Bu Blogda Ara

Arşiv

Eski KÖİ'ye yeni âdet

 

Eski KÖİ'ye yeni adet
İbrahim Özdabak Karikatürü

Geçen haftaki yazıda iktidar ve ortaklarının muhtelif problemler karşısında sergiledikleri tavırdan bahsetmiştik. Özetle, problemin kendisini çözmek yerine, kendi problemine çözüm arama çabası içinde olduğuna dair örnekler vermiştik.

Bakanlar, iktidar partisi mensupları, iktidar koalisyonunun ortakları, iktidardan ilham alan veya ona yaranmak için davranışlarını ona benzeten bürokrat, oda-birlik yöneticisi gibi bir kısım zevatın bazı sözleri ve davranışlarından alıntılar vardı.

Güncel örneklerle devam edelim: Et ve Süt Kurumu başkanı, et fiyatlarına yaptıkları % 48’lik zammı savunurken “çok uzun kuyruklar oluşuyordu, o yüzden fiyatları arttırdık” dedi. Trafik problemine çözüm bulmak için benzin fiyatlarına zam yapmak gibi bir şey. 

Et kuyruğu ve yağ kuyruğuna giren vatandaşlara AKP tipi şu tavsiye kimden gelecek acaba: “Et ve yağ kuyruğuna gireceğinize, bir hayvan alın kesin, daha tasarruflu oluyor, kuyruk yağını kullanırsanız yağ kuyruğuna da girmezsiniz.” 

Gümrük ve Ticaret Bakanı, muazzam bir tespitte bulunarak “her şey stabil olsa, emtia fiyatları bu kadar yükselmemiş olsa enflasyon da bu kadar olmayacak” dedi. Paramız değer kaybettiği için emtia fiyatı yükselmiş olmasın sakın? Vücuduna üç tane kurşun isabet etmiş birinin ölümüne bakıp “kan kaybetmese ölmeyecekti” demeye benziyor. Eldeki bütün kaynaklar satılarak ekonomiye ilk kurşun atıldı. Sonra, daha fazla rant uğruna üretim bitirilerek ikinci kurşuna geçildi. Eldeki para, kullanım garantili dev projelere aktarılarak paranın yurt dışına çıkması sağlandı, bu da üçüncü. 

Bunları kim yaptı?

Paramızın değerini, Hazine ve Maliye Bakanı’nın ifadesiyle “görebileceği en dip noktaya” çeken kim acaba? Fiilen savaşa girmiş, AB, ABD ve NATO’yu karşısına almış, dışarıdaki malvarlıkları dondurulmuş, bankacılık ve finans işlemlerinden ihraç edilmiş, türlü müeyyidelere maruz kalmış Rusya’da bile % 14 enflasyon çıkmışken bizde resmi enflasyon nasıl 54 seviyesinde seyrediyor? Savaşan ülkelerden gelen ayçiçek yağlarına neden muhtaç kaldık? Dış borç aldığımızda, neden düyun-u umumiye zamanlarındakinden daha yüksek oranlarda faiz veriyoruz?

Kendine AK diyen partinin iktidarında ekonomide kara delikler oluşturan, kısaca KÖİ ya da YİD denilen modelle kurgulanan, “gerçekten ihtiyaç var mı, varsa önceliği ne?” diye düşünmeden koca koca yapıların inşa edildiği projeler için hep şunu dediler: “Kasadan bir kuruş para çıkmadan...” 

Velakin Erdoğan, geçtiğimiz hafta açılan 1915 Çanakkale Köprüsü ücretlerinden ve garantili geçiş sayısından şikayet edenlere hizmetin bedeli olması gerektiğini hatırlattı. Eski KÖİ’ye yeni âdet gelmediğine göre o projelerin hepsinde ödenen bedeller varmış. Ticari sır diye açıklanmayıp ödenen şeyler, bedel olmaktan kurtulamıyormuş.

Günlük 45.000 araç için geçiş garantisi verilmiş bu köprüde, geçiş ücreti 15 euro + KDV ama geçenler şimdilik sadece 200 liracık verecekler. Farkı hazineden ödenecek tabi. Bu yalnızca köprü kullanım bedeli, köprüye giden otoyol ücreti ayrıca verilecek. Son günlerin popüler Tarkan şarkısındaki gibi söylemek gerekirse:

"Geççek günde 45.000 kişi geççek
Hazinede paralar geldiği gibi gitçek
Vercek vercek, vatandaş parasını vercek
Geçse de vercek, geçmese de vercek"

“Geçiş garantisini vatandaşa yansıtmıyoruz” diyen Ulaştırma Bakanı kafalarımızı karıştırdı. Hazine nedir, gelirleri nasıl oluşur, vergilerimiz nereye giderler gibi sorular akla geldi. Ama imdadımıza AKP’li Bülent Turan yetişti; geçiş garantisi hakkında “Geçmeden para verilmesi vatandaş için ekstra bir imkândır” dedi. “Keşke mahrum kalsaydık” dedirten bir imkân.

Vergi gelirlerimiz dile gelse, Çanakkale Türküsü gibi şöyle derdi herhalde: 

“Çanakkale köprüsüyle vurdular beni
Hazineye girmeden betona gömdüler beni, off, geleceğim eyvah!

KÖİ-YİD projeleri bir sabır testi
Evlatlar torunlar ümidi kesti, off, gençliğim eyvah!

Çanakkale köprüsünü garanti bürüdü
Geçiş fiyatını gören arabayı bıraktı yürüdü, off, geçişim eyvah!

Çanakkale içinde sıra söğütler
Geçmeyene Bahçeli'den altın öğütler, off, dedeciğim eyvah!

Çanakkale köprüsünün geçişi 200 liracık
Onu vermem diyenler yüzsün azıcık, off, gençliğim eyvah!”

Mensuplarının beyin yakan fantastik beyanları ile artık yorulduğunu hissettiğimiz iktidarın “geçti dava diyerek ömrü, ihtiyar oldu bugün” ve dahi, “ak pak olmuş saçlarına” rağmen saçmalamaktan kurtulamayan kurmaylarıyla ne kadar “bîkarar olduğu” anlaşılmaktadır bugün. Muhalefet ittifakının tuttuğu projeksiyona, güçlendirilmiş farla mental sistemi felç olmuş tavşan gibi bakmakta...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/eski-koi-ye-yeni-adet_561112

"Saldım Çayıra Mevlam Kayıra..."

 

Saldım çayıra mevlam kayıra
İbrahim Özdabak Karikatürü

İktidar partisinin problem çözümüne dair yaptığı şeyler, çoğunlukla çözüm bulma veya problemin kökünü bulup onu ortadan kaldırma niyetli değil.

Sorumluluğu üzerine yıkacak bir günah keçisi bulup oraya yönlendirebilirlerse ne âlâ... Bulamazlarsa, ya günü kurtarmak için hesapsız plansız işlere girişiyorlar ya daha büyük bir problem oluşturup öncekini unutturmaya çalışıyorlar. Olmadı, “bizim işimiz kötüyse rakibinki daha kötü olsun” diyerek işi yolunda gidenleri durdurmaya çalışıyorlar. Kendi evinin elektriği yok diye şikayet eden hane efradını susturup, bak kimsede yok diyebilmek için bütün binanın elektriğini kesmek gibi...

Diyelim, gıda ve tarım ürünlerinde pahalılık var. Temel problem üretimimizin azalmış olması. Muktedir abilerden Binali Yıldırım çıkıp diyor ki “Maliyetler, mazot ve gübre yüksek diye düşünmeyin, ekebildiğiniz kadar ekin kardeşim.” Halk arasında söylenen “saldım çayıra, mevlam kayıra” sözünün canlı misali. 

Halbuki, sen iktidarsın, ülkenin ihtiyacını analiz eder, üretim kapasiteni gözden geçirirsin. İhtiyacı karşılayacak kadar değilse, kapasiteni geliştirmenin hesaplarını yaparsın. Gerekiyorsa, teşvik ve destek paketlerini açıklayarak üretime yönlendirirsin. “Kervan yolda düzelir” mantığıyla hareket eden çavuşların işini ne kadar bildiği malumdur. Elde, avuçta bir şey kalmaması riski var. 

Türkiye’ye yatırım yapmaları hususunda yabancı yatırımcıları teşvik etmek isteyen Hazine ve Maliye Bakanı Nebati şöyle dedi: “Bir problem yaşadığınızda bize hemen ulaşırsınız. En sevmediğim konu da şu; yatırımcılara zorluk çıkaran mevzuat ya da bürokrasidir. Hep beraber kavga edelim, bürokrasiyi alaşağı ederiz, arkamızda cumhurbaşkanımız var rahat olun, mevzuatı da değiştiririz. Cumhurbaşkanlığı sisteminde hızlı adımlar atıyoruz…” Günlük acil sıcak para girişi problemini çözmeye çalışırken, “parayı veren düdüğü çalar” fıkrasına nazire yaparcasına, hukukun işlemediği ve yerleşik kuralların hiçe sayılabileceği bir ülke görüntüsü çizdi. 

Hukukun işlemediğinden bahsetmişken, hakkını yemeyelim, İçişleri Bakanı Soylu daha önce “Bir uyuşturucu satıcısını gördükleri zaman, beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler, o uyuşturucu satıcısının ayağını kırmayan polis görevini yapmamış demektir. Benim ülkemin gencinin canına mal olacak, onu zehirleyecek ve aileleri huzursuz yapacak bir kişiye gereğini yerine getiren suçunu bana atsın” ve “Muhtarlarımız diyor ki ‘Efendim şurada metruk bina var burada metruk bina var. Ama mahkeme kararı var yıkamıyoruz.’ Ya arkadaş sen gece yık, mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin” demişti. 

Sıradaki örneğimiz, iktidarın dümen suyundan giden birinden: İstanbul Taksiciler Esnaf Odası Başkanı, ihtiyacı karşılamadığı için taksi sayısının arttırılması talebine karşılık olarak taksi ücretlerinin yükseltilmesi gerektiğini iddia ederek “..taksi yolcusunda azalma olur, taksi ihtiyacı varmış gibi hissedilmez” dedi. Vatandaşın taksi ihtiyacını çözmeyi değil, hizmeti ulaşılmaz kılarak ihtiyacı düşürmeyi hedefleyen bir bakış açısı. 

Üniversite sınavlarında tercih yapabilmek için gerekli baraj puanı geçemeyen öğrencilerin neden başarısız olduğunu irdelemek yerine barajı komple kaldırdılar, yakında sınavları da iptal edebilirler bu gidişle.

Doktorlar başta olmak üzere, yetişmiş insanların yurtdışına göç etmesi konusunda bir iktidar mensubu, yurtdışına gidişleri zorlaştıracak mevzuat düzenlemeleri yapılması gerektiğini söylemişti. Yani bu adamlar neden kaçmak istiyor, şikayetlerinin kaynağını ortadan kaldıralım demek yerine kapıları kapatalım, kimse kaçamasın düşüncesi... 

Doktorların şikayet ettiği başlıca şeyler; uzun nöbet süreleri, haddinden fazla sayıda hasta ile çok kısa sürede ilgilenme, canlarını tehlikeye atabilecek seviyede şiddete maruz kalma, haklı-haksız çok sayıda malpraktis davaları ile uğraşma, maaş ve emeklilik gibi özlük hakları ile ilgili şikayetler. Aile hekimlerinin azlığı ve sevk zincirinin işletilmemesi sebebiyle uzman hekimlerin üzerine yığılan hasta sayısı da cabası...

Sonra, en tepeden “Varsın gidiyorlarsa gitsinler, bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorlarımızı buralarda istihdam eder, buralarda yola devam ederiz” çıkışı geldi. Tıp bayramı olarak kutlanan 14 Mart’ta verilen müjdeler bir geri dönüş işareti olarak algılandıysa da doktorları pek tatmin etmişe benzemiyor. 18 Mart tarihi itibarıyla, TUS’la girilebilecek asistan kadrosu sayısı, önceki senelerde açılanın 5 katını geçerek 17266 olarak açıklandı. Senelik yaklaşık 16 bin tıp öğrencisinin mezun olduğu düşünülürse, açıkta hiçbir mezun kalmadan hepsi bir uzmanlık eğitimi alabilecek. Hocaların sayısı, hastanelerin sayısı ve büyüklüğü aynı kalmışken, bu eğitim hakkıyla nasıl verilecek, Allah bilir. Anlaşılan, “yeni bitiren doktorlarımızı buralarda istihdam” konusu hayata geçiyor. Hepimize geçmiş olsun. Yarım yamalak doktor görmeye alışsak iyi olur.

Doktor kelimesinin yarısı Tor olur, elindeki çekici etrafa sallayan mitolojik varlık Thor’u hatırlatır. Elinde çekiç olan, her şeyi çivi gibi görürmüş. Ne diyelim, yarım ekonomist maldan, yarım “dokthor” candan eder...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/saldim-cayira-mevlam-kayira_560711

Kuyruk Acıları

 

Kuyruk Acıları
Sefer Selvi Karikatürü

İktidarın her fırsatta geçmiş dönemlerle ilgili kınadığı ne varsa, maalesef bugün de yaşanıyor: Yargının siyasallaşması ve muhalif sesleri bastırma aparatı olarak kullanılması, vali, rektör ve bürokratların iktidar militanı gibi hareket etmesiyle parti devletine dönüşme, basının tektipleştirilmesi, tek adamcılık, kolluk kuvvetleri aracılığıyla kurulan korku imparatorluğu, yolsuzluk, adam kayırmacılık, enflasyon, işsizlik, kuyruklarda bekleme, hastane kapılarında çekilen çile...

Neredeyse her gün gelen zamlar yüzünden vatandaşlar, gece vakti gelecek zamlardan önce yakıt almak için istasyonlarda kuyruklara giriyor. Eskiden benzinin litresi, mazottan daha pahalıydı. Şimdilerde mazotun litresi 25 lira seviyelerini gördü ve benzini geçti. Hep elli liralık yakıt aldığı için zamlardan etkilenmediğini düşünen vatandaşlar artık iki litre ile ne kadar yol kat edebilirler bilmiyorum. Mazot fiyatının benzin fiyatını geçmesiyle, muhtemelen yurdun çeşitli yörelerinde, dizel araç sahipleri şöyle türküler söylemeye başlamıştır:

(İzmir yöresi)
"Şu dizeller dizeli, yorar gibi geldi bana
Bu gece 00.00'da, zam var gibi geldi bana
Bir münasip zamanda
Mesela gece saat onda
Buluşalım petrol istasyonunda
Der gibi geldi bana"

(Kayseri yöresi)
"Arabanın dizeli dolar bozduruyor
Ammanın amman, ben yandım amman!
Pompacılar kalem almış ferman yazıyor
Canım canım...

Az az basaraktan
Debriyajdan ayağı çekerekten
Yavaş giderekten
Gel canım gel amman"

(Sivas yöresi)
"Hey dizeller dizeller dizeller
Kuyruklara dizerler dizerler dizerler
Niye bizi üzerler üzerler üzerler"

(Şekip Ayhan Özışık usulü dizel araca sesleniş)
"Belki bir sabah geleceksin istasyona lakin vakit geçmiş olacak
Depon zamlı mazottan yudum yudum içmiş olacak
Dizel de olsa, güvenmem artık senin motoruna, fırsat geçmiş olacak
Depon zamlı mazottan yudum yudum içmiş olacak"

Belediyelerin üretip sattığı ucuz ekmeği alabilmek için insanlar, kar kış demeden saatlerce kuyruklarda bekliyor. Büyük miktarı ithal edilen ayçiçek yağının temininde sıkıntılar çıkacağını düşünerek yağ kuyruklarına giriyor. Kuyruklara girildikçe zam geliyor, zam geldikçe kuyruklar artıyor.

Seksenli yıllarda çokça dinlenen ve söylerken sanatçıların gözyaşlarını da akıttıkları “yağdır mevlâm su” şarkısı vardı. Suya hasreti anlatan o şarkı bugünlerde söylense “yağ’dır mevlâm su” denirdi herhalde. Beş litrelik şişelerini marketlerde bulmak çok zor. Yakında “boş” litrelik ayçiçek yağı da satılırsa şaşırmayacağız. İçindeki yağı bitmiş boş şişeyi ters çevirip, bir kapak kadar yağın dibe çökmesini bekleriz artık.

Çiçeği burnunda tarım bakanı, ayçiçek yağı stoklarının yeterli olduğunu söylese de, palm yağı, soya yağı ve kanola yağı gibi alternatif yağların gümrük vergileri sıfıra indirildi. Yağ operasyonu çeken baronlar varmış, Metin Külünk Bey söyledi. Ekonomi bakanı Nebati ise “operasyon çekenlere biz de operasyon çekeriz” diye tehdit etti.

Operasyonlu-baronlu, kesmeli raconlu metinler, Kurtlar Vadisi senaryosunda olur diye biliyorduk. Yağ gibi hayatî, mematî ve dahi nebatî bir konu Kurtlar Vadisi dizisinde olsa, baronunun adı “Lazzyağ” olurdu herhalde. Şöyle bir türkü söyleyen Lazzyağ hayal edin:

“Asarım zeytini de yağ salıni salıni
Adam evine taşır beş litrelik galoni
Oy ayçiye ayçiye
Zeytin koydum kesiye
Bakan seni saniyır da
Bir bağı pırasiye”

Link:  https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/kuyruk-acilari_560303

Milletvekillerinin Anlatmadığı Ekonomi

 

Milletvekillerinin anlatmadığı ekonomi
Milletvekillerinin anlatmadığı ekonomi

Partisinin milletvekilleriyle görüşürken, ekonomik gidişatla ilgili artan eleştiriler hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bugüne kadar vatandaşımızı bu yük altında ezdirmemek için çok şey yaptık, ama biz yaptıklarımızı sahada gerektiği kadar satmıyoruz, halka anlatmıyoruz. Neyi, nasıl yaptığımızı anlatalım; anlatalım ki elimiz daha güçlü olsun” dedi.

Aslında, ekonomide neyi nasıl yaptıklarını bilen ve anlatan kişiler var, ama geleneksel medyada kendilerine yer bulamıyorlar, bulanların da imkânları kısıtlı. Sesleri de fazla çıkmıyor haliyle, alternatif mecraları kullanıyorlar. 

Erdoğan her ne kadar “satamıyoruz” dese de, iktidar sahiplerinin şu ana kadar en çok yapabildiği şeylerden biri satmak olmuş. Fabrikalar, madenler, limanlar... aklınıza ne gelirse artık! 

Zamanında 40 milyar dolar değer biçilen telekom şirketi 6,5 milyar dolara satıldı. Alanlar, kasasındaki paraları ve yıllık kârları ceplerine aktardı, yeni yatırım yapmayı bırakın, bakır kablolarını bile satarak kurumu borçlu hale getirdi. Bankalardan aldığı krediyi de ödeyemeyip gitti. Geriye, piyasa değeri 3 milyar dolar civarlarına düşmüş bir enkaz bıraktı. 

5 milyon liraya satılan kâğıt fabrikası kapatıldı. Alanlar, içerisindeki makineleri 11 milyon liraya satmışlar. Yıkılan fabrikanın arazisini de TOKİ 60 milyon liraya almış, konut yapmak için. 

Dışarıdan bol ve ucuz dövizin geldiği yıllar oldu, ama gelen para inşaat ve beton işlerine harcandı. İhale kanununda yüzlerce kez değişiklik yapıldı, ihalelerin kendilerine yakın firmalara gitmesi için her şey yapıldı. Bütün dünyada, en çok kamu ihalesi alan on firmanın beşi bu topraklardan çıktı. Çoğu ihaleyi alanlar, ihale için gerekli finansmanı sağlamak için hazinenin kefil olduğu krediler aldılar. Bir birim maliyetli iş on birim fiyatla ihale edildi, 25-30 yıl boyunca işleyecek kullanım bedelleri Hazine tarafından garanti edildi. Krediyi veren veya ona kefil olan devlet, garanti ödemelerine maruz kalan devlet, ama sorarsanız “kasadan tek kuruş ödemeden” özel şirketlere yaptırıldı. 

Kütahya Zafer Havaalanı için yıllık 1 milyonun üzerinde yolcu garantisine ulaşılmış (kademeli bir şekilde daima garanti sayısı artıyor) ama geçen yıl havalimanını kullanan yolcu sayısı binlerde kalmış. 

Onlar da, Nemrud ateşini söndürmeye koşan karınca misali, “en azından safımız belli olsun” demişlerdir her halde...

KÖİ (Kamu-Özel İşbirliği) denilen modelle yapılan projelerde borçlar da, kullanım bedelleri de dolarla belirleniyor. Yıllık olarak dolar enflasyonunun üzerine kur farkları hesaplanarak vatandaşa çıkan maliyet “güncelleniyor”.

Milyonlarca dolar değerinde vergi borçları bir kalemde silinen firmalar mı dersiniz, kesinleştikten sonra, yapılacak işleri veya maliyetleri alan lehine değiştirilmiş ihaleler mi... Karar Gazetesi ekonomi yazarlarından İbrahim Kahveci, projenin başında açıklanan maliyetle, yapımı bittikten sonra açılışında açıklanan maliyetler arasında fahiş farkların olduğu ihaleleri yazıp duruyor, işletme süresi sessiz sedasız 5 yıl daha uzatılan köprüleri de...

İthalatın önü açıldı, “paramız var ki alıyoruz” dendi. Yerli üreticinin 2300 liraya sattığı buğdaya 6200 lira verip ithal ettiler. Venezulla’dan peynir ithalatının önünü açtılar. Mercimek yetiştirmek için tohumu bizden alan Kanada, bize mercimek satmaya başladı. Buğday ve ayçiçeğini Rusya ve Ukrayna’dan milyon tonlarca ithal ediyoruz. Suyu, elektriği, mazotu, gübresi ve tohumu ithal eden/dolara endeksli kullanan çiftçi iflâsa sürüklendi.

Ne yaptılarsa artık, evlerinde günde beş defa çay demleyen vatandaşların olduğu ülkede, çay kurumu zarar ediyor. Şeker fabrikaları satıldı, satılanlardan kapatılanlar oldu. 

Doları kontrol altında tutuyoruz demek için 128 milyar dolar yakıldı, sonuçta doları tutmak mümkün olmadı. Çin işi, Japon işi bir şeyler deneyeceğiz dediler, faizi indireceğiz dediler, kuru bilerek yükselteceğiz bizim model böyle dediler. İndirdikleri tek faiz, bütün faizleri yükseltti, dövizler fırladı, enflasyon uçtu.

Kerameti kendinden, kur azameti vatandaşın vergisinden menkul olan kur korumalı bir mevduat sistemi getirdiler. Konu komşuya dert oldu, kur korumalı sistemin kerameti. Savaşın da etkisiyle artan kurları baskılamak için yaktıkça yakıyorlar rezervleri şimdi de. 

Meğerse bütün keramet, rezervdeymiş be Nebat...

Tek zamla elektrik faturaları iki buçuk katına çıktı, bir senede mazot fiyatı 3 katını geçti, vatandaşla dalga geçer gibi, bir de demezler mi en düşük benzin ve mazotun satın alınabildiği ülke Türkiye diye...

Erdoğan haklı, bu milletvekilleri, ekonomide neyi nasıl yaptıklarını anlatmıyor...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/milletvekillerinin-anlatmadigi-ekonomi_559888

Fransformers

 


Ekonomide zor günler geçiren Fransa, % 7’lik oranla, tarihinde görülmemiş bir enflasyonun pençesindeymiş.

Tek haneli enflasyon sizi aldatmasın, Fransa’nın bütün haneleri bu durumdan feci halde etkileniyormuş. Daha önce 150 euro’ya dolan alış veriş filesi, artık “file not found” hatası veriyormuş, zira aynı fileyi doldurmak için, şimdi tam yedi katı olan 750 euro gerekiyormuş. Zavallı Fransızlar, onları düşündükçe gözler dolar, yürekler sızlar...

% 7 enflasyonun fiyatları yedi katına çıkarmadığını, zaten 150’nin yedi katının da 750 etmediğini söyleyip hemen itiraz etmeyin lütfen. Hava durumu bültenlerinde duymuşsunuzdur, bir ölçülen sıcaklık vardır, bir de hissedilen... Fiyatlar yedi katına çıktı, vatandaş ayvayı yedi, ama ölçülen enflasyon yüzde yedi! Nasıl mı?

Fransa’da enflasyonu FÜİK (Fransızları Üzmeyen İstatistikler Kurumu) ölçüyormuş. Enflasyon sepetindeki ürünlerin ağırlığını sürekli değiştiriyor, M-AKron iktidarına yakın zincir marketlere haber uçurup, fiyat ölçümü yapacağı günlerde belli ürünlerin fiyatını düşürtüyor ve enflasyonu düşük gösteriyormuş. Fiyatı FÜİK zoruyla düşürülen ürünleri almak için marketlere koşan halk hayal kırıklığına uğruyormuş; çünkü marketler o ürünlerin stoklu olduğunu ve maalesef stokların da hemen tükendiğini söylüyormuş.

“Burası Paris, her türlü çakallığı yaparız” denerek, allem ederek, kallem ederek, tek hane bulunan enflasyon insanları can evinden vurduğu için halk arasında “vuranflasyon” denmiş, sonra da kendisine yerli ve millî bir isim bulunmuş “Franflasyon” olmuş. Franflasyon rakamını muhalefet “bu nasi’l vous plaît?” pankartlarıyla protesto etmiş. (“Si’l vous plaît”, lütfen manasına geliyor, Fransızca kibar bir dil olduğu için protestolar da kibarca yapılıyormuş.)

Karşı çıkan insanlardan bahsederken Cumhurbaşkanı M-AKron “mon şer cephesi” diyor, ekonomi bakanı Noireddin Végétî “lö sev, lö terket” diyerek kapıyı gösteriyormuş. Vatandaşlar da ne yapsın, “o, mon diyö!” başka bir şey demiyormuş.

Fransız yöneticiler, sayılarla oynamayı, işlerine geldiği gibi onları eğip bükmeyi çok seviyormuş. Yeni bir yatırım için harcanan paradan bahsederken, sayıları eski para birimleri olan Frank cinsinden söylerlermiş. İş, borçları saymaya geldiğinde ise euro birimini kullanırlarmış. Milletvekili Yélise “eskiden tuvalete 10 frank veriyorduk, hamdolsun şimdi 2 euro veriyoruz” diyerek eski Fransa ile yeni Fransa karşılaştırması yapıp dururmuş.

Başka ülkelerin çok daha kötü durumda olduğunu iddia ediyorlarmış. Kendileri, sayısal verilerde türlü türlü değişiklikler yaparak halkı aldattıkları için, bütün ülkeleri kendileri gibi bilip, onların da aynı şeyi yaptığını düşünüyorlarmış. Bu düşünceye “Fransformasyon” deniyormuş. Türkiye’de % 36 ölçülen enflasyonla dalga geçiyor ve gerçek enflasyonun % 115’lerde olduğunu anlatıyormuş milletvekilleri. Düşünebiliyor musunuz, 20 yıldır şahlanagelmiş, her günü bir öncekinden çok daha iyi olan, uçmalara doymayan, her daim en kötü günleri geride bıraktığımız ekonomimizi neyle itham ediyorlar?

İç siyasette kendilerine malzeme çıkarabilmek için durmadan dış düşmanlar icat ediyorlarmış. Burunları kanasa, ya da peynir fiyatları yükselse, “başaramayacaksınız, çanları susturamayacaksınız, bize diz çöktüremeyeceksiniz” diyerek Hollanda ineklerine ve yel değirmenlerine savaş açarlarmış. Söz dalaşına girdikleri herhangi bir ülkeye, mahalle kavgasında dahi söylenmeyecek lâfları sıralarlarmış. Eyfel Kulesini duydunuz mu hiç? Aslında onun adı “Eyyyfel Kulesi”. Kulenin başına çıkıp, rüzgâr hangi ülkeye doğru esiyorsa oraya dönerek, “eyyy...” hitabı ile başlayan meşhur tiradlarını icra ederlermiş. 

Bir gün “şerefsiz, katil” dedikleri ülkeye ertesi gün fütursuzca methiyeler düzebilirlermiş. Fransformers bunlar, durmadan şekil ve yön değiştirebilirlermiş. Batıya yürüyen bir robot gibi görünürken, bir bakmışsınız, hoop, körfeze yönlenmiş araba...

Hava atmak için, yatarak tedaviye ihtiyacı olmayan ülke dışındaki covid hastası bir vatandaşını ambulans uçakla ülkeye getiren Fransızlar, aylardır artan gerilime rağmen Ukrayna’daki vatandaşlarını getirmek için kılını kıpırdatmamış. Üstüne, Air France, Ukrayna biletlerini 10 katına çıkarmış, seferleri de iptal etmiş.

Ne diyelim, Fransa’da yaşamadığımız için ne kadar şükretsek azdır...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/fransformers_559454

Öne Çıkan Yayın

Vaka-yı AKiye

Sefer Selvi Karikatürü   Maldivler’e tatile gidenler, Monaco’da yediği ıstakozla fotoğraf çektirip verdiği “ıstAKPoz”u sosyal medya plat...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: