Bu Blogda Ara

Arşiv

Kar ne, hediyesi...

 


İstanbul için beklenen 2022’nin ilk yoğun kar yağışı sonunda geldi. Tam da okullarda yarıyıl tatili başladıktan sonra hem de... Yıl boyu karla oynayacağı oyunları düşünen çocuklar için bir nevi karne hediyesi oldu.

Evet, yağarken seyretmesinin verdiği huzur, dantel gibi nakışlarıyla çevreye kattığı güzellik, kardan adam, kayak ve kartopu oyunu gibi eğlenceleri ile; kar ne, hediyesi Rabbimin... Faydaları saymakla bitmez: Havadaki kirliliği temizler, yerdeki ve havadaki mikropları öldürür. Yeraltı ve yerüstü sularını besler. Barajların dolmasına yardımcı olur. Dolan barajlar sayesinde daha çok elektrik üretebilir hale geliriz. İçinde bulunan amonyak toprağa karışır ve bakteriler tarafından çevrilerek bitkilerin azot ihtiyaçlarını karşılamada yardımcı olur. Kar suyu, aynı zamanda demir, potasyum ve kalsiyum gibi mineralleri çözerek bitkilerin gerekli mineralleri almasını sağlar. 

Bu hediyenin biraz külfetleri de yok değil tabi, soğuk bir yüzü var öncelikle, üşütüyor bizi. İmkânları kısıtlı olan insanlar kara bakıp kara kara düşünüyor ısınma masraflarını. Yağış hızına ve miktarına göre, kara, hava ve deniz ulaşımını kesintiye uğratabilir. Türkiye nüfusunun beşte birinin sıkıştığı bir şehirde bu ulaşım kesintileri bazı insanlar için hayatı felç edebilir. 

Geçtiğimiz Pazartesi günü, mesai saati bitimi itibarıyla işyerimin bulunduğu yerde hava güneşli idi. Evimin bulunduğu mevki civarında ise fırtına şeklinde yoğun bir kar yağışı varmış. Bu sebeple, raylı sistemlerle gidebileceğim en uzak yere olan Olimpiyatköy’e gitmeye karar verdim, oradan da bir otobüsle eve geçecektim. Maalesef, Olimpiyat Stadı’na vardığımda yolların kapandığı ve hiçbir otobüs seferinin yapılamadığı anonsu geçiyordu. Dört saat süren, karlarda bata çıka, 12 km’lik, çoğu yokuşlu bir yolu yürüyerek eve ulaşabildim.

Aynı saatlerde İstanbul Havalimanı’nda uçuşlar yapılamamış, kargo binasının çatısı çökmüş, havaalanına giden yollar kapanmış. Havalanmak üzere piste giden uçak hareket edememiş, içerisindeki yolcular ancak 9 saat sonra tahliye edilebilmiş. 20 bine yakın insan alanda perişan olmuş. Otele yerleştirilmeyi beklerken, altlarına sermek için kartonlar bile parayla satılmış. Seslerini duyurmak istediklerinde karşılarında çevik kuvvet polislerini bulmuşlar. TEM ve Kuzey Marmara otoyolları tıkanmış, insanlar yollarda mahsur kalmışlar. Su içmeye bile talimatsız gidemedikleri anlaşılan bakanlar, Cumhurbaşkanı talimatıyla İstanbul’a gelmiş, fakat dünyanın kıskandığı yeni havaalanımıza inememişler. 

Havaalanı yetkilileri “bizim suçumuz yok, havayolları şirketleri yolcuları mağdur etti” diyor, havayolu şirketleri “otel vardı da biz mi yerleştirmedik, bir tane otel var, o da dolmuştu, yollar desen kapalı, biz ne yapalım?” diye soruyordu? Otoyolları işleten, geçilse de geçilmese de, soğukta sıcakta, karantinada-kar altında her hal ve şart altında işleyecek olan geçiş garantisini cebinde tutan şirketlerden ise herhangi bir ses çıkmadı.

Hükümet yetkilileri, hükümet basını ve hükümet trolleri Büyükşehir Belediyesini yerden yere vuruyordu. Bu hengâmede en çok konuşulan konu İBB Başkanı İmamoğlu’nun balık yemeye gitmesi oldu. Büyükşehir Belediyesi, karayolları ve otoyolların Karayolları Genel Müdürlüğü sorumluluğunda olduğunu hatırlatıyordu. Başkanı balığa gitti diye İBB’yi suçlayanlar haklı diyelim, diğer yolların ve yapıların sorumluları balığa gitmedikleri halde neden problemler yaşandı?

Sade vatandaşlar olarak, gittiğimiz yolların hangisinden kim sorumlu bilemeyebiliriz. Karayolları mı, Köy Hizmetleri mi, Büyükşehir Belediyesi mi, ilçe belediyesi mi, muhtar mı yoksa ihtiyar heyeti mi, nereden bileceğiz? 

Kendi vazifesini yapmamışken, başkasının işlerini engellemeye çalışma gayretiyle cezalandırılan vatandaş oluyor. Kar ve rüzgârdan çok çabuk etkilenen, şehirden uzak bir yerde, metrosu bitirilmeden aceleyle açılan havaalanının sorumlusu kim? Yenisi çalışabilsin diye eski havaalanının pistlerini bilerek bozduklarını Ulaştırma Bakanı bizzat kendisi söyledi. 

Hakaret suçu isnat edilen kişilere gece yarısı kelepçe yetiştiriliyorken, gündüz vakti yağan kara kepçe bulunamadı. Otel isteriz feryadını dile getiren turistlere çevik kuvvet anında yetiştirildi.

Kul korumalı çalışması gerekirken “kar korumalı, mevzuyu at başkasına sistemi” ile çalışan kurumlar! Sizin hepinizin karnesi zayıf geldi, haberiniz olsun. Serçeden balıktan, havadan sudan gündemleri bırakın, hiç olmazsa afet zamanlarında vatandaşı siyasî çekişmelerinize kurban etmeyin...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/kar-ne-hediyesi_557777

Nu$reddin Hoca Fıkraları

 


Reuters kaynaklı bir habere göre, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, bakan yardımcısı olduğu zamanlarda dış yatırımcılarla yaptığı toplantılardan birinde, yatırımcıların sorularını cevaplamak yerine onlara çocukluk hikâyelerini anlatmış ve bunun üzerine yatırımcılar herhangi bir taahhütte bulunmadan ayrılmış.

Biz de, bu vesileyle nükteleri ile meşhur Nu$reddin Hoca’dan bir kaç fıkra aktaralım: 

Ya tutarsa?

Nu$reddin Hoca bir gün, borç denizinde yüzen bir ekonominin başında durmuş, elindeki kepçeyle ekonomiye yeni model atıyormuş. Köylünün biri onu o halde görünce dayanamayıp sormuş:

“Hocam, hayırdır, ne yapıyorsun öyle?”

“Yeni ekonomi modeli atıyorum”

“Koca ekonomi, hiç yeni model tutar mı?”

“Ya tutarsa?”

“Ben zaten inecektim...”

Nu$reddin Hoca, eşekonomisine binip gezmeye çıkmış. Bir anda, eşekonomi tökezleyince Hoca da yuvarlanıp yere düşmüş. Mahalleli kendisine bakıp gülmüş, ama Hoca bozuntuya vermeden, “Ne gülüyorsunuz, ben zaten inecektim” demiş. 

Peşin paranın kokusu...

Günlerden bir gün, alacaklıları Nu$reddin Hoca’nın kapısına dayanmış paralarını istiyorlarmış. Nu$reddin Hoca kendinden emin bir şekilde: 

“Kolay o iş, yakında hepiniz paranızı alacaksınız” demiş. Hoca’nın rezervlerinin borç ödeyebilecek durumda olmadığını bilen alacaklılar şaşırmış. Borçlarını nasıl ödeyeceğini sormuşlar. Hoca anlatmaya başlamış: “Şimdi biz faizi indireceğiz, faiz inince dolar yükselecek. Dolar yükselince ihracatımız artacak. İhracat artınca ülkeye döviz girişi olacak. Giren dövizleri toplayıp size borçlarımızı ödeyeceğiz.” 

Alacaklılar gülmüş bu senaryoya. Hoca da “sizi gidi köftehorlar” demiş, “peşin paranın kokusunu aldınız, gülersiniz tabi...”

Ters yön

Yeni teslim aldığı eşekonomiye ters binen ve ters yönde ilerleyen Nu$reddin Hoca, trafikte seyrederken bir anons duyulmuş: “Dikkat, dikkat, ters yönde ilerleyen bir sürücü trafiği tehlikeye atmaktadır”

Karşıdan gelen araçlara bakarak iç geçiren Nu$redddin Hoca kendi kendine söylenmiş: “Ne bir sürücüsü, hepsi ters gidiyor hepsi...”

El elin parasını halay çeke çeke dağıtırmış

Nu$reddin Hoca, bir yandan çevresindekilere fütursuzca para dağıtırken, bir yandan da halay çekiyormuş. Tanıdıkları Nu$reddin Hoca’ya sormuşlar: “Para dağıtırken nasıl halay çekebiliyorsun?” Hoca cevap vermiş: “El elin parasını halay çeke çeke dağıtırmış...”

Tam da açlığa alışmıştı

Yokluk ve kuraklık zamanlarının birinde Nu$reddin Hoca, eşeği Kurakçan’a verecek yem bulmakta zorlandığı için çareyi yemi günden güne azaltmakta bulmuş. Her gün, bir önceki gün verdiği yemin yarısını koyuyormuş yemliğe. Gün geçtikçe takatten düşen Kurakaçan, kesintilere dayanamayarak ölmüş. Kurakaçan’ın öldüğünü gören Nu$reddin Hoca: “Tüh, tam da açlığa alışmıştı... ”

Ciğerezerv buradaysa kedolar nerede?

Pazarda dolaşırken Nu$redin Hoca’nın ciğerezerv çekmiş. Cebindeki swaplarla bir ciğerezerv alıp merkeze götürmüş ve akşama pişirmelerini istemiş. Akşam olup merkeze geldiğinde, ciğerezervi kedoların yediğini söylemişler. Hemen kedoları alıp tartan Nu$reddin yapıştırmış cevabı: “Ciğerezerv buradaysa, kedolar nerede?”

Bizim çocuklardan birinin anası ağlayacak 

Her biri farklı şehirlerde yaşayan evlâtlarını ziyarete giden Nu$reddin Hoca, önce büyük oğluna uğramış. İşlerin nasıl gittiğini sorunca büyük oğlu “bütün beklentimi ithalatla yapacağım işe bağladım, kur düşmezse anam ağlayacak” demiş. Ertesi gün, küçük oğlunun yanına gitmiş ve ona da işlerin nasıl gittiğini sormuş. O da “bütün paramı, yapmayı planladığım ihracat için harcadım. Kur yükselmezse anam ağlayacak” demiş. 

Eve morali bozuk bir halde dönmüş. Hanımı onu görünce suratının neden asık olduğunu sormuş. Hoca: “Benimki önemli değil, asıl sen kendini düşün. Kur yükselse de, düşse de bizim çocuklardan birinin anası ağlayacak.”

Aklın varsa swapa koş swapa!

Günün birinde Nu$reddin Hoca, merkezi ile birlikte odun kesmeye gitmiş. Kur’u ve gevremiş odunları kesmiş ve merkezin sırtına yüklemiş. Yolda giderken, aklına odunların tutuşup tutuşmayacağı takılmış. Küçük dallardan birini tutuşturmayı denemiş. Başlangıçta, çıtır çıtır yanan odunların sesi ve kokusu ikisinin de hoşuna gitmiş. Lâkin, kısa süre içinde kur’u odunların tamamı ve merkezin semerezervi yanmaya başlayınca merkez hoplayıp zıplamaya başlamış. Bu duruma içi yanan Nu$reddin Hoca merkezine: “Merkezim, aklın varsa swapa koş swapa... yoksa halin duman!”

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/nu-reddin-hoca-fikralari_557336

Yeterodoks Ekonomi

 

Yeterodoks Ekonomi
Sefer Selvi karikatürü

Büyüleyen gözleriyle, ı$ıl ı$ıl, ye$il ye$il bakan ve partisine sevdalanmış yüreklere damla damla akan Nebati bakan, karanfiller gibi renkli, bülbüller gibi ahenkli, neş’eli, sevinçli, zevkli bir şekilde nağme nağme şakıyorken, bir anda söylem değiştirdi.

Önceleri, kahvehanede konuşan dayıların kullandığı dilden çok farklı olmayan sözler sarf ediyordu, kendisine rakam ve veri sorulunca gözlerindeki ışıltıyla cevap vermeye çalışıyordu. Doları nasıl indirdiklerini anlatırken kıpır kıpır olduğundan bahsediyordu.

İş dünyası ve para çevrelerini etkilemek, “bu işten anlıyorum” demek için olsa gerek, tam olarak şöyle dedi: “Biz, ortodoks politikaları bir tarafa koyduk. Artık heterodoks politikalar var. Bunu yaparken de eklektik olmayı, ülkenin gerçeklerine, iç dinamiklerine uygun bir şekilde maliye ve para politikalarını da birlikte yürüterek, bütçe disiplininden taviz vermemek koşuluyla yolumuza devam edeceğiz.”

Politikaları ne kadar heterodoks olur bilmiyorum ama ekonomi yönetiminde bazı paradokslara imza attıkları kesin. Faize karşı olduklarını söyleyip Merkez Bankası’nın politika faizlerini düşürdüler ama hazinenin borçlanma faizi, bankaların mevduat faizleri, konut-taşıt-ihtiyaç kredilerinin faizleri, kısaca diğer bütün faizler yükseldi.

Halk, millet, fakir edebiyatı yaptılar, milletten topladıkları parayla doldurdukları kesenin ağzını bankalara, bankada parasını faize yatıranlara açtılar. Faizlerin kur farkını hazine ödeyecekmiş, eli bol, nasıl olsa buna fetva verecek cübbeli bol...

“Yüksek kur iyidir, ihracatımız artar, döviz girişi olur” dediler, “biz bilerek yükseltiyoruz, bundan sonra böyle, Çin gibi olacağız” dediler. Afrika paraları dahil bütün para birimleri karşısında TL değer kaybetti. Dengesiz ve öngörülemez şekilde seyreden kurlar, fiyatların da anlık değişimine sebep olur. Böyle durumlarda insanlar, fiyatı daha da yükselmeden, alabiliyorsa ihtiyaçtan fazlasını almaya çalışır. Satıcılar da maliyetlerin ani yükselmesi ile baş edebilmek için satmakta acele etmez. Bu da mal ve hizmet piyasası için kaos demektir.

Market-pazar fiyatları alıp başını gidince, kerameti kendinden menkul bir mevduat (faiz deyince kızıyorlar) sistemi getirerek ateşi söndürmeye çalıştılar. Bankaların, piyasaların ve döviz bürolarının kapalı olduğu saatlerde “biz bir şey yapmadık, vatandaş rekor seviyede döviz bozdu” dediler. Halbuki, o günlerde, vatandaşların döviz hesaplarındaki varlıkların arttığı ve merkez rezervlerinin mum gibi eridiği, Merkez Bankası ve BDDK verileriyle ortaya çıktı.

“Faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur” dediler, aylar önce faizi düşürdükleri halde kendilerinin ölçtükleri enflasyon bile günden güne artıyor. Üretici fiyat endeksi %90 artarken, bu artış tüketici fiyatlarına %36 yansıyormuş. Yıllardır açıklanan rakamlar bu minvalde. ÜFE, TÜFE’nin en az iki katı! Hadi, bir ay için doğru olduğunu farz edelim. Normalde üretici, ayakta kalabilmek için maliyet farkını fiyata tatbik eder ve muhakkak bir sonraki ay tüketici fiyatları katmerlenerek artar.

Don Kişot gibi zincir marketlere savaş açtılar, fırsatçılıkla ve fahiş fiyat uygulamakla suçladılar. Marketlerin hepsi birden fahiş fiyatlarla satış yapıyorsa, resmi enflasyon nasıl böyle güdük kalmayı başarıyor? Enflasyon böyle düşükse fiyatların fahiş olduğuna nasıl kanaat getirildi?

Dolar, 9’dan 18’e fırladığında sade vatandaşın dolarla ne işi olur diyenler, 18’den 13’e inmesinin zaferini kutluyor. Benzin, mazot, doğalgaz, elektrik gibi bütün üretim taşıma depolama maliyetlerini logaritmik olarak artıran maliyetler zamlandı ama “dolar indi, bütün market fiyatları da inmeli” diyorlar. “Son zamlarla yaptıklarıma bakma ne olursun, benim AKlım başımda değil” şarkısını söylüyorlar adeta. Sadece akaryakıta, 2021 yılı içerisinde 46 defa zam gelmiş. Biliyorsunuz, ülkemizde ham petrol var ama şimdilik “çıkarttırtmıyorlar”. Güzel ülkemiz ham petrolden kazanamıyorsa “zam petrol”den kazanır, evvelallah...

Esnafı stokçulukla suçlayanlara sormak lazım; otoban, köprü, yol, hastane ve bilumum KÖİ projesinde 20-25 yıllık geçiş-kullanım garantisi stoklayanlar ceza alacak mı? Beş yıllık kullanım hakkı olduğu halde, kıyıların bedava devredildiği, limanları 49 yıllığına işletme hakkı verilen yabancılar stok yapmış olmuyor mu?

“Her evin önünde 2-3 araba var, kapıcılar bile araba sahibi oldu” dediler. Bugün ise "benzin, motorlu taşıtlar vergisi, köprü, otoyol, emlak vergisi, pasaport harcına yapılan zamların, dar gelirli vatandaşın değil, bir avuç zenginin sorunu olduğunu" söylüyorlar. Dar gelirlinin arabası yok ki vergisini versin diyorlar. Haliyle, köprüden ve otoyol parasından da etkilenmiyormuş. Yurtdışına çıkabiliyor mu ki pasaport harcı zamlarına muhatap olsunmuş. O zaman “zamlar kimin için çalıyor?” Zamların muhatabı olan kişi sayısı çok az ise milletin büyük kısmı fakir demek istiyorsunuz. Yok, zengin sayısı fazla ise ve bu zamlar o zenginleri etkiliyorsa halkın büyük kısmı etkileniyor.

Sabit gelirlilerin yarısından fazlası asgari ücretle maaş alabiliyor, işsizlik had safhada, arabası olmasa bile aldığı ekmeğin bile fiyatı MTV’den, otoyol ücretinden etkileniyor. Vatandaş, geçmediği köprünün, kullanmadığı otoyolun, gitmediği hastanenin ve uçmadığı havalimanının kullanım ücretlerini ödüyor. Bırak yurt dışına çıkmayı, yaz tatillerinde memleketine gitmeye parayı zor bulanlar var.

Heterodoks falan dinlemez, millet bu paradoksları gördükçe “yeterodoks” kartını çıkarıp gösterir... 

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/yeterodoks-ekonomi_556450 

Kur'lar Valisi

 

Kurlar Valisi
Sefer Selvi Karikatürü

Çevresindeki herkesten daima borç alan bir insan düşünün.

Üstelik, borçla geçinmesine rağmen, şahsî hayatında lüksten ve debdebeden de ödün vermez. En güzel markalardan giyinir, en pahalı parfümleri satın alır, en son model teknolojik cihazları kullanır.

Üniversite sınavlarına hazırlanması için ailesi onu şehirdışındaki bir dersaneye göndermiştir, ama dersaneye gitmeyip üniversitede okuyan arkadaşları ile gezer. Dersane taksidini ödemesi için gönderilen parayı da dersaneye yatırmayıp sağa sola harcar. “Yancı” tabir edilen bir arkadaş grubu ile birlikte keyif çatarlar. Sorulduğunda, gitmediği dersaneye para vermenin anlamsız olduğunu söyler. Babasının ismini kullanarak dersane müdüründen bile borç alır. Yancı çete, her ortamda onu müdafaa eder, borç bulabileceği yeni arkadaşlar bulmasına yardımcı olur.

Borçlarını döndürebilmek için başka borçlar almak lâzım, ama sonsuz sayıda arkadaşı olmadığı ve çoğunun gözünde kredisini tükettiği için artık borç bulması mümkün değildir. Başka şehirlerde yaşayan dostlarını telefonla aramaya başlar, ama nafile. Alacağı için en çok bastıran kişilere ufak tefek ödemeler yaparak oyalamak geçici bir rahatlık sağlıyordur.

Çatlak sesler yükselince, borç aldığı bazı dostlarını toplayıp lüks bir lokantaya yemek yemeye götürür. Kendini affettirmek için güzel bir yemek yedirdiğine göre para bulmuştur, borcunu ödeyecek diye düşünülürken, dâvetlilerden bir kaçına hesabı ödettirip, “size borcum vardı, yemeği sizden yedik, artık borcum yok” diyerek, yemek masrafını, ödeyen kişilerin borcundan mahsup edip düşer. Şaşırabilirsiniz, ama hesabı ödeyeceğini öğrenen minik alacaklılardan bazıları, halay çekerek karşılar bu durumu. Bu arada, küçük numaralara karnı tok olan bazı alacaklılar, arkadaşımızın eşyalarından ayakkabı, elbise, telefon, artık ne bulurlarsa almaya ve bu şekilde alacaklarını tahsil etmeye çalışırlar. O eşyaların parasını kendi vermediği için, haraç mezat verse de pek umursamaz.

Bahsettiğimiz kişi, aynı zamanda bütün yabancı kurlara hükmeden tek bir mevduat hesabının mucidi Kur’lar Valisi’dir. Kurlar Vadisi’nde yaşamaktadır. Düşmanlarına âlemi dar eden bir ustadır. Yardımcısının ismi Mebati’dir. Mebati gözü pek bir yardımcıdır. Gözlerindeki ışıltısı ile meşhurdur. İçi kıpır kıpırdır, her şeyi güzel görür. Kendi de güzel bir insandır, zira güzellik, bakanın gözlerindedir derler... İspiritizma nevinden birtakım harikalara mazhar olduğundan mıdır bilinmez, baktığı kişinin gözlerinden hangi tarafta olduğunu okur.

Gez-göz-arpacık koordinasyonunu sağladıktan sonra vuramayacağı kur yoktur. Kendisinden önce Kurlar Vadisi’nde uçan kurlar, martılar, yeşil gözlü (gözlerinde dolar yeşili belirmiş) bir bahar ve gülen şen dolarlılar varmış. Tek atışta onların hepsini yere düşürdüğüne başta kendi de inanamamış. Bir müdahalede bulunup bulunmadıklarını arkadaşlarından öğrenmek istemiş. Yetinmemiş, şarkılara sormuş, söylememişler, anılara yalvarmış, bilememişler, ufukları aramış, görünmemişler... “Lan, nasıl...” deyip iniveren kurları seyretmiş.

Komple teorilere inanan Mebati, aforizmaları ile de meşhurdur. Örnek vermek gerekirse: “Somunu düşünen kahraman olamaz.” “Bir kuru sabah yükselirken görürsem önemsemem, öğlen yükselirken görürsem tesadüf derim, ama akşam da yükselirken görürsem hiç düşünmez vururum” “Dolarda, piyasada vurgun yapan kaçar, vurduran ilk ziyarete gelir” “Dövizini dövmeyen, dizini döver”

Mebati, insanların en çok merak ettiği bazı soruları “He babam medyası”na ezberletmeye çalışmış. “Roma’yı kim yaktı, İmparator Neron”, “İstanbul ne zaman fethedildi, 1453”, “Kızı üşümesin diye Pablo Escobar ne yapmış, dolar yakmış” gibi soru ve cevaplar işte... He babam medyası sorularla cevapları aklında tutamayıp karıştırmış ve halk rezervleri sorduğunda şöyle bir cevap vermiş: “İmparator Neron, Pablo Escobar ile birlikte, günde 1453 milyar dolarımızı yakmıştır.”

Ne diyelim, onlar ermiş kur adına, biz çıkalım kerevetine...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/kur-lar-valisi_556011

İnsider Tradingonun Ahırı

 


Merkez Bankası’nın politika faizi indirimi sonrası döviz kurları hızla yükselmeye başladı. Ekonomimizi yöneten zevatın açıklamalarından anladığımız, bunu iyi bir şey olduğuydu. Çin modeli bir ekonomiye geçmiştik, yüksek kur ve düşük faiz ekonomik büyümemizin lokomotifi olacaktı. 19 senedir bu programa hazırlanıyorlardı ve her şey kontrol altındaydı. İhracatçı bayram edecekti.

Dolar 10 lira seviyelerini geçtikten sonra iyice hızlanarak rekorlar kırmıştı. İğneden ipliğe her gün her şeye usul usul zamlar yağıyordu ama 6 ay dişimizi sıkmamız gerekiyordu, meyvelerini o zaman toplayacaktık. Çinliler mi arayıp “Allah aşkına bizi bulaştırmayın” dedi bilmiyoruz ama Çin modeli isminin ömrü bir hafta kadar oldu. Yeni Ekonomi Modeli (YEM) telaffuza başlandı ve Merkez Bankamız yükselen dolara müdahalelerde bulundu.

Birileri doların iyice yükselmesini istiyordu ki, “Katar’la swap anlaşmasında dolar 22 TL alındı”, “dolar 20 liraya koşuyor” gibi söylentiler yayıldı. Cumhurbaşkanı, her bulduğu sınırsız konuşma fırsatlarında durmadan nass’dan bahsetti, faize karşı olduğunu dile getirdi. Bu arada, bankaların vatandaşlara verdiği kredilerin faizleri ve hazinenin bankalardan aldığı borçların faizi düşmek bir yana yükselmeye devam etti.

Doların 18 lirayı gördüğü günün gecesinde açıklanan bir mevduat sistemi ile birlikte ciddi bir düşüş başladı. Parasını TL faizli hesaplarda tutanlara vade sonunda, faiz kur getirisinin altında kalırsa kur getirisi kadar kazanç garantisi vaat ediliyordu. Gece vakti, piyasalar ve döviz büroları kapalıyken vatandaş, nasıl olduysa, dolar satıyordu (öyle dediler, benim ifadem değil). Hem de ayrıntılarını bilmediği bir faiz paketinin büyüsüne kapılarak! Üstelik, müteakip 4 günde de her gün farklı bir açıklama yapılacak, MB ile Hazine ve Maliye Bakanlığı açıklamaları birbiri ile çelişecek, durmadan güncelleme gelecekti.

Faize karşı olmasını dini sebeplere bağlayanlar ve ilgili ilgisiz her konuda yerli milli nutukları atanlar, insanları faizli hesaplarda para tutmaya çağırıyor ve nemalarını dolar kuruna endeksliyor, fakir edebiyatı yapanlar, parası olup bankaya yatırabilenlere kazanç garantisini hazineden yani halkın parasından ödemeyi taahhüt ediyor, ne ironi ama... Bu fark ödemeleri fakr artıracak. Ne diyorlarsa tam tersini yapıyorlar! Aklıma hemen bir ayet geldi: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?”(Saff Suresi, 2. Ayet) Nass’ı dilinden düşürmeyenlerin kulakları çınlasın...

18 liraya çıkmış olan dolar kurunu adeta “Kur deşen Jack” edasıyla, şak diye bir gecede indirenler kahraman ilan edildi, yurdun çeşitli yerlerinde halay çekilerek ve kasap satırıyla dolar kıyması çekilerek kutlandı. 7 gün önce, rekabetçi görülen kur da alkışlanmıştı. Kur deşme kabiliyeti, acaba neden dolar 12 lira seviyelerinde iken kullanılıp da 5 liraya düşürülmedi, hiç bilmiyorum.

Sosyal medyada dolaşan ve kim tarafından yazıldığını bilemediğim, bir Bulgar’a dair ve “gara gara” düşündüren bir soru var: “20 Aralık günü, cebindeki 1000 dolarla Edirne’den giriş yapan Bulgar, parasını 18 TL üzerinden çevirmiş, gün boyu 6000 lira ile yiyip içmiş ve gece vakti 12 liraya inen kur üzerinden yine 1000 dolar satın alıp evine gitmiştir. Bulgar’ın yiyip içtiğinin parasını kim ödemiştir?”

Sorunun Bulgar için hazırlandığına bakmayın, dolar 6-7 lira seviyelerinde iken dolarları toplayıp, 18’e çıkınca satan kişiler de aynı şekilde kazanç elde etmişlerdir. Bakan Nebati şöyle dedi: “15 liradan, 16 liradan, 17 liradan dolar alanlar büyük finansörler değil. Büyük finansörler, bu işin bir şekilde döneceğini bilir. Ama çarpılan kim oldu? Küçük yatırımcılar. Şimdi kara kara düşünüyorlar”

Demek ki kim ödemiş, küçük yatırımcılar! Çoğunluğu faizden uzak duran ve parasının değerini korumak için altın/dolar alan yurdum vatandaşları. Büyük finansörler nereden biliyormuş acaba “bu işin bir şekilde döneceğini”, kim söylemiş, merak ettik.

Vikipedi’de “Sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek, henüz kamuya açıklanmamış bilgileri şahsa veya üçüncü şahıslara menfaat sağlamak amacıyla kullanarak sermaye piyasasında işlem yapanlar arasında fırsat eşitliğini bozacak şekilde haksız yarar sağlamak veya bir zararı bertaraf etmek” diye tarif edilen “insider trading” denen bir kavram var. İnsider trading’in hedefine ulaşabilmesi için küçük ve acemi yatırımcıların çarpılması gerekir.

Doları 6-7 lira aralığında tutmak için yakıldığı söylenen 128 milyar dolar tam olarak kimlere ve nasıl satılmış acaba? 18 liradan yüklü dolar bozduranlar, içerden bilgi alarak mı yaptılar? Böyle bir durum varsa, insider trading kavramı hafif gelir, memleket insider tradingo’nun ahırına dönmüş demektir!

Bu arada, faizlere destek paketinin açıklandığının ertesi günü ve bir gün sonrasında Merkez Bankası rezervlerinin 7 milyar dolar eridiği söyleniyor. Doları baskılamak için halka açık yollardan değil, arka kapı tabir edilen kamu bankaları vasıtasıyla satışlar yapmışlar.

Merkez Bankası ile ilgili sorulara Bakan Nebati “Farklı enstrümanları kullanmamızın sebebi, insanları gıdıklamak. Alışkanlık var, paramı kasada tutayım. Ya da dövize çevireyim” şeklinde cevap vermiş. Gıdıklanan küçük yatırımcılar panik halinde, dolar daha da düşmeden, zararına da olsa satayım derdine düşmüş. Büyük finansörler için alım fırsatının doğması anlamına gelir bir de...

Mevduatta yeni sistemle ilgili rakamların kendisine sorulduğu bakan, “gözlerime bakın, ne görüyorsunuz?” sorusuyla karşılık verdi. Ben olsam, şöyle cevap verirdim:

“Dolarlı gözler hülyalı
Bakışların çok manalı
Rezerv yakıcı o kurlar
Meğer ezelden ayarlı”

Ekonomi güven işi dedi, gözlerdeki ışıltıya bakın dedi... Vatandaşın cevabı yine sanat müziğinden geliyor: “Ne gözlerin yeşili, ne saçların sarısı, gitti rezervlerin yarısı, çekilmez oldu ömür!”

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/insider-tradingonun-ahiri_555583



Hahahaber-Simit

HAHAHABER

 

Sefer Selvi Karikatürü

*  Hülya Avşar’ın insanları simite yönlendirmesi sonucu aşırı değerlenen simitlerden altı susam atılması gündeme geldi… 



NOT: Bu sayfada yer alan haberler hayal ürünüdür, uydurmadır. Gerçek haberlere benzeyebilir, gülüp geçiniz, kafayı takmayınız. . . 

TÜİKiye Cumhuriyeti

 

TÜİKiye Cumhuriyeti
Umut Sarıkaya Karikatürü

Paramızın değerinin mum gibi eridiği, zamların sağanak sağanak yağdığı şu günlerde, para ile ilgili bütün işler bakanlığına getirilen Nureddin Nebati’nin ekonomik gidişat ile ilgili beyanları dikkat çekiyor.

“Bitersek hep beraber biteceğiz. Kazanırsak hep beraber” dedi meselâ... Modeli tutmazsa üzülecekmiş. Akabinde, “Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim bu iş düzelmezse eğer. 1000 çalışanımız var. 1000 kişiyle beraber bütün varlığımı kaybederim” şeklinde devam etti. 

Topladığı iş adamlarından yüzer milyon dolar bozdurmalarını istediği söyleniyor. En çok ihtiyaç duyulan şeyin güven olduğunu kendisi söylemişti. “Merkez Bankasının 128 milyar doları yakmasına rağmen düşüremediği dövizde iş, bizim 100 milyonlarımıza kaldıysa yanmışız” diye düşünmez mi bu iş adamları?

Uçma, şahlanma edebiyatları yapılıyordu, ne ara sıra batmaya geldi, anlayamadık. Milyonlarca insanın elinde bugünlerde kuşa dönmüş bir maaştan fazla bir şey olmadığını da ikrar etmiş oldu. O maaş da maazallah elden giderse, maamafih, maaile sefalet çekilecek maalesef. 

Yeni açıklanan asgarî ücretin alım gücü ile ilgili konuşurken de Avrupa’daki bazı ülkelerin asgarî ücreti ve o ülkelerdeki kiralardan bahsetmiş. Avrupa’nın bazı yerlerinde kiralar asgarî ücretten fazlaymış. Bu verinin kaynağını bilmiyoruz, doğru kabul etsek bile, o ülkelerde kaç kişi acaba asgarî ücret alıyor, bir de onu söyleseydi. Ülkemizde şehir merkezlerinde ortalama kira 1261 lira imiş. 1200 değil, 1300 hiç değil!

Herkes, o şehirlerin nerede olduğunu merak etti haliyle. Ben size söyleyeyim: TÜİKİye Cumhuriyetinde. Tüikiye’de yıllık enflasyon % 21’dir. İşsizlik durmadan azalmakta, büyüme de son sür’at devam etmektedir. 

Ekonominin başına bebe tekstili işi yapan biri getirilmiş, yardımclığını yapmak üzere çorapçı biri tahsis edilmiştir. Adı Cafer olan bir bez üreticisinin de kadroya dahil edilmesi an meselesidir. Bir kaç esnaf daha gelirse adı “Hazin AVM-i Aliye Bakanlığı” olan bir AVM kurabileceklerdir. 

“Nas var” diyerek politika faizini % 14’e çeken Tüikiye’de “Hazin AVM” % 22 faiz ile borçlanmaktadır. Vatandaşların kullandığı kredilerin faizinin yükselmesinde aynı nassın neden kullanılmadığı ayrı bir muamma. Faize karşı olan tamamen kaldırır, bunlar faizi düşürüp herkesi faiz kullanmaya dâvet eder. 

Asgarî ücretin döviz alım gücü ile kıyaslanması yöneticilerin gücüne gitmektedir. Yandaşlarına, ülkenin gelecek 25-30 yılını ipotek ederek verdiği ihalelerde hesaplamalar hep dövizledir halbuki. Ülke risk primi yükseldiği için dışarıdan kimse borç para vermez, içeridekiler de dövizle ve yüksek faizle borç verir. Tüikiye Lirası (TüL) Afganistan afganisinden tutun, Azerbaycan Manat’ına, Mısır lirasından Papua Yeni Gine kinasına kadar bütün para birimleri karşısında hızla değer kaybetmektedir. TüL ve kina dedik, akla kına gecesi geldi. Kına gecesinde şu türkü okunur : 

“Kina’yı getir aney,

Paranı yatır aney

Cüzdanda TüL misafirdir

Yastık altında yatırma aney”

Tüikiye’de hiçbir şeyin sorumlusu resmî sorumlular değildir. İşsizlik yoktur, iş beğenmeyen gençler vardır. Var olan işsizlik de iş adamlarının suçudur, yatırım yapmayıp istihdamı azalttıkları için. Zamları esnaf yapar, stokçular yüzünden piyasada mal bulunmaz, doları dış güçler yükseltir. Ekonomik sıkıntı olduğu kabul edilir, fakat bu sıkıntı ekonomi yönetimiyle ilgili değildir. Sokakta, geçinemediğini söyleyen biri olursa, “çıkar telefonunu” diyen dayılar Tüiktidarın imdadına yetişir. 

1989 yapımlı Uçurtmayı Vurmasınlar adlı filmde, sabah kalktığında altını ıslatan minik Barış’a annesi “yine mi altına yaptın?” diye kızınca, iç çamaşırının üstündeki mickey fareyi göstererek “ben yapmadım, mickey yaptı” der. Tüikiye ekonomisinde de suç varsa, “ekonomickey fare”nindir. Yalnız dikkat etmek gerekir, hiçbir sorumluluğu üzerine almayan iktidara gençler, her an “çıkar teflonunu Tüiktidar, üzerine hiçbir şey yapışmıyor!” diyebilir. 

***

Son olarak, ekonomik modeli tutmazsa ne olacağını soran gazeteciye bakan Nebati şöyle demiş: “Üzülürüm. Çünkü ya kahramanı olacağım çocuklarımın. Ya da boynu bükük bir şekilde eve döneceğim ve onların da boynunu bükmüş olacağım.”

Herkesten rica ediyorum; uçurtmayı vurmasınlar, bakan beyi üzmesinler...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/tuikiye-cumhuriyeti_555170

Çin İşi Ekonomi

 

Çin İşi Ekonomi
Emre Ulaş Karikatürü

Ekonomide yeni bir modelimiz varmış. 20 yıldır konuşulmayan, üç ay önce açıklanan orta vadeli programda bahsedilmeyen yepisyeni bir şey deneniyormuş.

İyi bir şeydi de, niye bugünü beklediler acaba? Bir sabah uyandık ki, ne görelim; Neşet Ertaş’ın türküsündeki gibi “Dolar kuru yağmur yağmur zamla gelirken, marketlerin etiketleri cepler yakarken, cümle alem uykusunda yatarken, kimseler görmeden yaroy, geçtiler yeni bir modele gizli gizli...”

Dediklerine bakılırsa, meyvelerini 6 ay sonra yemeye başlayacakmışız. Tam olarak bu model neyi ihtiva ediyor, altı aylık süreyi hangi tarihten itibaren başlatacağız, şimdilik kesin olarak bilmiyoruz. “Ekonomide NeBati’ya bakacağız, Doğu bizim rehberimiz” diyorlar anlaşılan, Çin modeli olacakmış çünkü. Hayaller dindar gençlikti, gerçekler kindar gençlik getirdi derken, Çin’dar gençlik safhasına geçiyoruz galiba.

Çin modeli seçtiysek 6 ay sonra yiyeceğimiz meyvesi de ejder meyvesi olur herhalde. Hani şu sumutili ejder meyvesi var ya, saray halkının pek sevdiği... Çin modeli uyguluyorsak, yediğimiz içtiğimiz de onlardan ayrı olmamalı. Ne demişler, Çin gibi olacaksan Pirinç’ek...

Yalnız, dikkat etmek ve Çin olmadan adam çarpmamaya çalışmak lazım, yoksa model ters tepebilir. Nüfusun çok yoğun olduğu, devletin her türlü aracı kullanarak insanların emeklerini sömürdüğü, hammadde ve tabii kaynak zengini, bilgisayardan cep telefonuna, otomotivden savunma sistemlerine kadar aklınıza gelebilecek bütün teknolojik ve katma değeri yüksek ürünleri üretip ihraç edebilen bir ülke düşünün. 50 yılı aşkın süre boyunca dünyanın en ucuz işgücünü bulundurmak suretiyle ulaştığı seviyeye bakıp, 6 ayda onun gibi olacağız demek ne kadar mantıklı?

Hadi, ucuz iş gücü meselesini Suriyeli, Iraklı, Afgan, Türkmen göçmenler ve sadece kuru ekmekle idare edebilecek vatandaşlarımızla çözebilirler diyelim. Betona gömdüğümüz tarım alanları ve ithalata yenik düşürdüğümüz çiftçimizle zirai üretimimiz ağır yara aldı. Petrol, doğalgaz, elektrik tamamen ithal, teknolojik üretimimiz yok. Ne ihraç edeceğiz? Arsayı, betonu bir kere satabiliyoruz maalesef...

Yeni dedikleri modelden bahsederken, yüksek kur sayesinde ihracatı artıracaklarını söylüyorlar. Doları dış güçler artırmamış mıydı? Doların artması iyiyse, dış güçler bunu neden yaptı? Dış güçler sizin istediğiniz şeyi yapıyorsa neden şikayet ediyorsunuz, size yarayacak şeyleri yapmaları karşılığında ne tavizler verdiniz?

Durduracak gücümüz kalmadı demek yerine, yüksek kur planımızın parçası diyorsunuz ya, Merkez Bankası ne diye dolara müdahale etme ihtiyacı hissediyor? Hoş, müdahaleleri de pek işe yarıyor gibi görünmüyor ama... Peki, doları düşürmek için yastık altındaki dolarları istemeniz, politikanız olduğunu iddia ettiğiniz yüksek kur ile çelişmiyor mu? Nerede eskinin organik dolarları... Eskinin doları biraz bekledi mi bozulurdu. Şimdi, içine ne katıyorlarsa artık, hiç bozulmuyor...

Yabancı sermayeden medet umuyor ve durmadan onları davet ediyorsunuz da, dış güçler dediğiniz tam olarak kimler oluyor? Ülkeye geldiklerinde artık “dış” mı olmayacaklar, güçleri mi kalmayacak? Ülkemizdeki darbe teşebbüslerinin finansörü, bütün terörist faaliyetlerin destekçisi, İsrail işbirlikçisi, “şerefsiz” dediğiniz ülke o özelliklerinden mi vazgeçti ki 10 milyar dolarlık bir yatırım sözü aldınız? O para karşılığında onlara ne sunuldu acaba? Para bulmak için gidilen Katar, satın almak için, ekonomik kaos/kabus içindeki ülkemizde neyin fiyatının daha uygun olmasını bekliyor? Katar ki, gönlümüzde özel bir konumu vardır. Tabii, merkezi konumda, toplu ulaşımla, tanklı paletli üretime yakın, imarlı ifrazlı güzel konumlar bunlar...

Dolar dediğimize bakmayın, yükselen dolar değil, bütün para birimeri karşısında değer kaybettik. Bir Bulgar levası 8 lirayı aşmış. “Ve leva” ki 8 lira, sana bana ne oluyor? Ne olacak, adamlar Edirne’den giriş yapıyor, kapıp gidiyor kendilerine ucuz gelen malları. Leva’daki Bulgar’dan olmamak için satış işimize geliyor.  Velakin, bizde üretim ithalata bağlı, dolar maliyetleri arşa çıkarıyor. Arzda da sıkıntı olunca, buna müteallik yüksek enflasyon baş gösteriyor. Her işte olduğu gibi, doların yükselmesinde, enflasyonun artmasında, işsiz kalmamızda da hükümetimizin sorumluluğu yoktur. Ayet de okudular: “Muhakkak ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele!”

Onlara şöyle demek lazım:

“Paran bitince modelin Çin
Ayet kullanırsın istismar için
İmtihana dahil olmak istersen
Sen de asgari ücretle geçin”

Hayır ve şerrin Allah’ın külli iradesine bağlı olduğuna inanan mü’minler olarak, hastalıkları da Allah’tan biliyor olmamıza rağmen onlara yakalanmamaya çalışıyor ve yakalanırsak kurtulmak için tedavi oluyoruz. Açlık imtihanımızdan çabuk çıkmak için, işinin ehli insanları seçmeli ve yanlış yaptıkları zaman kendilerinden hesap sormalıyız. Sormalıyız ama maalesef Unzile isimli şarkıda geçtiği gibi “zam yağmurunu kim döküyor, asgari ücretimiz kaç dolar ediyor, yokluktan uslanalı, vatandaş hiçbir şey sormuyor...”

Allah sonumuzu hayreylesin...

 Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/cin-isi-ekonomi_554760

Öne Çıkan Yayın

İthalya Cumhuriyeti

  İthalya Cumhuriyeti Bundan çok çok zaman önce, buradan uzak mı uzak bir ülke varmış. İyi-kötü, kendi ihtiyaçlarını üretebiliyor ve kimse...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: