği yansıtmadığını düşünen çok insan var. Ekonomi sıkıntıda olmasa, bu kadar virüs fırsatçısı doğar mıydı?

Bayramsa bayramınız, mübarek olsun!

14 Mart’ta bayram kutlayan ve henüz koronavirüse çare bulamamış tıp dünyasına seslenmek istiyorum:

“Hiçe sayıldı başta Wuhan,
Kan gölüne döndü bak Çin, İtalya ve İran
Bayram mı olurmuş gözyaşlarından
Bayramsa bayramınız mübarek olsun!

Virüslü hastalar ilâç beklerken
65 yaş üstü feryat ederken
Wuhan  boynu bükük, mahsun beklerken
Bayramsa bayramınız mübarek olsun”

Son zamanlarda bütün dünyada muhtelif yerlerde görülen deprem, çığ, kuraklık, orman yangınları, savaşlara ilâveten korona virüsü de eklendi. Ne diyelim, Kur’anometre yavaşladığı anda koronametrenin işlemeye başlaması tesadüf olmasa gerek...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/koronametre_514709

"Göç olsun, güç olmasın..."

Göç olsun güç olmasın
 
Şubat ayının son günleri üzücü bitti. İdlib’den şehit haberleri geldi.
Önceki dönemlerde Astana’sından Soçi’sine, Tahran’ından Ankara’sına kadar pek çok yerde biraraya gelen Türkiye, Rusya ve İran, her toplantı sonucunda bir mutabakatın ortaya çıktığını söylüyorlardı. Mutabakat, ateşkes, gözlem gücü derken bir de baktık ki çatışmalar meydana geldi. Hükümetin gayri resmî ortağı Bahçeli’nin ifadesine göre bölgedeki askerî birliklerimize Rus uçaklarının dahil olduğu bir saldırı gerçekleşmişti. Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar da oradaki birliklerimizin hareketlerini Rus kuvvetlerine bildirdiklerini söylemişti.

Diyalog ve diplomasî kanalları işletilse, acaba kayıp vermekten kurtulabilir miydik, neden savaşmak zorundayız, oradaki hedefimiz nedir ve hedefimiz gerçekleştirilebilir seviyede midir gibi soruları sormak için en hafif tabirlerle “hain, Esedçi, beşinci kol” gibi suçlamaları göze almak gerekiyordu. İstanbul Valiliği’nin başlattığı “Savaşa hayır” demeyi yasaklama işi başka illere de sirayet etti. Nitekim, çok değil, 3 gün sonrasında Moskova’da yapılan görüşmeler sonucunda çatışmasızlık süreci ortaya çıktı. Putin, şehitlerimiz için taziyetlerini bildirirken askerlerimizin orada olduğunu bilmediklerini söyledi, iyi mi...

Şehit Cenazeleri

Şehit cenazelerimiz sırasında bazı ilginç olaylar yaşandı. Birinde, cenaze namazı kılınırken bir kadın siyasetçi bir anda ön saflara geçerek poz vermeye başladı. Bir başka cenazede de namaza yetişemeyenler için cenaze namazı tekrar kılındı. Namaz tekrarı kararını YSK (Yüksek Salat Kurulu) verse, acaba kaç rüknünü geçerli sayıp, hangisini tekrarlatırdı? Şehitlik, cenaze, namaz gibi değerleri gündelik siyasete alet etmeye çalışmak ne kadar da sakil duruyor, değil mi?

Sınır Kapılarının Açılması

Şehit haberlerinin geldiği sıralarda, kendisine sığınan mültecileri artık beslemek zorunda olmadığını ifade eden ülkemiz, Avrupa tarafındaki sınır kapılarını içerideki mültecilerin AB ülkelerine serbestçe geçiş yapabilmesi için açtı. İktidar medyası gece gündüz sınır kapılarını göstermeye başladı. Yunan güvenlik kuvvetlerinin sert müdahaleleri ekrana getirildi. Sınırlarımızdan içeriye kaç kişinin girdiğini, ülkemizdeki toplam mülteci sayısını tam olarak söyleyemeyen yetkililerimiz, Yunanistan sınırını geçen mülteci sayısını dakika başı güncellemeyi ihmal etmedi. Çip mi taktılar, nasıl belirliyorlar bilmiyoruz. Sınırı geçenlerin çoğu, kapıdan değil nehirden, denizden geçtiyse saymak nasıl mümkün oldu acaba? Yunan tarafının kullandığı güç sonucu ölenler de var maalesef, arada kalan insanlar tam bir trajedi yaşıyor. “Göç olsun, güç olmasın” diyerek yollanan insanların çokluğu ile övünüyor medyamız, ama dedikleri kadar çok insan canını dişine takarak bizden kaçıyorsa kendimizi sorgulamamız gerekmiyor mu?

AKLI ESEN...

Şimdi bir ülke düşünün, farz-ı muhal, yıllar önce, Emevi Camii’nde namaz kılma vizyonu ve Esad’a kısacık bir siyasî ömür biçme sevdasıyla, Suriye’de çıkan iç savaşta muhaliflere yaptığı desteklerle taraf oluyor, zalim Esad’a zulmünü arttırma fırsatı sunarak milyonlarca insanın yurdunu terk etmesinde katkıda bulunuyor. Mültecileri “ensar” ruhuyla bağrına bastığını söylüyor, ama onları AB sınırına sokmayacaklarını garanti ederek bu hizmetin karşılığında para istiyor. Ne zaman AB ile işler kötüye gitse, mültecileri otobüslere doldurup sınıra göndererek kapıları açmakla korkutuyor. Nasıl ve niçin şehitler verdiğini izah etmekte zorlandığı bir zamanda gündemi değiştirmek için kapıları açıyor, kimseyi beslemek zorunda olmadığını söylüyor. Ölümlü müdahalelerle karşılaşabileceklerini bilerek herkesi oraya gitmeye teşvik ediyor. Bu ülkenin mültecilerle ilgili hangi sözüne güvenirdiniz? Mültecileri seviyor mu, onlara kendi vicdanını rahatlatmak için mi yardım ediyor, yoksa para için mi, belli değil. Aklına esen her fırsatta onları kapı önüne koymaktan ve ölüme göndermekten de çekinmiyor, hadi gel de çık işin içinden! Allah’tan, ülke olarak böyle bir komşumuz yok, zaten böyle bir ülke de yok, bunlar hep hayali faraziyeler...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/goc-olsun-guc-olmasin_514161

Virüsü Fırsata Çevirmek


Virüsü Fırsata Çevirmek
Ekonomimiz, özellikle son iki-üç yıldır uçuşa geçti hamdolsun. Uçuşlarda kalkış çok önemlidir. Adeta “Hiç borcu yokmuşçasına sessizce alır yol, sallanmaz bu kalkışta ne mendil ne de kol” mısralarını söyletir.
Kalkış sırasında kemerler bağlanır. Kemerlerin bağlanacağını duyunca aklınıza tasarruf tedbirleri mi geldi yoksa? Kemer sıkmaktan değil, bağlamaktan bahsettik halbuki. Geçenlerde de birileri tutturdu, SGK tasarruf tedbirleri uygulayacak diye. Güya, emekli maaşlarından kesintiler olacakmış, bayram ikramiyleri artık verilmeyecekmiş, ilâç katkı payları arttırılacakmış, babasından dolayı emekli aylığı alan çocuklar, artık daha kısa bir süre bundan yararlanabileceklermiş, yok daha neler... Merkez Bankası hazineye ihtiyat akçelerini bile aktarmış, bu da paraların bittiğini gösteriyormuş, buna kargalar bile güler! Bakınız, bir kere, ihtiyat değil itiyad akçesidir o, tabi... İtiyad ne demek, mutad hale gelmek, alışkanlık yapmış olmak. Merkez Bankası mutad olarak hazineye para aktarır, bunda bir şey yok. Utanmasalar, insanımızı daha fazla kazanmaya teşvik etmek için çıkardığımız yeni vergilere de lâf edecekler.

PARAMIZ ÇOK!

Sorarım size; parası bitmiş ülkelerden IMF’in borç istediğini duydunuz mu? Ya da iflâs bayrağı çekmiş bir ülke, iki farklı ülkenin iç savaşında cepheye koşabilir mi? Paramız çok Allah’a şükür ki, nereye harcasak diye düşünüyoruz. Ama bu demek değil ki, daha çok kazanmayalım... Peki, nasıl yapacağız? Yerimizin altından petrol çıkmıyor, havadan da başımıza servet düşmüyor. Psyche 16 adlı bir asteroid’de 700 kentrilyon dolar değerinde altın varmış diyorlar. Aslında fena para değil de, hem yolu uzak, hem de bize yakışmaz, muhtaç haldeki devletler nasiplensin, yazıktır.

“Wuhan-çan-keif” 

Şimdi sıkı durun, kolay yoldan çok para kazanabilme imkânımız var, söylüyorum: Malûm virüs dünyayı kasıp kavuruyor. Kimse aşısını geliştiremedi, tedavisi zor. Şöyle bir düşünelim; bu virüs nasıl bulaştı insanlara? Yarasa çorbasından diyenler var. Yarasa’nın İngilizcesi nedir? “Bat” diye yazılıp “bet” diye okunan bir kelime. “Bat” kelimesini elde tutalım. Hasta bir insan gördüğümüzde ilk tepkimiz nedir? “betin benzin solmuş” deriz değil mi? Peki, benzinin hammaddesi nedir? Petrol. Güzeeeel! Hemen can alıcı soruyu soruyorum; ülkemizde petrol nerede çıkar? Batman’da! Şimdi büyük resim belirmeye başladı mı gözünüzde? Tamam, bölgeyi bilmeyenler için biraz daha ipucu veriyorum: Hasankeyf Batman’dadır ve mağaraları ile meşhurdur. Mağara denince de akla ilk yarasa gelir. Wuhan isminin aslında “Wuhan-çan-keif” olduğu ortaya çıkarsa hiç şaşırmam.

KÖŞEYİ DÖNERİZ

Virüs yarasa ile başladıysa, onu bitirecek olan da yarasadır. Nasıl ki Yüzüklerin Efendisi’nde insanlar, gücünden korktuğu yüzüğü götürüp o yüzüğün üretildiği dağ içindeki lavların içine attılar. Başka ateşler o yüzüğü yakmıyordu. Şimdi yapmamız gereken şey şudur; Wuhan virüsünü üstün koruma tedbirleri ile Hasankeyf yarasalarının ayağına kadar getirip onları gözleyeceğiz, virüsü nasıl yok ettiklerini ya da onunla nasıl başa çıktıklarını anlayıp insanlar için de bir ilâç geliştireceğiz.  Var ya, köşeyi döneriz. İstediğin fiyatı çekerek sat dünyaya, millet mahkûm senden almaya bu ilâcı. Yahu, misal diyorum, yoksa insan sağlığı üzerinden kimseyi istismar edeceğimiz düşünülmesin, fahiş bir fiyat uygulamayız. Normal maliyeti neyse ondan satsak bile iç-dış bütün borçlarımız anında biter.

YARASALARI NE YAPTIK?

Bu yazıyı okuduktan sonra sakın Batman / Hasankeyf’e gidip yarasa peşinde koşmayın... Ya da koşun, nasıl olsa orada bir yarasa bulamayacaksınız. Bütün bu meseleleri biz yıllar öncesinden planladığımız için, sudan sebeplerle Hasankeyf’i sular altında bıraktık ve mağaralarındaki yarasaları taşıdık! 2008 yılında Hasankeyf’le ilgili şöyle bir haber çıktı: “DSİ, 8 türden 20 bin yarasanın yaşadığı, Türkiye’nin ikinci büyük yarasa yaz kolonisinin barındığı mağarayı taşıma kararı aldı.” O yarasalar, Konya’daki gizli uzay araştırma üssümüzün yakınlarına taşındı, yerini kimse bilmiyor. Süper güç olmak bunu gerektirir.

Zamanında o yarasaları taşırken, bizimle dalga geçenler olmuştur muhakkak, “bir işe yarasa bari…” diye. Dostlar, o işe yarayacakları gün bugündür. O sene bu senedir! Başka ülkeler için dış mihrak olmanın dayanılmaz hafifliğini hissediyor musunuz?

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/virusu-firsata-cevirmek_513681

Hahahaber-Trump'tan İtiraf



HAHAHABER

Trump'tan itiraf

Trump’tan şok itiraf!

İran'da hükümet sözcüsü, sağlık bakan yardımcısı, eski Tahran belediye başkanı ve bir vekilin koronavirüs’e yakalandığını duyan Trump: "Süleymani meselesini aceleye getirip masrafa girdik o kadar... Keşke biraz daha bekleseydik"





NOT: Bu sayfada yer alan haberler hayal ürünüdür, uydurmadır. Gerçek haberlere benzeyebilir, gülüp geçiniz, kafayı takmayınız. . .
 

Büyükbaşın Büyük Derdi...

 
Büyük başın büyük derdi
Tarım ve Hayvancılık Bakanı Bekir Pakdemirli Türkiye’de hayvanların takibini daha iyi yapabilmek için yeni bir kulak küpesi üzerinde çalışmalar yaptıklarını söyledi ve ekledi:
 
“Kulak küpesi şu; her hayvanın kulağına bir tane cep telefonu asacağız. Yurtdışı toplantılarında anlatıyorum, çok hoşlarına gidiyor: ‘Bu inekten ineğe konuşmak için değil, insanların bilgi sahibi olması için’. İçinde komple cep telefonu altyapısı olan bir küpe. Bu bir cep telefonu, ama sürekli çalışan bir cep telefonu değil. Pili 5 sene dayanıyor. 2-3 günde bir uyanacak. Ondan sonra başlayacak; ‘Merhaba, benim adım şu, ben buradayım, hayattayım, vücut ısım çok iyi, hasta değilim’ veterinere SMS atacak. Belli bir coğrafi bölgeyi geçmemesi gerekiyorsa, ‘bana belirlediğiniz alandayım’ diyecek. Trakya ari bir bölge meselâ.

Ama Trakya’ya Van’dan bir hayvan giriyorsa haberimiz olacak. Şap veya diğer hastalıklar. Türk mühendislerince yapılan, orijinal fikri bana ait bir proje. Mezbahanede hayvan kesilince haberimiz olsun diyoruz. Hayvanın kafası gidiyor, kafayla birlikte küpe duruyor. Halbuki burada vücut ısısı düşünce, sizlere ömür diyeceksiniz.” Bir hayvanın SMS’i kesilirse, artık eSaMeSinin de okunmadığını anlayacağız her halde...

Bakan bey, bunun kendi orijinal fikri olduğunu söylüyor, ama kısaca “IOT” denilen nesnelerin interneti kavramı tam da böyle bir şeylere imkân tanıyor ve yeni değil. İneklerin IOT’ları çok sevdiği bilinen bir şey. Hollanda’da çok gelişmiş uygulamalarının olduğunu söylüyorlar.

Vatsağıp Grupları 

Kulaklarında cep telefonu ve internet teknolojisi taşıyan inekler, sadece veterinere SMS atmakla yetinirler mi acaba? Ya bize haber vermeden kendi aralarında haberleşmeye başlarlarsa? Misal, “vatsağıp” grupları kurabilirler. Bir inek, mavi renkli çitlere bir çift tok atarsa “sağıldı” bilgisi paylaşmış olur. Grupta herkes birbirine “çayırlı Cumalar” diler. Çayırların fethi, hacetlerin def’i için “Allah çayırlara vesile kılsın” gibi güzel duâlar paylaşırlar. Devletin cebinden bir kuruş çıkmayacak şekilde SSBS (Sen Sağ Ben Selâmet) yöntemiyle Şehir Mezbahaları’nda sağılacak inekler için hazine günlük asgarî 500 bin SMS garantisi verir, onun altında SMS gelirse öküz altında buzağı aranır.

SÜTÖ

Vatsağıp falan neyse de, ya George Orwell’in Hayvan Çiftliği kitabındaki gibi isyan çıkarmaya niyetlenen hayvanlar olursa? Hafazanallah, SÜTÖ isimli bir örgüt kurarlarsa? Kulaktan kulağa şifreli haberleşme için “sütlock” yazılımı kullanabilirler. Böyle bir şey vuku bulursa, derhal S serisi saman çöpü bulunduran inekler derdest edilir, Sütüntü dergisi ve Saman gazetesi aboneliği ile Samandolu kanalını favori listesinde bulundurmak, örgüt üyeliğine delil kabul edilir. Bankasaman’ın önünden geçenin gözünün yaşına bakılmaz. Kulaklarındaki küpelerden günde 20 saat kaset dinleyip ağlarken, sütlerine gözyaşlarını katan tezcanlı inekler de çıkacaktır. Ne diyelim, büyükbaşın büyük derdi olur...

Diyanet’in mesajları

Diyanet, sağolsun, zaman zaman vatandaşlara bazı dinî konularda hatırlatmalar yapıyor. Meselâ, TOKİ marifetiyle satın alınacak konutlar için kullanılacak kredilerde enflasyon miktarına eşit veya onun da altında bir faiz uygulamasına cevaz verdi. Sübhanallah, bu hatırlatma tam da konut satışlarının düştüğü ve inşaat piyasasının kriz yaşadığı bir zamana denk geldi. Halbuki TOKİ yıllardır satış yapmaktaydı ve satış usûlünde bir değişiklik yapmamıştı. Fetvayı temellendirdikleri enflasyon oranının, 15-20 yıl içerisinde alacağı değerleri hesaplamış ve büyük ihtimalle faiz oranlarının altına düşmeyeceğini tahmin etmiş olabilirler mi? Öyleyse,  ekonomiden epey iyi anlıyor olmalılar. Pazar alış verişlerini akşam saatlerinde yapmaya vatandaşı davet etmelerine de şaşırmamalı o zaman... Akşam saatlerinde elde kalan ve belki de ertesi gün/lere kalırsa bozulabilecek malları pazarcıların belli bir zararı göze alarak daha ucuza sattığı söylenebilir. Bu durumda akşam pazarı tavsiyesi, pazarcı esnafının açıkça zarar etmesini teşvik anlamına gelmez mi? Satın alanlar vatandaş da pazarcı değil mi? Sonra, diyelim ki, herkes alış verişini akşama bıraktı, akşam saatinde yükselen taleple birlikte arz sabitken fiyatlar nasıl düşebilir? 

Geçtiğimiz haftalarda Kur’ân kursu inşaatı ile ilgili açıklamaları tartışma konusu olmuştu. Kur’ân denince akla kurs inşaatı ve tuğla gelmese,  Cennet de köşk-saraya indirgenmese daha iyi olmaz mı? İmar yerine iman öncelense, siyasî gücün en çok ihtiyaç duyduğu konularda o ihtiyaca dair bir dinî hükmü siyasinin işine gelecek şekilde anlatmaktan vazgeçilse, kuruma duyulan güven artmaz mı?

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/buyukbasin-buyuk-derdi_513168

Sosyal Medyargıtay

 
Sosyal Medyargıtay
Fikir ve ifade hürriyetinin kâfi derecede kullanılamadığı ülkelerde geleneksel medya araçlarının tesiri azalır.
 
İnsanlar, kendilerini ifade etmek için alternatif mecralara yönelirler. Balon gibi, bir yerine parmağınızı bastırırsanız başka bir yerde fazladan şişmeler olduğunu görürsünüz. Ülkemizde sosyal medyaya teveccüh üst seviyelerdedir. Aman ha, sakın ülkemizde fikir ve o fikri ifade etme hürriyetinin kısıtlı olduğunu söylediğimi sanmayın. Şu an söyleyemiyorum yani...

İktidara yakın bir sivil toplum kurumunun birkaç ay önce gazeteciler üzerine yaptığı bir çalışma vardı hatırlarsanız. Eskiden anaakım denilen medya kuruluşlarında çalışmaktayken, bu medyaların el değiştirmesi sonrası muhalif kimlikleriyle tanınan meşhur bazı gazetecilerin, uluslar arası medya kuruluşlarının Türkiye şubelerinde çalıştıklarını, bazılarının da şahsî internet sayfaları ve sosyal medya kanallarını kullandıklarını anlatan bir rapor yayınlamıştı.

Adeta bir fişleme aparatı olarak kullanılan bu raporda bazı gazetecilerin twitter hesapları ile yaptıkları paylaşımlardan bahsediliyordu. Daha ilginci, dikkat çekici (muhtemelen onlara göre tehlikeli) olabilecek birtakım paylaşımları beğenen gazetecilere dikkat çekiliyordu. Sahipleri değiştikten sonra iktidara daha yakın olan gazete ve televizyonlar, yeni yayın çizgilerine uyum sağlayamayacak kişileri kovdular. Artık, adaletten dış politikaya, eğitimden sağlığa ve günlük siyasetten güvenliğe kadar her konuda neredeyse aynı adamları ekranlara çıkarıyorlar. Adam da “ben ceza hukukçusuyum kardeşim, depremden ne anlarım” demiyor meselâ...

UÇUŞ

Çoğunlukla birbirinin aynı cümlelerle yayın yapan, aynı manşetleri ve başlıkları atan o kadar çok gazete ve televizyon var ki, artık vatandaş nezdindeki inandırıcılıkları ve okunurlukları azalıyor. Kullanılan provokatif ve militanca dilden bahsetmiyorum bile. Ekonominin çok iyi gittiğini anlatıp duruyorlar, ama vatandaş, ayarlanan ve uyarlanan rakamlara itibar etmiyor artık, cebine ve tenceresine bakıyor. Einstein’in meşhur sözü gibi, haklı olsalar ekonomimizin uçuşa geçtiğini tek bir defa söylemeleri bile yeterli olurdu.

Kendisine tanınan anayasal haklar çerçevesinde meşru gösteri ve yürüyüş hakkını kullanamayacağını, kullanırsa yiyeceği cop ve biber gazı ile kalıp hiçbir haberde yer alamayacağını bilen vatandaş, kendi alternatiflerini oluşturuyor. Cumhurreisinin konuşması esnasında, beklenmedik bir şekilde, işsiz ve aç olduğunu söyleyen bir vatandaş çıkınca, konuşmayı canlı olarak veren onlarca kanal yayını kesti.
Gazete ve televizyonlardan umudu kesen vatandaş sosyal medyaya itibar ediyor. Evet, kendini ifade etmek için sosyal medya uygun bir mecra, ama unutulmamalı ki doğrular ve yanlışlar burada iç içe. Güçlü olanın sesi çok çıkıyor ve sesi çok çıkanın haklı olduğu yönündeki peşin kabul devreye giriyor çoğu zaman. İlgi çekmek veya kitleleri manipüle etmek için yalan haber çokça dolaşabilir. Hoşa gitse bile, sansasyonel denilebilecek bilgi ve haberleri teyit etmeden paylaşmamak gerekir.

Adalet Dağıtım Merkezi Olarak Sosyal Medya

Basın gibi, adalete olan güven de sarsıldığı için sosyal medya bir üst mahkeme gibi kullanılıyor. Buna sosyal medyargıtay diyebiliriz. İş o raddeye gelmiş ki, sosyal medya gündemine gelmese hakkında işlem yapılmayacak kişiler, internette yedikleri linç sonrası haklı/haksız olduğuna bakılmazksızın gözaltı-tutuklama yaşayabiliyor. Yani şöyle, duyulmasa tutuksuz yargılanacak olan bir kişi, sırf tepkileri dindirmek için tutuklanabiliyor. Kötüye kullanıma uygun bir durum olduğu için dikkatli olmak gerekir. Hâkim/savcıların işini yaparken sosyal medya tepkisinden çok hakkaniyet ölçüleri ile davranmaları gerekir.

Peki, yüksek sosyal medya mahkemesinde hangi araç hangi tarzdaki dâvâlara bakar?

Whatsapp: Terörle mücadele ve organize suçlar
İnstagram: Evlenme, boşanma işleri, asliye hukuk dâvâları
Twitter: Ceza dâvâları
Ekşisözlük: Alacak-verecek, ticaret dâvâları
Linkedin: İş hukuku dâvâları, mobbing
Facebook: İstinaf mahkemeleri

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/medyargitay_512646

Öne Çıkan Yayın

Vaka-yı AKiye

Sefer Selvi Karikatürü   Maldivler’e tatile gidenler, Monaco’da yediği ıstakozla fotoğraf çektirip verdiği “ıstAKPoz”u sosyal medya plat...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: