Bu Blogda Ara

Arşiv

Şahlanan Ekonomi

 


Aylar öncesinden, Temmuz itibarıyla ekonomimizin şahlanacağı müjdesini İçişleri Bakanımız vermişti. Bugünlerde ekonomi ile ilgili demeç veren devlet erkânımızın özellikle “şahlanma” vurgusu yaptığı dikkatlerden kaçmıyor.

Ekonomi cenahındaki uzmanlar, baz etkisiyle bu dönemlerde büyüme rakamlarımızın ortalamadan yüksek çıkabileceğini söylüyor. Örnek verecek olursak; iki sene önce cebimizde 100 lira vardı diyelim ve geçen sene 40 liraya düşmüş olsun. Bu sene o 40 lirayı 60 liraya çıkardığımızda büyüme oranımız % 50 olacak, ama aslında paramız iki sene önceki noktadan hâlâ aşağıda olmaya devam edecek. İsteyen parasının azalmış olmasına üzülebilir, isteyen de bir buçuk katına çıkardık diye sevinir. 

Şahlanma rakamları henüz açıklanmadı, ama rakamların o fet ”baz” etkisini bilenler önden yetkililere haber vermiştir muhakkak. Onlar da önden, şahlanacağız müjdesi verip arkasından rakamlarla bu iddialarını destekleyecekler. Goebbels’vari yöntemler, bu iddiayı ne kadar çok tekrarlarlarsa o kadar başarılı olabileceklerini tavsiye ediyor olabilir.  

Son yıllarda, resmî olarak açıklanan güzel rakamlar nedense vatandaşın evine yansımıyor. Elektrik faturalarının Temmuz ayı şahlanışı, çarpmanın toplama üzerinde dağılma özelliğini ispat eder gibi oldu. Bayram tatili münasebetiyle 12 gün evde olmamamıza rağmen, Haziran döneminde ödediğimize yakın tutarda bir fatura geldi. Şahlanma etkisini bu ay daha iyi hissedeceğiz muhakkak. Marketlerde bırakın aylık ve haftalık zamları, günlük olarak fiyatı değişen ürünler bile var. Üretici enflasyonu yüzde 40 üzerinde çıkmış, ama tüketiciye bu maliyet % 18 olarak yansımış, yemek isteyenlere afiyet olsun.

2015 yılında, jölesiyle meşhur bir iktidar muhibbi şöyle demişti: “Türkiye Başkanlık Sistemine geçince neyiniz varsa tam olarak en az 3’e katlanacak” Sade vatandaş olarak, bence 3 yeter. Daha fazla katlanabileceğimizi zannetmiyorum. Bir ipi 3 kere ortasından katlarsanız başlangıçtaki uzunluğunun sekizde birine iner çünkü. 

Göz yaşartan bir fedakârlık!

Diyeceksiniz ki, ülkede artarak üç katına çıkan şeyler yok mu? Olmaz olur mu? Meselâ mensuplarına yapılan düşük maaş zammını savunmak için “Önemli olan sadece maddî kazanım değildir” diyen sendika yöneticisinin maaşı 32 bin liranın üstündeymiş. Kızılay başkanına iki yılda iki buçuk milyon lira huzur hakkı ödenmiş diyorlar. Ayrıyeten sayın başkan beyin maaşının 27 asgarî ücrete tekabül ettiği haberleri var. Siz de, “ferdî” olarak “Bilsen uzaklarda kimler ağlıyor, gülemem sevgili dostum, bunlar bütün maaşları kendine bağlıyor. Huzurum hakmadı, fani dünyada... ” diye şarkı söyleyip kendi huzurunuz hakkında derin bir tefekküre dalabilirsiniz. Keza, dolar da bırakın üçü, beşe katlandı. 

Bütün bu şahlanma ve üçe katlanma hikâyelerine rağmen ne yapmıyoruz, şımarmıyoruz... Her şey fevkalâdenin fevkınde seyretse bile tedbiri elden bırakmıyoruz. Bakınız, tasarruf tedbirlerine gidildiğini açıklayan Cumhurbaşkanlığı genelgesi yayınlandı. Her işlerini Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla yaptıklarını iddia eden bir partiye mensup 8 bin nüfuslu bir beldenin belediye başkanı, satın aldıkları 600 bin TL’lik makam aracını o tasarruf tedbirleri kapsamında aldıklarını söylemiş ve “Gidip Şahin alacak halimiz yok ya. Ben gidip 1 buçuk milyona sıfır Audi marka araç da alabilirdim.” demiş. Cidden göz yaşartan bir fedakârlık. Sayın başkan, sen alma mazlumun Şahin’i, yokuşta çıkar aheste aheste... Şahsen, bu kadar şahlanmış ekonomide Şahin almana gönlümüz razı olmaz. Bütün başkanlar gibi sana da Audi yakışır, parası ne ise biz aramızda toplayıp verelim gerekirse... İtibarda tasarruf olur mu, Allah’ını seversen? 

Nereden, nereye... Daha önce hatırlarsanız yine bir belediye başkanı, lüks ve pahalı bir makam aracı satın alımı ile ilgili “Herkes Audi’yle gelsin, ben Passat mı çekeyim yanlarına” demişti. Bahsettiği Audi marka makam aracının fiyatı o günlerde 635 bin lira tutuyordu. Bugünkü parayla 600 bin liralık araba savunması yaparken Şahin kullanılıyor. Varın, ne kadar şahlandığımızı siz hesaplayın...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/sahlanan-ekonomi_548673

La Fon'dan Masallar

 

La Fon'dan Masallar

Bir varlık, bir yokluk, itibara gitmiş çokluk, saraya kavuşmuş Okluk...

Evvel zaman içinde, kalburüstü olduğu söylenen ekonomiye rağmen ithal edilen saman içinde... Bir pire, bir pireye “bre pire, gel beraber bir berber dükkânı açalım” demiş iken, KDV’ler TL iken, bu masalı ileride okuyacak olan torunların dedelerinin zamanında verilmiş olan müteahhit garantileri dolarla tıngır mıngır ödenmeye başlanmış iken...

Uzak mı uzak diyarların birinde, kendilerini dev aynasında gören bir ülke varmış. Durumlarının fevkalâde iyi olduğuna inanmışlar ya bir kere, zengin ülkelerin yaptığı gibi bir “varlık fonu” kurmaya karar vermişler. Ancak, gelişmiş ülkelerdeki gibi cari fazlası veren bir ticaretleri ve üretimleri olmadığı için, komşuları olan BİMbir gece masallarından, adı “La Fon” olan çakma bir fon temin etmişler.

Böylece La Fon’dan masallar devri başlamış. Vatandaşlara “öyle zenginsiniz ki, buzdolabı olmayan ev yok” diyorlarmış. Buzdolabının görünmeyen kısmı olan kapağının içindense hiç bahsetmiyorlarmış. Bir ara, dolabın içini doldurmak isteyen vatandaşlar için tanzim çadırları kurmuşlar. Haliyle, çadırların önünde uzun kuyruklar oluşmuş. Kuyruğa girmiş insanların görüntüsü karizmalarını bozmasın diye ona da varlık kuyruğu demişler.

Ülkede bir felâket yaşanmışsa, yardım bekleyen mağdurlara izbandut gibi “İBANdut” fırlatmışlar. Devletin o işler için kullanılan fonunda para mı yok diye soranlara hain, terörist etiketi yapıştırmışlar. “Sırası mı şimdi, birlik olma zamanıdır, siz size yetersiniz” deyip çıkmışlar aradan.

Sıva selleriyle her tarafa beton çalınır, çamlı ormanlar bölük bölük bölünürmüş. İstisnalarla imar planları delinir, Kiramen-Kâtibin’den hallerini böyle yazmaları istenirmiş. Dört bir yanı betona bulanmış bu ülkede cemre düşmezmiş. İkinci emre kadar taş düşermiş. Meselâ damadı eleştiren yurttaşların başına damat kadar taş düşer ve bir sonraki eleştiriye kadar düşmeye devam edermiş. Başlarına küçük taşların düşmesini isteyen kişilerin küçük şeyleri eleştirmesi gerekirmiş. 

Emir ve buyruklar, davul zurna eşliğinde, “med-yal”lar denilen tellâllar vasıtasıyla halka iletiliyormuş. Makbul bir Med-yal, aka aka dolmuş bir havuzdan sınırsızca yararlanırmış. Kabul görmeyenleri ise resmî ilânattan mahrum bırakılırmış. Habercileri kontrol eden RTEÜK (Reisin Tellâlları Üst Kurumu) namındaki kurum, hoşlanmadığı herkese bol bol ceza yazarmış.

RTEÜK, kaynaklarını kuruttuğu habercilerin ayakta kalabilmek için dışarıdan fon bulduklarını öğrenince küplere binmiş. Bunu da bahane eden yöneticiler, yalan haberlerle mücadele etmek adına bir kanun çıkarmaya koyulmuşlar. Kanunun adı “tez enformasyon kanunu” olacakmış. Yalan haberlere beş yıla kadar zindan cezası verilecek olan kanunun sloganı “kaynağı tek enformasyon, tez enformasyon, yok olsun dezenformasyon” şeklinde olacakmış.  

Halkın kafası karışmış tabiî, bir haberin kime göre, neye göre yalan olduğuna nasıl hükmedilecekmiş? Verileri tekelinde bir silâh gibi tutan devlet, “veri tabanı’casını” kullanarak, bizzat kendisi “veri TÜİKasti” yapıyormuş çünkü. İşsiz sayısı artarken işsizlik oranının düştüğü açıklanıyor, bütün fiyatlar katlanırken enflasyonun düştüğü ilân ediliyormuş. Hasta sayıları gizleniyor, afetlerde ölü sayıları az gösteriliyormuş. Hele, deprem şiddetini olduğundan düşük göstermenin mantığını kavramak zormuş. Yıllar boyu, Allah’ın her günü, emekliye zam müjdesini manşetten veren gazeteye kimse “bu neyin zammı, hani nerede?” diye sormuyormuş. 

Bütün dünya ülkelerinin vatandaşlarına bedava sağladığı bir hizmet için, milletin gözünün içine baka baka, “falanca ülkede 100 euro alıyorlar, biz parasız veriyoruz” diyen devlet görevlisine bu kanun uygulanacak mıymış? Ya da, aralarında sadece bir kaç gün geçen “uçağımız hiç yok”, “uçağımız var, ama bozuk” ve “komşulara istedikleri kadar uçak verebiliriz” gibi birbiri ile çelişen cümleleri kuranlara ne denecekmiş? Etkili dış polika sonucunda bölgede nüfuzunun arttığı söylenirken ülke nüfusunun göçlerle arttığını gören vatandaş, kimi kime şikâyet edecekmiş? Yine, bir kaç gün arayla verilen “göç yoktur”, “göç vardır, ama düzensiz değildir”, “duvar inşa edeceğiz, kimse giremez”, “kapıları açmayıp ne yapacaktık?” ve “o kadar da göç olmadı, yalan söylemeyin, şu kadar kayıtlı ve bu kadar da kayıt dışı göçmen geldi” açıklamalarının hangi birine inanacakmış? “Kayıt dışı verileri nereden biliyorsun, rakamı verebiliyorsan kaydetmişsin demektir...” demek isteyenler varmış, ama diyemiyorlarmış. 

Nasıl bitiriyorduk, tamam: Gökten “göç alma” düşmüş...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/la-fon-dan-masallar_548309

Barajın Altında Kalanlar

 

Barajın Altında Kalanlar

Bir zamanlar cumhurbaşkanlığı seçimi için çatı aday çıkaran tarafta iken, 7 Haziran 2015 seçimi sonrası yön değiştiren Bahçeli, akabinde ülke yönetimi konusundaki fiili duruma kanuni bir boyut kazandırmak için Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen ve dünya üzerinde eşi bulunmayan sistemin Meclis’e getirilmesine ve referanduma gitmesine önayak olmuştu.

O günlerde “Fiilde Çatı” başlıklı bir yazıda şöyle demişiz: “Vaktiyle çatı adayı çıkarmış ve bugünkü fiili durumdan rahatsız olup hukukileşmesi gerektiğini savunan biri fiilde çatıya dikkat ederek hareket etmelidir. Kısaca fiilin ‘geçişlilik’ derecesini öğrenmeli, başka durumlara geçiş için kullanılmayacağından emin olmalıdır. Nesne alıp almadığına dikkat etmelidir. Kendisinin etken mi yoksa edilgen mi kalacağını görebilmeli, atacağı bütün adımların kendilerine dönüşlü bir etkisi olacağını bilmelidir. Çatı önemlidir…”

Erken seçim talebinden mahkûm affına kadar pek çok konuda istediği şeyi yaptıran Bahçeli’nin etken fiiller kullandığına ve iktidardan kendisine dönüşlü fiilleri tercih ettiğine bakılırsa fiilde çatı meselesinden şu ana kadar kârlı çıktığını söyleyebiliriz. Yakın zamanlarda üniversite sınavlarının kaldırılmasını istedi. Çok geçmeden YKS sonuçları açıklandı ve sınava giren adaylardan %32’sinin barajı geçemediği ortaya çıktı. Neredeyse, her üç adaydan biri barajı geçemedi! Sayın Bahçeli, yine fiili duruma hukukî bir hüviyet kazandırmak için baraj puanlarının düşürülmesini istedi. Jet hızıyla hazırlanan teklif Cumhurbaşkanı’na sunuldu ve kabul edildi.

Bu hamlesiyle iktidar, daha çok gencimizin yüksek tahsil yapmasına vesile olmak istiyor gibi. Neden istemesin? Lise gibi ilçelerde bile kurulan üniversitelerin kontenjanları dolmuş olacak, yerleşen gençler okul kazanmanın keyfiyle başka şeylere kafa yormayacak, gelecekle ilgili endişelerini okul bitimine kadar erteleyecek ve bu süre içerisinde işsiz de sayılmayacaklar. Gittikçe yaklaştığını hissettiğimiz seçim öncesi gençlerin memnun edilmesi önemli tabii... Daha çok öğrenciyi şehirlerinde gören esnaf da bayram edecek, daha ne olsun!

Bir sonraki aşamada, barajı geçebilmek için adayların ittifaklarına da yeşil ışık yakacaklar mı acaba? Kurbanda danaya girer gibi yedi kişinin bir diplomaya ortak olduğunu düşünsenize... Ya da çoklu baro sistemi gibi çoklu sınav merkezi sistemine geçilir mi? Bu soruları bize sorduran, iktidarın başka konularda müşahade ettiğimiz problem çözme metotlarıdır.

Öncelikle, hiçbir konuda iktidar mesul değildir. Ortada bir aksaklık varsa ve atılabiliyorsa suç dış mihraklara atılır. Olmadı, dış mihrakların içerideki uzantıları da iş görür. En kötü ihtimalle takdir-i ilahi eseri bir şeyler olmuştur ve kimsenin yapabileceği bir şey yoktur denilir. Bununla birlikte, o problemi çözme konusunda dünyaya örnek oldukları anlatılır.

Orman yangınları ilk çıktığında hemen Yunanistan’ı ve içerideki işbirlikçilerini işaret ettiler. Eksik ve ihmalleri soran kişileri ihanetle ve yakanlarla aynı tarafta bulunmakla suçladılar. Afet üzerinden siyaset yapmakla suçlayıp birlik ve beraberliğe çağırdılar ama bütün dünyanın bizi konuştuğunu söyleyerek ve olmayan uçaklarımızı komşulara göndermek isteyerek siyasi şovlara devam ettiler.

Düşünüyorum da, Çernobil faciası AKP iktiarı döneminde ve Türkiye’de yaşanmış olsaydı... Önce inkar ve örtbas teşebbüsleri gelirdi. Sesini, kokusunu, dumanını ve radyasyonunu yedi düvel duyup rezil olunca, hemen bizi kıskanan bir ülkenin parmağı sorgulanırdı. Bir sonraki adımda da destansı kurtarma çalışmalarından bahsedilirdi. Konuya yabancı vatandaşlarımız için Çernobel Ödülü aldığımızı söyleyen troller bile çıkardı. Şöyle bir türkü bile yakılırdı meselâ:

"Nükleerlerinde sezyum bulunur
Çernobellerinde ödül alınır
Reaktörde atomlar bölük bölük bölünür
Katip arzuhalim yaz millete böyle

Kul olayım ihaleyi alacak ellere
Katip yaz şartnameyi böyle
Kullanım garantileri düzeyim şirin müteahhitlere
Katip yaz şartnameyi böyle”

Üniversite sınavı sonuçlarındaki başarısızlığın da sorumlusu iktidar değildir, kısa aralıklarla sil baştan yenilenen eğitim sistemi değildir, kendi dilinde okuduğunu anlamakta zorlanan öğrenciler değildir, lise müfredatına uygun soru sormayan sınav sistemi değildir, peki kimdir? Tabii ki barajlar! O hain barajlar indirilerek Merkel’e “üfff” dedirten sayıda üniversite öğrencisi yakalamışız, daha büyük başarı var mı?

Öğrencilerin bile dert etmediği sınavlardaki barajları düşürenler, acaba Karadeniz bölgemizin sular ve seller altında kalmasında önemli bir sebep olan barajlar, dere kenarlarına verilen imar izinleri, turistik tesisler için kesilen ağaçlar, maden aramak için katledilen tabiat hakkında ne düşünüyor?

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/barajin-altinda-kalanlar_547895

Çayerlok Makinesi

 

Çayerlok Makinesi
 
 
Değerli kardeşlerim, bir haftayı aşkın bir süredir gündemimizi meşgul eden orman yangınlarından bahsetmek istiyorum. Birileri, her konuda olduğu gibi, bizi suçlamaya, sorumluluğu bize yıkmaya başladı.

Öncelikle, bu yangınların ortaya çıkmasında en büyük sorumluluk sahibi olan kurum Meteoroloji Genel Müdürlüğü’dür! Henüz ortada yangın falan yokken ne dediler, kuru ve sıcak hava gelecek dediler, yangın tehlikesinden bahsettiler. Nereden biliyorlardı acaba? Bunların işi hep havayla ya, Hans ile George mu üfledi bunların kulağına? 

Ülkemiz, artık önüne gelenin hava atacağı bir yer değildir, böyle biline... 

Hadi, bir şekilde çıktı diyelim. Söndürme sorumluluğu kimde, belediyelerde! Belediye deyip geçmeyin, her işe koşardı bizim zamanımızda. Kendi aranızda şakalaşırken “bana bak” diyen arkadaşınıza “sana belediye baksın” diyorsunuz ya meselâ, o şaka değil ve onu biz yaptık! ABD’de yüksek lisans yapan bir hanım kızımızın uçak masrafı dahil, her şeyini biz karşıladık, İBB bursu ile 155 bin dolar ve 59 bin lira para verdik. Paraları su gibi saçan belediyeden, yangın için su bile serpemeyen belediyelere... Nerdeeen nereye!

Yangınların çıkışında da söndürülmesinde de sorumluluğumuz olmadığı halde, kulağımızın üstüne yatmadık, hamdolsun. Canla başla çalıştık. Bizim alanımız ekonomi, biliyorsunuz. Bu yangın işleri de ekonomi yönetimine benzer zaten. Ya da, bizim ekonomimiz yangına benziyordur, her neyse... Kuru sıcak, döviz kuru gibidir. Aniden yükseldi mi, tehlike çanları çalıyor demektir. Nem, adı üstünde, nemaya benzer. Enflasyon dediğimiz şey de enflamasyon, yani alev-yangı... Nem sebeptir, enflamasyon sonuç. Suyun eski adı neydi, ab, yani kriz alevlerini söndürmekte kullandığımız AB likit fonları gibi. Beyaz et, kırmızı et, etler arasından gelir. Yarım porsiyon kanat az ya, geri kalanı Cuma namazından sonra gelir. Kimin ne geliri gideri varsa, hepsinin zararını karşılayacağız. Yangınları da ekonomiyi yönetir gibi kontrol ettik, bütün dünya bizi konuşuyor şu anda. Duydum ki bazı ülkeler, “keşke biz de yansak da, Türkiye bize yardıma gelse” diyormuş.  

Bütün bu çabalarımızı görmeyenler, “#HelpTurkey” diye bir tag açmışlar. Yahu, el insaf! Bizim yardıma ihtiyacımız mı var? “Help ordaysa, arşın buradadır” diye bir atasözümüz var, biliyorsunuz. Onu diyen arkadaşların boyunun ölçüsünü almak için buradaki arşını kullandık, bakalım bir daha böyle bir şeye kalkışabilecekler mi?

Afet bölgelerini ziyaret ederken vatandaşa çay verdik, yine birilerinin zoruna gitti. Neymiş, yangın, sel deprem ve  bunlar gibi her afet sonrası çay dağıtılır mıymış! Yahu, çay sıcaklarda harareti alır, soğukta da adamın içini ısıtır. Bunu nasıl yapıyor derseniz, sadece ehliyet sınavlarında çıktığı için bildiğimiz ve motoru kışlık mod ve yazlık modda çalıştırmaya yarayan jikle vardır ya? Eskiden kolu vardı, elle çevrilirdi. Artık yeni motorlar, ortam sıcaklığına göre kendini otomatik ayarlıyor. Çayda da onun gibi bir şey var her halde. 

Çayın içinde bulunan etkin maddesi nedir, tein. Profesyonelce dağıtılan çay pro-tein desteği sağlar. Açlık şikâyeti ile gelen kişiye, şikâyetinde abartı olup olmadığına bakmaksızın, keyif çayı içmesini önermemizin sebebi budur. Hiç olmazsa protein alsın, fena mı olur...

Askerlik yaparken bir arkadaşımız elini yakmıştı, revire gittiğinde ona Fito krem verdiler. Başka bir arkadaş ayağındaki mantar için gittiğinde ona da Fito krem yazdılar. Kesik sebebiyle ayağı kanayan asker de Fito kremden nasibini aldı. Sonra, parmak kemiği kırılan arkadaşımıza bilin bakalım hangi ilâç verildi? Evet, Allah’ın bir lütfuna dönüşen Fito! Bir krem, bu kadar farklı derde deva olabiliyor da çay neden olmasın? 

İhtiyaç duyan bütün vatandaşlarımızın istifade edebilmesi için bir çayerlok makinesi yapılsa iyi olur. Bu makine otobüslerin üstüne monte edilecek ve dağıtım noktasına gelince otomatik olarak dağıtım yapacak. 

Tabiî ki, şu anons eşliğinde çalışacak: “Afetzedelerin dikkatine, çayerlok makinesi ayağınıza geldi... Deprem, sel, yangın, eve ekmek götürememe problemlerinizin kenarına çayerlok yapılır. Otobüs üstünden atılır, hemen adrese teslim edilir!”

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/cayerlok-makinesi_547532

ÜçAk Meselesi

 

Üçak meselesi
Yiğit Özgür Karikatürü

Koronavirüs tedbirlerinde gevşetme, ekonomide Almanya ve Fransa’yı kıskandıracak şahlanma, bayram, yurdun bir kısmında sel felâketleri, Afgan mülteciler, tekrar keskin bir yükselişe geçen virüs vak’aları, kavurucu sıcaklar ve orman yangınları gibi yoğun gündemi olan bir Temmuz ayı geçirdik.

Ciğerlerimizi yakan, ormanlarımızın yanması en sıcak konu. İtalya, İspanya ve Yunanistan başta olmak üzere, sıcak ve kuru havanın etkisiyle Avrupa’nın güneyi büyük yangınlarla boğuşuyor. Muhtemelen aynı coğrafya ve benzer iklim şartlarına sahip ülkeler olarak bizim nasibimiz de aynı. Eş zamanlı gerçekleşen devasa büyüklükteki yangınlarla mücadele etmek zor bir iş. Küresel iklim değşikliklerini ve hava durumunu iyi takip edip tedbirlerini ona göre alanlar, bu felâketle daha iyi başa çıkabiliyorlar. 

Hazırlıklarını yapmayan veya müdahale ederken ihmalleri ortaya çıkanlar için en konforlu yol, meseleyi bir düşman üzerine yıkıp ortadan sıyrılmak her halde. Olayın hemen başındayken ve ortada somut bir delil yokken bu işi yapabilecek tıynete ve geçmişe sahip birilerini işaret ederseniz, taraftarlarınızı konsolide ettiğiniz gibi eksikliklerinizin konuşulmasını da önlersiniz. Resmî beyan olarak ifade edilmese de, Cuma vaazlarında ve yandaş trol hesaplarda aynı şeyin söylenmesi yeterlidir. 

Meselâ, iktidara yakın isimlerden biri, “Yangınları Yunanistan’ın talimatıyla PKK yakıyor. Bunu MİT ‘çok gizli’ damgalı raporuyla CB’na bildirdi” diye tweet attı. MİT damgalı böyle bir rapor varsa ve gazeteci böyle rahat açıklayabiliyorsa çok da gizli olmasa gerek. Ayrıca, bu sözde sanki aldığı raporun gereğini yerine getirmeyen bir CB iması var gibi, yalakalık yapayım derken kendi başını yakacak bu gidişle. 

Tabiî ki, sabotaj dahil her ihtimal titizlikle değerlendirilmeli ve varsa failler bulunup hak ettikleri ceza verilmeli. Bu durum ihmallerin ve eksikliklerin konuşulmasına engel olmamalı. En çok eleştirilen husus, THK bünyesindeki uçakları kullanmak yerine Rus uçaklarının kiralanması ve bu uçakların sadece üç tane olması. THK uçaklarının kullanılamayacak seviyede olduğu söylenmişti geçen yıl. “Uçak bulacağım demedim, ‘üçAk’ bulacağım dedim” deseler yeridir.

Gerçekten THK uçakları bozuksa, 20 yılı aşkın süredir iktidarda olanlar bu uçakların bakımını neden yaptırmadılar acaba? Bakımla düzelemeyecek durumdaysa, yerlerine yeni uçaklar alınamaz mıydı? Bunlardan biri yapılabilse, dışarıdan 3 uçak kiralamak gibi pahalı ve yetersiz bir tercihten daha iyi olmayacak mıydı? 

Eleştirileri cevaplarken, “uzay aracı gerekirse onu da alacağız” dedi bakar gibi olan. Bakan diyecektim, ama neredeyse bütün işlerini Cumhurbaşkanından talimat alarak yaptığını kendisi söylüyor. Her işi yaptıran bizzat cumhurbaşkanı ise, kendisi de muhtemelen bakan değil, bakar gibi yapan biridir. Acaba herhangi bir iş konusunda, cumhurbaşkanının bir bakana talimat göndermesi için yeterli ve gerekli şartlar nelerdir? En az kaç newton.metre veya joule’lük iş bir talimat gerektiriyor? Fizikte iş, bir kuvvetin bir cisime kat ettirdiği yol olarak tarif edilir ve iş=kuvvet x yol formülüyle hesaplanır. “Adamlar yol yabdı” cümlesinden yola çıkarsak yol cepte. Değişken olan kuvvet olmalı, bu durumda. 

Cumhurbaşkanı, her bakana görev tanımlarını verip, bunların gereğini yerine getirin talimatı verse daha kolay olmaz mıydı? Öbür türlü, Cumhurbaşkanı talimat vermeyi unutsa, veya memleket meselelerinin çokluğununun verdiği yorgunlukla uyuyakalsa meselâ, bakanlar, yetki ve sorumluluklarındaki işleri yapmayacaklar mıdır? 

Keşke, ziyaretlerine “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” ifadesini iliştirmek yerine “cumhurbaşkanımızın tahsisatıyla” diyerek, yangın söndürme çalışmaları için gerekli sayıda uçak tahsis edebilselerdi... Kıbrıs’a giderken bile sekiz ayrı uçak kullanan, Cumhurbaşkanlığına ait iki haneli sayılarda uçak bulunduğu söylenen, ki bir tanesi, üretildiği ülke olan ABD’de devlet başkanında bile olmayan lüks bir uçak, yerli uçağı her seçim öncesi göklere çıkabilecek seviyede olan, uçan arabalar konusunda iddialı konuşmalar yapan ülkemizde böyle bir tahsisatı yapmak çok zor olmasa gerek...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/ucak-meselesi_547193

Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: