Bu Blogda Ara

Arşiv

devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Depremin Artçı'ları

 

Depremin Artçıları
İbrahim Özdabak Karikatürü

Kış mevsiminin en soğuk zamanlarında, gece uykusunda insanları yakalayan, şiddeti büyük olan ve geniş bir alana etki eden Kahramanmaraş Depremi maalesef çok sayıda vefiyata ve dehşetli bir tahribata sebep oldu.

Bu musibet sebebiyle vefat eden insanların hükmen şehitlik sevabına mazhar olduklarını temenni ediyor, kendileri için Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyoruz. Geride kalanlara, maddi-manevi kayıplarına karşı dayanma gücü, sabır ve metanet diliyoruz. Hasar sebebiyle kaybettikleri malları, Dergâh-ı Uluhiyet’te onlar adına sadaka hükmüne geçsin inşallah... 

Son yüzyılın en büyük depremi olduğu söyleniyor, artçı depremleri bile başka yer ve zamanlarda müstakil bir büyük deprem teşkil edecek şiddetteydi. Enkaz altında sıkışanları kurtarmak, kalanların hayata tutunabilmeleri için gerekli çadırkentleri kurmak, yemek, giysi ve temizlik ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olmak için bölgeye giden, fiili olarak yardım eden, gitme imkanı ve olmayıp ihtiyaç malzemesi ve/veya para yollayan, bedenî, nakdî ve aynî yardım etmeye niyeti olup da elinden hiçbir şey gelmediği için sadece dua ederek manevi destekte bulunan herkesten Allah razı olsun, çabalarının ve niyetlerinin kat kat karşılığını sevap olarak versin. 

Deprem felaketine maruz kalmak bir kusur değildir, coğrafyamızın tabiatında var olan durumdur. Ancak, deprem kuşağında yaşadığını bilen insanların, bu gerçeğin gerektirdiği hazırlıkları yapmaması kabahattir. Felaketin boyutunu arttıran deprem ve artçı sarsıntılar değil, gözlerini para ve rant hırsı bürümüş olan art niyetliler ile jeoloji uzmanlarının uyarı ve tavsiyelerini ihmal ederek rantçılara göz yuman yöneticilerdir. 99 depreminde yaşadığımız acılar bize ders olmalıydı. Fay hatlarının genel olarak geçtikleri yerler belli, o hatların hemen üstüne bina kurmak felakete bir davetiyedir. Hattan uzak olan binaların da depreme dayanacak şekilde inşa edilmesi ve bu manada inşaatların sağlamlık denetimlerinin sıkı bir şekilde yapılması gerekirdi. En çok zarar gören yerlerin hastane binaları ve AFAD gibi kamu kuruluşları olmasına diyecek söz bulamıyoruz. 

Kriz yönetimi konusunda maalesef sınıfta kaldık. Enkaz altında kalanları kurtarmak için en kritik zaman olan ilk saatlerde koordinasyon eksikliği göze çarptı. Yardım etmeye koşan insanlar bekletildi. İnşaat sektörünü milli bir spor olarak gören ve haddinden fazla iş makinası, operatörü barındıran ülkemizde bu potansiyelimizden yeterince faydalanılamaması, madenci ve askeri birlikler gibi arama kurtarma faaliyetlerine hayati destek verebilecek unsurların çağrılmaması çok büyük eksiklik oldu. 12 Kasım’da bütün yurtta gerçekleştirilen tatbikattan aklımızda kalan “çök-kapan-tutun” tavsiyesi farklı bir şekilde işledi: İletişim altyapısı çöktü, koordinasyon çöktü. Kağıt gibi asfalt kaplanan yollar kapandı, twitter kapandı, vatandaşla yapılan röportajda, şikayet etmeye başladığı anda kameralar kapandı. Mars’a giden roketler yapan Elon Musk’un uyduları Maraş’a getirilmedi. Yardım için gelen tırlar şehir dışında tutuldu, gönüllüler bekleme salonunda ve stadyumlarda tutuldu.

İşler zamanla rayına oturmaya başladı ama enkaz altında kurtarılmayı bekleyen pek çok kişi için iş işten geçmiş oldu. 24 yıl önceki deprem zamanında muhalif olup devlete her türlü eleştiriyi rahatça yapanlar, “ileri demokrasi” yaşadığımız şu günlerde en ufak serzenişte bulunanı vatan hainliği ile suçluyorlar. “Cumhur ittifakı olarak sahadayız” diyenler, can havliyle neden yardım gelmediğine isyan eden vatandaşları azarlıyor, yardıma gelen muhalif belediye başkanına “İngiliz uşağı” diye hakaret edebiliyor. 

Devlet kuruluşlarından başka sivil toplum kuruluşlarının canla başla çalışmasını hazmedemeyen artçı troller, onları sahtekarlık ve şov yapmakla suçluyor, web sitelerine siber saldırılar düzenliyor ve sosyal medyada linç kampanyaları yürütüyor. Halbuki, bir yükün taşınmasına yardım eden bütün ellere teşekkür edilmeliydi. AHBAP gibi STK’ları siyaset yapmakla suçlamak yerine, devlet kurumlarını günlük siyasetin bir aparatı olarak kullanmanın sonuçlarını düşünselerdi keşke. Vergiden kaçınmak için yurtdışında başka vakıflara bağış aracılığı yapan, topladığı kurban vekaletlerini, sahiplerine haber vermeden kendine yakın vakıf derneklere paslayan, kendi logosunun basılı olduğu kavurma kutuları iktidar milletvekilinin otelinde bulunan bir kurum, insanların güvenini kaybettiyse AHBAP ne yapsın? Kanun ve yönetmeliklerle görev ve sorumlulukları belli olan devlet kurumları, en küçüğünden en büyüğüne, her işinin başında besmele çeker gibi “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla...” sözü ile başlıyor. Güven ve itibar istiyorsanız, TÜİK, KIZILAY ve AFAD gibi devlet kurumlarını partinizin bir çiftliği olarak görmekten vaz geçiniz ve günlük değişen siyasi talimatlarınızla değil, kanun ve nizamnameler çerçevesinde çalıştırınız...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/depremin-artci-lari_577710

O kulların dertleri...

 

O kulların dertleri
İbrahim Özdabak Karikatürü

Okullarda çalan eğitim öğretim yılının ilk zili, öğrencilerin eteklerinde zil çalma etkisi oluştururken, velilerin eteklerinde ise tutuşmaya yol açtı.

Çantası-defteri, kalemi-silgisi, cetveli-gönyesi, yapıştırıcısı-renkli kartonları, top top kağıtları, oyun hamurları, tahta kalemleri ve kurusu sulusuyla envai çeşit boyaları derken, okulların velilerden istediği kabarık kırtasiye listesini temin etmek için Allah’ın veli kullarının gösterdiği kerametlere benzer performans sergilemek gerekiyor, kırtasiye ürünleri enflasyonunun yüzde ikiyüzlere dayandığı günlerde...

Bakanlığın bedava dağıttığı ders kitaplarını yeterli görmeyen öğretmenler, yardımcı kitap setleri alınmasını şiddetle tavsiye ediyor. Bu kitaplar yetersizse neden dağıtılıyor, ciddi masrafların döndüğü bu kitapların hazırlanması işini kim denetliyor, bu işten kim, ne kazanıyor?

Kıyafetleri okullar belirliyor, genellikle anlaşmalı kırtasiye ve mağazalarda, piyasadaki benzer kalitedeki ürünlerin, bazı yerlerde 2-3, bazı yerlerde 4-5 katına satılıyor.

Personel maaşı ve en temel ihtiyaçlarının sadece bir kaçı için okullara ödenek gönderen bakanlık, okul yöneticilerinden, diğer ihtiyaçlarını “mahalli imkanlarla” temin etmesini istiyor. Velilerden bağış almak haricinde hangi devlet okulu nasıl bir mahalli imkan bulabilir? Halbuki, her sene, zorla bağış toplamanın yasak olduğunu ve toplayan müdürleri şikayet etmemiz gerektiğini duyuruyorlar. Devlet okulları, neden bağış toplamak, yayınevleri ve kırtasiyelerden, giyim mağazalarından komisyon almak, sosyal faaliyet adı altında etüt/proje sınıflarından ücret almak gibi dolambaçlı yollara tevessül etmek zorunda kalıyor?

Lise ve üniversite imtihanlarına hazırlanmak için okul müfredatı kesinlikle yeterli değil, yardımcı kaynak edinmek, ek ders almak ve/veya dersaneye gitmek gerekiyor. Okulda öğretilenler neden o sınavlarda sorulmuyor, ya da o soruları çözebilecek bir eğitim neden okullarda verilmiyor? Lisenin ikinci ve üçüncü sınıflarına kadar örgün eğitim veren okullarda okuyup, sonrasına açık liseye devam eden öğrenci sayısı bir hayli fazla. Üniversite sınavına daha rahat hazırlanmak için yapıyorlar bunu. Lise mezunu olmak sadece üniversiteye giriş için bir formalite olarak görülüyor. Gereksizse, neden komple bütün liseleri kapatıp tasarruf etmiyoruz?

Eskiden, özel okulların sayısı azdı. Devlet okulu ile özel okullar arasında eğitim kalitesi açısından fazla bir fark yoktu. Zengin-fakir, herkes devlet okuluna rahatlıkla çocuklarını gönderebiliyordu. Maalesef, artık parası olmayanın iyi bir eğitim alması veya parasını vererek iyi eğitim alanlarla rekabet edebilmesi mümkün değil.

Sadece eğitim değil, her konuda, parası olanın, iyi hizmetler alabildiği bir ülke olduk, ki onların da iyiliği tartışılır. Hizmet olsun diye değil, birilerine kazanç kapısı olsun diye iş yapılan memleketimizde alternatif bakanlıklar ihdas edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Mesela;

Salık Bakanlığı: Hastane randevusu vermeme, türlü hinlik deneyip randevu alabilen hastalara bu sefer tahlil ve görüntüleme için aylar ve yıllar sonrası için gün verme, elindeki doktorları kaçırarak insanların özel hastane kullanmasını salık verme bakanlığı.

Baldır Kültür Bakanlığı: Tarihi eserleri paldır küldür restore etme ve kendi otellerine 2.5 milyar lira teşvik verme bakanlığı. Ne demişler, bal tutan parmağını yalar...

Çevre, Hemşehricilik ve Kimlik Değişikliği Bakanlığı: Çevresi, hemşehrisi kısacası torpili olanın her işini halledebildiği, parası olanın da kimliğini değiştirerek çevre edinebildiği bakanlık.

Milli Savurma Bakanlığı: Paraları oraya buraya savurup sonra da bir tank palet fabrikası için 50 milyon dolar bulamama bakanlığı.

Hazin Ameliye Bakanlığı: Paramızın kıymetini olabildiği kadar düşürüp ucuz bir ülke haline getirme, bütün bir ülkeyi karın tokluğuna çalışan amelelere dönüştürme bakanlığı.

Dişleri Bakanlığı: Dişleri bileme ve iç politikaya malzeme çıkarmak için bilenmiş dişleri yabancı ülkelere gösterme bakanlığı.

Oran Bakanlığı: “Oranların gümbürtüsü başıma vurur, sarayların fermanı karşımda durur. Oranları aşağı, aşağı keserim, gerçekliğimi kaybettim ağlar gezerim” türküsünü söyleyen bakanlık. Vatandaş da “aman orancı, canım orancı, köyümüze getirdin çoktan bir acı” türküsüyle karşılık vermekte...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/o-kullarin-dertleri_570044

Şiir Hastaneleri

 

Evinde, televizyon karşısında oturmuş bir çocuk düşünün: Karşısında, haberlere çıkan çocuklar ellerinde virüsler, birbirleriyle şakalaşıyorlar, virüslerini bulaştırıyorlar, virüslerine mutasyon geçirtiyorlar, İngiltere, Güney Afrika, Brezilya ve Danimarka gibi varyantlarını çıkarıyorlar, aşılarını birbirlerine ikram ediyorlar...

O çocuk aklından geçiriyor: “bizim de yerli ve milli bir varyantımız olsa” diyor, “aşı bizde niye yok?!” diyor! “Gelecek, geldi...” derken kaybolan aşılardan bahsedenleri duyuyor ve hemen şarkıya başlıyor:

“Şimdi bana, kaybolan aşıları verseler

Şimdi bana, kanımda antikor vaat etseler
Şimdi bana, ‘ikinci dozu ister misin?’ deseler,
Tek bir doz bile istemeye hakkım yok...”

Çocuğun aklına takılan sorular geçen hafta itibarıyla cevabını buldu gibi. İl ve ilçe kongrelerinde lebaleb dolma sınırlarını zorlayan AKP, genel kongresini de aynı şekilde yaptı. “Kar virüsü öldürür, bir şey olmaz” dediler. Virüsün adı korona, kalabalıklar kâr ona. İki kışı devirdi, ne yapabildi kar ona? Her ilden otobüsler dolusu insan gelmiş, maske-mesafe dinlemeden otobüslerde halay çekilmiş, gelenler salona sığmamış, dışarılara taşmış. Bir de üstüne yatay çekim yapılıp kalabalık artırılmış mı? Bu da mı gol değil? Yeni bir varyant çıkarmak için daha ne yapılsın? Buradan yeni bir virüs varyantı çıkarsa, adını Askıda Korona Partisi (AKP) koyalım derim. Emeği geçenlere saygı duymak lazım, değil mi? Kampanya olarak duyurusunu da yaparız, böylece virüse ihtiyacı olan herkes gönül rahatlığıyla askıdan alabilir.

“Aşı bizde niye yok” sorusuna her gün farklı bir makamdan farklı bir cevap veriledursun, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bir gün gecikme ile kutladığı dünya şiir günü vesilesiyle  "Her türlü virüse karşı şiir bünyeyi güçlendirir, unutmayalım" diye bir mesaj yayınladı. Demek ki neymiş, virüs kapıp hastalanan kişilere şiir, vefat edenlere de aşir okuduk mu tamamdır!

Peki, her şiir her bünyeye iyi gelir mi? Biliyorsunuz, okuyanı hapse attıran şiirler de var, Allah muhafaza! Kişinin durumuna ve hastalığına göre, hangi şiirin hangi tonda okunması gerektiğini belirlemek bir uzmanlık işidir. Bu sebeple, ülkenin dört bir yanında behemahal Şiir Hastaneleri kurmak icap etmektedir. Şiir Hastaneleri, en az 5000 divanlı olmalıdır. Zamanın ruhuna ve Cumhur İttifakı anlayışına uygun olarak Kemalettin Kamu-İsmet Özel işbirliği ile inşa edilmelidir. İnşaatlarına bir servet-i fünun harcanabilir, neticede vezinden tasarruf edilmemelidir. Devlet tarafından mısra garantisi verilmeli ve ayrılıklar da sevdaya dahil edilmelidir.

Akla gelen her "tedayi" yöntemi kullanılmalıdır: ekmek bulamayana pastoral şiir, aşı isteyene iğneli sözlerle damardan bir hiciv verilmelidir. Bazı hastalıklarla mücadele ancak hariçten gazel okumak suretiyle yapılabilir. Baktın hastalık pik yapıyor, hemen epik şiir tedavisine geçilmeli, ikinci dalga geldiğinde de ikinci yeni akımı başlatılmalıdır. Şiirlerde gece ölçüsü kullanılabilir. İlle de aruz vezni kullanılacaksa “mesafelûn, mesafelûn, mefilyasyon, maskelûn” kalıbı tercih edilmelidir.

Hastanede çalışan hanım görevlilere hemşiire, erkeklere de hemşiir denilecektir. Çalışanlar, meta’four olarak “tek şiir, tek kıta, tek kafiye, tek vezin” rabiasını okuyarak işlerine başlayacak ve tedavi süresince  seslerinin “betone” olmasına özen göstereceklerdir. Tema’ografi bölümü teşhis ve intak için kullanılacaktır. Diyelim, inşaat-atak geçiren bir hastada “kâr ona” virüsü teşhis edildi, hemen kendisine “rantların ölümü” şiiri okunmalıdır.

Okunan her duygulu şiirde gözler muhakkak dolar, o yüzden şiir hastanelerinde de fiyatlandırma dolar üzerinden yapılacaktır. Ha, unutmadan; ihale sadece “beş İhaleciler” ve “yedi yedi doymadı meşaleciler” gruplarına verilecektir, başka kimse heveslenmesin...

Link: https://www.yeniasya.com.tr/adnan-nacir/siir-hastaneleri_539612

Devletin gücünü sınamak...

 


İşsizlik, enflasyon, yoksulluk, virüsten-hastalıktan korunma gibi sun’i gündemleri çok şükür geride bıraktık. İçişleri Bakan Yardımcısı Bey gerçek gündemi hatırlatarak ne güzel söyledi: “Hiç kimseye devletimizin gücünü sınamayı tavsiye etmiyoruz...”

Kimileri devletimizin gücünü sınıyor, kimileri sınama oyununa girmek için ısınıyor, bir başka kimileri ise sınamak isteyenlere fırsat sunuyor. Kim bunlar derseniz; dış güçler, dış güçlerin içerideki uzantıları-yardakçıları-işbirlikçileri, beşinci kol faaliyetçisi odaklar, vesayetçiler, teröristler, terörle irtibatlılar, terörle iltisaklılar, terörle ve teröristle hiç ilgisi olmasa bile bilerek veya bilmeyerek, olmadı isteyerek, belki de isteyebilemeden teröre yardımcı olacak şeyler yapanlar, Allah muhafaza iktidarı eleştirmek suretiyle zayıflatıp maamafih devleti ve filhakika koskoca bir milleti yok etmek isteyenler, küreselciler, faiz lobileri...off, bir milyon mihrak daha var da, saymaktan yoruldum. Büyüklerimiz her geçen gün birer birer ifşa ediyorlar, sıralı tam listeyi oradan takip edebilirsiniz.

Bakınız, yaklaşık üç yıl önce, Samsun’da üniversite okuyan bir kız öğrenci, nişanlısı olan Cumhuriyet Savcısı ile tartıştğı için telefonlarına çıkmamak suretiyle savcının gücünü sınıyor. Bırakın savcıyı, en düşük memurumuzun bile bir düğmesini koparmanın cezası altı aydan başlıyorken savcı beyimizi üzmek ne demek? Polis ekibiyle hanım kızımızın kaldığı yurda gece yarısı ziyareti gerçekleşiyor ve bu ziyaret, yukarıda saydığımız mahfiller tarafından “yurt baskını” şeklinde lanse ediliyor. Halbuki, adam nişanlısının durumundan endişe etmiş ve tamamen güvenlik tedbiri kabilinden oraya gitmiş...

İki yıl önce Diyarbakır’ın bir ilçesinde görevli bir savcımıza halı sahada oyun oynatmamak için organize olmuş 14 öğretmene ne demeli? Okuyucuların dikkatine: Halı saha kenarında over-clock yapan bu 14 öğretmen, hemen gözaltına alınıp beş dakikada polise teslim edilmiştir. Sınanan devletimiz, akabinde o savcının tayinini ilçeden şehir merkezine almak suretiyle gücünü göstermiştir.

Bir kaç ay önce, iktidarın gayrıresmi ortağı olan partiye mensup bir milletvekili, Ankara’da bir cenaze törenine katılmak için Hacı Bayram-ı Veli Camii’ne gitmiş. Araç park edilmesinin yasak olduğu alanın başında belediyenin güvenlik görevlileri arabayı içeriye alamayacaklarını söyleyince vekil bey arabadan inip yürümeye başlamış. Kendisinin ve emrinde çalıştığı vekilinin, dolayısıyla partisinin ve dopdolayısıyla ortakları oldukları iktidarın gücünün test edildiğini anında fark eden yaman şoför, adeta Susam Sokağı’ndaki Bay Müzik isimli karakterin, sözleri “sür sür arabanı, gez sokakları, keyifli neşeli tasasız çıkar, hayatın tadını” olan şarkısını hayata geçirip, arabayı güvenlik görevlisinin doğrudan üzerine sürerek, makam arabasında tecessüm etmiş olan devlet gücünü bilvesile göstermiştir.

Geçtiğimiz hafta, Ordu’da bir savcının park etmiş arabasının camına bir not iliştirmek ve sileceklerini yukarı kaldırmak suretiyle devlet gücüne maruz kalma lütfuna erişmiş bir vatandaşımız oldu. Yahu, türküsü bile var; “Ordu’nun-pardon savcının- silecekleri, baksa yukarı baksa... Verir seni mahkemeye, medya üstüne kalksa, yetkilim ammaaan...”

Her daim 18 yaşında olan devlet cevvaldir, gücünü her zaman gösterebilir. Hele yeni bir anayasa ile kuvvetler ve gençler birliği sağlansın, o zaman görün gücü...

Link: 

Himmet Dedevleti


Himmet Dedevleti

Benim adım Himmet. Himmet’i bir tek milleti olan, tek başıma küçük bir devletim. Yaşımdan dolayı bana “Himmet Dede” diyenler, “dede” ile “devlet” kelimelerini birleştirerek “Himmet Dedevleti” diye bir isim uydurmuşlar. Bir nevi küçük şahsım cumhuriyeti olarak düşünebilirsiniz. Cumhuriyet dediğime bakmayın, başkanlıkla yönetiliyorum. Kendi iç işlerimde serbestim. Sabit ve tek başkan, tek Himmet, tek millet, tek devlet modeli var bende. Karar alma mekanizmalarım çok hızlı çalışır. İstediğim hızla verdiğim karardan dönebilirim, ümmetin benim dönüş hızıma yetişememesi gibi bir problemim yoktur. 

Kendi OHAL’imi kendim ilan edebiliyorum, icap ettiğinde kendimi karantinaya alıyorum. Çağrı yapıldığında yastık altında ne kadar dövizim varsa şaaak diye bozduruyorum. Önce doları sonra büyük oyunları bozuyorum. Yardım kampanyaları duyurulduğunda “kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede” demeden, yardıma koşanların en önünde ben oluyorum. 

Süreç Çok İyi Yönetiliyor...

Dış işlerimde ise büyük Şahsım Devleti’ne bağlıyım. Sağolsun, ne zaman ödeme ve yükümlülük söz konusu olsa hemen bana rücu eder. Onun da işi zor, bakmayın, benim gibi seksen milyon küçük devletçik daha var buralarda. Hangi birimize yetişsin, değil mi ama? Her birimiz kendi başımızın çaresine bakabilrsek o da rahatlar aslında. Zor zamanlar geçiriyoruz, ekonomik sıkıntılar, afetler, salgın falan... Ama bu salgına, iyi ki merkezinde büyük başkanın bulunduğu başkanlık sistemi ile yakalandık! En zor ve en hayati kararlar anında alınıyor. Süreç çok iyi yönetiliyor, hamdolsun.
Bütün iyi ve güzel kararları başkanımız veriyor, hepsinin duyurusunu da o yapıyor. Canımızı sıkan haberlere konu olan uygulamalar, çevresindeki adamlardan geliyor. Duyunca hemen düzeltiyor, sağolsun. Bugünlerde onu fazla göremiyoruz nedense. 

Düşmanları hiç bitmediği gibi, boş da durmuyorlar. Bir ara patatesçiler durup duruken fiyatları yükselttiler. Soğancılar soğanları depolara sakladılar ki millet soğan yemesin. Allah’tan bütün depolarına girildi ve bütün stokları dağıtıldı da, milletimiz rahat bir nefes aldı. Sonra marketçiler fırsatçılığa soyunup fiyatlara zam üstüne zam yaptılar. Tam ekonomiyi rayına sokmuşken yapılacak iş miydi Allah aşkına? Şimdi de piyasalarda para bitti deniyor. İyi de güzel kardeşim, para bittiyse bu bankaların suçu! Bankalar parayı etrafa dağıtırlarsa bütün finansman meselelerimiz hallolur. Dünya kadar havaalanı, hastane, köprü, yol falan yapıldı. Devletin cebinden bir kuruş para çıktı mı? Çıkmadı. Onların parasını vermek bize düşer elbet. Az-çok demeyelim, herşeyi de devletten beklemeyelim kardeşlerim. 

Maskede Yaşa Takılanlar!

Başka devletler maskeleri para ile satarken biz ücretsiz alıyoruz, kıymetini bilelim. 65 yaş üstü insanlarımızın ayağına maskeleri ve kolonyaları gönderildi. 20-65 yaş arası vatandaş-devletçikler olarak her gün işe gidip gelmek zorunda olanlarımız marketlerde, otobüslerde maske takmak zorunda. Çok şükür, maske satışı yasak, bedava verecekler. Onun için PTT’den başvuru yaptık, yetmedi e-devletten başvuru yaptık, herhangi bir şey gelmedi. En son eczaneler verecek dendi, cep telefonlarımıza kodlar gelecekmiş, o kodlarla eczanelerden alabilecekmişiz. O kod da gelmedi! Acaba diyorum, maske konusunda yaşa mı takıldık? Bedava geleceğine güvenerek zamanında maske almadık. Kod geldiğinde eczaneye maske ile gitmek lazım, maskesiz olduğumuz için maske almaya gidememek çok acı olacak. Bakın, bu dramdır! 65 yaş üstü vatandaşlardan rica ediyorum; yahu evden çıkmanız yasak, maskeyi ne yapacaksınız? Maskede yaşa takılanlara verin gitsin! Biz bize yetelim, öyle değil mi? 34 yabancı ülkeye her türlü tıbbi malzeme yardımı da gönderdi büyüklerimiz, itibarımızı yükselttiler sağolsunlar. Bakın şu yabancı ülkelere yapılan ihsana... sıra gelince bana, para göndermem gerektiği söyleniyor verilen İBAN’a...

Maya Felaketi

Üst üste felaketlerin yaşandığı 2020 olarak Maya Takvimi’ne göre felaket yılında mıyız bilmiyorum ama marketlerde maya bulunamaması felaketinin tam ortasındayız. Kendi ekmeğimi yapayım dedim, yaş-kuru hiçbir mayayı marketlerde-bakkallarda bulamadım. Ben bana yeterim sandım, ben benden betermişim onu anladım. Beterin beteri var, haline şükret dostum. Yıllardır mutluluğun her gün peşinden koştum. Daha birçok derdimi ben size anlatmadım, genç yaşta saçlarımı boşuna ağartmadım...

Neyse, bu salgın işlerinin biteceği ve maskelerin düşeceği günü sabırsızlıkla bekliyorum...


Öne Çıkan Yayın

Siya-Nur

Siya-Nur     Ülkemizde maddi felaketler, yetkili şahısların kendileriyle olan etkileşimine göre ikiye ayrılır: İlk kısım, üzerinden mağd...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İlgili Diğer Yazılar: